seni hep o gülüşünle hatırlayacağız çocuk... Ağzına isminin yakışmayacağı insanlar ismini anacak, senin için o pis, nefret ve kibirle yoğrulmuş gözyaşlarını akıtacaklar ama bunların seni kirletmelerine izin vermeyeceğiz çocuk. Sol kaburgamızdaki sızının adı sen olacaksın; dağa taşa, çoluğa çocuğa, iyiye güzele anlatılacaksın. Anlatılacaksın çünkü yaşamalasın çocuk. Anlatılacaksın çünkü yaşamalıyız zira bu sızıyı paylaşmazsak bizde yaşayamayız.
"kılıçdaroğlu zamanla erdoğanlaşıyor" savının güçlenmesine sebep olan bağırış çağırıştır. Kılıçdaroğlunun hareketlerindeki yapmacıklık da bu bağırışı yapmak zorunda olduğunu hissettiği için yaptığının göstergesidir. Ne lüzum var bunlara. Belki buradan şu fikri çıkarabiliriz " iktidar, kendine ulaşmak isteyen herkesi birbirine benzetir."
Dahi bir edebiyatçının edebi bir metinin içine mizahı nasıl harmanlayabileceğinin en güzel örneklerinden birisidir stepançikova köyü ve sakinleri.Dostoyevski bu eserinin, o zamana kadar yazdığı en iyi ve kendi görüşlerini en somut haliyle yansıttığı eseri olduğunu belirterek, kitap hakkında şöyle der: " Bu kitaba ruhumu,etimi ve de kanımı koydum".Dostoyevski hemen bu sözlerinin ardından bu durumun, bu kitapta kendini tümüyle ifade ettiği anlamına gelmediğini, böyle bir savın saçmalık olacağını ayrıca daha ifade etmek istediği birçok düşüncesi olduğunu vurgular. Öyle ya bir yazar için en zor durumlardan birisi de tek bir eseriyle tüm hayatının açıklanması ve anlamlandırılmasıdır. Dostoyevski kitapta kendisinin de ifade ettiği gibi son derece tipik, iki kusursuz karakter yaratmıştır. Bunlar roman boyunca ilişkilerinin tuhaflıklarına şaşıp kaldığımız,sayfaları "yok daha neler" diyerek okumamıza sebep olan ; Foma Fomiç ve Albay Rostanef yani yegor ilyiçtir.
Dostoyevskinin rusçada isminin anlamı daha sonraları dalkavuk,küstah,terbiyesiz,iki yüzlü anlamına gelecek olan Foma Fomiç i; nikolay gogol, moliere gibi üstadların komedya karakterlerinden etkilenerek oluşturulduğu söylenir ancak bu esin kaynaklarının yanısıra Foma yı dostoyevskinin 1840 yıllarında sık sık çizdiği bir çok tipin yeni bir versiyonu olarak düşünebiliriz. Şöyle ki dostoyevskinin ilk kahramanları gibi foma fomiç de geçmişte bir çok kez ezilmiş, örsenlenmiştir.Kahramanlara göre her elini attıkları işte kendileri haksızlığa uğratılmış,kendilerindeki cevher bir türlü görülememiş kısaca kahramanlar sosyal hayatta hiç bir zaman hak ettikleri değeri bulamamışlardır. Dostoyevski daha önce oluşturduğu bu karakterlere hatırı sayılabilir bir sempatiyle bazan da ÖTEKi'nde olduğu gibi ironik bir küçümsemeyle yaklaşmıştır.Ancak dostoyevskinin Netoçka Nezvanova da bu kuralın dışına çıktığın görülmektedir.Dostoyevski bu kitabında kendini beğenmiş,başarısız müzisyen Yefimov'u anlatır okura. Dostoyevski bu kitabında Yefimov un beklentilerinin altında bir hayat sürmesinden dolayı kölesi olarak gördüğü karısına sadistçe davranmasını ve küçük üvey kızına kötülük etmesini ahlaki açıdan haklı göstermez. Dostoyevski bu kitabında yefimov un dünyaya karşı duyduğu öfkenin sebebini yefimov un sosyal durumu olarak görmez , ona göre yefimov un bu öfkesini nedeni onun "romantik egosunun" dengesiz bir şekilde şişmesi ve yefimov un bu egonun karşılığını gerçek hayatında yeterince verememesidir.Bu durumdan dolayı kendini aşağılanmış olarak gören yefimov, bu aşağılanmanın intikamını başkalarına zarar vererek almaktadır. işte tamda bu noktada Yefimov ve Foma Fomiç in ortak yönleri ortaya çıkar. Foma Fomiç te geçmişte çektiklerinin acısını belli bir konuma geldiğinde başkalarından çıkarmaktadır. Anlatıcı şöyle der kitapta " Çektiklerinin acısını çıkarma fırsatı geçmişti eline.Ezilmekten kurtulan aşağılık bir insan bu kez başkalarını ezmeye başlar."
1840 yılına kadar insanın kötü davranışlarının temelinde bireyin sosyo-psikolojik durumunun yattığını savunan dostoyevski bu tarihten sonra kişinin ahlaki sorumluluğunun her şeyden önce geldiğini söyler . Ona göre bir insanın yoksulluğu, başına gelen felaketler; o insanın ahlaki olmayan bir davranışı yapmasını haklı göstermez.
Son olarak şunları söyleyeceğim; kitapta foma fomiç ve aile bireylerinin( özellikle dostoyevskinin iyi insan ülküsünü çok net bir şekilde yansıttığı albay yegor ilyiç in) arasındaki tuhaf ilişkiden şu sonuc çıkarılabilir: " Eğer bir kişide kibir,dalkavukluk,ikiyüzlülük,arsızlık gibi özellikler bulunuyorken bu kişinin karşısındaki kişiler bu özelliklerden hiçbirini bünyesinde barındırmıyorsa yahutta oldukça az barındırıyorsa; bu kötü özelliklere sahip insan, sahip olmayan insan üzerinde bastırıcı bir etkiye sahiptir ve her koşulda zeytinyağı edasıyla üste çıkar.Misal bir suç düşünün ve bu suçun, saydığımız kötü huylara sahip olan insana ait olduğu apaçık ortada olsun.işte bu durumda dahi suçlu her zaman, saydığımız kötü davranışlara sahip olmayan insanlar olarak görülecektir."
Bak şimdi sana ne anlatacağım sözlük. Anlatacağım hikaye Adıyaman'ın Gerger ilçesinin kıyılara köşelere sıkıştırılmış bir köyünden kopup geliyor. Şiir heveslisi, okuduğundan çok şiir yazan değilde yazdığından çok şiir okuyan bir öğretmen bu köye atanır. Köyde -çoğu anadolu köyü gibi- bakkal bulunmamaktadır. sigarayı üflemek, ekmeği yemek, gazeteyi okumak isteyen kasabaya inmek mecburiyetindedir. Bu şiir meraklısı şair ruhlu öğretmenimizde bir minibüs eşliğinde bu isteklerini karşılamak için kasabayla köy arasında sürekli yol tutar. Gel zaman git zaman öğretmenimizle minibüsçü ahbap olurlar. Memleketin dertleri başta olmak üzere bir çok konudan muhabbet ederler. E muhabbeti edenler arasında şiir seven bir kimse varsa; o muhabbet mutlaka içinde biraz şiir barındırır. Öğretmen minibüsçüye ahmet telli nin bir kaç şiir kitabını ve kendi sesinden şiir kasetlerini verir. Birkaç gün içinde şiirin kokusunu içine çekmiştir minibüsçümüz. Minibüsün sağına soluna ahmet telli şiirlerini yazar; ön kaput yukarıdan aşağı "gidersen yıkılır bu kent" der, arka sağ tekerin üstü "hüznün isyan olur" diye tatlı tatlı çıkışır. Sonuç olarak minibüsçümüz, içine çektiği şiir kokusuna o eşsiz tadını veren aşkı bulmak ve şair olabilmek için neyi var neyi yok satar, göçer istanbula. Şöyle der öğretmene " Büyük aşklar yolculukla başlar- ve serüvenciler düşer bu yollara ancak" diyor ya senin şair, bende aşka serüvene ve şiire gidiyorum öğretmen. Şoför saçlarına aklar inmiş,yaşı altmışa merdiven dayamış bir köylüdür ve daha önce istanbula gitmemiştir. istanbulun Varoşların da büyüyen bir çocuk için amerika neyse minibüsçü içinde istanbul odur. Bu göç üzerine minibüsçünün eşi ve çocukları düzenlerini bozduğu için tehditler savururlar öğretmene. Bir müddet sonra -üç aşşağı beş yukarı altı ay kadar- minibüsçü geri döner istanbuldan köyüne. Öğretmene söylediği ilk şey ise şu olur " Senin şu şairin bana bir minibüs borcu var hoca" Yıllar sonra imza ve söyleşi için gittiği Besni de ahmet telli, şair ruhlu hocamız ile karşılaşır. Hikayeyi dinlediğinde o tatlı bıyıklarının altından gülümser; artık bir süreliğine kıpkırmızı ve kekemedir.
aslında hiç bir zaman "to be or not to be" mesele olmadı insan için. Zaman kimi durumlar için hızlı, kimi durumlar için yavaş ilerliyor; işte biz insanlar için tüm mesele bundan ibaret.
"Dünyanın bütün kedileri aynı anda delirseydi; dünyanın çizgisel hızında mutlak bir değişiklik olurdu" dedirten olay. Bu olay Kimi kedi de kuyruğunu kovalayarak kimisinde sağa sola çarpa çarpa koşarak kimisinde de (az görülse de) zıplayarak görülmektedir.
Eğer hiç mastürbasyon yapasın gelmiyorsa, tüm iştahsızlığına rağmen o sıkıntılı mastürbasyonu yapıyorsan ve mastürbasyon sonunda içini anlamsız bir huzursuzluk kaplıyorsa; aşıksın, sevgili erkek sözlük yazarı.
Ev sahibi olduğu mutlu,neşeli,hüzünlü,acılı bir direnişin ardından hala anılmaktadır. Şöyle ki; gecen bir arkadaşımla çay içiyorduk "olum ne zamandır tek takılıyorsun. Hiç baktığında sevgili olma potansiyeli gördüğün bir kız yok mu hayatında. git konuş, açıl" dedim. Bana döndü ve şöyle dedi "Abi ben gezi parkında o kadar gün kaldım ve o kadar güzel insanın arasında bir tane sevgili bulamadım. Siz benden ümidi kesin, ben yalnız öleceğim" dedi. Kaç gündür içim içimi yiyor sözlük. Bir insanın kendini yalnız öleceğine inandırması ne demek. Ne yapayım işte bende gelip bunu sana anlatıyorum zira yazmak ve anlatmak vicdanın yelpazesidir.
Gecenin ikisinde, daha önceden çerçevelettirip çalışma masamın bir köşesine koyduğum fotoğrafına bakarak içtiğim kadın. Geçen bir arkadaşımla konuşurken bu tatlı mı tatlı şeker mi şeker kadından söz edince arkadaşım bana döndü ve şöyle dedi "Tohumları 21. yy da ekilmiş çocuklar için justın bieber neyse senin içinde bu kadın o". "Siktir lan" dedim. Zaten Ne zaman kuracak mantıklı cümlelerim olmasa böyle derim sözlük "siktir lan".
meclis tv ye +18 ibaresi, meclisin kapısına ise görevi 18 yaşından küçükleri içeri almamak olan bekçiler koydurtacak söylemlere sahip -söylemeye dilim varmıyor ancak- milletvekili.
okurun ruh halinin kelimelere dökülmüş halleridirler. Okursun , okursun sonra şiirin her hangi bir yerinde seni beyninden vuran, kalbinle karnın arasındaki boşluğu dolduran o dizeleri görürsün. Sonra olur olmadık sayıklarsın o dizeleri; geceler gündüzleri, gündüzler geceleri kovalarken.
Her bir öyküsü doğaüstü ve ürpertici olaylar etrafında gerçekleşen, kleistin sade ve donuk anlatımıyla okuyucuyu geren, okuma bittikten sonra okuyucunun bir süre boş duvara boş bakışlarla bakmasına sebebiyet veren öykü kitabı. Kleist alışılmışın dışındaki olağanüstü olayları öylesine sade ve donuk bir üslupla anlatıyor ki; bu sadelik okur da tarifi zor bir gerilim yaratıyor. Belki de kleist öykülerinde bu kadar sade ve donuk bir dil kullanmasaydı bu kadar gerilmezdik. Kitaptaki Öykülerde Tanrının adaletinin tüm karışıklıklara rağmen gerçekleştiğini görüyoruz. Kitabın son öyküsü olan "DÜELLO" "TANRININ DEDiĞi OLUR!" yargısıyla bitiyor. Kleist ve öykücülüğü için son olarak şunları söyleyebilirim;
1-Adeta yaşamın karanlık yanının kleistin yaşamının temelini oluşturduğunu bunun da eserlerinde yansıdığını
2-Bu öykülerin ancak önce sevgilisini öldürüp ardından da kendini öldürerek yaşamına son veren ve arkasında "Asıl mesele şu ki: Bana bu gezegende hiçbir zaman bir yardım eli uzanmadı." notunu bırakan bir bireyin kaleminden çıkması beklenirdi zira öyle de olmuş. Okuyunuz,okutunuz,okumayanlara ısrar ediniz. (Can Yayınları,Alev Yalnız çevirisi,Locarno dilencisi-Kleist)
Uludere katliamı yaşanmazdı belki, belkide hükümet süpermanı bir adaya hapseder, ilk başta adına "cinli" der daha sonra adını hapis kaldığı adanın adıyla anar, daha sonraları batmanli, örümcek adamlı bir komisyon kurup bu komisyon aracılığıyla onunla irtibata geçerdi. Olur mu olur kardeşim niye olmasın yani.
toplumun yozlaşmasıyla ve toplumsal hoşgörünün değersizleşmesi ile doğru orantılı olan düşmedir. Kadının değerinin olmadığı bir dünya, gündüzü olmayan sürekli geceyi yaşayan bir gezegene benzer. Unutulmaması gereken durum ise şudur: Karanlık, kötülüğü beraberinde getirir.
"peki o gün ne olmuştu da mahallede işler bu duruma gelmişti" evet sevgili sözlük okuru "Gerçek Kesitle" büyümüş, onun o korkutucu fon müziğiyle gündüzleri zor getirmiş bir nesil için kitaba başlanacak en güzel ilk cümle bu olurdu. Sayfanın köşesine bir yerine de perihan savaşın fotoğrafını koyacaksın ki cümle anlamını yitirmesin.
Madde madde filmi anlatacağım ancak bu anlatım eksik ve yetersiz kalacaktır. Film mutlaka izlenmeli,kaçırılmamalı. He bu arada salona girerken orada bulunan herkesin behzat ç. sevdiğini biliyorsun ya oradaki herkesin bir zaman diliminde elinde birasıyla behzat ç. li geceler yaşadığını duyumsuyorsun ya bu paha biçilemez.Gidiniz hissediniz.
--spoiler--
-Öncelikle Behzat ç. yine bildiğimiz behzat ç. Mesleği bıraktıktan sonra bir polisin simit satmadan da onurlu yaşayabileceğini gösteriyor bize.
-Filmde zekice kurgulanmış olay örgüsünü çözmeye çalışan beyniniz yorulurken behzat ç. nin kendine has mizahı dudaklarınızdan gülümsemeyi eksik etmiyor.
-Film boyunca Gezi olaylarına göndermelerde bulunulmuş. Savaşın ve beraberinde getirdiği kaos un en çok silah tüccarlarının yüzünü güldüreceğine değinilmiş.
-Amirimin yerine gelen yeni amir "çalışan kadına pek hoş gözle bakmam. Evlenmeden aynı evde yaşamak büyük ahlaksızlık. Tüm delikanlılıkları taslar, ahlak kurallarıma göre insanları yargılarım ancak bir yandan da dalkavukların hasıyım. Sistemin adamıyım hiyerarşik yapıda yükselmek için her boku yerim" diyen adam tipini çok iyi yansıtmış.
-Film boyunca orantısız ve yersiz polis şiddetine iğnelemelerde bulunulmuş.
-Amirim evden çıktıktan sonra kamera sokakta koşan iki eylemciyi gösteriyor ve bunlardan biri yere düşüyor diğeri ise geri dönüp onu kaldırıyor ve yollarına devam ediyorlar.Bu sahne "gezi ruhunu en iyi yansıtan sahne" dalında ödül verilse ödülün en güçlü adayı olurdu.
-Amirimin antrenör olarak çalıştırdığı takımdaki çocuklara verdiği nasihat düzgün eğitim sistemi olan ülkelerde "hayat dersi" ders kitaplarına noktasına virgülüne dokunulmadan koyulabilecek bir söylevdi.
-Önceden söyledim ancak yine söyleyeceğim filmi izlerken sağlam bir komedi filmine gittiğinizde güldüğünüz kadar gülüyorsunuz.Salonda kahkahalar arada bir soluklansa da kıkırdamalar hiç bitmedi.
-Filmin son sahnesindeki "çatışmıyorlar direniyorlar" repliği harikuladeydi.
-Gazeteci ılgın ın çalıştığı kanal üzerinden basına yapılan göndermeler çok ironikti. Kanal ın adının TGG olması ve sürekli hayvan haberleri vermesi CNN e çakılmış ince bir mesajdı.Yazar biraz gerçekliğin kurdurduğu ironiden çıkıp olması gerekeni ılgına gerçek haberleri okutturarak gerçekleştirdi.Yazar adaleti sağladı diyebiliriz.
-Filmden çıktıktan sonra yanımdaki arkadaşa döndüm ve dedim ki " Doyle nin sherlock holmes u gibi düşün ama bizim ki biraz daha düz adam"
-Son olarak şunu söyleyeyim sinemadan eve gelene kadar ağızlarımızdan şu cümleler eksik olmadı ve ilk kez dinlenen ve çok sevilen bir şarkı gibi sürekli tekrar edildi " çok iyiydi abi, adamlar yapıyor abi, çok güzeldi be, harbiden ne kadar iyiler ya , efsane efsane..."
--spoiler--
Kimi insanları hiç konuşmadan da tanır ve seversiniz. Müzik ise bu tanışma ve sevme eylemlerini hızlandıran yegane ihtiyaçtır. işte bu grubun başta solistleri özgü özman olmak üzere hepsi konuşmadan tanınabilecek ve sevilebilecek güzel insanlardan oluşuyor. Yaptıkları iş çok özgün. Onları dinleyen bir çok dinleyici müzik tarzlarını bir kalıba sokamayınca "alternatif müzik" diyerek geçiştirecektir. Son olarak dinleyiniz dinlettiniz dinlemeyenleri uygun bir dillen uyarınız hala dinlemezlik ediyorlarsa ağızlarına fırın küreğiyle vurunuz.
Çevresinin, kişinin yaptığı eylemlere,dile getirdiği düşüncelere yahut herhangi bir davranışına olması gerekenden daha fazla anlam yüklemesi ve kişiyi yapay bir "krallığın" başına geçirmesi. Ben bu tip kişileri ağzı açılmış ve boşluğa bırakılmış şişik bir balona benzetiyorum. Gel gelelim ki bu balonun uçuşu kadar düşüşü de hızlı olacaktır ve bu balonlar hiç bir zaman düşüşlerinden ders almazlar; Gelip biri nefes vermek istese, şişmeye can ata ata onların dudaklarında yerlerini alırlar.