bilgisizlikten, cehaletten kaynaklanan ve biraz da eziklikten dolayı türk milletinde yaygın olan düşüncedir.
olayın aslı şöyledir
beğenmediğimiz 28 şubat etkisindeki Türkiye Cumhuriyeti hükümeti uluslararası kamuoyuna tüm gücüyle baskı yaparak teröristbaşının ülkeden ülkeye kaçmasına neden olmuştur, şamdan ayrıldıktan sonra hiçbir ülkede dikiş tutturamayan öcalan son durak olarak yunanistan parlamentosundan birkaç milletvekilinin desteğiyle geçici bir süreliğine kenyaya uçmuştur, devlet başkanı edasıyla nairobi havaalanında garip tavırlar takınan öcalan FBI görevlilerinin dikkatini çekmiştir.
nairobi havaalanında abdnin yerel polislerinin yani FBI görevlilerinin bulunmasının nedeni ise 5-6 ay önce Kenya'da ABD büyükelçiliğine düzenlenen bombalı saldırıdır.bu saldırı üzerine abd kenyanın uluslararası havaalanlarını kendi denetimine almıştır.
öcalanın hal ve hareketlerinden şüphelenen FBI görevlileri gizlice fotoğrafını çekmiş ve pentagondaki karargaha yollamışlardır, gönderilen fotoğrafı islamcı terör örgütü liderleri listesinde bulamayan abdli yetkililer durumu sonradan çözmüş ve aponun kenyada olmasına bir anlam verememişlerdir.
bir kaç saat sonra türk yetkilileri arayıp evraka! evraka! diye müjdeli haberi vermişlerdir.
teröristbaşına yapılacak operasyon konusundaki tek şartları ise öcalanın kendi kontrolleri altında olan havaalanında öldürülmemesidir, bunun dışında idam etmeyin, idamı kaldırın veya yolda giderken öldürmeyin diye herhangi bir telkinde bulunmamışlardır.
konu Mit Bordo Bereliler El Ele Safari Operasyonu adlı kitapta ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
aha bu da satın almak isteyenler için kitapyurdu linkidir. http://www.kitapyurdu.com...tap/default.asp?id=455785
cumaya gitmek için öğleden önce son derse girmemek için arkadaşlarıyla birlikte izin alıp, bu izni öğle arası ile birleştirerek topluca cumaya değil play station oynamaya giden velettir.
dini şimdiden şahsi eğlencesine alet etmeye başlamıştır,muhtemelen ileride dini siyasete ve ticarete alet ederek çok iyi yerlere gelecektir.
bir de gerçekten cuma namazına gidecekler vardır onlara da allah akıl fikir versin denir.
Hergenekon soruşturmasındaki en iddialı ithamlardan birisi de faili meçhul cinayetlerdir. Gözü pek karnı tok savcılar "Yüksek Şeref ve Liyakat Madalyası" sahibi, özü sözü bir PeKaKa itirafçılarının yönlendirmeleriyle BOTAŞ'ın bütün asit kuyularına, Şırnak'ın bütün askeri arazilerine girmiş olmalarına rağmen somut bir delil elde edemediler. Tek bulabildikleri üç-beş hayvan kemiğinden ibaretti.
Sizlere yine dost meclisimdeki mazide kalan anılardan yola çıkarak, dünyadaki bütün hayvan hakları savunucusu dernekleri harekete geçiren meçhul cinayetler zincirini ele alacağım. Anlatacaklarım itiraf niteliğindedir.
Yılda bir kere, başta sayın bendeniz olmak üzere örgütün bütün güzide elemanları Sedat'ın -Popcorn değil çiğköfte Sedat-düzenlediği sıra gecesine katılmak üzere Urfa'ya giderdik. Uğrumuza kuzular çevrilir, davullar zurnalar eşliğinde halaylar çekilir, havaya sıkılan keleşlerin sesi yeri göğü inletirdi. Etkinlikler tam 7 gün ve 8 gece sürer yüksek katılım sebebiyle örgüt için adeta bir kongre görevi görür, son gece çok önemli kararlar alınırdı.
Halaybaşında Cemal, davulda Korkut, zurnada Kamil, saz ekibinde Teoman, Abdullah, Levent, Atilla, keleşlerin başında ise Arif vardı. Ben de obur bir gurme olarak fıstık kebabından ciğer kebabına, boraniden lebeniye kadar ne var ne yok hepsini amuduyla götürüyordum. Yemekler lezzetli oldukları kadar acı, acı oldukları kadar da lezzetliydiler. Hele Sedat'ın acılı çiğköftelerine diyecek yoktu. Ancak o sene bütün bu lezzetli acılardan başka gerçekten acı olan bir şey vardı: Yedi düvele meydan okuyarak kurduğumuz, uğruna binlerce şehit verdiğimiz "kudretli" devletimizin bölgede esamesi okunmuyordu. Bütün yollar kesiliyor, karakollar basılıyor, başta okullar olmak üzere bütün devlet daireleri yakılıyordu. Milyonlarca dolar harcadığımız "gözbebeği" ordumuz biçare, "yüce" Meclisimiz ise ölümden kılpayı kurtulmuş teröristlere yardım ve yataklık etmekle meşguldü.
işte bu ahval ve şerait içinde bizleri çok önemli görevler bekliyordu ve sekizinci sıra gecesinin sonuna gelmiştik. Bunca ziyafetin ve şişen işkembenin ardından ne görev verilirse yapmaya hazırdım.
Görev dağılımı demokratik teamüllere tamamen uygun bir şekilde Veli tarafından yapılıyordu. Gençliğimden ve züppeliğimden, tabi biraz da yakışıklılığımdan, mütevellit bana çok keyifli bir görev verilmişti. PeKaKa'nın ekonomik ve lojistik kaynaklarını kurutmak için sağda solda fink atan cillop gibi manitaları kesiyor, hepsiyle tanışıyor ve one night stand takılıyordum. Hatunlarla geçirdiğim bu tek gecelerde de hepsinin dillerini çözüyor; soy, sop bilgilerinin yanısıra yakınlarının terör örgütü ile olan bağlantılarını öğreniyor ve üstlerime bildiriyordum. Ekipler o kadar hızlı çalışıyorlardı ki, ben daha yorgunluğumu üstümden atamadan PeKaKa'ya yardım ve yataklık edenler asit kuyusunu boylamış oluyorlardı. Arada sırada kurunun yanında yaşın yandığı da olmuyor değildi. Performansından tatmin olmadığım veya fazla naz yapan hatunların ailesini çiziyordum, ne olacak ha bir eksik ha bir fazla.
Gel zaman git zaman bu operasyon böyle uzun bir süre devam etti. Artık çarşıda pazarda güzel hatunlara pek rastlanmıyor, güzellerin de ağzını bıçak açmıyordu. Bunlar operasyonun başarılı olduğunun göstergeleriydi. Bölgede ve ülkede durum fazlasıyla normale dönmüştü, öyle ki daha general bile olmamış bir komutan çıkıp Suriye'yi tehdit edebiliyor, hükümet ve dışişleri başdöndürücü bir diplomasi yürüterek terörist başı ile adeta ebe-sobe oynuyordu. Bu normalleşmeden faydalanmakta hayvan hakları savunucuları da boş durmuyordu tabii.
Dünyanın dört bir yanından gelen bu aktivistler, telef olan hayvanların dökümünü çıkartmış ve çok geçmeden sorumluların -yani bizlerin- cezalandırılması için eylemlere başlamıştı.
Hikaye burada biter.
Yıllar yılları kovaladı,nihayet tanık koruma programının çıkması ile her yerde peydahlanan PeKeKe itirafçıları ve özel yetkilerle donatılmış süper kahraman savcılar sayesinde bu aktivist arkadaşların haklılığı ortaya konulmuş oldu. Yapılan bütün kazılarda hayvan kemiklerine rastlandı. Örgütün fedailerinin öldürdüğü hayvanların...
Zekeriya iş çıkışı yorgun argın evine dönüyordu, trafikte iki saate yakın yol almış ve karnından gelen gurultular kulak tırmalayacak seviyeye gelmişti. Evin ışıkları yanmıyordu demek ki eşi eve hala gelmemişti. Eşi haftanın en az beş günü böyle yapıyor, eve ya geç geliyor ya da hiç gelmiyordu. Yani bu Zekeriya'nın alışkın olduğu bir durumdu ve bunu hiç sorgulamıyordu.içeri girer girmez mutfağa yöneldi ama evde yemek namına tek bir şey yoktu. Çantasını bırakıp evden çıktı, kahveye doğru yürümeye başladı, yolda pideciye uğrayıp iki tane kıymalı siparişi verdi.
Zekeriya kahvede büyük saygı görüyor ve herkes tarafından çok seviliyordu. Oyun arkadaşları Hasip, Sırrı ve Osman her zamanki yerlerinde oturmuş Zekeriya'yı bekliyorlardı. Aynı ekip hemen hemen her gece batak çeviririlerdi, Zekeriya sabit kalmak şartıyla diğerlerinin yerine Ekrem, Şamil veya Fehmi gelirdi.
Pideci siparişleri getirmeden Zekeriya'nın eşinden bahsetmek istiyorum, zira o gelince kahvede ufak çaplı bir kıyamet kopacak.
Aysel Hanım esmer tenli, sırma saçlı, etine dolgun, yüzüne bakmağa bile doyamayacağınız cillop gibi bir manitaydı. Bütün kahve milletinin Ayselde gözü vardı. Birçoğu da Aysel ile birkaç güzel gece geçirmişlerdi. Bu işi gizli kapaklı yapmıyor, etrafda dillendirmekten çekinmiyorlardı, içlerinden bazıları ilişkilerini videoya çekmiş hatta bazı paylaşım sitelerinde paylaşmıştı.
Zekeriya işte böyle bir hatunla evliydi ve kahve milletinin insanları tarafından çok sevilip sayılmasını altında da bu yatıyordu. Eşiyle ilgili söylenenler defalarca kulağına geldiyse bile hiç aldırış etmemiş hiçbir tepki vermemişti. Hatta Aysel'in videolarından bi tane edinmişti. Eşinin eve gelmediği geceler bu video ile idare ediyordu.
Mahallenin geneli bu durumdan son derece memnunken, tepkili olanlar da yok değildi. Özellikle Aysel'in akrabaları Zekeriya'yı hiçbir tepki vermediği için topa tutuyorlardı. Bazıları bu tepksiziliği Zekeriya'nın korkaklığına bağlarken bazıları da onun ikditarsız olduğunu düşünüyordu. Kahvede işler iyiydi ama bu tepkiler iyice can sıkıcı bir hal almıştı. Herkese nasıl cesur bir insan olduğunu eşine nasıl sahip çıktığını göstermek istiyordu ve bunun için de ortam kolluyordu, derkennn!
Pideci çırağı siparişleri getirdi ve Zekeriya'ya dönüp
-Abi yenge yine minileri giymiş Tüpçü Abdullah'ın dükkânına gidiyordu. Dedi
Zekeriya'nın beklediği fırsat eline geçmişti. Çırak zayıf, çelimsiz, henüz 20 yaşında yetim bir çocuktu.
Diyerek çırağın üzerine yürüdü. Çırağı kahve milletinin gözlerinin önünde evire çevire, bağıra çağıra, ağzını burnunu kırarak dövdü. Sonra dönüp kahve milletine seslendi.
-Eşim benim namusumdur! Az önce hepinizin de gördüğü gibi namusuma göz diken bu azgın herifi cezalandırdım.Eşime bir tek laf söyletmeyeceğim gibi ona göz koyanları da cezasız bırakmam.
Kahve ahalisi de durumdan memnun bir şekilde goygoyculuk yapıyor Zekeriya'yı alkışa tutuyordu.
Zekeriya da aldığı gazla çırağı bir posta daha dövüp dışarı attı. Bu sırada tüpçünün çırakları Ekrem, Şamil ve Fehmi kahveye geldiler. Her zamanki masalarına yönelip, Sırrı'ya dükkânın anahtarını bıraktılar.