bir iç savaş sonrası galip gelir tüm diğer hislere. yıkarsın mutlu olmaya dair tüm umutları. dağılan parçalar saplanır dört bir yanına hançer gibi. kalıntıları yok etmek için ateşe verirsin sonra, kalbin bu kez alev pompalar kan yerine, yakar içini hoyratça. öyle bir hazdır ki bu aşık olursun içine işlediği an. sadece nefes alabilmek için sarılırsın anlık hazlara ki o anlarda yaşanan burukluk bile biçilmiş kaftandır acı çekmek için. kurtuluşun olmaz böylece, her an hissedersin, kaçamazsın. kabullenirsin. boyun eğersin ona. sormazsın hiç kendine "neden" diye çünkü sen seçmişsindir yolunu, geçmişte yaşanan bir travma değildir nedeni. ne olduğunun, ne istediğinin farkına varmaktır, hepsi bu.
katıksız, olduğu gibi gelir yanına, girmez kılıktan kılığa, yalanı, gizlisi saklısı yoktur içinde, arınmıştır tüm günahlarından ve kabul eder seni olduğun gibi. en önemlisi de bu ya işte. sana, "sen" olduğun için gelir. başkasının yerine koymaz, beklentisi olmaz, olduğundan farklı davranmanı beklemez, seni bir kalıba sokmaz, ihtiyacı yoktur çünkü, herhangi birisindir onun için. kendi yalnızlığından kurtulmak için yamanmak değildir niyeti. en ufak bir hesabı olmaz, alıp veremediği yoktur kimseyle. bu yüzden onu kovalar insan çünkü bilir ki mutlak gerçektir acı.
suçlanır hep bu insan. sanki bir şeyler vaadetmiş gibi diğerlerine, hesap sorulur ondan üzerlerine vazife olunmadığı halde. yargılanır manasızca. mutsuzluklarının sorumlusu budur sanki. herkesi elde edip buna denk geldiklerinde hırslarından kudururlar. gelip kıçlarının dibinde salyalar akıtmıyor diye atmadıkları takla kalmaz. bu aşamada belki de onları gerçekten mutlu edebilecek saf ve masum insanları kaçırırlar ellerinden. yine bahse konu adama aşık olmadıkları hatta en ufak bir his dahi barındırmadıkları halde sırf onu çözebilmek ve elde edebilmek için türlü yalanlara başvururlar. zira en çekici kişi budur birçok kendini bilmez için. bu tip kıç yırtma hareketleri sadece yalnızlığına kılıf uydurmak için "aşka inancımı kaybettim" diyen kolpalara karşı söker. sonra da karşı taraf sikindirik zaferini götüne sokar afiyetle. marifetmiş gibi de dolaşır.
ancak gerçekten aşka inancını kaybetmiş insan farkındalığının zirvesindedir. orospu edilmiş cümlelerle yazılmış, kalitesiz lambalarla ışıklandırılmış tiyatro oyunlarına yüreği yoktur artık. yalnızlığıyla ve acılarıyla barışıktır. kalıcı olarak bunlara kimseyi ortak etmek istemez. bilir ki en yalın haldir yalnızlık ve mutlak gerçekliktir acı.
sahte hislerle girilen geçici bir sığınak olduğunu bilir inkar edildiği halde, her birinde bunu görmek, her seferinde haklı çıkmak tezini doğrular yalnızca ve gördüğü anda da uzaklaşır usulca, tüm bedenler aynıdır onun için gözünü kapattığında, şeytan suretinde. bunları yüzlerine vurmak sonra, viyaklayarak topukları kıçlarına vura vura kaçışlarını seyretmek... inanılmaz bir hazdır onun için, en acısından. onlara göre; acımasızdır, kötüdür, aslında çok duygusaldır da saklıyordur, içinde çok ama çok saf bi çocuk vardır da korkuyordur gün yüzüne çıkartmaya. nasıl ister oysa o klişeleri götlerine sokmayı. ancak adına gerçek denilenler kadar yalandır onlar da. yalana bulaşmak istemez diğerleri gibi. en azından varlığı konusunda...
sözlük yazarlarının oylarıyla belirlenmiş olan istatistiklerdir. bu saçma salak tanımın elbette bir sebebi var. oylama butonuna tıkladığınızda bir yeriniz eksilmiyor, kimseye bağ da bağışlamış olmuyorsunuz. bunu kanıksamanız zor biliyorum ancak bir şeyler üreten adamları takip etmezseniz, beğeninizi ya da eleştirinizi zamanında dile getirmez ve oylamazsanız sonra istatistikler açıklandığında ağlayıp sızlanırsınız. ya ciddiye almayacaksınız dırdır edip mızmızlanacak kadar ya da efendi gibi her okuduğunuzu oylayacaksınız. kalite malite diye sızlanacağınıza önce siz üzerinize düşeni yapın.
üzüldüğüm tek nokta şu. bu adam gidip kıyıda köşede kalmış ancak iyi yazdığına inandığı adamları teşvik ediyor, nick altı giriyor, özel mesaj atıyor, adamları düzenli de takip ediyor. takip ettiği yetmiyor bir de tanıtmaya çalışıyor bunları. inanmazsınız, ki inanmayın zerre sikimde değil rahat 15 tane yazar ismi vermiştir bugüne kadar bana. "lan şu adamı bi incele, şunu bi oku bak nasıl güzel yazmış, bu adam çok sağlam bak vs." bu bile olumsuz yorumlandı vakti zamanında. ne hale gelinmiş ki iyiyi övene bile tahammül yok. ya troll yerden yere vurulacak burda ya da popüler yazarın etrafına üşüşülecek.
karma kasıyor suçlamasına da maruz kalmış. iyi kötü şu istatistikleri takip edenler, biraz yazarı "gerçekten" araştıranlar fark edecektir. 2011 yılının en kötü entry leri istatistiği olsa oraya da onlarca yazısı girerdi. bu mu şimdi kasıyor karma? neresine sokacak lan karmayı kasıp kasıp? geniş adam hem, o kadar kasmasına gerek yok. ya keşke dinlese beni, hemen şimdi tüm anlaşılamayan entry lerini silse, bi baksak kaç olacak karması.
yazıların edebi değer var mı yok mu, komik mi değil mi diye, hep aynı uslubu sıkıcı mı diye tartışılsın sabaha kadar. ona lafım yok. eleştiri elbette olacak. bunlara da katlanmayı, mantıklı olanları değerlendirmeyi bilecek. yalnız bir ayar var burada eleştirirken ona dikkat edilmesi lazım. bana göre bir sözlük yazarı eleştiriliyorsa bu onun sözlük içi tutumu ve yazılarıyla ilgili olmalı. gerçek yaşamındaki haline, karakterine yönelik sarf edilecek hakaretlere varmamalı. ipin ucu kaçırılmamalı. en azından bir duruşu olan adamın yordamı böyle olmalı.
ha avukatı mısın diyenler olursa, he yarraam avukatıyım!
Amaç ve Kapsam
Madde 1 - Bu Ana Statünün amacı; 8/6/1984 tarih ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak ve sözkonusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü (PTT) adı altında teşkil olunan Kamu iktisadi Kuruluşu'nun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir.
--spoiler--
telekomun ayrılmasıyla bu şekilde değiştirilmiştir. aşağıdaki linkte detaylı açıklama bulunuyor.
esen rüzgar bazen salt bedenini soğutmaz da ruhunu titretir aynı zamanda. o vakit anlarsın sıradan bir esinti olmadığını. geldiği yönün tersine koşarsın sonra, nedeni bulmak için... oraya vardığında tokat gibi çarpar yüzüne gerçek. her seferinde daha da güçlenirsin, iç sıkıntının sahiden bir nedeni olduğunu gördükçe daha çok emin olursun kendinden. lanetin olur sonra. çoğunlukla haklı çıkıyor oluşun yalnızlığa iter seni ve çekinmezsin karşı tarafın yüzüne vurmaktan.
"omzumdan öpsene" diye kulağıma fısıldadığında film başlayalı yarım saat, sinemada birini öpmeyi bırakalı 10 yıl olmuştu. yanlış mı anladım acaba diye dönüp yüzüne baktım. omzunu hafifçe yukarı kaldırıp gözlerini kıstı. alt dudağını hafifçe öne doğru çıkardı. masum bir bebek olmuştu. bu yüz ifadesini biliyordum, çok tanıdıktı, ancak omuz bu tabloda sırıtan yabancı bir kavramdı. çok tatlı göründüğünü düşünüyor olmalıydı. oysa benim midem bulanıyordu. isteğini yerine getirmezsem bir yerimin eksilmeyeceğini düşündüm. usulca kazağının üzerinden bir öpücük kondurdum. ağzıma bulaşan tüyleri silerken birden başımdan aşağı kaynar sular döküldü. tüm vücuduma sanki yüzlerce raptiye batıyordu. bedenimde karıncalar geziyordu. neydi beni huzursuz eden? neden omzundan öpmemi istemişti özellikle? neden yüzünün herhangi bir noktasından ya da elinden değil de omzundan? neden özellikle ordan, durduk yere aklıma gelme ihtimali olmayan ve henüz ilişkimizin başındayken ve onu hiç öpmemişken?
gözlerimi kapattım. sanki bir yerde uzanıyordum. arkadaşlarımın yüzleri belirdi, tepeden bakıyorlardı. boğuk boğuk sesleniyorlardı "takma bu kadar, her şeyi düşünme böyle manyak mısın?"... sakin olmalıydım, belli etmeden sakince günün sonunu getirdim.
ilk sevişmemizde sonra... bluzunu çıkarır çıkmaz. o yağmurlu günde, ettiğimiz ilk büyük kavganın ardından, barışınca... ikinci sevişmemizde... bir daha sinemada...
artık emindim. çünkü benzer şeyleri çok görmüştüm. bu tipler, eski ilişkilerinin devamlarını bir başkasında yaşarlardı. o çok aşık olduğu çocukla ilgili unutamadığı ne varsa, sende bulmak isterlerdi. ona ait küçük ama unutulmaz detayları göze batmayacak şekilde alışkanlık haline getirmen için oyunlara başvururlardı.
sordum sonra. eski sevgilin mi öperdi omzundan? diye. paranoyak, ruh hastası, arıza gibi bir yerden sonra dinlemediğim yakıştırmalarda bulundu. sonra onu ne zannediyordum ki ben? bir başkasını unutamamış olsa neden benimle olsundu ki? sahi ne kadar saçmaydı, ben neden takıyordum ki bu kadar? eğer güvenmiyorsam... artık bu klişelerden midem bulanmıştı. bir daha konuyu açmamak üzere kapattığımı söyledim, özür diledim ve sinsice köşeme çekildim.
nasıl çözeceğimi biliyordum. uykusunda konuşuyordu. ne sorarsan dürüstçe cevap veriyordu. en kötüsü de telefonda dahi olsak, 30 saniye içinde uykuya dalabiliyordu. birkaç gün bekledim. olay soğuduktan sonra bir gece geç saatlerde, yine daldı gitti.
- uyudun mu?
+ ıhhmm
- seni çok özlüyorum.
+ ben de.
- az kaldı ama gelmeme, napacaksın beni görünce?
+ boynuna atlayacam.
(kıvama gelmişti, bitirici vuruşu yapmak için hazırdım.)
- ahmetle uyur muydunuz birlikte?
+ hıhı.
- omzundan öper miydi?
+ evet
- ilk defa o mu öptü?
+ hıhı
- çok anlamlıydı değil mi senin için ordan öpmesi?
+ hıhı.
- hıhı nın da senin de mına koyim.
şüphe benim lanetim. salak yerine konulmaktan, sahte sevgilerin ve yapmacık tavırların esiri olmaktansa yalnızlığa iten belki de yegane sebep.
nick altı bu kadar boş ve karması ulu olduğu halde ben doğru düzgün bir entry'sini göremedim. geçen senenin en beğenilen entryleri istatistiğine girmiş, 100lerce oy almış falan da ne bileyim, bana pek samimi gelmiyor. edebiyat öğretmeni olduğu halde bi tane edebi eser bırakmış mı şu sözlüğe? ben cevap vereyim, bi saniye. hayır. bi de sürekli mesaj atıyor. yok şu şarkıyı biliyon mu, bu şarkıyı biliyon mu? sen arkadaşım önce düzgün konuş. biliyon mu değil biliyo musun olacak. ayrıca bilmiyorum hiçbirini. bilmek de istemiyorum. ben, seninle muhatap olmak istemiyorum. kim bilir benden önce kaç kişiye attın böyle mesajlar? hem öyle iletişim kurulmaz. açık açık niyetin neyse söyle. kesin kızsın sen biliyorum. yoksa nedir yani? ben de yazarım ki yok markete gitmiş sallamamış tezgahtarlar, yok böceklere raid sıkmışmış bilmem ne. hayır bi entry'si de küçük sırlar. tıkladım hayata dair küçük sırlar veriyor heralde dedim. bizi aydınlatacak, bambaşka bi bakış açısı kazandıracak zaar dedim. dedim de kime diyosun anasını satayım. dizi yorumu çıktı. komik misin yani şimdi?
anüs diye tabir edilen götten düşen dışkı diye kullanılınca kaba kaçmayan bok adını verdiğimiz iğrenç şey, bi kerede suya düşmediği için, serin sulara kavuşmadan az evvel klozetin kuru bölgesinden seker. işte bu sekme esnasında az evvel tarif etmeye çalıştığımız o su sınırının hemen yukarısında kalan bok parçacıklarına fren izi denir. ve pek tabi iz bırakanlar unutulmaz. en azından ben unutmuyorum. kendimi unuttum, onu unutamıyorum. yani ortak yaşam süren insanların, birbirlerine atacakları en ağır kazıklardan biri bu. terbiyesizlik. travmatik lan. o şekiller hiç gözümün önünden gitmiyor. o kadar sık karşılaştım ki artık hangi hızla indiğini, bokun kalınlığını, klozete tam olarak nasıl oturduğunu hesaplayabiliyordum. bildiğin dexter'ın bok analisti haliydim. daha kötüsü de bıraktığı izlerden bi süre sonra fal bakmaya başladım. fincandaki izlere benziyordu çünkü. tuvaletten çıkınca yanına gidip "kardeş senin için kabarmış, noldu anlat hele, kötü bi şey olmuş bugün?" diyordum. "nasıl anladın lan, oha?!" dediğinde ise "kapkara sıçmışsın mına koduğum nasıl anlayacam" şeklinde karşılık vermek istedim hep. ama olmadı. hiçbi zaman söyleyemedim. yapamadım bunu. tuvalet fırçasının yerini değiştirdim her seferinde belki anlar diye. sağa koydum, sola koydum olmadı. ters çevirip duvara yasladım, ı ıh. olmadı. en son klozet kapağının üstüne koydum. arkasından girdim baktım ki, belli ki arkadaş onu indirip sıçmış, ardından tekrar üstüne koymuş kapağın. işte o zaman vazgeçtim mücadeleden. dedim ki bu adam iyi niyetli. gerçekten dekor sanıyor fırçayı. çok güzel bi insan bu. zarar gelmez. hiç öğretme, anlatma. saflığına leke sürme. dedim ki bu adamın derdi belli. içim dışım bir benim, senden saklayacak bi şeyim yok mesajı veriyor bana. rahatladım sonra.
hukuken geçerliliği bulunmamaktadır. kat mülkiyeti kanunu'nun ana gayrımenkulün giderlerine katılma başlıklı 20 maddesinde bu husus düzenlenmiştir.
--spoiler--
c) Kat malikleri ortak yer veya tesisler üzerindeki kullanma hakkından vazgeçmek veya kendi bağımsız bölümünün durumu dolayısıyla bunlardan faydalanmaya lüzum ve ihtiyaç bulunmadığını ileri sürmek suretiyle bu gider ve avans payını ödemekten kaçınamaz.
--spoiler--
şimdi lütfen sakin ol ve o laptop'u yavaşça yere bırak. ya da yere bırakma masanın üstüne koy. geçen gün üstüne bastın çünkü nutkum tutuldu. lütfen baba... lütfen. tavla oynadığın siteden banlanınca yetkililere itiraz etmemi isteme artık. "itirazı sallamazlar, bekle sürenin dolmasını" şeklinde karşılık verdiğimde "avukat değil misin lan, bi hayrını göremedik, boşuna mı okuttum ben seni" deme. lütfen.
dile getirdiği sözlerin sürekli yanlış anlaşılacağından korkan insanın kapıldığı hastalıktır. bir kelam eder, komiklik yapar lakin hemen akabinde endişeye kapılır, kalp atışları hızlanır, cümlenin yapısına karşısındaki insanın suratsızlığına göre soğuk terleme, kekeleme, titreme görülür ve lüzumsuz gerekçelerle belki de iki kelimeden oluşan cümlesini uzatır ha uzatır garibim.
geçmişte yaşanılan acı tecrübeler tetikleyicisidir.
sebepleri arasında; kişinin, sıçtıktan sonra sifonu çekmek yerine sıvamaya meyilli olması; sosyal ortamlarda lafa girmek için manasız bir telaş içinde olduğundan bir yerden sonra kontrolü kaybediyor olması; sözün dilden dökülüp karşı tarafın kulağında yer ettiği o saniyede muhatabın sergilemiş olduğu mimikten nem kapıyor olması; ağzı iyi laf yaptığı halde karşısına sürekli alıngan, şakadan, ironiden anlamaz nemrut suratlı bir nevi duvara konuşuyormuşsun hissi uyandıran insanların çıkmış olması gösterilebilir.
şimdi aslında ben buraya diyalog yazacaktım. hazırlamıştım da. çok komik olmuştu. bence... ama sonra baktım, dedim şimdi bunu koyarım, az önce biriyle mesajlaştım, ona gönderme oluyor gibi... aslında oluyor mu emin de olamadım. şimdi gidip 40 saat açıklama da yapamam ona. yoksa çok komikti lan. vallaha. neyse sağlık olsun. neticede ağır bi insan kendisi. ezmesin. diyalog o yüzden yok yani. yoksa koyacaktım. neyse...
1- avuç içi kadar mutluluk yeter ilkesini benimsemiştir.
2- küçük göğsün altında yatan kocaman kalbe vurulmuş erkektir.
3- ne büyük göğüslü kadınlar görmüştür, zaten kalpsizlerdir.
4- evlenerek hali hazırda büyük bir gaflete düştüğü için gözü görmez, nafiledir büyüklük küçüklük. suni sorunlar bunlar.
5- cinselliği dibine kadar yaşamıştır, artık aşmıştır bazı şeyleri, önemsemez.
6- çok rahatsızsa neyse parası verir, taktırır silikonları, bakar rahatına.
birinin dalgalı sarı saçları var, balık etli, iri göğüslü; diğerinin kıvırcık siyah saçlarına mavi gözleri refakat ediyor, göğüsleri avuç içi kadar mutluluk muştuluyor. sarışının yüzünü seçemiyorum, diz çökmüş kıvırcık saçlının arkasında yalnızca uzun parmaklarını görüyorum, diğerinin vücudunda geziyor usulca. mavi gözlü dilber bana dönmüş, kolları yatakta, kedi gibi bana bakıyor. komutlarım eşliğinde sevişiyorlar. "müdahale etmeseydim, akışına mı bıraksaydım" diye düşünüyorum. derken dudaklarını yalayarak adeta beni bu günah ortamına davet ediyor. hemen doğrulup yapışıyorum bal dudaklara, yüzümde ıslaklığı hissediyorum, ellerim bir süre belinde dolaştıktan sonra vakit kaybetmeden yuvarlak ve yumuşacık kalçasına doğru yol alıyor. kulağına yaklaşıyorum sonra; "götünden sikmek istiyorum seni" diyorum. "nideen?!" şeklinde bir karşılık alıyorum. fakat bu ses?! bu ses bir kız ait değil. bu... sırtımda bi el sonra... yavaşça dönüyorum, gözlerim açıyorum. 2,5 yaşındaki yeğenim yatağın kenarında sırıtıyor. "kak aytık, şabah oodu bak" diyor pencereyi işaret ediyor. derken kapının önünde dikilen yengemle göz göze geliyorum. benim yarı açık gözlerim, onunkilerse fal taşı gibi... umarım diyorum, umarım sayıklamıyordum. yatağa sürtünüyor muydum peki? o esnada siliyorum yanağımdaki salyaları. yer diyorum, tam şu an yarılmayacaksın da ne zaman yarılacaksın mına koyim?
başka bedenlerde ararken yitirdiklerimi, haberini aldım yaşadığım tek aşkın bir ömür bağlanmaya yelken açtığının.
pencerenin önünde onu bekliyordum. hava kapalıydı. birazdan tüm kasvetini insanların üzerine kusacak gibi bir hali vardı bulutların. meğer aynam kesilmiş hava, akşam dökeceğim yaşların habercisiymiş. oysa içimdeki sıkıntıyı ona yormamıştım ben. sebebi başka yerlerde aramayı bırakalı çok oluyordu. artık kanıksamıştım ruh halimi.
tanışalı çok zaman geçmemişti. niyetimi açık açık dile getirdiğimde hemen kabul görmüştüm. artık oyalanacak, sürüncemede bırakacak yüreğim yoktu. bu tip oyunlara atacak jetonları tüketmiştim. "game over, insert coin" yazısı değil miydi her seferinde karşıma çıkan? sıkılmıştım tekrarlardan. istiyordum, alıyordum. alamadığımı bırakıyordum kendi haline. kapalıydı kapılarım "benim için uğraşması gerek" diyenlere. hiçbir emeğin karşılığı verilmemişti çünkü şimdiye kadar.
zıt kutuplar birbirini çeker ilkesini yerle yeksan etmiştim. hissizliğim etrafıma benim gibi kadınları çekiyordu. defalarca darbe almış, ümidini kaybetmiş, hasar içinde gördüğü her barınakta soluklanmaya çalışan... anlık korunmalara muhtaç, çıktığı seferde yolunu ve hatta kendini kaybetmiş bir şekilde şuursuzca savrulan o kadınları çekmeye başlamıştım. taraflar sessiz kalarak varıyorlardı ortak mutabakata. saklı alanlara tecavüz etmeden, sormadan, sorgulamadan... geçerken uğrayan bu hayaletler ele geçirmeye çalışmıyorlardı diğerinin ruhunu, kaybettikleri ruhlarının ne kadar acı verdiğini bildiklerinden başkalarında da huzur bulamayacaklarına eminlerdi.
kapı çaldığında dağıttım aklımdaki sisleri. her zamanki görüntüme büründüm aniden. hafif bir gülümseme yüzde ve delici bakışlarla ilk anda etkilemek isteyerek karşı tarafı, kabul ettim evime yeni bir bedeni.
kimsesizliğimize bulduğumuz geçici çözüme sığındık bir süre sonra, birkaç kadehin verdiği sahte yumuşamayla. oysa sertti herkes. acımasızdı. birleştiğinde tenler ve düşünceler havalandığında zihnimizden, işte o saniyelerde buluyorduk belki de gerçek huzuru. bir anlığına da olsa... çok kısa bir anlığına... huzursuzluğa neden olan ne varsa rahat bırakıyordu bizi.
hissizliğin nirvanasıydı belki de aradığımız.
yatağa yığıldığımda telefon çaldı. tek arkadaşımdı arayan. lafa girdi nasıl olduğumu bile sormadan. "ayşe nişanlanıyor bu gece." yutkundum, kapandı telefon, vereceğim karşılık beklenmeden. yoktu söyleyecek sözüm zaten. gök gürledi tam da o an. kusmaya başladı birden. ve ben rahat bıraktım göz yaşlarımı. yanağımdan süzülürken damlalar, adını hatırlayamadığım o kadın kalktı sessizce yanımdan. ve terk etti odayı hiç sorgulamadan.
dolaşırken bir başka tende ne aradığımı bilmeden, kaybetmişken benliğimi ve hatta en dipteyken belki de, aynı saatlerde atıyordu ilk adımını adanmışlığa ve düzenli hayata umudumu yitirmeme sebep olan...
ağlarken gürledi bir kez daha gök. haykırıyordu adeta bana, "onun ebediyen gitmesine değil, kalpsizliğine ağlıyorsun sen."
cem adrian'a ait parçadır. kirpik değil. kirpik sevgilisine ait.
bir sarılma anında, kınalı yapıncağın kirpiği abimizin yanağına düşüyor. orda bi şekilde asılı kalıyor. artık abimiz rahatsız olunca mı fark ediyor, aynada mı görüyor bilemiyoruz. bir şekilde nazlı yare ait kirpiğin varlığından haberdar oluyor, kendine has yöntemlerle de saklıyor. ayrıldıktan çok uzun zaman sonra da bunu sevgiliye hitap ettiği bu güzide parçada dile getiriyor. o kirpiği nasıl ve ne şekilde sakladı hiç o konuya girmiyorum. peçeteye falan sardı zaar. burda aslolan bu söz sahibinin psikopatlığı. nası bi adamsın kardeş sen? benim yüzüme düşse, "bu ne mına koyim yaa" diyerek atarım yere, dönüp arkama bakmam bile. anlıyor musun? bakmam bile. ite boka bu kadar anlam yüklüyorsun. sonra kız bakıyor "bu ne lan, ömür geçmez bu öptüğümün melonkiliğiyle" diyor ve basıyor tekmeyi. sonra sen ağla arkasından "o kirpik hala bende" diye. o kirpik var ya... neyse. terk eden sevgiliye de helal olsun. zararın neresinden dönmüşse kar etmiş. biri bana dese böyle, yıllar sonra, çıkıp da... o kirpik hala bende sevgilim dese. ne kirpiği lan manyak mısın siktir git derim. net. derim ama götüm de atar. tırsarım. istemem böyle biri hayatıma girmiş olsun, istemem hayatımdan çıkmışsa da bir daha rastlamış olayım. hiç istemem hem de. belli ki tehlikeli biri bu. belli ki hırslı. ince hesaplar peşinde. küçük şeylerden büyük manalar çıkaracak bi dünyası var. bana uzak, kirpiğe yakın olsun bu. istemiyorum.
şimdi tabi. şarkı sahibine baktığımızda... cinsel tercihi falan. o kirpiğin bi adama ait olma ihtimali... tabi şimdi saygı da duymak lazım ama. yani bi herifin kirpiği yüzüme düşse... içim ürperdi yemin ediyorum. ihtimali bile hayata dair çük burkan bir detay.
çalışma ortamında yadırganmanıza sebebiyet verecek eylemdir.
bu hale düşmemek için yapılması gereken o kadar basit ki. hemen iş arkadaşlarınızı sözlüğe üye yapın. şaşırtıcı sonuçlar alacaksınız. tarzları bile sizinki gibi olacak, eminim. hemen uyum sağlıyor ibneler. hatta bakıyorsunuz bazen, "lan bunu ben ne zaman yazdım" diye soruyorsunuz, bir de bakıyorsunuz ki iş arkadaşınızmış. insan tabi beraber zaman geçire geçire birbirine benziyor. normal. hatta sıradan bir arkadaşın yapmayacağı işlere girip düzenli olarak başlıklarınızı canlandırıyorlar ve daha çok sol frame'de kalmanıza, bu vesileyle de daha çok oylanmanıza aracılık etmiş oluyorlar. fake diyene de cevabınız hazır. nerden mi biliyorum? güldürmeyin ulan. ciddi bi şey yazıyoruz.
sırf bu yüzden büromu kapatıp birinin yanında işe girmeyi düşünüyorum. ortağıma diyorum üye ol diye öyle bakıyor bana! "ay ben anlamam, saçmalama, senin egonun oyuncağı mıyım ben?" şeklinde anlamsız yanıtlar alıyorum. böyle işte, hayırsız. en iyisi kapatmak bu büroyu. ortaklık bu değil böyle olmamalı! popüler olmamı sağlamayacak iş arkadaşını napim lan ben?!
o alanda bile statü farkı yaratıp göz boyamak için kullanılan içi boş bir sıfat. statü önemli tabi, insan orospunun bile kalitesizini sikmek istemiyor. internette boy boy çakma fotoğraflarla bezenmiş profilleri, ağızlarında da bir laf, elit aşağı elit yukarı. "24 yaşında elit bir bayanım, üniversite mezunuyum, 30 yaş üstü elit baylar arasın, elektrik alamazsam görüşmüyorum, benim için diksiyon önemli, temizliğe önem veririm lütfen ter kokmamaya özen gösterin..." noluyor lan?! telefonda ikna etmeye de çalışalım mı? aramadan iki paket sigara mı içelim karizmatik bir ses tonuna sahip olmak için? şiirsel bir giriş belki... etkileyici olacağız ya anasını satayım. şunu bile gördüm lan. "unutmayın, siz boş zamanınızı değerlendiriyorsunuz ama benim kıymetli vaktimi satın alıyorsunuz." bak hele bak. burda bile tripsel ezgiler var.
lan ben ilişkilerden bıkmışım, kendini tekrar eden sığlıklardan uzak durmak istiyorum, iki rekat huzur için yalnızlığımı ve mutsuzluğumu gidermek için anlık hazlara sığınıyorum. senin bana çektiğin sınırlara bak. daha en başında geriyosun beni kadın!
elitlik bu değil böyle olmamalı!
tavsiye edeceğim escort şudur; internet üzerinden kendini pazarlamayıp referans yoluyla çalışanlar, 7/24 bu yola baş koymamış fakat ek iş olarak yapanlar ve özellikle yabancı uyruklular. kadın türk vatandaşı olmuş, yıllardır düzenli maaşı olan bir işte çalışıyor. lan sordum bi de düzenli işinden ne kadar maaş aldığını. 2.000 tl dedi. beynimden aşağı kaynar sular döküldü. 1 yıla vurduğunda benden fazla kazanıyor kadın. işte o zaman bir kez daha sikesim geldi onu. bu işi de kirayı falan ödeyemediğinde yapıyormuş. iş yerinde falan gayet oturaklı, ağırlığı olan biriymiş. yakın çevresinde bilinmiyor yani ne bok yediği. aha da sana gizem, heyecan. aha sana statü farkı. zaten şu hayatta da başıma ne geldiyse karanlığın ve heyecanın peşinde koşmaktan geldi. kötü yola düştüm mına koyim. neyse işte bu kadın, sana sevgilin gibi davranıyor. hatta belki sevgilin öyle davranmıyor, o kadın davranıyor. 5 yıl çıktığım kız bile öpmedi beni öyle, o kadar içten atlamadı boynuma giderken. yalandan da olsa.
prezervatif takmadan ağzına alacağını muştulayan escortların internet üzerinde hazırlamış oldukları profillerinde görülebilecek kısaltmadır. çok üstün bir özellik ya, lütfediyor bana haspam.
özel bir misyonu var bu adamların. insanın sabrının sınırlarını gösteriyorlar. yüreğin var mı, yok mu bunlarla iletişim kurmaya çalışırken görüyorsun. hep onların dedikleri doğru, senin anlattıklarının hiçbir kıymeti yok. aktardığın somut olayın ve sende uyandırdığı hislerin gerçekliğini bile sorgulatırlar. evren, onların doğruları üzerine kuruludur. kimsenin okumayacağını bilerek yazmak bile, sabit fikirliye laf anlatmaktan iyidir.
+ bu kokteyle bayılıyorum ya. harika tadı.
- tadını sevmiyosun sen aslında. renk cümbüşü hoşuna gidiyor, bi de süslüyor falan. gösteriş tek derdin.
***
+ abi yarım saat kesiştik kızla dün.
- sana bakmıyordur o. etrafına baktın mı? daha yakışıklı biri vardır mutlaka, ona bakıyordur.
+ benden başka kimse yoktu ki.
- arkandaki duvara bakıyordur o, dekora falan.
+ numarasını bıraktı lan giderken.
- orospudur o zaman.
***
+ hiç unutamamış beni. parfümümü sıkıyormuş yastığına uyumadan.
- çok klişe değil mi ya? inandın mı bunlara?
+ ağlıyordu lan.
- soğan doğruyordur o sırada.
+ karşımda oturuyodu, ne soğanı?
- önceden doğramıştır, o sırada aklına gelmiştir.
***
+ yağmur başladı.
- üst kattakiler çamaşır yıkamıştır, onun suyu damlıyordur.
+ en üst kattayız abi.
- güneş enerjisinin borusu patlamıştır, onun suyudur.
+ seni var ya çok...
- değişik sikersin biliyorum.
+ hasiktir ilk defa haklısın!
- hep haklıyım.
yavşak dili ve edebiyatı bölümü açılsa zorunlu ders adı altında incelenmesi gereken hitap şekli.
hadi bak sevgililer birbirlerine bu şekilde seslenirler anlarım. anlamam da en azından rahatsız etmez beni. sevgi pıtırcıklarının arasına girilmez zira. laf edersen kıskanıyor, çekemiyor olursun. önemli olan insanın kendini bilmesi değil ha! durduk yere etiketlenmeyi hiç sevmem. o yüzden susarım saçma salak yakıştırmalara maruz kalmamak için.
rahatsız olduğum arkadaşlık kisvesi altında sırnaşan eşek kadar heriflerin, artık göbeğinde sayısız kaçak kat oluşmuş 1-2 sene içerisinde teyze sıfatını alacak ablalara bu şekilde yavşaması. hele hele böyle sanal alemde tanışıp da parantezi bol gülücüklere, parlayan profil fotoğraflarına tav olan vasıfsız arkadaşların bunu kullanması, buna maruz kalan kızın coştukça coşması... of of! hayır sen gündelik yaşantında da yakın bulduğun bi kız arkadaşına "bebişim" diye hitap ediyorsan o zaman iki kere tüküreyim ben senin sıfatına da buna maruz kalıp ses çıkarmayan kıza da... sen ve senin gibiler yüzünden kaç ilişki heba oldu lale! bebişim ney lan zırto?! bebiş bi de. bebeğim de değil ha. daha sevimli bi şey. çok tatlı. şeker gibi. bıcır bıcır. ama 30 yaşında falan. olsun. belki verir. ibiş.
hanimiş hanimiş deyip tuhaf sesler de çıkarıyo musunuz lan görüştüğünüzde?
duygusal, kıskanç, evliliği salt evde kaldığı için yalandan istemiyormuş gibi görünen, sahiplenen, karşı cinsi arkadaşlarıyla dahi paylaşmaya gönlü razı olmayan kısacası içinde bir kalp taşıyan birinin bu işe hiç bulaşmaması gerekir. çünkü bunların dibine kadar sınanacağı bir arenaya çıkıyorsun. elbette her koşulda değil. kurallara sıkı sıkıya riayet edilirse sorun yok. peki nedir bu kurallar?
aynı ortamda olunmaması gerekir. örneğin; aynı ofiste çalışıyorsanız, aynı bölümde okuyorsanız ve hatta aynı internet sitelerine üyeyseniz ve yukarıda sayılan karakter özelliklerine sahipseniz boku yediniz. size sırf ihtiyaç için yaklaşan birinin gözünüzün önünde başkalarıyla da fingirdeşmesine dayanabilecek misiniz? niyeti sizinle aynı olan hemcinslerinizin yaklaşımlarını gördüğünüzde soğukkanlı kalabilecek misiniz? masasına evrak bırakan iş arkadaşınızın, tam o esnada birlikte olduğunuz kişiye göz kırparak sırıtmasının altında bir bokluk arayacak mısınız? peki ders arasında bahçede bir köşede sürekli gülümseyerek sohbet ettiği o çocuğa/kıza gıcık olmayacak mısınız? sözlükten tanıştığı halde kısa sürede samimi olduğu adamla/kadınla, karşılıklı nick altlarında bebişimlerin, canımların havada uçuştuğu esnada "noluyor mına koyim" diyecek misiniz? ya onlarla da birlikte oluyorsa ya da olursa diye düşünecek misiniz?
muhabbetin boku çıkarılmamalı... seviştiniz, yatak sohbetiniz çok iyiydi. tekrar görüşmek istiyorsunuz. burada bir ayrıma varın. ne için görüşmek istiyorsunuz? sadece seks içinse bir daha görüşene kadar devamlı olarak iletişim kurmanın sonu tarafları birbirine bağlar. iş, kontrolden çıkar. organlarınızın dışında, iç dünyanızı paylaştığınızda insan doğası gereği karşı taraf üzerinde hak iddia etmeye, onu analiz etmeye, daha iyi tanımak için çaba göstermeye ve hatta sahiplenmeye başlıyor. yakınlaşmanın boyutu değişiyor. buradan alnınızın akıyla çıkabilecek misiniz? ters bir şey söylediğinizde "bi saniye, bizim aramızda bir şey yok ki bana böyle diyemezsin" şeklinde bir karşılık aldığınızda kalbiniz kırılmadan "he mına koyim bana noluyor" diyerek çekilebilecek misiniz?
başkalarıyla da sikiştiği akıllardan çıkarılmamalı. kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. aradınız cevap vermiyor, o gün görüşmek istemedi diyelim. oturup düşünecek misiniz? "ulan ya şimdi...?" diye aklınızdan geçecek mi? yazdığım gibi başkalarıyla da çatır çatır sevişiyor olduğunu ya da en azından böyle bir ihtimalin varlığına katlanabilecek misiniz?
seks ihtiyacını nasıl sizinle karşılıyorsa duygusal açlığı varsa bunu da başkalarıyla karşılayabileceği unutulmamalı. inanılmaz meziyetleriniz yalnızca yatak bölgesinde geçerlidir. belli bir alanda hizmet verdiğiniz için onu tam olarak doyuramazsınız. zira insanoğlunun ihtiyaçları bitmez. salt seks yetmez. egolarının okşanması gerekir. hem de her alanda. bu nedenle karşı tarafa yazan, yavşayan, ilişki yaşamak isteyen insanlar olacaktır. hayatında siz varsınız diye bunlarla arasına set çekmeyecektir. sevişmese bile görüşmeye, yavşamalarına müsade etmeye devam edecektir. bu tip durumlarla karşılaştığınızda "ben sadece çakıyorum gerisi beni ilgilendirmez" diyebilecek misiniz?
karşı tarafın, işin boyutunu değiştirmek istediğini anladığınızda çekip gitmelisiniz. özellikle kızlar, karakterleri nasıl olursa olsun, bir orospu gibi davransalar da bu damgayı kendilerine yediremezler. böyle bir yola girildiği halde önüne gelenle yatmadığını ispatlamaya çalışabilirler. bunun için de her yolu deneyebilirler. kendilerini ifade etmek yerine, size aşık oldukları yalanının arkasına sığındıklarında çekip gitmeniz gerekir. gidemezseniz eğer, ilişkinizin adı konulur, sonra da kıçınıza tekmeyi yersiniz. işin boyutu yalnızca bu şekilde değiştirilmez elbette. kız gerçekten aşık olabilir, bu halde kıskanıp kıskanmadığınızı öğrenmek için küçük oyunlara başvurabilir. tam bu noktada işler sarpa sarmaya başlar. sırf ihtiyacınız uğruna bunlara göğüs mü gereceksiniz yoksa kendinizi kaptıracak mısınız? buna dayanabilecek ya da çekip gidebilecek yapıda mısınız?
yukarıdaki sorulara samimi cevaplar verin. zira bu herkesin harcı olmayan bir ilişki türü. devamlılık arz etmesi beraberinde sorunları getiren ve tek gecelik ilişkiden ayıran en belirgin özelliği. kadın ve erkeğin birden fazla görüşmesi her alanda beraberinde sorunları getirir. üstünlük, elde etme mücadelesi, egoların çarpışması...
ilk paragrafta sayılan özelliklere sahipseniz kendinizi ciddi bir ilişkinin ortasında, evlilik masasında ya da dibevurmuş ve çaresizlik içinde karanlık bir odanın ortasında yapayalnız bulabilirsiniz.
gerçekten hissiz, ruhsuz adamların olayı bu. kurduğunuz kalkanlar geçici ya da göstermelikse hiç bulaşmayın. sizin harcınız "tek gecelik ilişki" bir başka deyişle vur kaç.
zevk uğruna ne milletin egosunu okşayın, ne küçük dünyaların küçük oyunlarında boğulun ne de kendinizi yıpratın. en kötü mastürbasyon bundan iyidir.
sokakta, okulda, ofiste, daha önce herhangi bir yerde ve zamanda karşınıza çıkmış herhangi bir kızdan farkı olmayan kişiler.
şu yalanları bırakın artık; "daha önce hiç böyle bi şey yaşamadım, ilk defa sana oluyor, bak bu fotoğrafı bi tek sana yolluyorum, kimseye webcam açmadım, burdaki tek arkadaşım sensin, bunları kimseye anlatmadım daha önce, sözlükten ilk defa seninle buluşuyorum-". bırakın. çok rica ediyorum yapmayın. gülüyorum inanın ekranlarımın başında. bunları yaptıktan sonra karşıma geçip de dürüstlükten, tutarlı olmaktan, duruşunuzdan, özellikle samimiyetinizden bahsetmeyin bana. yüreğim yok artık.
aynı anda 4-5 erkekle konuşuyorsunuz, hepsine mavi boncuk dağıtıyorsunuz, özellikle birbirinden habersiz insanları seçiyorsunuz bunu yaparken. yeterince egonuz parladığında siktir ediyorsunuz onları. sizden hoşlandığını köpek gibi bildiğiniz halde maymun ediyorsunuz milleti kapınızda. bir gülüşünüze tahrik olacak heriflerin etrafınızdaki varlığı götünüzü tavana vurduruyor. sonra çıkıp bana dürüstlükten, tutarlı olmaktan, sadakatten bahsediyorsunuz, üstüne beni yargılıyorsunuz, sorguluyorsunuz.
"sen aslında şöylesin, böylesin" gibi çıkarımlarınızı kendinize saklayın. üzerinize düşen vazifeleri harfi harfine yerine getiriyormuşsunuz, gündelik hayatınızda hiçbir soruna yol açmıyormuşsunuz, attığınız her adım mantıklı ve yerindeymiş gibi gelip kafamı sikmeyin. yeter... önce bi tutarlı olun. tespitlerinize ihtiyacım yok.
sığ yorumlarınızdan bıktım. sırf kendinizi anlatmak için dinliyorsunuz beni. sıradan, basmakalıp cevaplarınızla geçiştiriyorsunuz sonra. hayatın sırrını vermenizi beklemiyorum elbette. dinliyormuş gibi görünüp sonra da bana "sadece sıkıntın olduğunda geliyorsun" diyorsunuz ya utanmadan, komik oluyor. istiyorsunuz ki devamlı yalakalık yapayım, sürekli kıçınızın dibinde olayım.
hayatıma müdahil eden benim aslında sizi. tüm kabahat bende. sözüm ona çıkarsız yakınlığınıza uydurduğum kılıflarla yaklaşmanıza izin veriyorum. birazcık kapıyı aralayınca hemen ayağınızı sıkıştırıyorsunuz, kafanızı uzatıp küfürler savuruyorsunuz. aralanan kapının ardında ben yokum oysa. onlarca engelden biri o sadece. söyledikleriniz yankılanıp suratınıza çarpıyor. sonra ondan da rahatsız oluyorsunuz.
biçtiğiniz saçma sapan rollere uymuyorum diye beni kabahatli kılıyorsunuz. umrumda olmayışınız huzursuz ediyor sizi. her istediğiniz olsun istiyorsunuz. kalkanları ve duvarlarıyla bir adam dikildiğinde karşınıza, aşamadığınız için kuduruyorsunuz. aşınız bende değil, üzgünüm.
bu hale gelmeme sebep de siz değilsiniz. boktan tecrübelerim, birbirine benzeyen döngüler... midem bulanıyor artık. bir sonraki cümlenizi, vereceğiniz tepkiyi biliyorum. önce hoşunuza gidiyor, sonra sıkılıyorsunuz. aldıklarınız yetmiyor, daha fazlasını istiyorsunuz. doymuyorsunuz. hayır diyemediğiniz için reddeden birini gördüğünüzde delik deşik edesiniz geliyor onu.
içimdeki ışığı gördüğünüzü iddia ediyorsunuz. o ışık varsa devamı da vardır sanıyorsunuz, yanılıyorsunuz. boşluktan başka bir şey yok içimde.
dibe vurdum artık. sürünemiyorum bile. hareketsiz yatıyorum. üzerimde kocaman bir kaya var, tüm ağırlığıyla nefesimi kesiyor. o kayanın üzerine serptiğiniz kumdan ibaret vermeye çalıştığınız zarar. etkisini hissetmiyorum. hoş onu da rüzgar savuruyor, durmuyor yerinde.
mutsuzum. sizi de mutsuzluğuma ortak etmeye niyetim yok. o kadar bencilim ki yalnızlığım bile kıymetli benim. kimseyle paylaşmak istemiyorum.
bu adamın sevdiğim bir yönü var. eleştiri yaparken salt yıkıp geçmiyor bunun yanında çözüm önerisi de getiriyor. hep şikayet edilir, içi boş eleştirilerden bıkılmıştır. zira bir şeyin aksayan yanlarını göstermek kolaydır, mühim olan onun nasıl onarılacağını göstermektir. işte bu yazar eleştiriyi layıkıyla yapıyor. özellikle sözlükle ilgili yorumlarında bu durum net bir şekilde ortaya çıkıyor.
sözlüğe kalite ve renk katan yazarlardan, eksik olmasın.
"bu arada mektupları kapalı yazıyor sanırım artık, ne zamandır açık mektubuna denk gelmedik" şeklindeki iğrenç esprimle birlikte huzurlarınızdan ayrılıyorum.
5-6 yaşlarındayım. bir amcamız var, uzaktan akraba, şakacı oldukça. beni her gördüğünde farklı bir isimle sesleniyor. "ooo ahmet naber yaa?", "vaay mehmet nasılsın neler yapıyorsun?" vs. her seferinde deliriyorum sinirden, "benim adım ahmet değil, mehmet değil" diye yırtınıyorum. amca da gülmekten katılıyor, eğleniyor kendince. annem bir gün çekti kenara beni, "oğlum" dedi, "sen kızıp sinirlendikçe o devam edecek, eğer buna bir son vermek istiyorsan aynı şekilde karşılık ver, iyiyim ali rıza amca, sağol murtaza amca de, kızdığını belli etme" dedi. denedim, çalıştı. her seferinde bu yönteme başvurdum. amca bir süre sonra o tadı alamayınca vazgeçti benimle uğraşmaktan. vay be. 25 yıl olmuş neredeyse hala aklımda.
neden anlattım bunu? belli aslında. usualsuspects'e de düzenli olarak bir takılma hali mevcut. eleştiriliyor, çeşitli şakalar, komiklikler tertipleniyor... bir yerde haklılar aslında. gerçekten çok ve formata aykırı şekilde bakınız veriyor. görüldüğü, gammazlandığı zaman siliniyor. geçenlerde gözlerimin önünde 30'a yakın bakınızı silindi. yazar da farkında bu durumun. bir kez olsun çıkıp "vay benim entrylerim neden siliniyor?" diyerek isyan ettiğini görmedim. farkında ama vazgeçmiyor. demek ki böyle eğleniyor diyorum kendi kendime. yanılmıyorsam benzer yönde kendisine ait ifadeler de mevcut.
çift yönlü bir yazar arkadaşımız bunun yanında. pek yakında 20.000'e ulaşacak entry sayısıyla dikkat çekiyor. bu yazarın sayısız bilgi içerikli, tespite dayalı, yorum odaklı formata uygun ve sözlüğe oldukça faydalı entry'si var. asla yadsınamaz.
sıkıntı şurda. eleştiriye tahammülü yok. olumsuz bir entry gördüğünde anında nick altından cevap veriyor, karşı tarafın nick altına gidiyor. bunları yaparken de belli bir olgunluğa sahip olduğu verdiği karşılıklardan çok net bir şekilde göze çarpıyor. ancak bu haliyle üzerine gidilmesine de yelken açıyor diye düşünüyorum. önemsediğini çok belli ediyor. hani böyle devamlı kızdırılıp tepki verince gülünen tatlı amcalar olur. onlara takılmak çok zevklidir. bu şekilde tepki vermeye devam ettiği müddetçe diğer arkadaşların vazgeçeceğini sanmıyorum.
sözlükte yazıyorsak, her türlü eleştiriye açık olmamız gerekir. tahammül eşiğimiz de biraz yüksek olursa tadından yenmez.
umarım bu yazdıklarıma alınmaz, nick altıma ağlama melis yazmaz çünkü böyle şeylere gerek yok mike. zira gülümseyerek yazdım bu yazıyı.
sevgi ve bağlılık duyulanın en yakın arkadaşının, tekme ve yumruk atarak canını acıtmak.
şiddet; sonuçları itibariyle kesinlikle tasvip etmediğim, uygulanana ve uygulayana maddi manevi laylay pardon maddi manevi zararlar doğuracak kaba kuvvettir. ancak ve ancak kişinin kendini koruması için başvurması durumunda kabul edilebilir bir hal almaktadır. ben de kendimi korudum. aksi takdirde iç huzurum ebediyen bozulacaktı.
deli doluyuz tabi, yaş 19, kanımız kaynıyor. sağlıklı düşünemiyorsun, akıl hep arka planda. ha şimdi 30 oldun hangi plana aldın dersen, ben sana alık alık bakarım anca. zerre gelişme yok ama o çağlar başkaydı, aşk var sanıyorduk, kapılıp seline delice kaybediyorduk kendimizi.
deli gibi sevmişim. gözlerim kararmış, başka bir şey düşünemiyorum, aldığım nefeste adını sayıklıyorum, elini tuttuğumda bedenim uyuşuyor bambaşka bir boyutta geziyorum, dedim ya seviyorum lan deli gibi var mı ötesi? ilk aşk. ilk görüşte ilk aşk.
itin teki de çok yakın arkadaşı. yaş itibariyle pek kalmadı böyleleri etrafımda ama daha genç nesilde eminim hala vardır. 7/24 depresif halde kardeşimiz, anlamsız bir bunalım, kimse beni anlamıyor kafasında yaşıyor serseri, asi, anasına babasına sert, ters. itin teki işte.
daha önce de yavşamış sevgilime. biliyorum. konuşma dedim elli kere, dinletemedim. neymiş sorunları varmış, zamanında o it bizimkine çok destek olmuşmuş da şimdi onu yalnız bırakamazmış da bilmemneymiş. sineye çektim o zaman, tecrübe yok, böyle durumlarda nasıl davranılması gerektiğini bilmiyorum henüz.
arkadaşlarla otururken telefon çaldı. kuzenim arıyor, "seninki o itle elele yürüyor yolda". "tamam" dedim kapattım. beynim durdu o an, hiçbir şey düşünemedim, en ufak bir his belirmedi içimde. hasan şaş'ın brezilya'ya attığı golden sonraki hali gibiyim. donuk bakıyorum. yanımdaki arkadaş "n'oldu lan" diye sordu. o an işte bir titreme geldi, buz gibi oldum. "ben geliyorum" dedim kalktım. kuzenle buluştum, bunları arıyorum sokaklarda. napacağımı hiç bilmiyorum ama. konuşacak mıyım, görünce arkamı dönüp gidecek miyim, ne bok yiyecem hiç bilmiyorum.
ufak şehir, piyasa yerler belli, bir o sokağa bir bu sokağa derken pat diye karşıdan gördüm bunları. yanyana yürüyorlar ama elele değiller. onlar da beni gördü. yanıma geldiler. sordum benimkine:
-bi şey görmüşler az önce, doğru mu?
+ şey... ben...
o sırada işte her yer flu... bi tek o it belirgin yüzünde iğreti bir gülümseme. piç piç sırıtıyor, kafasını da yana eğmiş, ağzında sakız... olayı komple düşününce anlaşılacaktır eminim tüm tahrik unsurları.
kavgaya dair tek hatırladığım savurduğum ilk yumruk ve bir ara çocuğa uçan tekme atışım ki ben sporun s'siyle uğraşmamışım, bildiğin hantalım. artık yüce rabbim nasıl bir kudret bahşediyorsa o an sana... sen düşün gerisini.
gece yarısına kadar karakolda kalışımızı, ailemin perişan oluşunu vs anlatmayacağım. bunlar hep şiddetin kötü yanları. sanki bedenimdeki irini akıtmışım gibi nasıl rahatladığımı hiç anlatmayacağım bunlar da şiddetin iyi yanları.
sen evinin her köşesini ilaçlarsın, temiz tutarsın da bu mına koduğumun hayvanı alt kattan, apartman boşluğundan, balkondan, kanatlıysa pencereden yine gelir, yine gelir!
üstüne basmaya çalışsan pisliği bulaşır terliğinin altına, o çatırt sesi içini gıcıklar, leşini yerden almak bile tiksindirir.
öyle bi şey işte.
ha hamamböceği yine bok falan yer, işe yarar. bu yavşak bi sike merhem olmaz.
dövsen bi de sen suçlu olursun. dövdüm ordan biliyorum.