Demeyi çok isterdim fakat her ne kadar sözlük sözlüklükten çıkmış olsa da maalesef ben hala yazarlık saygımı koruyorum. (Bkz: forum chat tarzı entryler)
market saatleri daraltmak ve toplu taşıma kapasitesini %50 azaltmayla devam eden olay.
millet manyak oldu aq yapacaksınız tam yapın. bir kesim bireysel izole uygularken, bir kesim hâlâ işe gidiyor.
virüsün kendiliğinden vicdana gelip ''yazık la allah coğrafyasıyla sınıyor zaten'' diye düşünerek hala çalışma zorunluluğu olanları enfekte etmemesini umuyor devlet herhalde.
"Gök kubbenin ketun kızıllığın kucağında kaç can daha büyüyebilirdi?
Kaçı erişebilirdi kırılıp beyazlığının arasından toprağın koynuna?
Ya da günahlarıyla dökülüp mü sunardı ak parçalarını söyleşsin diye yalancı lapiskalara?
Belki de yağmur diye bizden aldığı kederini geri taşlayıp durdu avuçlarımızın içine
Ona lâyık gördüğümüzden sundu bize
Ve hep ağlak, daima mağrur.
Neden kanadı bu kadar ellerimiz uzanırken en pürüzsüz umuda?
Neden hep gözyaşı derdik bize gülümseyen yarınlara?
Yolculuğunu tamamlamadan, önümüze erkenden düşmüş damlaların bencil heveslerinde boğulmadı mı en berrak düşler gece yarıları
Oysa gözlerimize bulaşmış kirle pasla sayıkladık durduk yıldızların yalnızca karanlığa sunduğu şarkıları..
Pay biçtik ruhlarımızdan kopan çiçeklerin asık yüzlerine,
Raconu bu ya umudun; bileyleyip durduk içimize sığdırabilmek için gökyüzünü
Kim bilebilirdi sırtımıza saplananın kendi emeğimizle ucunu sivrilttiğimiz umut olabileceğini?
Katlimiz belli, katilimiz belli.
Sonra "hayat" denildi; bir kelâmla özetledi tüm yitirdiklerimiz, acılarımız, sevinçlerimiz, hatta ölümlerimiz..
Hayatın dışında soluk alıp verenleri sorup durma bana,
Onlar hâlâ gecenin uğranmayan sokaklarının mültecisi,
Onlar hâlâ günün uğranmayan saatlerinin sadık tiryakisi.
O halde topu yekûnu "hayattır" söylenen,
"Hayattandır"
Topu yekûnu çoktan kaderine terk edilmiş bir muamma.."
coronayak kişilerin içinde bulunduğu, 2020 wuhan menşeili bir çeşit psikolojik rahatsızlıktır.
Sekonder olarak anksiyete/panik bozukluğu ile elele kolkola ilerler.
Anamnezisinde hipokondriazis bulunan kişi ile birleştiğinde semptomlar daha ateşli hale gelse de, genel olarak 2020 sonrası toplumda antite yahut sekonderi yaygın anksiyete ile birlikte görülmektedir.
Semptomları anksiyete bozukluğu ile paralel karakterlere sahiptir. Ancak ayırıcı tanısı psikosomatik şikâyetlerden ziyade hissedilenlerin organik bir sebebi olma ihtimalinin daha yüksek olmasıdır. Malûm salgın var, sanrı da olmayabilir.
Hastaların sık karşılaştığı semptomlar arasında;
* sürekli ateş ölçme dürtüsü
* yutakta boğaz ağrısı kontrolü
* şiddetle artan el yıkama (bu iyi bunu yapın)
* düşünsel zorlanma, teori üretme
Bulunmaktadır. Semptomları başlı başına okb tanısı içermese de, okb ile birleştiğinde kişiyi psikolojik/fizyolojik olarak daha şiddetli ve yaygın olarak rahatsız etmektedir.
Virüs mirüs derken yine ve yeniden nükseden anksiyete bozukluğu ve sekonder kankası panik atak/panik bozukluğundan muzdarip yazarları koruma ve yaşatma derneğidir.
Uzun zamandır kapalıçarşı esnafı arasında ve toplum arasında da dönen bir konuydu. Haftalar öncesinde birçok kişi de bunu destekler nitelikte paylaşımlarda bulunuyordu. Fakat dezenformasyon meraklısı piçler yüzünden her şey gibi buna da şüphe ile yaklaşmıştık.
Ancak demin twitterda rastlanılan bu görüntüler akıllara yeniden ve daha kuvvetle "ilk vakanın kapalıçarşı'dan çıkıp yayıldığı" düşüncesini getirdi.
Dilerim bir yanlışlık vardır. Uzun zamandır çevremde oraya gitmesine engel olamadığım ve uyarımı dikkate almayan sevdiklerim var. Gerçekten anksiyete bozucu bir durum.
Sars-Covid-19 zıkkımı sayesinde iyiden iyiye fark edilen, yersiz ve mânâsız durumdur. Ayrıca sadece ben mi tanık oluyorum diye merak ettiğimdir.
Anasını satayım gençler olarak evdeki ana babalarımız için götümüz tutuşmuş durumda, Allah korusun enfekte olur da ya sevdiklerimize tohum gibi bu sikiği serpiştirirsek diye üç buçuk atıyoruz. Fakat kendi ailem dahil neredeyse tüm çevremin ailesinde bir boşvermişlik var.
Evdeki bilinçli genç bireylerin dayatmasıyla alınan yarım yamalak önlemler, üfleye püfleye binbir zahmetle dikkat etmeler falan. Ulan bizim götümüz çıkıyor Allah korusun bir şey olacak sevdiklerimize diye. Fakat ebeveynlerde durum oldukça relax.
Anlayamadım naaptı devlet şebeke suyuna falan sadece 50 yaş üzerine tesir eden bir çeşit kimyasal mı serpiştirdi nedir.
insanı o sinir harbinden bu sinir harbine sürükleyen durum aq.
bunca sıkıntının arasında derdini sikeyim falan diyeceklere aldırış etmeden, dimağımız ve şu ortamda akıl sağlığımız el verdiğince yapılması gereken bir seferberlik.
günlerdir ülke çapında yaşadığımız salgın-savaş-kaos ihtimalleri bermuda üçgeninde bile yerli yerlisini nasıl siker görmüş olduk. daha bismillah ülkede savaşlar salgınlar başvermeden sahip olduğumuz milletin nasıl da ''sen dur durduğun yere ben seni zaten sikerim gardaş'' şiarıyla hareket ettiğini gördük. görmez olaydık fakat gördük.
bir anda tavan yapan maske fiyatları ve buna eşlik tüm medikal hijyen ürünleri zamları, akabinde gıda sektöründe ''stok yapayım da 10 katına sohuşlarım'' mantığıyla hareket eden firmalar vs derken olası bir durumda asıl düşmanın içimizde, ta içimizde koynumuzda yattığını görmüş olduk.
kampanyamız ise -olur da- düzlüğe çıktığımızda* bu vatan ve halk hainlerini (gerçek vatan hainliği budur) deşifre etmeye yöneliktir. insanların birçoğu bunu siklemeyecek olsa da , hatta deşifre olan ve elimizden ekmek yiyen bu andaval sürüsünden faydalanmaya devam edecek olsa da, bilinçli kişilerin daha sonrasında hedefteki bu aşağılık omurgasızlara yağ sürmeyeceğine eminim.
bu sebeple bu durumu ciddiye alan ve şahit olan arkadaşların gerekli kanıtlarla (ekran görüntüleri olur, kayıtlar olur) bu halk düşmanı oluşumları deşifre etmesini, bilinçli insanların da günü geldiğinde bunların ne mal olduğunu bilerek ekmeklerine yağ sürmemesine katkı sağlamalarını talep etmekteyim. keza sonrasında, tüm bu olan bitenden bi nefes alabildiğimizde bunları gerekli mecralara ulaştırabiliriz.
dipnot: bakanlık birkaç firmaya para cezası kesmiş. çok da iyi olmuş. keşke çok daha fazlası yapılabilse ortalık biraz süt liman olduğunda. dilerim devlet de halktan yana olup hakettiklerini verir bu kan emicilere.
oğlum tamam anladık paylaşmadan duramıyonuz. ama madem ille de teşhir edeceksiniz, gidin bir fotoğraf stüdyosuna, bi ajansa başvuracağım deyip boydan falan çektirin bir iki poz. zoomlaya zoomlaya baksın arzcılar. bitsin aranızdaki bu dava artık allasen yahu.
bu nedir amk yok kolu, yok bacağı, yok gözü, parça parça erotikli fantazi yapar gibi.
siz yakında sözlüğün giriş fasılitesinde ekranın köşesinden bacak da gösterirsiniz aq.
sözlük yazarlarının birbirine depar atma fasılitesi olarak kullandıkları başlıklara tsar bombası atan bakınızdır. gereksiz heyecan oluşturup heves kırmak için kullanılır.
bir takım şeyler olup bittikten sonra, sanki kendini aynı meyhanede bulur gibi, aynı sokakta bulur gibi, aynı yolda bulur gibi her şeyde tekrar tekrar bir şarkının tepesinde kendini bulmaktır. şarkı müdavimliğidir belki. sadakâttir. çaresizliktir. medettir.
sanırım bundan daha ağır bir travma yoktur demek istemiyorum. çünkü ne için ''tamam. bunun bir üstü yoktur bu hayatta bana herhalde'' desem, her şeyin bir üst seviyesiyle boğuşurken buluyorum kendimi.
insanı sevkettiği duyguları yazmak isterdim tanım olarak ancak anlatılacak türden değilmiş. tek tanımı bu sanırım. ağırlığını anlatmak belki yüzyıllar alır. en iyisi hikâyesini yazmak, yitirdiğim her şeyi üç beş satırda kendimce hayatımda tutmaya çalıştığım gibi o'nu da saklamak olacak. parmaklarımda hareket edecek dermanı buldum biraz sözlük. parmaklarım o'nu anlatacak bu bok gibi zihnimin içinden o güzelliği kurtarıp bu bok gibi yerde, bu bok gibi sığ başlıkta.
yazının devamı ciddi anlamda subjektiftir.
''bizi ancak ölüm ayırır diyordun bana
söyle nasıl kıydın kendine gül bebeğim
seni benden ölüm bile ayıramadı işte
nasıl kıydın kendine gül bebeğim''
annemin yoğun bakımdan çıkmasını sokakta sabahlayarak beklediğim gecenin sabahı. zar zor bilgi alıp annemin nerede olduğunu öğrenip gelmiştim senin odana. ''akciğer nakil''
gece yaşadığım saçmalıkların bana verdiği yetkiye dayanarak bir hışımla fırladım üst kata. sorgusuz suâlsiz daldım odana. annem de senin yanındaymış. annemin başucuna gittim gözüm sana iliştikten sonra. ama anlamıştım o an bakışından bi şeylerin arifesinde olduğunu. annemi uyurken izlemeye başlamamın üzerinden üç saniye geçti geçmedi, çığlıkların yardı odayı. tam karşımdaydın aramızda üç metre var, yok. hastalıktan tükenmiş bedenin taşıyamıyordu ruhunu, yaşadığın ızdırabı. bağırmaya başladın ''yeter!'', ''bırakın gideyim koşmak istiyorum, yaşamak istiyorum, burada ölmek istemiyorum!'', ''göndermeyin beni başka hastaneye yoruldum! evime gönderin!'', ''beni neden ihmal ettiniz?!''
bu kızın sesi yorgundu. bıkmıştı. arkama dönmeye korkmaya başladım. bakmak istemedim. alınırsın gücenirsin diye düşündüm bakmadım. sanki her şey normalmiş gibi davrandım. annem uyandı narkozun etkisiyle saçmalar diye onu teskin etmeye çalıştım sessiz sedasız. ne olsa kırılacaktın. bitmiyordu haykırışın. annen tülbentiyle yüzünü kapatmış ağlıyordu. anne diye ağlıyordun. geçirdiğin sinir krizinin etkisiyle her şeyi değersizleştirip anneni saklamıştın sadece. kollarındaki kanülleri yolmaya başladın sonra. camın yansımasından görüyordum dişlerimi sıkmış. çünkü sana ne yaşattıklarını tahmin edebiliyordum. karışmamak için sarfettiğim çabayı indirgeyerek taçlandırıyordum. işler çığrından çıkmaya başlamıştı çünkü. nefes alamıyorum diye haykırıyordun. incecik bileklerin göğsünde buluşmuş her yeri tekmeleyip çırpınıyordun. sonra ben birkaç adım yaklaştım sana. yan tarafta yatan emekli öğretmen olduğunu düşündüğüm adam da geldi yanına. seni sakinleştirmeyi başarabileceğini düşündüm. ta ki doktor gelip onu da senden uzaklaştırana kadar. hiç ses etmedim, hiç dönüp bakmaya cesaret edemedim. bir camın yansımasından izledim seni. üç metre vardı aramızda oysa. korktum seni daha da bunaltmaktan. sonra da uyuyakaldın zaten.
geceye doğru açtın gözlerini. dayanamadım laf attım sana. ''pişt'' diye seslendim gülümsedim. içimdeki cehennemin ateşi hiç yanmamış gibi, aslında en nefret ettiğim halimle, o umursamaz eğlenceli yavşak tavrımla bacaklarımı koltuktan sarkıtmışken seslendim sana. ''naber?'' dedim. gülümsedin. ALLAH'tan gülümsedin. ola ki bu oyunum tutmasaydı belki bir daha bakamazdım yüzüne. annemi sordun önce. sonra biraz lafladık. o kadar sakindin ki. o kadar naif ve kırılgan. gülüşünü taşımak istedim ellerimde. o kadar narindi ki gülüşün. sanki bakışlarım değse kırılacak, paramparça olacak gibi. özür diledin benden. ''kim bilir nasıl tanıdın beni ya sabah'' dedin. utanmışsın benden. sanki senin suçunmuş gibi. ''yoo, bence gayet başarılı bir sinir kriziydi'' dedim. güldük sonra. incecik bileklerinle saçlarını düzelttin. benim saçlarıma baktın ''ne güzel saçların var'' dedin. reddettim hemen. senin saçların daha güzeldi, sana da söyledim bunu. her telinde bi umut taşırdı senin saçların. kelebekleri kıskandırırdı aralarındaki çiçekler. hele bir de yazma takardın ki çiçekli çiçekli. mor yazma. ne yakışırdı sana, tarifsiz.
hatırlıyor musun yemek yemen gerektiğini söylerdi doktor. giderek kilo veriyordun. zorla yemek yediriyordum sana. gidip çikolata alıyordum. reddediyordun önce teşekkür edip. sonra alıp yememeye başladın. zannettin ki pes ederim. ta ki zorla ağzına yemek sokana kadar. fazla da yaklaşamıyordum sana. yaklaşsam da dokunamıyordum. senin için hepimiz risktik. aslında belki manen de böyleydi bu. sen hepimizden daha temiz, daha berraktın. biz senin yanında zararlı bi virüstük. bana tuvalete bile yardımla gittiğin için utandığını söylerdin bir de. oysa eminim onur duyuyordu annen melek taşıdığı için. her sabah odamızın bi duvarı komple cam olan yerden günü doğuruyorduk. ormanda koşan insanlara takılıyordu gözün. senin gözün oraya takılırdı, benimkiler senin gözlerine. çok içerlerdin ama gözlerin hep gülerdi. sinirlendirirdin beni ama hep. güzelsin derdin, ben çirkinim artık derdin. seni bi türlü güzelliğine ikna edemezdim. ne yaptımsa başaramadım bunu. sevdalın gelirdi bazen ziyarete. annen ve annemle üçümüz birbirimize bakıp gülümserdik. uzaklaşırdım rahat konuşun diye. uzaktan bazen seyrederdim sizi. o kadar güzeldiniz ki. bana baskı yapardın senin hayatında kimse yok mu diye. ona da inandıramazdım seni. yok kimse derdim ''nasıl olmaz vardır illâ anlat hadi'' derdin. sırf seninle aynı konuda paylaşacak bir şeyim olsun, kafan dağılsın diye hayali karakterler anlattım sana. hatta o çevik hikâyesi bile.. neden tahammül ediyordum o odada ona sanıyorsun? bi sabah sordun bana. hınzır bi ifadeyle ''gece biri vardı kimdi o?'' dedin. fark etmiş olmana o kadar sevinmiştim ki. aa gördün mü falan diye yalan yalan tepkiler verdim. nasıl çocuk ama falan diye sordum. ''sen benim uyuduğumu zannet ben her şeyi bilirim'' dedin güldün. özür dilerim o hikâye tamamen yalandı. sadece bir ziyaretçiydi.. sonra sevdalının sana yaptırdığı yastığa sarılıp uyuyordun hep. üzerinde fotoğrafınız vardı. ne takılırdım sana. düğünün olacak derdim, bu halde evlenmem kız ben derdin. tehdit ederdim seni evlenmezsen şöyle yaparım böyle yaparım diye. yok dedin, hastayım ben dedin. sen evleneceksin asıl diye üstüme gelirdin. biliyor musun kim bana böyle dese terslerdim. ama seninle konuşmak o kadar güzeldi ki, sırf gülümsemen için oturup onun da hayalini kurdum seninle. o çocukla hikâyeni anlattın bana. dört beş senedir tanışıyormuşsunuz. sonra sonra son bir senede böyle olmuşsunuz. eğer hastaneden çıkmayı başarırsan evlenecektiniz. bütün anlarınız gözümün önünde.. gece vakti herkes uyumuş, ben halimi hatrımı soran bir arkadaşımla iki satır mesajlaşırken ''kiminle mesajlaşıyorsun'' demiştin yine muzip bi gülümsemeyle. sadece çok yakın ve özel bir arkadaşım olduğuna zor ikna etmiştim seni. mustafa'yla kendini örnek vermiştin. biz de öyleydik derdin. özel kısmına takılıp dururdun. ''nasıl özel yani mesela?'' derdin, ben de anlatırdım yanına bi yere kıvrılıp geceleri nasıl biri olduğunu. ''iyi biri bence evlen sen bu adamla. bi de çocuk yap. kesin bundan yaparsın sen'' der kızdırırdın beni. tam kızamazdım da ''puuuğğfff!'' diye gözlerimi kocaman kocaman açardım sadece. ''ne ya?'' der gülerdin sonra. misilleme yapardın bana ben sana evlen şu çocukla dedikçe. yine ama olsun, sen beni bilmişsin. beni tanımışsın güzel kızım. güzel yüreğin bilmiş beni.
geceleri annemin nefesini kontrol ediyordum. sonra seninkini de kontrol etmeye başladım. durumun ciddiyeti geceleri ruhumu deşiyordu. yine uyumadığım bi gece bok var gibi karanlıkta içeri doğru kararan camda belli belirsiz salak yansımamı seyrederken kontrol için kalktım. tabletin ışığını yakıp uzaktan baktım sana. yerinde yoksun sandım panikledim tuvalete koştum acaba gitmeye çalışıp başına bi şey mi geldi diye. üçüncü adımda kesiliyordu nefesin. tuvalet de boştu. dayanamadım bütün katın ışığını yaktım içerden. meğer yerindeymişsin. 29 kilo bir insanı görememiş gözlerim. affet. çok kızmıştım kendime seni nasıl göremedim diye. o kadar mı küçülmüştün? o kadar mı körleşmişim? bazen geceleri herkes uyurken senin uyanık olduğunu fark ediyordum. pıtır pıtır mesajlaşıyordun sevdalınla. telefon ışığının yansımasından gülüşün seçiliyordu. mutlu oluyordum bununla. geceleri çok acı çekiyordun sen. ağrıdan uyuyamadığını söylüyordun. keşke bir kez banyo yapma fırsatım olsa diyordun. çok özlemiştin temizliği. ama nakil olduktan sonra hastanenin sorumsuzluğu yüzünden o yeni ciğerin de bir banyo esnasında enfeksiyon kaptığını anlatmıştın. korkuyordum banyo için tutturursun diye. hasta bezleriyle yıkıyordun kendini. annemin deyimiyle yavru bi kedi tatlılığında siliniyordun karşımızda. gülümsüyordun. ''oh be banyo yapmış gibi oldum'' diyordun. eski fotoğraflarını gösteriyordun bana bazen. nasıl hayran kalırdım güzelliğine bilemezsin. ve hâlâ nasıl öyle güzel olabildiğine.. ne planlar yapmıştık. makyaj yapacaktık hastanede sana, saçlarımızı da yapacaktık. ohoo. sırf sen mutlu ol diye neler yapardım. yapacaktım. yapamadım..
sana çok şey almak geldi içimden. paramın yettiği şeyler sana uygun değildi ama. bir yazma almak istedim en çok. sarıyı çok severdin. sarı çiçekleri olan bir yazma. alamadım. çünkü takamazdın. çünkü o lanet hastalık izin vermezdi. her şey senin için enfeksiyon riski taşıyordu. bazen yatağının köşesine gelirdim otururdum. sana zararım olmasından korkuyorum diye kızardın bana ''ne olacak kız otur'' derdin. aramızda üç metre olmasına rağmen kahvaltıya sana gelirdim. sana gelmekti üç metre. üç metre gidince komşusuna kahvaltıya gitmiş mahalle karısı oluyordum, öyle bir çene düşüklüğü. biliyor musun ben kahvaltıdan nefret ederim. belki de etmem. bilmiyorum ama sevmediğim anlar çoğunluktur. ailemle bile kahvaltı etmişliğim yoktur belki. ama sabahın 6'sında gelen yemekleri tek tek dizip, üstüne senin sevebileceğin şeyler de ekleyip sana gelirdim. yemek yiyesin diye yerdim ben de. hatta bazen işi abartıp silip süpürürdüm ne varsa. yeter ki sen ye diye. kilo almayı başar diye. ama işe yarardı çoğu zaman. sen de başlardın benimle atıştırmaya. sonra ben müsade alırdım tuvalete gideyim de bi teslimat var derdim. gülerdin. sonra gider ağlaya ağlaya kusardım ne yedimse. almazdı içim kahvaltı, hele böyleyken hiç almazdı. bazen de bana gelirlerdi. başlardım saçmalamaya oralarda. bi anda fırlardım yerimden odanın ortasına ulusa sesleniş yapardım. hatırlıyor musun en çok şeye gülmüştük. durduk yere bana geldiler yine bi gece. kalktım orta yere ''aşk!'' dedim. ''mutluluk!'' dedim. zırvaladım sonra kendi kendime odadaki herkese tek tek hitap ederek. tek tek sordum. ''mutluluğun yalanlığı ve huzurun verdiği delilik gücünü tanımlayabilir misin? sen? peki sen?'' dedim sırayla. herkes bir şeyler söyledi. sana geldi sıra. ''sence?'' dedim. dedin ki ''yalan!'', ''bingo!'' diye bağırdım. güldük sonra yine. ''kim kanıtlayabilirdi ki bize mutluluğu biz bir cam yansımasında kendi nefeslerimizle boğulurken ya da nefeslerimiz bizimle boğuşurken!?'' dedim ellerimi havaya açıp. o ara bi garip garip bakmıştın bak onu hatırlıyorum ve hâlâ gülümsüyorum şu an. deli olduğumu düşündüysen de kırılmam sana. çünkü şu hayatta belki de sadece sen tanık oldun benim kendimi en yoğun yaşadığım anlara. gecelerime bu kadar ortak olan bir sendin. yalnız sigara içmeme çok karışıyordun kabul et. vicdan azabı çektirdin bana her defasında. bir de doğru düzgün bir fotoğraf bile çektirmedin. yüzünü kapattın çirkinim diye. bütün fotoğraflarımızda yüzün kapalı. sadece iki tane var göründüğün. onda da yalvar yakar. bir de nedense odanın manzarasını çekmişim. camdan yansımışsın. o kadar güzel çıkmışsın ki yatağında. bir melek gibi. manzarayla bütünleşmişsin.
şey vardı bir de. sen giydiğin her şeyin içinde kayboluyorum derdin ya. pijamaların belinden düşmesin diye iç içe sokuyordun her şeyi. sonra ben de yaptım aynısını. 20 gündür el sürmediğim pijamayı giydim. paçalarını çoraplarımın içine soktum kazağı da pijamanın içine. bi de kara bi yazma taktım. sen oldum. gül diye saçma sapan müzikler açıp dans ettim. moonwalk falan yapmaya çalışıyordum. millet beni görüp manyak mıdır nedir diyordu. ama sen gülüyordun. umrumda olan tek şey buydu. annen gülüyordu. annem gülüyordu. aslında fazla da güldürmemeye çalışıyordum seni. çünkü fazla gülünce de nefesin gidiyordu. sürekli oksijen makinesine bağlı olmana rağmen kendi nefesin kadar rahatlatmıyordu seni o suni şeyler. birinin gülmesini çok isteyip, bunu başarıp sonra da dozunu ayarlamaya çalışmak nedir? bu nasıl bir ağırlıktır. kendi hikâyemi umursamıyordum artık. biliyor musun şu anda hem ağlayıp hem kahkaha atıyorum. kahkahalara boğuluyorum. sorun da bu ya; boğuluyorum sude. ciğerlerimden aldığım her nefeste biraz daha boğuluyorum. söz vermiştim ben. düğününde davul çalacaktım. sen çok güzel bir gelin olacaktın. annenle konuştum dün, cesaret ettim. bana dedi ki ''sude'nin düğünü olmadı, seninkine geleceğim yavrum''
biz taburcu olduktan sonra uğradım sana hep. sonra bi gün pazardan dönerken geldim camının önüne. seni göremedim. yatağın boştu. katlanmış bi köşeye koyulmuştu her şey. elimdeki her şey yere düştü. kapıya koştum. merdivenleri tırmandım. zaten adım deliye çıkmıştı hastanede. kimse yadırgamıyordu artık o hallerimi. kapıyı çaldım zorla girdim içeri seni sordum bir solukta. çok korkmuştum güzel arkadaşım. yüreğim avucumda titrerken ''ha maksude mi? evine gönderdik onu. enfeksiyon riski arttı'' falan dediler. kızdım çok. çünkü biliyorum çok korkuyordun evde. gitmek istesen de korkuyordun. mesaj attım sana sonra. tüm tatlılığında cevap verdin. tekrar geleceğim dedin. sonra bi gün yine geldim. baktım gelmişsin. daldım hemen odana. yaramamış ev sana. psikolojin bozulmuş iyicene. yüzündeki gülümseme yine vardı ama karanlıktı. zorla gülüyordun bana. arkamda doktorlar konuşuyorlardı kendi aralarında. psikolog gelecekmiş sana. onu bekliyordun. sonra o da gelmedi. yine ihmal edildin güzel kızım. gelmedi doktor yine. annen daha da yorgundu. sen de daha kilo vermiştin. kaç kiloya düşmüştün ki? 23? 23 yaşında güzel bir genç kız. 23 kiloda. daha da yorgundun. seni güldüremedim o gün. odanda salınan ecelin fısıltısı kulaklarımı patlattı. saçlarıma baktın ''ne güzel olmuşsun, saçların dalga dalga'' dedin. ''seninkiler daha güzel'' dedim yine. bir kez dokunamasam da emindim buna. o kadar güzel şeyler anlatıyordu ki saçların bana. duyduğum en güzel masalları, en güzel umutları dinledim saçlarından ben. sen umutluydun güzel kızım. nasıl hakediyordun yaşamayı ah bir bilsen. ah görsen kendini benim gözlerimden. o gün bir pazartesi tutturdun ya bana hani. garip bi tebessümle, garip bi sevinçle anlattın bana. ben anladım neyi bildiğini. bana neyi anlattığını. anladığımı da anladın. sus dedim içimden, ne olur sus.
- pazartesi her şey çok güzel olacak biliyor musun.
- nasıl yani? ne pazartesisi yahu nereden çıktı bu?
- bilmem. öyle hissediyorum.
- sude korkutma beni bak yapma böyle.
- hayır ya öyle hissediyorum sadece. pazartesi günü güzel şeyler olacak.
- iyi tamam gelsin bakalım pazartesi. ben de geleceğim pazartesi. görelim bakalım ne olacakmış.
sonra yorgun ruhun bedenine yenik düştü daldın gittin uykuya. ben de müsade aldım çıktım yine gelirim diye. sana söz vermiştim ya hani. bileklik yapacağım sana demiştim. ''bileklerim yok ki benim be neresine yapacaksın'' deyip gülmüştün. kızmıştım sana ne alâkası var diye. yapacağım işte demiştim. bileğinin ölçüsünü almıştım kulaklığımın kablosuyla. o kadar inceydi ki. öyle bir şey bulmalıydım ki o bileklik için. bu sefer fazla şansım yoktu bir ipi bezemeye. kısacık olacaktı. sonra dedin ki mustafa'ya da yapsana. sevdalına da istemiştin. o zaman işler değişir bak direkt yaptırırım bizim leylâ'da demiştim. tasarladım her şeyi. bileğinin o küçücük ölçüsünü aldım. izi duruyor kulaklığımda bileğinin. sonra bana bir şey oldu sude. ben bende değildim. bir müddet gelemedim yanına. aradım mesaj attım sana hep. ulaşmadı mesajlarım. aradığımda kapalıydı hep telefonun. sonra yine geldim bi gün. küfür etmek istemiyorum. odanın önüne bile kavga kıyamet gelebildim. seni tekli odaya almışlar. enfeksiyon riskin daha da artmış. uyuyordun ben geldiğimde. uzaktan baktım sana öyle kapıya yaslanıp, ellerim yine duracak yer bulamamış, ceplerimde. sonra kendine doktor deme cesaretini gösteren bir aptal bana gelip ''ne bekliyorsun? uyuyor işte neyi izliyorsun?'' dedi. bir hışımla arkama döndüm. gerçekten katil olmama ramak kaldığını hissettiğim anlardan biriydi. dişlerimin arasında tıslayarak ''bu senin anlayabileceğin bi şey değil, burnunu sokma'' diyebildim sadece. zorla gönderdi beni oradan. hani seni ilk gördüğüm gün vardı ya, sana iyi gelen o emekli öğretmeni de göndermişlerdi öyle. o gün de nefret etmiştim onlardan. çünkü sana iyi gelen şeyleri kendi aptal yöntemleri uğruna senden uzaklaştırıyorlardı.
bir zaman daha geçti. sana mesaj attım 9 ocakta. yine görmedin. o gece çok kötü hissetmiştim. hem senden haber almak hem de konuşmak istedim seninle. gülelim yine istedim. cevap gelmedi. sonra yine mesajlar attım sana. hiçbiri iletilmedi. haberini aldım sonra güzel kızım. dediler ki yoğun bakımda. tek şey sordum. tek bir şey. ''bilinci yerinde mi?'' diyebildim. bilmiyoruz dediler. ertesi günüydü bu sorunun, bir şekilde senden haber almam gerekiyordu. her şeyin kapalıydı. korka korka araştırdım seni internette. akrabalarını buldum önce. birkaçının profil fotoğrafında seninle olan fotoğrafları vardı. önce bi korktum. ama reddettim kendi içimde. mustafa'yı aradım sonra. bulamadım onu. bir akrabana mesaj attım. durumu anlattım seni sordum. sonra kız kardeşinin profiline girdim. bir yazı yazmış sana. ocak ayının 9'unda. çok korktum sude. çok korktum benim güzel kızım. yazıyı okumaya başladım. bir cümle yetti anlamama. ''sen hiçbir zaman bizler gibi nefes alamadın ablam'' yazmış. melek olduğundan bahsetmiş sude. bir de çok pişmanmış seninle ettiği kavgalardan. ben dağıldım sude. bir de fotoğrafın vardı. öyle bir güzelsin ki nasıl anlatsam sana. tam o anda mesaj geldi. ''sude'yi kaybettik'' yazıyordu. ''9 ocak gecesi saat 3'den sonra'' nasıl yani? kaybetmek? sude kaybolmaz ki. tamam bak ben de bir kez kaybettim seni yatağında. ama özür diledim sonra senden. af diledim göremedim diye. kaybetmek? nasıl kaybedebilirler seni? sesinden bulurlardı. ben iyi değilim sude. ben durmadan ölen sude'me mi mesaj attım? ben 9 ocak'ta sen ölümle pençeleşirken mi aradım seni durmadan? nasıl bilmezlerdi senin ölüp ölmediğini. ben zaten ölmüş birine mi dualar ettim, ağladım, güldüm, mesajlar attım?
sonra aklıma pazartesi geldi sude. bana sayıkladığın pazartesi. takvimi açtım. 9 ocak sude. 9 ocak pazartesi. neden gittin ki? hani beraber bakacaktık pazartesiye? peki beni nasıl affedeceksin? verdiğim sözleri tutamamış olmamı nasıl affedeceksin? mustafa'ya ulaştım. ona vereceğim o bileklikleri. mustafa'yı düşündükçe daha da kahroluyorum sude. annenle konuştu annem dün. numarasını buldum zar zor o güzel kadının. ben cesaret edemedim önce konuşmaya. sonra aldım telefonu. ben iyi değildim. ona da iyi gelmeyecektim ama anneme dedi ki ''yavrumdan bana kalan buşra'' öyle deyince aldım telefonu. konuşmaya çalıştım. kalbim patlayacak gibi sude. düğünün olmuş, anneannen rüyasında görmüş sen o tahtanın içinde köyüne gelmeden evvel. kınanı yapmışlar. kına yakmışlar sana sude'm. sonra da sen gelmişsin. annen haberi aldığında kimsesi yokmuş. ben çok uğraştım ulaşmaya sana, annene. hiç iyi değildim belki ondan başarılı olamadım, mantıklı davranıp bulamadım sizi. şimdi ben de yalnızım sude. haberini aldığımdan beri yalnızım. ben her böyle olayda bi şeyleri yitiriyorum, insanları yitiriyorum. kimsem yok sude. yanımda aradığım da, aramadığım da yok. kimseyle de konuşmak gelmiyor içimden. uzaklaşmak istiyorum. uzaklaşarak yavaş yavaş yok olmak. yanına gelmek ve gelmemek arasında gidip geliyorum ALLAH affetsin. biliyorum yanlış bir düşünce ama korkuyorum. bu düşünce bir adım diye ilerleyecek diye korkuyorum. belki görür müyüm gülen yüzünü bir kez daha? ama öyle bi şey yaparsam yerim iyi olmayacak. göremem ki seni o zaman. ağır geliyor sude. her şey ağır geliyor. herkes ağır geliyor. yokluğun ağır geliyor.
çok ufakken, o yaşıma rağmen ağırlığını anlayıp da ''sevdiklerini yitirme'' duygusunu ve düşüncesini beynime yeni yeni kazımaya başladığım zamanlarda dinlediğim şarkılar var benim. sonra dinlemeye cesaret edemediğim. dinleyince bir köşeye yığılıp kalıp nefes alamadan sinir kriziyle ağlayıp başımı duvarlara gömdüğüm şarkılar. onlardan birini dinliyorum günlerdir sadece, en başına bıraktım yazının. tekrara aldım duruyor öyle.. yüzün gözümün önünde. kimseyle konuşmuyorum, zaten kimse de benimle konuşmuyor. sevdalından haber beklediğim için arada bir aptal siteye bakıp çıkıyorum. mesaj yazmış mı diye kontrol ettiğim anlardan birinde 15 ölü daha gördüm güzel kızım. arkadaşlarım ölmüş. evimde benimle kalıp benimle sabahlayan arkadaşlarımı, beraber nice duygu düşünce paylaştığım arkadaşlarımı öldürmüşler yine. çok insanım öldü benim son senelerde. çok başka şekillerde. ama ben sadece seninle konuşuyorum. onların ölümleriyle seninki bir değil sude'm. annene dedim ki eğer ihmalden olduğunu düşünüyorsanız ve böyle bi düşünceyle herhangi bir adım atacaksınız ben yanınızdayım her daim dedim. fazla gitmedim üstüne, bir de bu düşünceyle boğuşsun istemedim. ama başka masumların canı gitmesin istiyorum be sude. belki de öldüreceğim o hastanede tanıdığım o iğrenç insanları. belki de kendimi. çığlıkların kulağımdan bir an eksilmiyor. her şey birbirine giriyor. sigara içmek için duvarın dibine oturuyorum, en soğuğa geçiyorum. sonra nefesim kesiliyor. kalbim dayanmıyor. başım çok ağrıyor sude. gözlerim yanıyor. bi şey yiyemiyorum. kimsem yok sude. ne olur gelsen? melek olduğunu zaten biliyordum ki ben. neden kanatlarla taçlandırma ihtiyacı duydun ki? ben inanıyordum melek olduğuna sude. geleyim mi şimdi ben de yanına? yaparım bunu biliyorsun. zaten ızdıraptan başka ne verdi ki bu dünya bize. gerçi ALLAH'a şükür. en azından ailem yanımda. annem iyi. ya da daha da kötü şeyler olmuyor. inşALLAH da olmaz. hep öyle derdik seninle, amin derdik sonra. amin diyorum yine, amin. ama şimdi sen yoksun ya. senin gidişinle birleşiyor bütün ızdıraplar. tahammül edemiyorum. sonum iyi değil sude. ruh hâlim hiç iyi değil. ALLAH'a saygısızlık etmekten korkuyorum bi saçmalığa imza atıp. çevremdekilere, kendime.. rol yapamıyorum ve sevdiklerimi incitmekten korkuyorum. gerçi desene hangi sevdiğin şu an yanında seninle diye. en azından aile, buna şükür işte.
bak yine dank etti öldüğün. bir ölüm bu kadar mı yakışmaz birine. gerçi kimse konduramaz sevdiğine. ulan kafayı yiyeceğim ne yani o gülüşün toprakta mı şimdi? biliyorum bak iyisin ALLAH sana iyi bakıyor biliyorum işte öyle hissediyorum. öleceği günü bilip de bana söyleyen bir meleksin. bedenlerde aramıyorum gülüşleri. ne kuru dudaklarında ne yorgun parmaklarında. ama işte. sen çok istiyordun koşmayı. çok istiyordun yürümeyi. çok istiyordun yaşamayı. hakkındı. bunları yaşabilseydin keşke. bazen utanırdım ben yürümeye yanında. ben de koşamıyorum ki derdim sana kalbimdeki hastalık yüzünden. güler geçerdin. teselli ediyorum sanırdın. sen çok güzeldin. her sabah penceremizde açan güneşi kıskançlıktan buz kestirecek kadar güzeldin. hâlâ daha güzelsin. söz vermiştin bana. çıkacaktık oradan. defolup gidecektik. sonrasını sonra düşünecektik. mustafa gelecekti. alacaktı seni. düğününde oynayacaktık. düğüne gitme fikrini bana güzel kılan tek şeydin mesela. mesaj geldi bana şimdi. mustafa yazmış. ben sana yazıyorum burada. o da demiş ki ''olur, mutlu olurum'' demiş bileklikler için. beni boşver hadi tamam da bu çocuğu neden bırakıp gittin? her şey yalan geliyor sude. hep derdim ya sana da. ölüm gerçeği varken insanlar nasıl kırar birbirini, nasıl yalanlar söyler ya da bir şeylerden korkup erteleme mallığını yapar diye. iyicene kazıdım kafama bunu. bak mustafa'nın profilinde hâlâ fotoğrafınız var. nasıl güzelsin bir bilsen. nasıl güzel gülümsemişsin. aldığım her nefesten utandırdın beni güzel kızım. zaten hakettiğimi düşünmüyordum da, artık daha da garip oldu her şey. ya ben daha keman çalacaktım ya sana hani? senden bir kareyi bırakacağım buraya. olur ya, zihnim iyi değil. bazen kırıp atıyorum her şeyi. arada gitmesin o güzel manzaramız. kızma bana sakın. sen ne kadar inkâr etsen de hep güzeldin, güzelsin, güzel kalacaksın. hep genç kalacaksın. en güzel yaşında, düşlerinin yanıbaşında. bana verdiğin öğütler de aklımda. söz veriyorum unutmayacağım. olur da bu fırtınadan sağ salim kurtulursam uygularım da. söz önemlidir. sen tutmamış olsan da. ama kızmıyorum. sanki biraz bilerek gitmişsin gibi geliyor bana. yemiyordun bile hiçbir şey. hem çok umutlu hem çok yorgundun. gördüğüm en güzel hüzündün. delireceğim arkadaşım. delireceğim. çok anlık şeyler geliyor zihnime. bir anda koşarak gidiyorum pencereye, sonra duruyorum son anda. ya duramazsam? beni yine de sever misin? ALLAH'a beni affetmesi için yakarır mısın? neden gittin sen de. görüyorsun ya beni şimdi sen. bilir misin nasıl yandığımı. nasıl darmadağın olduğumu. bilirsin elbet değil mi? bundan da utandım şimdi. üzülürsün de sen şimdi. göstermesem sana yine üzüldüğümü mümkün müdür? ama anlamıyorum neden. ağzımda tek şarkı, birkaç dua ve sigara. sadece bunlar kaldı elimde.
yaz yaz bitmiyorsun. tükenmiyorsun ne zihnimde, ne dilimde, ne de kelâmlarda. tüm gerçekliğinle seyredalıyorum seni. bence artık susmalıyım. gözlerimi kapatıp yüzünü düşünmek istiyorum. bir kez rüyama gel ama olur mu. ne olur bir kez gel, bir kez daha gül bana. söz veriyorum yiyeceğim bir şeyler. yeter ki bir kez daha gül rüyamda bana. sen gelmezsen ben sana gelmekten korkuyorum sude. günlerdir tek yapabildiğim biraz olsun seni anlatmaya çalışmak. beynim yerinde değil sude. affet. bittikten sonra yine gömüleceğim. iyi olduğunu biliyorum, tek ışığım bu. bak yine anlamıyorum. yine geliyor kriz. her şey tamam da; neden gittin güzel kızım? çok büyük korkular, çok büyük şeyler bıraktın bana. taşırım gittiği yere kadar da, anlamıyorum hâlâ. neden gittin güzel kızım? sığınacak kimsem yok ki güzel kızım. ihtiyaç da duymazdım ben kimseye. neden beni böylesine bi çukura attın? suçlamıyorum seni, affet. saçmalıyorum işte. beni bekledinse affet. belki bir gün o yollardan daha çetin bir yolu aşar da gelirim olduğun yere. biliyor musun, herkes ve her şey çok sahte. yine ağırlaşıyorum bak. elimde değil. korkuyorum sude. korkuyorum güzel kızım, güzel arkadaşım. dile getiriyorum işte korktuğumu. faydası mı var sanki? boğazıma çökmüş herkes. herkes bir parça koparmış nefesimden. boğuluyorum sude. sana bi gün uçan balon alacaktım. param yetmedi. bitmişti o da her şey gibi. nefret ediyorum paradan sude. ben sana onu alamadım. gözlerin takılırdı bazen camdan o balonlara. çok istedim, ama onu da alamadım. ben çok değersizim sude. nefes alamıyorum. bu değersizliğimin içinde daha ne kadar debelenirim, onu da bilmiyorum. nefes alamıyorum.
ama sen şimdi doya doya nefes al olur mu? benim için de.
efenim en özet haliyle;
kim olursa olsun, yaptığı dengesiz dengesiz şeyleri mütemadiyen 'yok lan o yapmaz öyle şey imkânı yok' gibi mal değneği timsali cümlelerle kendi içimizde aka çıkarttığımız ve olumsuz fikirleri konduramadığımız kişilerin bir zaman sonra sana, bana, bize alenen kondurması durumudur. bir sonraki level için;
(bkz: belkilerin insanın hayatına çatadanak sıçtığı gerçeği).
yapmayınız, etmeyiniz, eylemeyiniz. mantığı elden bırakan şemşiyeyi götünde taşır efem. bunu da ben yazdım dediydi dersiniz. haydi eyvallah.
pireler berber iken, develer henüz ciğersiken camelda fotomodel olmamış iken, evvel zaman içind.. çok gerilere gittim lan neyse.
finali taş çatlasın 94-95 yıllarında doğanlara dayanan, başlangıcı hakkında hiçkimsenin bi fikri olmayan bu efsanevi aktiviteyi gerçekleştirmiş nesildir. o zamanlar sinepçet olsun, ne bileyim instegram olsun bu ve benzeri gereksiz uygulamalar da yokken kendini ve çevresini eğlendirebilmiş nesildir. ayrıca gayet masrafsız olup, lunaparktaki içbükey aynaların tadına evinde varıp ailesine de herhangi bir maddi yükümlülük çıkartmamış olan nesildir. hızımı alamıyorum lan duygular şelale..
suratını çaydanlığa fazla yaklaştırıp türlü aralıklardaki ısıya maruz kalmış ve gazi ünvanıyla (onlar kendilerini biliyorlar) aramızda sessizce gezen kahramanlarımıza, yoldaşlarımıza da buradan selâm ederim..
herhangi bi toplu taşımada sık sık, utanmadan ve arlanmadan başa gelen ve gelmeye devam eden hadisedir. insanı müzikten, dünyadan ve hatta evrenden soğutma oranı ziyadesiyle yüksek olan bu durumla başa çıkmak için henüz bi yöntem de geliştirilmemiş olması da cabasıdır.
ulan zaten darlanmışız. iki gram müzik dinleyip rahatlamak istiyoruz. o kablo neden müzik dinleme aciliyetiyle doğru orantılı olarak düğüm olur ki? koyarken özenle katlarsın, bi dahakine insan gibi açayım da hulka dönüşmeyeyim diye özen gösterirsin. çok değil, yarım saat sonra elini tekrar bi attığında afro saçla kapışacak cinsten birbirine girdiğini görürsün. o hengamede bi de yılmayıp açmaya çalışırsın ya. uğraşır da uğraşırsın. sonra bi bakmışsın ineceğin durak anons ediliyor. bu nasıl bir yıkımdır Rabbim.
lan o değil de tıpkı hayata benziyor ha. sen hep çabala uğraş, emek ver çözmeye çalış bi şeyleri. sonra küt anons gelsin ''nasıl bilirdiniz?''
benim algılamadığım nokta şu; fakir fukara sokakta açbilaç gezerken kaç tane lokanta bunu düşünerek hareket etmiş? kaç müessese fakir fukarayı düşünerek bi eylemde bulunmuştur? bunların sayısı oldukça az. bunu geçelim. oruç dediğimiz şey bizim hem nefsimizi hem de madden açlığı algılamak adına yaptığımız bir ibadet değil midir? hadi bunu da sadece yemek olarak ele alalım. bu noktada odak oruç tutan kişinin keyfi midir? yoksa açlıkla mücadele eden insanlar mıdır? ben daha henüz ''etrafta durumu olmayan bunları yiyemeyen insan çok, şöyle böyle önlem alalım'' diyen yahut ''bugün de şu personel çok yoruldu zaten üç kuruş para kazanıyor kıçından ter akıta akıta çalıştırıyoruz hadi 1 ay hepsi tatil yapsın'' diyen bir kimse görmedim.
her zamanki gibi yine içini boşaltacak bi şey buldu adamlar. bu sefer de zaten sallantıda duran ramazan ayı ibadetine göz diktiler. oruç tutan adama tatilmiş, oruç tutan var diye lokantalar kapatılacakmış. ulan sokaktaki Allah'ın her günü aç gezen, üç kuruşa o biçim çalıştırılan, hani o halini ahvalini anlamaya çalıştığın adama yapsana bu hassaslığı. amaç zaten onları anlamak değil miydi? o zaman bütün lokantalar her daim kapalı olsun. çünkü sen ibadeten 30 gün yarım gün yemek yemezken 365 gün bir ekmeğe muhtaç insan dolu sokak. nasıl bir riyakârlıktır anlamış değilim.
ayrıca sanırsın oruç tutanların karşısına geçip erol taş gibi tavuk budu falan kemiriyor insanlar. lan olay da o zaten o nefsine bi sahip çık sahip. aynı orucu ben de tutuyorum elimden geldiğince neden kimseye saldırmıyorum yemek yedi diye? neden benim ibadetim yüzünden başkaları mağdur olsun? aç biri yemek yiyen birine ''neden yemek yiyon lan ben açım göt'' diye çıkışsa ne kadar mantıklı olur ya da ne tepki gösterilir buna? olay zaten o yemeğin paylaşılmamasından kaynaklı ya neyse o apayrı konu.
iki gram ibadet etceniz onu da bi elinize yüzünüze bulaştırmayın tövbe estağfurullah asabım döndü ya.
bundan gayrı çıktısını alıp metrobüste, otobüste ve bilimum toplu taşıtta ilk bulduğum yerlere yapıştıracağım ifadedir. daha da geliştirilebilir, fikirlere açıktır.
edit: çözümü hâlâ pembe taşıtlarda arayan arkadaşlar var. tacizden kaçınmak için çaremiz buymuş. geçen çiziktirmiştim, buraya da bırakayım.
''ahlahsızlığın önünü kesmek yerine yine ve yeniden kadını olay mahalinden uzaklaştırmada bulunmuş bir başka sikimsonik fikirdir. bakınız çözüm demiyorum. bir de tercihe sunmuşlar. isteyen pembe isteyen normal kullanacakmış. ulan iyicene birbirine kırdıracaklar insanı. olm bu ülkede damacanaya tecavüz ediliyor? bak çizgi bu. ben sana en basitinden bir örnekle ne olacağını açıklayayım..
velev ki kadının acelesi vardı, binbir şey, bi takım aksilik oldu ve pembe metrobüs yerine normal metrobüse binmek durumunda kaldı. ya da direkt tercih etti. adı ne olur biliyor musun? orospu olur. hiç şaşırmadın değil mi? şaşırma geri zekâlı. üstüne normal şartlarda 1 bilemedin 2 erkek taciz edecekken artık geri kalan tüm uçkurcu ibnelerin kafada aynı cümle olacak: ''pembe metrobüse binseydi bana ne buna bindiyse kaşınmıştır aranmıştır istiyodur.''
ve hatta daha bomba bir senaryo ister misin?
yine sebepli yahut sebepsiz şekilde normal metrobüse biner hanım kızımız. daha sonra bu davranışından yukarıda bahsettiğim dürzüce fikriyata varır elin ibnesi. bir şekilde bu hanım kızımıza asılır ve hatta işi daha ileri boyutlara da taşır. nitekim bizim toplumumuzdaki inanış ve öğretilmiş olan şu bok çukuru fikir vardır ''kalkan sikin tanrısı olmaz.'' bu leşleşmiş piç bu hanım kızımıza bir şekilde sokulma fırsatını bulur ve hatta tecavüz de eder. sonrası mı? bak sonrası da tam olarak şöyle olur:
- ''abi kız kaşınmış ama ya baksana pembe metrobüs varken gitmiş normaline binmiş. sen söyle şimdi hak etmemiş mi?''
- ''o saatte neden pembesine binmemiş? bunlar da böyle işte hem aranıyolar hem de ağlıyolar''
- ''suç adamda mı bi tek ya. o da gidip diğerine binseymiş. çözüm de yaramıyo bunlara''
ondan sonra artık pembe metrobüsün demirlerine mi oturtursunuz bu beyni laçkalaşmış piç sürüsünü yoksa artık iş işten geçtikten sonra kampanyalar mı düzenlersiniz ne yaparsanız yaparsınız..
son olarak ''ayh evet pembe metrobüs iyi fikir yha'' diyen cümle âleme metrobüs durağı girsin diyorum. sizin çözüm anlayışınızı sikeyim.
dipnot: feminist falan değilim. sadece çift yönlü düşünmek gerek.''
geçen gün pembe metrobüsle ilgili yazdığım birkaç kelâmdı bunlar. daha o soğumadan yenisi gelmiş. neymiş? pembe taksi. yani adam diyor ki ''ben uçkuruma sahip çıkmam, sen benden uzak dur da aman ne me lazım sikmeyeyim.'' bundan ötesi nedir bilemiyorum artık. şunca saçma sapan çözüm bile denmeyecek şeylerle uğraşacaklarına bu azgın götleklere bi taraflarına sahip çıkmaları gerektiği ve insan olmaya çalışmaları aşılansaydı daha faydalı bir eylem olurdu. ha anlamadı mı? o vakit hakkı da kötektir. bak o zaman nasıl anlıyorlar. ona bile gelmeden şu da var; bu tip durumlara gerekli tepki gösterilse emin olun bu vakalar azalarak bitme noktasına gelirdi.
ne oldu çok mu şaşırdınız riyakâr ibneler? burada yok bakire olan izmirli yok bilmem kaçlık kızın vajinası yok bacakları şöyle emilesi böyle sikilesi kız diye başlıklarla eğlenirken buna üzülüp tepki mi gösterdiniz lan?
10 yaşındaki çocuğun şurayı okuduğunu varsaysak bunları normal karşılaya karşılaya büyür. ne oldu gücünüze mi gitti lan tecavüze uğraması? bunlar geyik ama değil mi. o gerçek. kodumunun andavalları bu ve bunun gibi şerefsizlikleri tıynetinde barındıran ibnelere bu yolu açan, kadınları ''şöyle siksek böyle siksek'' noktasına getiren şeylerden birinin de sizin gibi maalesef toplumun bir parçası olan riyakâr ibnelerin lafları-sözleri olduğunu sanmıyor musunuz? gelmiş burada nası üzülüyor gavatlar. idam diyen var. idama bunlar dahil değil mi? senin yaptığın yapacağın iki yüzlülüğü sikeyim. o kıza bunu yapanların da ta evveliyatını sikeyim. şurada kadının götüyle başıyla uğraştığınız kadar bu ibnelerle uğraşsaydınız belki belli bi noktaya gelinebilirdi. ama yok. senin burada geyik adı altında ortaya sıçtığın yazılar -ki bu da seni potansiyel bir sapık yapar- burayla sınırlı mı kalıyor? bu yazıları dikkate alan her kişiden mesul değil misin sen? herkes sözlük trollü deyip geçiyor mu sanıyorsun itoğlu it? toplumun bu noktaya gelmesinde senin iki yüzlülüğünün de payı yok mu be ecvalini siktiğim? insan elindeki imkânları iyiliğe güzelliğe kullanır. adamlar kalkmış sözlük yazarlığını am göt meme muhabbetine kullanıyor. o üzerine hakimiyet kuramayıp beynini de esir alan çüküne kadar bile sürülecek akıl yok yemin ederim. çok üzülmüşler ouvv. nasıl olurmuş. koduklarım bu işlerin temeline kürekle toprak atıyorlar ama lafa gelince nasıl üzgünler üff.
burada üzüldüğünü beyan edip vicdani mastürbasyonu bittikten sonra gidip birazdan da çükünü sıvazlayacak.
edit: tipe bak tribünden bahsediyor bana. tenezzül edip hakkında atıp tuttuğu yazarın iki satır yazısına dahi bakmadan. bu ve bunun gibi şeylere sebebiyet vermenin alenen tecavüz övmekle olacağını sanıyor. onu da yap o da eksikti. bir de yazdığını silip baştan laf sokmalı entry girmiş. fikir sonradan çark ettiyse adhominem yapmakla meşgul meşhur ayakçı yazarımız. küfür etmem de bunu destekliyormuş. daha sabah bu başlıkları savunan biri tutmayınca bu yazısını silip şimdi benim küfür etmem üzerinden şansını deniyor. yazık lan. daha okuduğunun farkında değil ki. yazının başında belirtmişim ''hıncını alamayan yazar'' diye. kuantum fiziği üzerinden mi küfür etseydim? bu arada küfür ve hayatımızdaki yerini tartışmak isterim bilahare. demek ki sen küfürü direkt olarak eylemsel düşünüyorsun. o da senin dünyan. ancak herkes aynı değil saygıdeğer ayak.
edit2: yazıyı tüm sözlük yazarlarına alınıp ortaya sıçtığı sapkın yazılarını meşrulaştırma adına ''sösyöl mödyödö çöğörmök döşöndö nö yöptön'' tipleri de gelmiş. iki gram hayır yapsa burada sayfa sayfa yazıp 3-4 artı oy için götünü yırtan adamın bana yazdığına bak. maksimum change.org'da imza kampanyasına katılmıştır. buyur gel anlatayım hacıt. çayın benden.
edit3: 10 yıllık yazarlık hayatımda bu sözlükte yazarlık yapan 13 yaşında insan bile tanıdım. 10 yaşındaki çocuk tabletle oynuyor deniliyor. tabletle ne oynuyor lan bu çocuk? en son facebooktan patlayan oyun furyasından neler çıktığını görmedik mi? ayrıca dediğim gibi; olayı nedense tüm sözlük ahalisinin üzerine alınan da çıkmış. lan gardaş bu nasıl yara. sol framede açılan başlıklara gösterdiğim gerek alaylı gerekse ciddi tepkileri de takipte kalan diğer yazar arkadaşlar gayet iyi bilirler.