mayotte adasıdır. Adada yaşayanların yaklaşık %98'ini müslümanlar oluşturmaktadır. fransa'ya bağlıdır.
--Alıntı--
Mayotte adası, Fransa'nın deniz aşırı topraklarındandır. 1976 yılından beri Fransa Cumhuriyeti'ne tamamen bağlı bir bölgedir. Ada, Hint Okyanusu'nda Mozambik Kanalı'nın kuzeyinde, Madagaskar Adası ile Mozambik'in kuzeyinde bulunmaktadır. Coğrafi açıdan ada, Komorlar'ın bir parçasıdır. 31 Mart 2011 tarihinde Fransa'nın denizaşırı ili haline gelmiştir. Avrupa Birliği Üyesi bir ülkedir.(1 Ocak 2014)
--Alıntı--
ayrıntılı bilgi için: http://tr.wikipedia.org/wiki/Mayotte
enteresandır. öyle ki bu tipler bunu iş haline getirmişlerdir. her gün aynı faaliyeti yapmaktan sıkılmazlar. berbere girip; saç kremi, briyantin sürüp, bol bol parfüm sıkıp dakikalarca ayna karşısında kendilerine bakarlar. berberler böyle tiplere kendi aralarında bazı mahlaslarda uydurmuş ve bunlar üzerine hikayeler anlatmışlardır. bu tiplerin mahalle mahalle, semt semt isimleri değişmektedir.
bir örneği sizinle paylaşayım. kahramanımızın mahlası "kız ismet." yukarıdaki söylediğim faaliyetlerin hepsini yapan kız ismet, bir rivayete göre sürekli takım elbisesi ile gezermiş, ayakkabısında toz zerresi gören canlının olmadığı söyleniyor. berberler dükkanı açarken çıraklarına "kız ismeti" tarif ederlermiş ve bu tipte biri gelirse berbere sokmamaları konusunda sıkı sıkı tenbihlerlermiş.
Hindistan'nın uzaktan eğitim yapan en önemli üniversitelerindendir. kayıtlı öğrenci sayısı 3 buçuk milyondur.* üniversite 1985'te "yeni delhi"de kurulmuştur.
enteresandır. düşündüren bir durumdur.* maaavv, maaav diyerek orada burada arayış içindedir. öyle bir miyavlama ki sanırsın dile geldi. konuştu konuşacak. ergenlik dönemine girmiş çocuk gibi sesleri çıkıyor. acaba ne anlatmaya çalışıyor? "bana kedi mi bul diyor, izdivaca çıkmak istiyorum mu diyor?" bilmiyorum. ama genelde ses kesildiyse başka kedi olaya dahil olmuş demektir. sahibi yazık acıkmıştır diye yem vermek istiyor. yem vermek için çağırıyor: gel pisi pisi gel pis pis pis... istifini hiç bozmadan "maaav, maavv, maaav" mavlıyor. buna dayanamayan sahibi "kendi başını ye emi!" diyerek kapıyı kedinin yüzene kapatıyor.
akla gelen ilk bilmecelerdir.
bilmece: çeşitli varlıkları ipuçları ile bulduran ürünlerdir.
dal üstünde sarı oğlan.*
havada uçar kanadı yok.*
kıllı ağzını açtı kılsız içine kaçtı.*
Gaziantep doğumlu olan ayni'nin gerçek adı Hüseyin'dir. 1790 yılında istanbul'a gelerek şairler arasına katılmış, nakşibendi tarikatına girmiştir. şiirlerinde şeyh galip'in etkileri görülür. eserleri: divan, sakiname, nusretname...
semih şentürk hakkında söylenmiş en isabetli saptamadır.
--Alıntı--
Fenerbahçe'den, Medical Park Antalyaspor'a transfer olmaya hazırlanan "Nöbetçi Golcü" lakaplı Semih Şentürk, 14 yıllık maceranın ardından Kadıköy'e veda ediyor.
Sarı-lacivertli kulübün 2013-2014 sezonu öncesinde kadrosunda düşünmediğini açıkladığı Semih, yaz döneminde başka bir kulübe transfer olamayınca ligin ilk yarısında takımdan ayrı çalışmalarını sürdürdü. Devre arasında "ara transfer" olarak adlandırılan ikinci transfer ve tescil döneminde Medical Park Antalyaspor ile anlaşan ve yarın resmi sözleşme imzalaması beklenen Semih, 1999-2000 sezonunda PAF takımına transfer edilerek başladığı sarı-lacivert serüvenine nokta koyacak.
PAF Ligi'nde 2000-2001 sezonunda elde ettiği "Gol Kralı" unvanını, 2007-2008 sezonunda A takımda Süper Lig'de "Kral" olarak taçlandıran Semih, 14 yıllık süreçte attığı kritik gollerle taraftarın gönlünde adeta taht kurdu.
2011-2012 ve 2012-2013 sezonlarında bulduğu şansları iyi değerlendiremeyen Semih, görev aldığı son 39 lig maçında sadece 2 gol atarak, gözden düşmüştü.
Sarı-lacivertli formayı ligde A takımda ilk kez 2000-2001 sezonunun 21. haftasında Siirt Jet-Pa Spor maçında giyen Semih'in Fenerbahçe kariyerinde Süper Lig, Türkiye Kupası ve Avrupa kupalarındaki maç ve gol sayıları şöyle:
Organizasyon Maç Gol
Süper Lig 205 56
Türkiye Kupası 41 22
Avrupa kupaları 35 9
--Alıntı--
öncelikle bir hafta öncesinden nevale yurda sokulur.- yılbaşından bir gün önce sokmak imkansız gibi bir şeydir. güvenlik görevlisinin poşetteki meyve suyunun kapağını açıp kontrol ettiğini gördüğüm için söylüyorum-. güvenliğin dikkatini çekmemek çok önemlidir. yılbaşı gecesi nevale hazırlanır, komşu odalardan arkadaşlar davet edilir. bilgisayardan güzel bir parça açıldıktan sonra nevale tüketimine başlanır. gece boyunca tüketilen nevale bazı bünyelerde olumsuz durumların oluşmasına neden olabilmektedir. çabuk sarhoş olan arkadaşlarınız varsa eğer onlara dikkat edin. gecenin ilerleyen saatlerinde o oda senin bu oda benim dolaşabilirler.
işin garip tarafı bu tipler gecenin başında şu sözlerin sahipleridir: " ben kolay kolay sarhoş olmam, iki büyük devirdim bir şey olmadı." herkese iyi yıllar.
Futbolun ingiltereden çıkarak yayılması sırasında Osmanlı imparatorluğu'nun belli başlı ticaret limanlarındaki kentlere yerleşen ingilizler futbolu ülkemize sokan kişiler olmuşlardır.
--Alıntı--
istanbul, izmir, Selanik futbolun oynandığı ilk 3 şehir olmuştur. Buralarda ingilizler futbol oynarken Rumlar da onlara katılmışlar ve hem futbol oynayanlar hem de takımlar önemli sayıda artmıştır. Osmanlı topraklarında ilk futbol maçının 1875'te Selanik'te oynandığı bilinmektedir. 1877 yılında ise izmirin Bornova çayırlarında futbol maçları yapılmıştır. Ancak, bu sıralarda Müslüman gençlerin futbol oynamaları hoş karşılanmayacağı için Türklerin futbol oynamaları için biraz daha süre geçmesi gerekmiştir. izmirde ilk futbol kulübü 1894 yılında ingilizler tarafından kurulmuş ve adı "Football Club Smyrna" olmuştur. istanbulda futbol oynanmaya başlanması ise ancak 1895 yılında Kadıköy ve Moda'da olmuştur. izmirden istanbula göçen ingilizler burada futbol oynamışlardır. Buradaki Rumlar da futbola merak salmışlardır ve futbol istanbulda çok büyük bir hızla yayılmıştır. 1897, 1898, 1899, 1904 yıllarında izmir karması ve istanbul karması 4 maç oynamışlar ve bunların tümünü izmir karması kazanmıştır. 1906 yılında Atina'da düzenlenen "Ara Olimpiyat"ta izmir karması ve Selanik Karması yer almıştır. izmir karması bu turnuvada 2., Selanik karması da 3. olmuştur. izmir karması ingilizlerden, Selanik karması ise Rumlardan oluşuyordu.
--Alıntı--
ilk futbol maçının nerede oynandığından, bugünkü kuralların oluşum serüveni ve daha fazlasının anlatıldığı güzel bir yazı.
--Alıntı--
insanoğlunun "top" ile oynamaya başlamasının tarihi çok eskilere dayanıyor. Mısır'da mezarlardaki duvar resimlerinde ayakla top
oynayan insan figürlerine rastlanmıştır. Hatta bu zamandan kalma, 7.5 cm çapında deri veya ketenden yapılmış toplar 2500 yıl önceden
günümüze kadar ulaşmıştır ve kimi müzelerde sergilenmektedir. Homeros da "Odiesa"da top oyunlarından bahseder. M.Ö 2500
yıllarında da Çin'de yere dikilmiş iki mızrak arasından bir topu tekmelemek suretiyle geçirmeye çalışarak talim yapıldığı bilinmektedir. Orta Asya Türklerinin de kız ve erkeklerden kurulu karma takımlarla, topa elle dokunmadan, sadece ayak ve kafa ile vurularak rakip kaleden içeri atmaya çalışarak bir oyun oynadıkları kaynaklarda yer alıyor. içlerinde Kaşgarlı Mahmut'un da bulunduğu pek çok tarihçinin kitaplarında da Türklerin oynadığı "Tepük" isimli bir oyundan bahsedilir. Bu oyunun söylenen kuralları günümüz futbolunun kurallarına oldukça benzer. Elle oynamak yasaktır, Faullü hareketler tespit edilmiştir, top oyun alanının dışına çıkamaz... Futbol tarih boyunca hemen hemen bütün medeniyetlerde benzer biçimlerde boy gösterdikten sonra bugünkü haline en yakın seklini 17. yüzyılda ingilterede almıştır. Daha sonraki gelişimi ise şöyle gösterilebilir: 1841 - Futbol topunun tam bir küre biçiminde olmasının kabulü. 1848 - "Cambridge kuralları" adi altında futbol kuralları toplanmış ve bu kurallarla ilk futbol maçı Cambridge'de öğrenciler arasında ilk futbol maçının oynanması.
1855 - Bir ingiliz takımının ilk kez yurt dışına çıkarak futbol oynaması
ve böylece Almanya'da futbolun temelini atması.
1857 - ingilterede ilk futbol kulübü Sheffield Club'in kurulması.
1863 - ingiltere Futbol Federasyonunun ve böylece modern futbolun
doğuşu.
1870 - Portekiz'de oturan ingilizlerin burada futbolu yaymaya
başlamaları.
1871 - "Kral Kupası" veya "ingiltere Federasyon Kupası" nın
başlaması.
1872 - "ingiltere-iskoçya" , ilk milli maç.
1875 - Kalelere üst direk konulması ve topa kafayla vurulmasına izin
verilmesi.
1876 - Korner kuralının kabulü.
1879 - Glascowdan Darwen'e para teklifiyle futbolcu getirilerek
profesyonellik yolunun açılması.
1882 - Futbol kurallarında değişiklik yapmaya yetkili "International
Board"un kurulması.
1885 - Profesyonelliğin ingilterede resmen kabulü.
1886 - Ofsayt kuralının kabulü.
1889 - Danimarka ve Hollanda'da futbol federasyonlarının kurulması.
1890 - Futbol maçlarında tam yetkinin hakemlere verilmesi.
1891 - Penaltının kabulü.
1893 - Amerika'da ilk futbol federasyonunun Arjantin'de kurulması.
1895 - ingilterede bayanların ilk futbol maçını oynaması.
1899 - Sürenin 90 dakika, ölçülerin 118.4 x 91.4 olarak belirlenmesi.
1901 - Sheffield United - Tottenham Hotspur federasyon kupası
finalini 110.802 kişinin izlemesi.
1902 - ingiltere dışında oynanan ilk milli maçta Avusturyanın
Macaristanı 5-0 yenisi.
1903 - Averajın kabulü.
1904 - Belçika, Fransa, Danimarka, Hollanda, ispanya, isveç,
isviçrenin FIFA yı kurması.
1906 - Kıtalar arası ilk milli maçta Güney Afrikanın Brezilyayı
Brezilya'da 5-0 yenmesi.
1907 - Kendi sahasında bulunan bir futbolcunun ofsayt
sayılmamasının kabulü.
1908 - Londra Olimpiyat Oyunları'nda futbolun ilk kez olimpiyat
oyunlarında yer alması.
--Alıntı--
Dünya Hali
Vefalı bir insan olan Mehmet Âkif Ersoy , hasta olduğunu duyduğu dostu Hacı Besim Efendiyi ziyarete gider. Besim Efendi hali vakti yerinde olmasına rağmen eli pek sıkı olup para harcamazmış. Adam çok zayıf ve mecalsiz halde yatıyormuş. Şairimiz geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra:
- Hacı Efendi, der. Sizi çok zayıf görüyorum. Bir tavuk kestirseniz, çorba falan yapılsa
Besim Efendi:
- Siz ne diyorsunuz Âkif Bey, diye çıkışır. Dünyanın bin türlü hali var, para pul harcamaya gelmez.
Hakikati her zaman ve her yerde söylemeyi şiar edinen Âkif tebessüm eder:
- Hacı Efendi! Dünyanın o bin türlü halinden dokuz yüz doksan dokuzu başınıza gelmiş. Daha ne bekliyorsunuz?
Vefa Yok
Mehmet Âkif in Köse imam şiirini ithaf ettiği Ali Şevki Bey bir gün şaire istanbuldaki Vefa yokuşundan bahseder. iç geçiren Safahat şairi sitem dolu bir sesle karşılık verir: Bırak Ali Şevki, bugünkü nesil o yokuşu çoktan dümdüz etti!
Rus Oturtması
Rus Yahudisi ressam Feldman, vaktiyle ünlülerin portrelerini yapıyordu. ilkin Abdülhak Hâmitin portresini yapan ressam, daha sonra Mehmet Âkifin resmini çok güzel bir biçimde çerçeveler. Âkif de beğenir kendi resmini. Dostu Mithat Cemale bu hislerini Moskof beni güzel oturtmuş! diyerek aktarır.
Dördüncü Mevki
Mehmet Âkif yürümeyi çok seviyor, hemen hemen her yere yürüyerek gitmeyi tercih ediyordu. Bir gün, Trende kaçıncı mevki ile geliyorsunuz? diye soran dostuna yürümeyi kastederek: Dördüncüsüyle
Bilmek
Milli şairimiz Mehmet Âkif Ersoy un yaşayan en büyük uzmanı M. Ertuğrul Düzdağ, Türk Edebiyatı Vakfında konuşuyordu . Âkif in vefat yıl dönümü münasebetiyle 25 Aralık 2002 tarihinde düzenlenen toplantıda hatip bir ara şunu söyledi:
- Âkif, insan bir haddini bilmeli, bir de hesabını Ben haddimi bilirim; ama hesabımı bilmem. dermiş
Huy Değiştirmek
Yine M. Ertuğrul Düz dağ anlatmıştı. Mehmet Âkif ile Eşref Edip çok iyi arkadaşlarmış. Kisi bir çok hususta anlaştıkları halde bir konuda mizaçları tabana zıtmış. Âkif çok cömert Eşrefin ise eli biraz sıkıymış.
Bir gün biri Millî şaire iki paket getirir ve: Biri benim, biri de Eşref Edipin hediyesi. der. Âkif çok şaşır ve sorar: Hayrola, Eşref huyunu mu değiştirdi?
Hasta Hindi
Eşref Edip Mehmet Âkif kitabında anlatıyor:
Bir gün dergâhta oturuyorduk. Kapı vuruldu. Baktık, birinin elinde boynunu sarkıtmış bir hindi Salih Efendinin size selâmı var, bu hindiyi gönderdi dedi. Hindi pek bitkindir. Âkif, dayanamadı: Oğlum, ben baytarım dedi. Bunu tedavi için göndermediyse, hemen geri götür ve ölmeden kesin hayvancağızı Salih efendi ye bizden de selâm söyle
Hatır için
Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Âkif Ersoy u Recaizâde Mahmut Ekrem in evine götürmek ister. istanbula kar yağmıştır ve hava çok fazla soğuktur. Ama pehlivan yapılı Âkif hiç üşümez. Eve varıp paltosunu çıkaran Kuntay tir tir titrerken Âkif son derece sâkindir. Bunun üzerine Mithat Cemal dayanamaz ve dostuna sitem eder: Canım Âkif, insan üşümez mi? Bâri hatırım için üşü!
Diş Göstermek
Mehmet Âkif, son hastalığı esnasında hastanedeyken dostu Ferit Kam ziyâretine gelir. Sohbet sırasında neşelenen ve gülen şairin dişleri bütün beyazlığıyla ortaya çıkar. Ferit Bey, bu görüntüye hayran kalarak: Aman üstadım, ne kadar beyaz dişleriniz varmış. Hiç fark etmemişim. deyince Âkif dostuna sevgiyle bakarak şöyle cevap verir: Ben şimdiye kadar sana dişlerimi hiç göstermedim ki
Kadınlar Nerde?
Mehmet Âkif Berlinde iken meraklı bir Alman kadın sorar: Affedersiniz, sizin şair olduğunuzu duydum. Merhametli bir kalbiniz olması lâzım. Memleketinizde kadınları içeri kilitler, sokağa çıkmalarını engellermişsiniz. Onlara acımıyor musunuz? Âkif in cevabı dobra dobradır: Yalanınız yok, yanlışınız var madam. Biz kadınlarımızı içeriden dışarıya çıkarmıyor değiliz. Fakat dışarıdan içeriye almadığımız günler çoktur.
Aynı Hâl
Mehmet Âkif, kibirli insanlardan hiç hazzetmezdi. Ali Şevki Hoca da oldukça gururluydu. Hele Avrupa ya gidip döndükten sonra kibrinden yanına yaklaşılmıyordu. Âkif bir toplulukta bu özelliğini zarif bir teşbihle hocaya hissettirir: Siz, insanlara eskiden Fatih Camiiin minaresinden bakardınız, şimdi Eiffel Kulesinden bakıyorsunuz.
Hangi Şiir?
Şair geçinen Mustafa Reşit in şiirleri ve hazırladığı bir antoloji vardır. Bir ara Mehmet Âkife, en çok hangi şiirini beğendiğini sormuş. Âkif, şair kabul etmediği Reşiti kırmak istemez, bu soruyu duymazlıktan gelir. Sual ikinci defa tekrar edilince Akif cevap vermiş: Hazırladığınız seçme şiirleri beğeniyorum.
Herkes Farklı işte
Mithat Cemal, Berlin den dönen Mehmet Âkif i ziyarete gider. Şairden memleketin gidişatı hakkında mâlumat almak ister ve: Berlinde ne var, ne oluyoruz? diye sorar.
Âkif in cevabı işlerin neden düzelmediğini açıkça göstermektedir: Ne olacağız. Berline gittim, elçimiz Kurana tefsir yazıyor; istanbula geldim, Fatihte hocalarımız siyaset konuşuyor. Ne olacağız, artık anlarsın
Dile Saygı
Âkif, Ezher Üniversitesinde ders vermeye başladığı zaman bir dostu sorar: Nasıl, Arapçayı rahat konuşabiliyor musunuz? Şairin cevabı şöyle olur: Derse başladığım zaman talebeye şöyle dedim. Siz benim Arapçama gülmeyin, ben de sizin Türkçenize, geçinip gidelim.
Ayakları Uzatmak
Mehmet Âkif, ağır hasta olup yatmaktadır. Kapıdan kerli ferli bir ziyaretçi girer: Geçmiş olsun der. Âkif saygısından dolayı hastalığına rağmen ayaklarını toplar.
Hâl hatır faslından sonra adam Âkife yönelir ve müşkülünü halletmesini ister: Hocam, gökkuşağının altından erkek geçerse kadın, kadın geçerse erkek olurmuş. Bu doğrumu? Koca şair, bu saçma soru üzerine yanındakilere mırıldanır: Artık ayaklarımı uzata bilirim
Tercüme
Vefa Lisesi edebiyat öğretmeni Süleyman Fehmi Bey, lise öğrencileri için tercüme ağırlıklı bir edebiyat kitabı hazırlamıştı. Mehmet Âkif bu kitabı görünce Mithat Cemale şu zarif nükteyi patlatır: Hiç bilmediği lisandan az bildiği lisana tercüme etmiş: Yani Fransızcadan Türkçeye.
Midedeki Ayran
Mehmet Âkif, Ziraat Bakanlığında memurluk yaparken baytar olarak gönderildiği Adanada garip bir hevesle bilardo oynayan poturlu gençleri görür ve şu beyti söyler. Ayran daha midesinde kaynar/ Kalkmış da teres bilardo oynar.
Yürümek
Mehmet Akif, atletik yapılı ve spor ruhludur. Yürümeyi çok sever. Yürümeyle arası olmayan Mithat Cemal, dostunun bu özelliğini ve yürümeye merakını deşmek ister: Şu Sultan Selim Camiini seninle beraber bir görsek! Yürüyerek şöyle bir Edirneye kadar boylasak! Akif, ciddî ciddî hazırlık yapar ve sevinmiş görünür. Kuntayın telaşını görünce de buna önce kendisi güler.
Kaç Yüzlü?
Dürüstlük ve samimiyet abidesi Mehmet Akif, sağlam karakterli olmayan ikiyüzlü kişilere düşmandı. Bir gün Mithat Cemale şu itirafta bulunur: ikiyüzlüleri artık sever oldum; çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.
Balta Sapı
Celâl Sâhiri bir arkadaşı, Bir baltaya sap olmadın. diye suçlar. Şair de buna, Ne yapalım memleket balta sapı ile doldu! karşılığını verir. Bu cevabı çok beğenen Âkif, daha sonra şu beyti yazar: Ne odunmuş babanız, olmadı bir baltaya sap! / Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz.
Hocasının Öğrencisi
Mevlithan, güzel sesiyle Mevlid-i Şerif okurken birçok yanlış yapar. Akif, müdahale eder ve Bu değişikliklerle vezin dahi değişir, bozulur. diyerek ikaz eder. Adamın Sen ne bilirsin? Onu bana hocam o şekilde öğretti. Deyince Akif güler: Hocan da sen de az cahil değilmişsiniz!
Tren Almak
Âkif, Halkalı Ziraat Mektebinde iken Sirkeciden bindiği trende kendi aralarında konuşan gençlere kulak verir:
Bu sabah sen kaç trenini aldın?
Sekiz trenini aldım, sen?
Ben de dokuz trenini aldım.
Güzel Türkçeye aykırı olan tren almak deyimine sinirlenen Akif gençlere müdahale eder:
Çocuklar o treni daha hükümetiniz alamadı, siz nasıl aldınız?
Hangi Bülbül?
Akif yapmacık hareket ve edalarla şiir okuyanlardan hoşlanmazdı. Bir gün böyle biri, Tâceddin Dergahında, şairimizin Bülbül şiirini sunî davranışlarla ve zevksizce okur.canı sıkılan Akif görüşünü şöyle açıklar: Bu bülbül bizim Bülbüle benziyordu; ama ne kanadını bıraktı ne kuyruğunu!
Kaç Memur?
Mehmet Âkif, 1921de Burdur mebusu olarak meclistedir. Milletvekillerinden biri, konuşmasını yaparken memurîn (bütün memurlar) ile memureyn (iki memur) kelimelerini birbirine karıştırarak, Memûreyne iyi bakmanız lazımdır. der. Âkif, oturduğu yerden cevap verir: Dediğiniz gibi memûreyn olsaydı, biz onları kuş sütü ile beslerdik.
Mukayese
Mehmet Akif Berlinden döndüğünde dostları kendisine sorar: Berlinde ne var ne yok üstat? Safahat şairi şöyle cevap verir: Ne olsun, gördüğüm kadarıyla yaşayışları dinimiz gibi, dinleri yaşayışımız gibi.
gayet meşakkatli bir iştir. ayağınızda traktör tekerini andıran kışlık bir ayakkabı yoksa durum daha da vahim. buz tutmuş zemin ile iletişime geçmeniz yakındır.