son olarak 1987 albümleri ve bunun yanısıra müzik videoları ve live in still of the night dvd sinden eklenen birkaç video'yla oluşturulan bir dvd nin eklenmesiyle, 20 yıl anısına * çift cd lik bir albüm yayınladılar. grup fotoğraflarından oluşan muhteşem bir kolaj vardır albüm kapağının içinde. mutlaka arşivde bulunması gereken bir albümdür.
filmin konusu çok basit olsa da, müzikleri gerçekten muhteşemdir. foghat, alice cooper, lynyrd skynyrd, deep purple, kiss şarkılarını barındırır içinde. şarkılar için bile olsa izlenir. ayrıca rory cochrane in şirin tavırları insanın yüzünde bir gülümseme yaratır, aklınıza alright check ya later repliğiyle kazınır.
... close my eyes
it's times like this
my head goes down
and the only thing i know
is the name of this town
is the name of this town ...
o melodiyi duyduğunuz anda zaten başka diyara gitmişsinizdir çoktan, o an hayatınızda ne kadar kötü şey varsa beyninize hücum eder ve birden donup kalırsınız, sadece kısık bir sesle sometimes i feel like screaming kısmını söyleyecek gücünüz kalır...
taksim kozyatağı* şöförleri bunu sıklıkla yaparlar, beşiktaş sonrasındaki durakta 2 saat beklenir şöför ''ilerleyelim lütfen, herkes binmeden ilerlemicem'' der, herkes o sıcakta birbirine yapışır, klima çalışmaz... felaket bir yolculuk olur...
ortaokul ya da lisede, bir gün öncesinden haber verilen sözlü sonrasından, sınıfın tamamının müfredat konularından bihaber olduğunu anlayan sınıf öğretmeninin sinirle sarf ettiği sözdür.
white lion'ın broken heart klibinin birinde; (ki aslında 2 ayrı klip vardır..) mike tramp çok axlvari hareketler sergiler, bandanası ve axl a özgü danslarıyla..
aynı zamanda iç burkan bir axel rudi pell ballad ıdır.
en önce o vıZZzz diyen sesine sinir olunur, sonra uyku sersemliği içinde herhangi bir cisimle suyu çıkartılır zavallı sineğin. sonra birden uyku açılır; 'ya aslında ne zararı vardı sadece vızıldıyordu, zaten çok minik bundan çok seste çıkmıyordu, üffff keşke öldürmeseydim' denilir ve birden hüzünlenilir; 'aslında.. ya onunda canı vardı, ne yaptım ben şimdi?'.
söylenen bu cümleye karşılık 'bende' demek çok saçmadır, zorakidir. yani; 'ben seni seviyorum...... ???' eee şimdi sıra sende, hadi sende söyle der gibidir. bence bu cümle en beklenmedik zamanlarda söylenmelidir ki, o büyüleyici etkiyi bırakabilsin.
örneğin; taksim den kozyatağı'na giden 129T nolu otobüs için bekleyen insanların bir kısmı hemen otobüs kenarında sıra yaparken, diğer insanlar 110'un yanında (yani 129T sırasında) sıra yapar ve sonrasında otobüsün kapılarının açılmasıyla beraber çoğunlukla sırada bekleyen insanlardan, otobüsün yanında araya kaynamaya çalışan insanlara karşı atılan bir nida; 'hop arkadaşım sıra var'.
belki de yaş ilerledikçe bazı alternatifleri getirilen, korkutma amaçlı söylenen laf öbeğidir. henüz daha minicik bir çocukken 'yemeğini bitirmezsen, gece rüyanda kovalar seni bu tabağındaki kalanlar', genç bir kız olup büyüyüp, serpilmişken 'yemeğini bitirmezsen nişanlın çirkin olur' ve sonrasında evlenmiş ve potansiyel bir anne adayıyken 'pilavını bitir, yoksa kalan pirinç taneleri kadar çok çocuğun olur.' *
şirin mi şirin sesiyle; shannon hoon, değişik, hafif burundan konuşma diye tabir edilen stiliyle; klaus meine, back vokal olarak bence muhteşem olan glenn hughes ve tabi ki muhteşem sesiyle david coverdale.
t - rex in children of the revolution ve benim david bowie ile tanıdığım nature boy şarkılarının muhteşem yorumlarını içeren bir soundtrack e sahip bir film. sparkling diamond (bkz: nicole kidman) ve bohem hayatı keşfetmek, aşkı çözmek için yola çıkan yazarın (bkz: ewan mcgregor) aşkı belki çok klişedir ama derinder etkiler. ne zaman mutsuz olunsa moulin rouge koyulur dvd player a ve o aynı sahnede, hep aynı dakikada ewan mcgregor un yakarışları ve çığlıklarıyla sizinde gözlerinden yaşlar gelmeye başlar, sizde onunla beraber hıçkıra hıçkıra ağlarsınız dakikalarca.
küçükken hem tombul, hem sarı, hemde içinde 'kabak' kelimesi geçtiği için nefret edilen çekirdektir. oysa ki güzel, tuzlu, 'çıt çıt' çıtlanan ay çekirdeği varken ne gerek vardır çıtlamaya çalışırken çıt sesi bile çıkaramayan bu çekirdeğe ?
ayrıca birde vapurda ellerinde poşet taşıyan insanları görünce sevinçle yanına gidip, dizlerimin üzerine çöküp 'amcaaaa amcaaaa bana da bişiler aldın mı, neler aldınnn?' nidaları eşliğinde küçük ellerimi poşetlerin içine daldırarak karıştırmaya başlamam ve annemin utanmış bir yüz ifadesiyle gelip, amcanın paçasından beni zorla uzaklaştırması.
daha küçücük bir bebekken, annemin nasıl olsa yerinden kalkamaz diye beni iki dakika pusette bırakıp yemeye bakmaya gittiği bir anda çok sinirlenerek bir taraftan arkadan parmağıma doladığım saçlarımı koparırken, bir taraftan da kopardığım tellerin saç derimde oluşturduğu acı nedeniyle kesik kesik çığlıklar atmam. annemin uzunca bir süre o kesik kesik çığlıkların nedenini bulamaması ta ki arkamda oluşan bir avuç dolusu saç öbeğini görene kadar.
önce bir arkadaşla anlaşılarak, ona dışardan bir pasta ayarlaması söylenir, sonra karta kocaman bir 'iyiki doğdunnn!' yazısı yazılır. bütün arkadaşlara haber verilir. hazırlıklar tamamlanıp pasta da kantine ulaşınca doğumgünü olan arkadaşa türlü yalanlar söylenerek kantine götürülür ve sonrasında rezil olmayı göze almış bir arkadaş 'iyiki doğdunnn!' pankartını başının üzerine kaldırarak ve aynı zamanda bunu yüksek sesle bağıra çağıra söyleyerek kantine girer ve kutlama başlar... sonuçta kimileri sevinir, kimileri ise utancından masa altına girer.
belki pek tarzlarını yansıtmasa da, mr. big denilince ilk önce to be with you gelir aklıma. ister moralin bozuk ,ister tavan yapmış olsun farketmez, şarkı her zaman en yüksek seste dinlenilir ve aynı gazla eşlik edilir; 'i'm the one who wants to be with you, deep inside i hope you feel it too..' platonik aşkla haşır neşir olanlar daha bir sık dinler tabi. birde link verip yüzlerini görelim; http://vonjoby.com.ne.kr/sound/mijpg/mrbig.jpg