eğitimin önemini idrak edip bu işin gereksinimlerine gore hareket etmek.
bugun cüce dediğimiz japonlar var ya, işte orada bir çocuk hasta olup okula birkaç gün gidemedi mi onun yerine ebeveyni gidiyor... tek, çocuğum derslerinden geri kalmasın diye... onlar bugün dünyanın sayılı memleketlerinden biriyse, koskoca amerika'ya kafa tutuyorsa bunda bir saniyelerini bile boşa geçirmemelerinin payı büyüktür... japon okullarında teneffüs diye bi şey yok... ve bizdeki gibi beslenme saati diye bi şey yok... gerine gerine karın doyurmaya... yanii 60 saniyede ne yersen!
(bkz: japonlar yapıyor abi)
üniversite öğrenimi kimilerimiz için sadece gerekli bir donem olmanın yanısıra toplumda bir yer edinme mucadelesi olarak da görülebilir.
çoğumuz için ise türkiye de eğitimin başından beri batıdakinin tersine kendini gerceklestirme yolu bir bilgilendirme ve kultur kazandirma sureci olarak anlaşılmaması yuzunden gelinen nokta.
yüksek öğrenim kurumlarını bitirdiği halde düşündüğünü duyduğunu kağıda rahatlıkla aktaramayanların hatta bir dilekçe yazmakta bile güçlük çekenlerin çoğunluğuna bakılırsa yazma öğretimine gerekli önemin verildiği söylenemez. yüksek öğrenim kurumlarının hepsinde türkçe derslerinin konması da bu eksikliğin çok geç de olsa fark edilmesinin sonucudur.
bir sürü vasatlığı tek bir potada eriten erkektir.
bir sürü erkek kusursuz bir müzik zevkine sahip ama okumuyor, bir sürüsü okuyor ama çok şişko, bir sürü herif feminizme sıcak bakıyor ama aptala sakallları var, bir kısmı cem yilmaz tarzı espri anlayışına sahip ama cem yılmaz a benziyor. bir sürü herif çok içiyor, bir sürü herif araba kullanırken salakça davranıyor, bir sürü herif kavgalara karışıyor, parasıyla gösteriş yapıyor ya da uyuşturucu kullanıyor. ben bunların hiçbirini yapmıyorum, gerçekten bunların hiçbiri tarzım değil. kadınlarla aram iyiyse, bunun nedeni sahip olduğum erdemler değil sahip olmadığım kusurlardır.
ozellikle çalışan kadınlara gelen bu sevimli çicekler hem bir "aaa bakınnn amaa" gibi soylemlere sebebiyet verirken diğer yandan "vay ulan bunun bıle dalgası varmış" iç soylemlerıne yer verir/verecek olaydır.
zevk vermek ve karşılığında hak ettiği zevki almak için yaratılmış kişi. tanrının şekil verdiği haliyle karşınızda durur. o hiçbir beklentisi, kompleksi, takıntısı, isteği ve boyun eğmek zorunda kaldığı bir şeyi yoktur.
egosu olmayan kadın, kendisiyle sevişen erkeğin de egosunu sıfıra indirir. o sizin, siz de onun için yaratılmışınızdır.
masada hep birlikte ayağa kalkılır. ilk üç kadehte konuşmayı hep masa başkanı yapar. sonra masadakiler hep bir şeylerin şerefine kadeh kaldırırlar,masa başkanı da onlara cevaben bir konuşma yapar. herkes aynı anda tek nefeste kadehini bitirir. masada toplam 49 kadeh içilir. ellinci bardağı masa başkanı tek başına içer ve masadan öyle kalkılır. sarhoş olmak çok ayıptır, sarhoşluğu belli etmek ise daha da ayıp.
bazı kitapların arkasına, sayfaların yanına düşürülmüş notlar, altı çizilmiş mısralar kimi yerlerdeki soru ve ünlemler, kitapdaki düşüncelerle arama girer. okuduklarımın yazarını bile hatırlayamazken araya bir üçüncü şahsın bir çizgiyle, bir işaretle girivermesi beni hep garip ama hoş duygulara iter. kafamda yeni tablolar, yeni hikayeler canlandırır. bazen kitap sayfasındaki bir leke beni bol gözyaşlı bir ortama götürür. o sayfalarda anlatılanların bir insanı ağlatıp ağlatmayacağını düşünürüm birden. okuyanın şu veya bu ruh haleti içerisinde olup, uydurduğum herhangi bir sebeple mutlaka o sayfada ağladığını hayal ederim.
kısacası, eski kitpaları okumayı severim... her eski kitap bir başka senaryoyu'da beraberinde getirir. yaşanmış veya yaşanmamış macerasını bana yaşatır.
terorist. asala militanlarındandır. 6 şubat 1980 türkiye'nin bern büyükelçisi dogan turkmen'e silahlı saldırıda bulundu. bu olayın 22 ocak 1982'de yapılan duruşmasına katılmak için fransa'ya giden gazeteci altan oymen, şöyle diyor; " kilimciyan işlediği suçu kismen kabul ediyordu. " benim yanımda başkası vardı. ben onu oraya götüren arabayı kiraladım. ama ateş eden ben değildim. "o"dur" diyordu. peki; "o" kim? adı ne? kilimciyan soruşturma sırasında bu soruya inandırıcı olmaktan uzak cevaplar vemişti. "o" bir asala militanıydı. kendisini bir ermeni genci olarak bulmuş ve görev teklif etmişti. kilimciyan da bu görevi fazla sorgu sual etmeden kabul etmişti. o kadar ki bu adamın adını bile doğru dürüst bilmiyordu. zaten görevi de basitti; bir eylem için bir araba kiralıyacak, eylemden sonra da arabayı götürüp eve geri verecekti. bunu yapmıştı gerisini bilmiyordu. kilimciyan'ın bu "o" hikayesi besbelli ki hayaliydi. olay sırasında orada bulunan görgü şahidi ifadesiyle de sabitti ki, türkmen'e silahını doğrultup tetiği çeken kendisiydi. ama kilimciyan'ın avukatları, bu senaryoyla hem müvekkilerini kurtarmayı hesaplamışlardı, hem " ermeni davası için çalışmak" gibi "görev verilince soru sormamak" gibi laflarla bir çeşit kutsallık verdikleri ermeni davasını ön plana çıkarıyorlardı. bunun için mahkemeye 60-70 yıllık geçmişle ilgili tanıklar getirmişlerdi. 1915 olaylarının " soykirim " olduğu iddiası, 1982'de bir fransız mahkemesi önüne getirildi. kilimciyan davasını araç olarak kullanan iddiacılar mahkemeye "uzman tanık" olarak ermeni görüşünü savunan profesörler çağırmıştı. türkiye tanık gösterme hakkını kullanamayınca iddiacılar meydanı boş buldu.hem mahkemeyi hem basını da etkilediler."
1 mart 1975 günü beyrut'taki türk hava yolları bürosu bombalanınca, ermeni militanlara söyle seslenmiştir." beyrut türk hava yolları bürosunu dinamitleyen turk dusmani ermeniler, sizlere sesleniyorum. siz yalnız türkler'in düşmanı değil, ermeniler'in de düşmanısınız. batsın sizin örgütünüz de gizli ordunuz da. maddi menfaatler karşılığında yaptığınız eylemler, sizlere menfaatler getirebilir. ancak tarihi zorlamak ve insanlık dışı kaba eylemlerle birçok insanın huzurunu bozmakta ve yaşamını karanlığa sürmektesiniz. turk ermeniler insanca yaşadıkları bu topraklarda, türk düşmanlarını lanetle anıyorlar. bunu dost, düşman bilmelidir. türk aleyhtarı her hareketi nefretle kınıyor. yeter yıllarca geçen acılara. sizin gibi kafasızlar binlerce tür'ün ve ermeni'nin ölmesine sebep oldu. baykuşlar susun artık düşmanlık ve ölüm getirmeyin. insanlara karşılıklı sevgi ve huzur getirecek çalışmalar yapın."
kardeşçe, aynı çatı altında beraber yaşamayı... anımsatan cümle.
zor bir zaman yaşıyoruz. sessizlik başımızda bir bela gibi duruyor. bakışlarımız, bakış açılarımız ya çok dar, ya da genetik bir asabiyetin pencesi altında bozuk kalıyor. ses; insana yalnız olmadığını duyuruyor. havadaki kuş, yerdeki böcek, hayat işte. insanlar oradan oraya kaçışıyor.
biz ki iç içeyiz. biz ki birlikte kan dökmüşüz, can vermişiz, omuz omuza durmuşuz! üniter miydi, ulusal mıydı? renkten renge mi giriyordu?..
ne kadar acı. kavimleri yaratan allahım ne kadar acı... bu soğuk havalarda. sessizlik hain bir pusu gibi duruyor.
ha berfin, ha kardelen, ne fark eder ikisi de bir.
genellikle kadınlar " yatınca erkek değişiyor" diye düşünüyor ve bütün o ne zaman yatmalı türünden sorular bu yüzden fikirlerinden eksik olmuyor.
ama aslında değişen "bizzat" kendileri oluyor.
çünkü kadınların büyük çoğunluğu yatmadan evvel erkek arayıp sormasa umurlarında değilmiş gibi nazlı davranıyorlar.
lakin sık sık arayarak etrafında pervane olan adam, yattıktan sonra bir tek gün aramasa bile, kendilerini haince avlanmış, elde edilmiş ve kullanilmis gibi hissediyorlar.
ve başlıyorlar kaybettikleri itibarı yeniden kazanmak üzere savunma mekanızmalarına fazla mesai yaptırmaya veya hırslanıp burun surtme teknikleri geliştirmeye.
bu yüzden karşı tarafın tırsıp kaçacağını unutarak erkeğin üzerine üzerine gidiyorlar.
daha fenası, yatmadan önce adama yeni yetme kız kadar edali ve mesafeli davranırken, yattıktan sonra " akşam sana ne yemek yapayım" diyecek kadar garip havalara girebiliyorlar.
böyle dallama bir oda arkadaşım vardı üniversite yıllarında. herifin dişleri yosun tutmuş gibiydi, kulakları rezalet kirli olurdu hep, ama o durmadan tırnaklarını temizlerdi. herhalde tırnak temizlemekle temiz bir herif felan olduğunu sanıyordu..
erkekler kadın konusunda davranış bilimcilere göre yaradılış olarak, yani istese de istemese de olmaz türden avcı kafalı oldukları için... aynı zamanda, hedef dahilinde olan kadındır.
" ah, çok yalnızım, hem epeydir" diye açıkca konuşan bir kadın, erkeğin komplekslerini vitaminleyip, egosunu gübreliyor ve şımarıklık damarını kabartıyor... yemek tarifi gibi oldu nitekim.
ve yalnız olduğunuzu söylediğinde kadın, dangalakça defo arayan bir adam, böyle bir durumda kendi defolarını saklayıp bu kadının gözüne girmek için bin takla atar... o vakit, "biz erkekler güvercin miyiz?"... nitekim öyleyiz.
söylemleri bu tür kadınlardan duymak mümkündür... kurduğu iletişimlerde sık sık buna benzer ifadelerde bulunabilirler.
aslında belki de en kadınsı görünen kadınlardan fazla şefkat ve sevgi istiyorlar ama tıpkı maço erkekler gibi onlar da bunu açık ederlerse zayıf görünmekten korkuyorlar.
aslında aşk arıyorlar, kalıcı bir ilişkiyi özlüyorlar, hayat arkadaşlarını bekliyorlar ama bunu kadınsı hemcinsleri gibi hülyalı gözlerle bakınıp ve kız çocuğu gibi narin bir sesle ortaya koyarlarsa, aptal bulunmaktan korkuyorlar...
düşlerin gerçekleşmesi için sabır, emek ve zaman gerekli anlamında cümle.
düş çınarıma bir konuk geldi. bundan bir hafta önce... nefis br hava vardı. ama oyle "ha" deyince olmuyor be sevgili okur... aşk! kolay yetişmiyor.
bir çekirdekti önce. topraktan başını çıkardı, boy attı. çabuk gelişşin, iyi büyüsün, sağlam olsun diye, o incecik yapraklarını büyük bir titizlikle koparmaya başladım. boy attı, ihmal etmedim. budadım. rüzgarda devrilmesin, kırılmasın için destekledim, bağladım. yıllar böyle geçti. kardelen gibi.. doğdu, büyüdü, gelişti... şimdilerde camdan bakıyorum bir hoş oluyor içim. keyifleniyorum.
işi kolaya almamak lazım... işte o vakit direnmek lazım. bir şey ha deyince olmuyor ey sabirlı okur.
her genç kızın rüyası. ancak, gelinlik giyip evlenmekle sahiden mutlu olunsaydı, bunca boşanmalar, ayrılıkları arasında yaşanan ruh sağlığına ziyan kavgalar, boşanırken çocuklar yüzünden ya da maddi kaygılarla beliren hırpalanmaların mutsuzluğu ne olacak?
biten her ilişkiden sonra "yanılmışım" demiyor mu insanoğlu ve gerçekte bitmeyen ilişki çok az.
zaten malumunuz doğru adamı ya da kadını seçmek sahiden çok zor ve bedeli olan bir iştir.
pavlov fizyolojide büyük aşamalar yapan buluşlarıyla daha 19 uncü yüzyılın sonunda ün kazandı. 1904'te tıp ve fizyoloji dallarında nobel ödülü kazandı. o sıralar ülkenin altı üstüne geliyordu. ama pavlov'un çalışmalarını kimse engellemedi. pavlov, eski dönemlerin bilim adamları gibi düzenliydi. sakin bir ev hayatı geçirir, laboratuvarlarına saati saatine giderdi. asistanı devrimin en patırtılı günlerinde bir kez on dakika geç kalmış.
pavlov sormuş:
- neden geç kaldınız?
asistan ezilip büzülmüş:
-devrim yüzünden.
pavlov:
- devrimden size ne?
masum bir ilk gençlik öpücüğüyle başlayarak yavaş yavaş şehvetin pençesine kapılan sevişme türü.
en çok (biz) erkekler tarafından uygulanan bir yöntemdir.
kulağa fısıldayıp, ardından kulek memesine üfürmeler, edepsiz dil hareketleri, ordan boyuna doğru, derken omuzlar... ( tamam yeter! ) sonra zaten zavallı kız o dakika savunmasız hale gelmiştir. biz erkekler, masum bir öpücükle durmayı bilmeyiz.
biz evlilik, eğlence, bir gecelik aşk gibi bütün ilişkilerimizde kadınları seçtiğimizi zannediyoruz ama aslında kadınlar bizleri ince elekten geçirerek seçiyor, geçmiş olsun!
eskiden fi tarihinde o zaman çocuktum, mahallenin güzel kızını evine kadar izlemek diye bi şeyler vardı. cama çıkar mı diye bakardım, ışığı yanıyor mu kaç kardeş bunlar, abisi var mı? ne biliyim bunun gibi şeyler düşünürdüm...