ihanet Kemalizmin içine Sızmıştır isimli yazımdan sonra ilk-Kurşun Gazetesiyle yollarımız ayrıldı. Öncelikle gazetenin genel yayın yönetmeni Güneş Erkula hakkını teslim edelim, ayrılmamam için elinden geleni yaptı; ancak mermi yola çıkmıştı, sonrasını bilen biliyor O yazıdan ve ayrılıştan sonra her türlü ulusalcı sitede yayınlanan yazılarımın yayını bir anda kesiliverdi; çok meraklısı olmasam da, daha kalabalık kitlelere ulaşmak, daha büyük etki alanları yaratmak elbette benim için esas olandı. Çünkü ben çırılçıplak bir adamım, çırılçıplak bir Kemalist! Ne aydınlıkçı, ne tarafçı, ne de etrafçıyım; sosyalist yanım bile Kemalist ilkeler ışığında törpülenmiş, ona göre yorumlanmıştır; kimim kimsem yok yani
Muhtemelen bu yazıdan sonra daha ağır ambargolarla karşılaşacağım açık; olsun, bu kalem ve bu kâğıt olduğu sürece tarihe not düşmeye devam edeceğim
Öncelikle şunun altını çiziyorum ve diyorum ki; Aydınlıkçılara karşı olan eleştilerim teori ve teorisyenleri bazındadır; yoksa her türlü çaresizlikten dolayı ne yapacağını şaşırmış, kime gideceğini bilemeyen, denize düşünce yılana sarılanlarla ilgili değildir. Zaman ve mekân kavramı ve önceliğinden doğan belli mecburiyetlerin neticesinde doğal olarak gelişen ve pek de detaya inilmeden gerçekleşen fikirsel birliktelikleri yargılamak ve hüküm vermek haddim değildir, eleştirimi yapar, tavrımı koyarım; yani kısaca, üzerime düşeni yapmak fikirsel ahlakım neticesinde benim için bir gerekliliktir. Bazılarının deyimiyle etik olandır. (Oysa ahlak anlam itibarıyla etik denen kelimenin kapsadığı alanın ötesinde başlı başına bilim sayılır; -bilimdir de- bu da birilerine ders olsun, batı hayranı aydın müsveddelerine ve onların sempatizanlarına )
Bazen bir karmaşa, bir olağanüstülük karşısında insanî zekânın çok kolay hatalar yaptığını ve yanlış kararlar aldığını hepimiz çok iyi biliriz; geçmişi unutmak ve geçmişte söylenmiş ve yapılmış pek çok şeyi bilmemekten kaynaklanan ve birileri bunları hatırlattığı zaman da Şimdi sırası mı! ya da ya kardeşim şimdi birlik zamanı, bir olma zamanı tarzında yaklaşımlarla, doğruyu söyleyeni veya hatırlatanı linç etmek de sık rastlanılan bir durumdur. Atalarımız bu durumu; doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar cümlesiyle tanımlamıştır.
Uzun zamandır suçlandığımız ya da bazılarının aklandığı tek konu, içeride-dışarıda olma konusudur. Bugün içeride veyahut dışarıda olmak kişisel tercih meselesi değildir; bugün başımızda bulunan faşist yönetimi yarın nasıl bir karar alıp ve o kararı nasıl bir hukuki süzgeçten geçirdikten sonra uygulamaya sokacağı belirsizdir. Dolaysıyla, bugün Aydınlıkçıları eleştirdiğimiz için bizi suçlayanlar, yarın biz içeri alındığımızda da bizleri savunacak değildirler. Bunu neden üzerine basarak ifade ediyorum; sizler de iyi bilirsiniz ki adı sıklıkla geçen dört-beş kişinin dışında diğerlerinin ismini pek telaffuz etmezler
Oysa dün; Kemalist Burjuvazi işçi ve Köylüleri insafsızca Sömürerek Hızla Zenginleşti
Bütün bunlara rağmen Kemalist burjuvazi zaferden itibaren hızla zenginleşerek, emperyalistlerle uzlaşan Kemalist burjuvazi, devlet iktidarını kullanarak hızla büyüdü. işçi ve köylüleri insafsızca sömürdü.
Oysa Kurtuluş Savaşının burjuva önderliği, halk kitleleriyle birleşmedi; tam tersine toprak ağalarıyla ittifak yaparak halkı baskı altına alan bir diktatörlük kurdu. Sovyetler Birliği ve dünya halklarıyla dostluğunu sağlamlaştırmadı; tam tersine emperyalistlerle uzlaştı.
Kemalist iktidar, en tabii hakları için mücadele eden işçilere vahşice saldırdı. Ağır bir baskı rejimi kurdu. Yabancı patronları destekledi. Onların menfaatleri için işçileri katletti. işçi sınıfının bütün hakları gasp edildi. Grev hakkı ve teşkilatlanması yasaklandı. işçi sınıfımız boğaz tokluğuna çalıştırılarak, yerli ve yabancı patronların elinde köleliğe mahkum edilmek istendi. Burjuvazi, değişik milliyetlerden işçileri birbirlerine karşı kışkırtarak işçi sınıfını parçalamaya çalıştı. Irkçılığı körükledi. Yabancı kapitalistler de, azınlık işçileri çalıştırarak bu politikayı desteklediler. işçi sınıfının her mücadelesi şiddetle bastırıldı. Senelerce zindan cezaları verildi. Polis, grev düzenleyebileceğinden şüphe ettiği kimseleri bile tutukladı, baskı altına aldı.
Fiyatların hızla yükselmesi, karaborsa ve vurgunculuğun alıp yürümesi: halkın ağır bir açlık ve sefalete düşmesine neden oldu. işsizlik had safhaya vardı. Tarım ürünlerinin fiyatlarındaki düşüş, geniş köylü yığınlarının daha da yoksullaşmasına, topraklarını toprak ağalarına kaptırmalarına yol açtı.Buhranın yükünü emekçi halkın sırtına vurmak için vergiler arttırıldı. Yeni vergiler kondu. işçi sınıfı ve bütün halk üzerindeki sömürü ve zulüm tahammül edilmez bir hal aldı. Halkın her türlü demokratik hakkı gasp edildi. Her türlü teşkilatlanma yasaklandı. Kürt halkı üzerindeki eritme politikası hızlandırıldı.
Fakat biz aynı zamanda, Kemalist diktatörlüğün işçi ve köylüleri ezen burjuva karakterini açıkça ortaya koyar ve onunla mücadele ederiz. Biz, Kemalist diktatörlük tarafından demokrasi isteği ve teşkilatlanması zorbalıkla bastırılan işçi sınıfının ve bütün Türkiye halkının, kurşunlanan işçilerin, insafsızca sömürülen köylülerin, defalarca katledilen Kürt milliyetinden halkın temsilcileriyiz. Bütün bunları uygulayan burjuvazinin sınıf diktatörlüğünün başındaki Atatürke karşıyız. Çünkü biz tarihin en ilerici sınıfı olan ve kendisiyle birlikte bütün halkı kurtaracak olan işçi sınıfının ihtilalcileriyiz. (Kaynak Yayınları 104- Türkiye ihtilalci işçi Köylü Partisi Davası-Savunma (Sf. 193-211))
Yukarıdaki alıntıyı yazısında yayınlayan Bedri Baykam soruyor; Çok esef verici değil mi? işçilere vahşice saldıran Kemalist iktidar sözleriniz, sizin deyiminizle hangi yıllarda revizyona uğradı da bugün bize ve Türkiyeye, Kemalizmin erdemlerini öğretmeye kalkışıyorsunuz,.Sn. Perinçek?
Yukarıdaki vahametin sahibi -ne yazık ki- bugün bu milletin karşısına Kemalist lider olarak çıkarılmakta ve eleştiren herkes tu kaka ilan edilmektedir ve bu kirli ilişkiler ağında kendilerini Kemalist(!) diye adlandıran pek çok yazar da bulunmaktadır. Yazarken çizerken mangalda kül bırakmayanlar; Ulusal Kanal ve Aydınlık Gazetesinden köşe kapmak, program sahibi olmak uğruna ne hikmetse bu konulara hiç girmemektedirler. Diğer pek çoğu da ufukta köşe ve program kollamakla geçen vakitlerinde Kemalizme dair sert satırlar karalar gibi görünse de; birazdan vereceğim daha vahim örnekleri bile görmezlikten gelebilecek kadar şahsi çıkar ve mevki peşindedirler Şimdi yineliyorum; yukarıdaki alıntıyı okuyup ve halen daha midesi kalkmayan bir Kemalist varsa, beni de çakallar yesin! Bu ikiyüzlülüğün arkasında yatan nedir! Nedir bunca ulusalcı yazarı bunları yazmaktan, konuşmaktan, dillendirmekten men eden, allah aşkına
Bedri Baykamın aynı yazısında Perinçekin Kıbrısla ilgili şu sözlerine yer verilmiş:
Yağmacı Türk işgalciler Kıbrıstan çekilmelidir
Türkiyenin işgale dayanarak herhangi bir çözümü Kıbrısa zorla kabul ettirmesine karşıyız.
Coğrafi federatif sistem adı altında Kıbrısın fiilen taksim edilmesine Kıbrıs halklarının birbirinden tamamen koparılmasına karşıyız ( ) Bugün Rum milliyeti Türk işgalcileri tarafından uygulanan milli baskılar altındadır. Kıbrısta yağma ve talana son verilmelidir.
(Aydınlık Yayınları 1975 Kıbrıs Meselesi (Doğu Perinçek) / Teori Dergisi -Kasım 1993 Sayı 47 SF.16-20)
Kürt sorunu(!) hakkında ise:
Eğer Kürt ve Türk halkları, iradelerini devrimci bir birleşme yönünde kullanırsa, Demokratik Halk Cumhuriyetinin yönetimine eşit haklarla katılacaklardır. Demokratik Halk Cumhuriyeti, milliyetler arasında, her alanda tam bir hak eşitliğini gerçekleştirecektir. Halk Cumhuriyeti içinde birleşmenin, hangi biçimde olacağını halkların hür iradesi tayin edecektir. Federasyon veya bölgesel özerklik biçimlerini seçmeye, halklar karar vereceklerdir. Kürt halkının temsilcileri, Demokratik Halk Cumhuriyetinin yönetimine bütün kademelerde katılacaklardır. Kürtçe, Türkçe gibi resmi devlet dili olacaktır. Kürtlerin kültürleri üzerindeki her türlü baskı son bulacak, Kürt halkı, devrimci kültürünü, kendi milli özelliklerine uygun olarak serbestçe geliştirecektir.
Serdar Ant, pek çok defalar, geçmişten günümüze geniş değerlendirmeler ve gerçekçi karşılaştırmalarla bu zig-zaglı ve oldukça değişken görece- süreci tüm çıplaklığıyla göz önüne sermiştir; aldığı mükâfaat ise dışlanmak olmuştur. Şeyh Sait Bir ULUSAL ŞAHSiYET mi? isimli yazısında şunları aktarıyor, aynen:
Şu anda işçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin, 18 Haziran 1994 tarihinde, Ankarada, işçi Partisi Genel Merkezinde işçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı olarak bir konferans verdi. Bu konferansta yapılmış konuşmanın metni, işçi Partisinin yayın organı Teori dergisinin Ağustos 1994 tarihli 56. sayısında Ulusal inkârcılık Üzerine başlığıyla yayınlandı. işte o konferansta Mehmet Bedri Gültekin Şeyh Sait hakkında aynen şu değerlendirmeyi yapıyordu:
Kürtlerin önemli bir kısmı açısından Şeyh Sait değer verilen bir yere oturtuluyorsa, bizim buna karşı saygılı bir tavır içinde olmamız gereklidir. Yani bir tarihi kişilik olarak, bir ulusal şahsiyet olarak değer veriyorlarsa, ulusal mücadele içinde Şeyh Saiti bir yere koymaya çalışıyorlarsa en azından o ulusal harekete, ulusal duygulara saygının gereği olarak buna saldıran bir tutum almamalıyız.
Mehmet Bedri Gültekinin bugün farklı düşündüğü iddia edilebilir mi peki?
Sanmam Zira Şeyh Sait konusunda benimsenen bu tavır ilkesel tutumu, genel bir tavrı yansıtmaktadır. Bu nedenle Mehmet Bedri Gültekin 1994te böyle düşünüyordu, ama artık fikrini değiştirdi demek mümkün değildir. Çünkü Şeyh Sait, 1994te de bugün de aynı Şeyh Saittir.
Dahası, 1994 yılındaki bu konferansta Mehmet Bedri Gültekin, Şeyh Saiti Kürtlerin bir ulusal şahsiyeti ve saygı gösterilmesi gereken biri olarak nitelemekle kalmamakta, Atatürke de saldırmakta, onu Kürtlere katliam yapmış bir insan olarak nitelemektedir. Şunları söylüyor Mehmet Bedri:
Siirtteki bir Kürt açısından kimdir Mustafa Kemal? Ulusal katliam, Kürtlere katliam yapmış bir insandır. Bu da doğrudur. Dolayısıyla Mustafa Kemalin Türkler açısından taşıdığı anlamın Kürtler açısından var olmasını bekleyemeyiz.
Serdar Ant, düne ilişkin verdiği örnekleri bugün ile birleştirmesini ve bugünden yarına uzanacak olan ihanetin ipuçlarını çok iyi belirlemekte ve gerçek bir aydın olarak üzerine düşeni fazlasıyla yapmaktadır.
Ve Serdar Antın aynı yazısından:
Tabii Kemalist Devrim-1, Teorik Çerçeve isimli kitabında Kemalist rejim, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. Kemalizm, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı. (s.9) diyen Doğu Perinçek, Mehmet Bedri Gültekinin Mustafa Kemali Kürtlere katliam yapmış bir insandır şeklinde tanımlamasına ne der, bilemem! Ama Doğu Perinçekin Şeyh Saite kıymet atfedenleri, onu Atatürkün karşısına dikenleri örneklemek için Diyarbakıra gitmesine veya Suudi Arabistandan Kuveytten, irandan örnekler vermesine gerek yok! Şu anda kendisinin vekili olarak işçi Partisi Genel Başkanlık koltuğunda oturan kişiye baksın yeter!
Doğu Perinçek geçmişle ilgili bir özeleştiri yapmamıştır; daha ziyade buna gerek görmemiştir, çünkü her sorulduğunda; Kemalizm bizim için bir geçiş sürecidir diyerek; aslında kraldan çok kralcı olanlardan daha samimi davranmıştır. Aydınlıkçı hareketin genlerinde her zaman varolan Maocu gelenek aslında bu geçiş süreci içersinde arka plana itilmiş görünse de, temelde geçmiş ile bugün arasında bir fark yoktur.
ihanet Kemalizmin içine Sızmıştır isimli yazımdan dolayı beni CGBye saldırmakla suçlayanların ve o suçlamalara ses çıkarmayanların seçimlerden sonra herhangi bir özeleştiri yaptığına da şahit olmadım. Oysa benim DAVAm, kişilerden çok uygulamalarla ilgilidir ve ben o yazımda CGB gibi oluşumların aslında bir başarı getirmekten ziyade, halkta var olan Atatürkçü yapıya zarar vereceğini örneklerle açıklamıştım. Bağımsız adaylarla seçime giren BDP tam bir başarı sağlarken, hiçbir CGB adayının seçilememesi ve hep de seçilebilecek yerlerden aday olmalarına rağmen seçilmemelerinin nedenleri üzerinde kimsenin durmaması da ayrıca çok ilginçtir. Bunun arkasında yatan temel sebep; Kemalizme giren Aydınlık virüsüdür! Halkı sadece, feysde yazı paylaşanlar ve Ulusal Kanal izleyicilerinden müteşekkil sayan bu düşüncenin yanılmasının vahameti, halkı; Atatürkçü düşüncenin hiç de sanıldığı kadar güçlü olmadığı fikriyle yüzleştirdikten sonra arkasında bıraktığı hayal kırıklığıdır! Bu yıkımın faturasından sorumlu olanlar kendilerini çok iyi bilmektedir, gerisini de siz okuyucuların bulması fena olmaz yani
ABD'li Senatör McCain: Suriye düşerse iran ı kolay yeriz!
Amerikan basınında ağızları salyalı haçlı neferleri böyle çığlıklar atıyorlar.. Geçen Pazar günü Cumhuriyetçi partinin iki ünlü senatörü John McCain ve Lindsey Graham kana buladıkları Afganistan ziyaretleri sırasında kükrüyorlardı:
Suriye deki asiler acilen silahlandırılmalı! Suriye hükümetinin düşmesi sağlanmalı! iran ı güçsüzleştirmek için etkili adımlar atılmalı!
Hatırlatalım, senatörlerin ikisi de Senato'nun Silahlı Kuvvetler Komitesi üyesi.
Haritada sınırlarının değişeceğini ifade ettikleri ülkelerden birinde kana buladıkları Afganistan ziyaretinde, salyalarını saklama zahmeti göstermeden basına konuştular:
iran ve Rusya Beşar Esad ı silahlandırıyorsa, biz de katledilen grupların kendilerini savunmalarını sağlamalıyız!
Savaş lordları ince bir ayrıntıya da dikkat çektiler:
ABD Silahları doğrudan yollamak yerine, Arap Birliği ya da başka bir 3. Dünya ülkesi üzerinden yollamalı!
Ve basın toplantısını Dünyaya barış güvercileri uçurarak bitirdiler:
Suriye de iran ı yalnızlaştıracak bir rejim değişikliği olursa, huzura kavuşacak dünya!
Bu haberi yapanlar haberin kendisi kadar ilgi çekiciydiler.. Bölgede fink atan gazeteciler Kahire nin istihbarat gülü Liam Stack, Beyrut ta konuşlanmış Neil Farquhar ve Suriye de kirli işler döndüren ve adı saklanan bir başka ajan!
Dinlerini parça parça edip hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara yapıp ettiklerini haber verecektir.
"8 eylül 2011 pazar günü, sky turk televizyon kanalında gürkan hacır'ın sunduğu "şimdiki zaman" adlı programda stüdyo konuğu olan mete akıncı, 20. yüzyılın büyük devrimcileri che guevara ve fidel castro'yu aşağılayan, değersizleştiren, tamamı asılsız, kara propagandaya dönük sözler söyledi.
bu konuşmamda sizlere, mete akıncı'nın söylediklerinin hiçbirinin doğru bir bilgi, belge ya da kaynağa dayanmadığını, tamamının yalan olduğunu kanıtlayacağım"
"Başarılı bir asker, devrimci bir devlet adamı.. Kendi kaderini ulusuyla birleştiren bir adam. 1915'te Çanakkale'de ingilizlere tarihlerinin en büyük yenilgilerinden birini yaşattı. 1918 yılında 1. Dünya Savaşı'ndan yenilgi yüzü görmeden çıkan tek Osmanlı komutanıydı. Dört yıl sonra halkını etrafına toplayarak, emperyalist güçlerin desteklediği işgalci Yunan güçlerini yendi ve ulusal bağımsızlık yolunu açtı. 1923 yılında Osmanlı imparatorluğu'nun yıkıntıları üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu ve ilk cumhurbaşkanı oldu. Ektiği demokrasi tohumları sayesinde Türk Ulusu içeride ve dışarıda birçok zorluğa göğüs gerdi. Stalin O'nu faşist olarak niteledi. Hitler ve Mussolini komunist olarak gördü. Bazıları da diktatör dedi. Halkıysa ona "Atatürk" dedi."