john fowles'un viktorya dönemi kadınını ve dönemin ahlaki yargılarını irdeleyen romanı. roman başta her ne kadar bir aşk romanı gibi dursa da aslında yazar dönemin karanlık atmosferi içinde gelenekler ve tercihleri arasında boğuşan, kendini topluma ait hissedemeyen bir kadınla(Sarah), kendini çevresindeki yaşıt ve arkadaşlarına göre entellektüel açıdan oldukça yukarda gören bir adamın(Charles) aşkından bahseder. yazar viktorya dönemi ile yaşamakta olduğu dönemi sürekli karşılaştırıp yorumlar ekleyerek viktorya dönemindeki değer yargılarının ne kadar baskıcı ve görüş açılarının ne kadar dar olduğunu vurgular.
--spoiler--
Charles iyi bir aileden gelen aristokrat bir gençtir ve viktorya dnemi kadını olarak adlandırılabilecek ernestina ile nişanlıdır. charles çalışmanın kendisine uygun olduğunu düşünmez ve amcasından gelecek mirası bekleyerek dağ tas fosil arayan bir paleontolojisttir. bir gün Lyme regis'de limanda ernestina ile yürürken limanın kıyısında denize düşecekmiş gibi duran sarah'i görürler. sarah azgın dalgalara aldırmadan Fransız teğmeni beklemektedir. charles sarah'dan çok etkilenir, daha sonra ormanda karşılaşırlar ve konuşmaya başlarlar. sarah hikayesini charles'a anlatır. der ki, eskiden çalıştığım eve gemi kazasında yaralanmış bir fransiz tegmen geldi, onunla ben ilgilendim, beraber olduk, bana söz verdi gelip beni alacaktı ama sonradan öğrendim ki evliymiş, o yüzden burada herkes beni dışladı, ama ben yine de onu bekliyorum, çünkü hiç bir yere gidemem, ingiltere’de daha kotu olurum. ve charles'dan yardim ister. charles onu lyme regis'ten uzaklaşmaya ikna edemez. sarah'in gizemli havası, zekiliği ve viktorya donemi tipindeki kadınlardan farklı olusu charles'i çok etkiler ve iyice aşık olur sarah'a. sonunda sarah hizmetli olarak çalıştığı evden ormanda yalnız başına dolaştığı için kovulur ve charles onu exeter'e yollar. bu arada charles'in entellektuel doktor arkadaşı grogan ona sarah ile çok yakin olmamasını, sarah'in melankoli hastalığına kapıldığını ve hastaneye yatırılması gerektiğini söyler, ama charles aşık olmuştur onu dinlemez. sarah'in peşinden exeter'e gider, burada beraber olurlar ve charles anlar ki sarah bakireymiş.bunun üzerine onu sevdiğini anlar, ernestina'dan ayrılmak için lyme regis'e doner, sarah'a gelip onunla evleneceğini anlatan bir mektup yazar ve ernestina'dan ayrılır. ama mektup sarah'a ulaşmaz, sarah ortadan kaybolur, charles da ernestina'dan ayrıldığıyla kalır. aslında kalmaz çünkü nişanlandığı kızı terk ettiği için tüm itibarini ve sıfatını kaybeder. sarah arar ama bulamaz bunun üstüne amerika'ya gider ve oranın çok daha rahat ve çağdaş olduğunu düşünür. iki yıl kadar sonra sarah'in ingiltere'de olduğunu öğrenir, hemen ingiltere'ye doner. sarah bu sure boyunca rossettilerin evinde kalmış, burada tam bi entellektuel olmuş ve çok şey öğrenmiştir, çok da değişmiştir.iste bu andan itibaren yazar post modern romana uygun olarak iki son sunar.biri viktorya donemi edebiyatına uygun mutlu son:sarah ve charles kavuşurlar,evlenmeye karar verirler ve de bir kızları olduğu anlaşılır. diğer son ise daha mantıklı ama acıklıdır: charles da sarah da çok değişmiştir ama charles sarah'daki değişimi kabullenemez. sarah evlenmeye yanaşmaz, charles çok sinirlenir, çıkar gider. yolda fark eder ki aslında ernestina'dan ayrılmak ve mirası almadan yasamakla çok güç kazanmıştır, yalnızdır ama artik daha farklı bir adamdır.
en kısa sekliyle kitap böyle özetlenebilir sanırım. not olarak eklemek isterim ki sarah kendini güçsüz gösterip charles'in ilgisini kazanmak için her seyi yapmıştır. Fransız teğmenle beraber olduğu yalandır, çalıştığı yerden kovulmak için ormanda gezmiştir ki charles ile ilişkileri ilerleyebilsin.
fazla ilgiden bunalan her kızın vereceği tepkidir. evet, kızlar ilgilenilmayi severler ama dozunu ayarlamak gerekir yoksa ilgi ilgisizlikten beter olabilir.
çoğu insanın denizi yok diye yedi yirmidört yakındığı denizi olmadan da güzel şehirlerden biridir. her ne kadar soğuk diplomat şehri olarak adlandırılsa da tunalı'nın yukarı taraflarında bir ömür rahat geçirilir. güzeldir işte güzeldir benim şehrim.
felsefik düşüncenin dibine vurulabilecek yada en saçma fikirleri barındırabilecek sorulardır.
örnek:
1- var olmanın kanıtı nedir?
yada
2- ya abi dün akşam ben ne yemiştim?
Ankara GOP'ta, Friends&Trends'in biraz yukarısında oldukça şık ve nezih Yunan fasıl mekanı. Fix menu 55tl olup, mezeleriyle ege mutfağının hakkını vermektedir mekanın kendisi.
ODTU'de bir söyleşisine gitme imkanı bulduğum, mütevazi, komik ama müthiş hüzünlü, Adana'lı ve tatlı mı tatlı sanatçı ve baba. Kızıyla ilgili anıları dinlemeye değerdir.
Balıkesir'in şirin tatil beldesi Altınoluk'ta merkezin göbeğinde, dondurmacıların orda teyze ve amcalarıin favori çay kahve ve sohbet mekanıdır.Bildiniz mi?
yazarlarin iclerini doktukleri huzunlu basliktir.
Gunes takvimine gore baya oldu sen gideli, ama bana sorarsan bir saat bile gecmedi daha. Ne yuzunu tam hatirlayabiliyorum, ne sesini, ne de kokunu...ama nasil hissettigimi, seni nasil sevdigimi cok iyi hatirliyorum.Cok ozledim seni,kucagina yatabilmeyi, elini tutabilmeyi, seni opebilmeyi, sana sarilabilmeyi, bazen incir cekirdegini doldurmayacak seyleri sana hungur hungur aglayarak anlatabilmeyi...Cocuktum sen gittiginde, seni taniyamamistim aslinda, o yuzden daha da cok ozluyorum simdi seni belki de.bazen birini sana benzetiyorum, yuzundeki bir cizgi ya da sac rengi bana seni animsatiyor, sana benzemese de sensin gibi geliyor, seni gormek istedigimden midir karsimda o an bilmiyorum...ama gercek olamayacak bir hisse kapildigimi anliyorum, sonra sacmalama diyorum, deliligin kenarindan donuyorum, ama dedim ya cok ozledim seni...Bazen senden bahsetmek cok zor geliyor bana, cunku cok canim aciyor, seni gommus olmak zaten zor, simdi o topragi eseleyip de anilarla birlikte seni ordan cikarmaya benim gucum yetmez ki..o kadar da guclu degilim, evet beni sen buyuttun ama bunlari hic ogretmedin ki!ama sana kizmiyorum, bu kadar erken gittigin icin, gitmen gerekiyordu gittin, vedalasacak zamanimiz oldu en azindan..gerci ben hic hazir degildim o vedaya; kendimi de hic hazirlayamadim ama o gun geldi bir gun...belki hep icten ice bildim gelecegini ama hic solemedim kendime, gittigini de cok sonra soyleyebildim zaten, hele geri gelmeyecegini...umarim her nerdeysen "ah be cocuk" deyip gulumsuyorsundur bana ordan..uzuluyorum diye kizma bana..
cunku seni cok ozledim anne..