üst katımda oturan kız çocuğudur. sanırım bu yıl konservatuarın üçüncü sınıfında olmalı. Arkadaş bir "la bamba" çıkaramadı üç yıldır. O kadar üflemeye boru dile gelir lan.
Bazı adamlar vardır ki, tarih kendi telaşı içinde gözden kaçırır onları. Birilerine de hakkında not düşmek zorunluluğu doğar. Kitap dünyasının atom karıncası, edebiyat ve insan aşığı ama hepsinden öte canım kardeşim olarak tabir edebileceğim Namık, dün tüm anılarımızı yanına alarak ebediyete yürüdü. Bu ülkede namuslu yayıncılar kitaptan söz ederken "mal" demiyorlarsa biraz Namık'a borçluyuzdur bunu. Ve yine bu ülkede kitaba ihtiyacı olan binlerce çocuğun yüzünde tebessüm oluşmuşsa, Namık ağabeylerinin mürekkep kokan elleriyle kavuştukları içindir kitaplarına. Kimi insan için "öldü" denemez, kelimeler yaşadıkça Namık Kemal Atalay da yaşayacaktır. Yazının söküldüğü o ilk günden itibaren insanlık tarihini kaleme alan kim varsa, Namık geride bıraktıklarına onların arasından gülümseyecektir. Bir gün dilerim senin kadar iyi bir insan olabilirim sevgili kardeşim. Nur içinde yat. Tekrar görüşüp, gülüşmek üzere...
Asmalı Mescit'in "Yakup ağabeyi". Az önce yitirmişiz. Akrabası olan merhum Refik'le birlikte sanat ve edebiyat dünyasına tezgah arkasından tanıklık eden barbayani'ydi kendisi. Ağır ve edepli ağabeyimizdi. Özleyeceğiz muhakkak...
Belki de bu yüzden hiç aldatmadım bu sözlüğü. Bana biraz da doğduğum mahalleyi hatırlattığı için. Hani bir zamanlar her mahallenin yakışıklı ağabeyleri olurdu. ipe sapa gelmez mevzulardan kapışırdınız iki arkadaş. iş kafa gömüp, tekme sallama aşamasına geldiğinde bu ağabeyler devreye girerdi. "Durun lan, siz kardeşsiniz" tespitinin hemen ardından iki sıkı şamarla size aslında kim olduğunuzu hatırlatırlardı. Devir zıvanadan çıkınca böyle akil adamların mahallelerden firar edip sözlüklere sığındığını düşünüyorum ben. Hemen ses versin bir kaçı!
Tarih yazıyla sabit bir şey. Araya harften çiviler çakmadıkça ikili bir karanlık çağ yaşanıyor. insan ömrünün altı ayının karanlıkta kalması hoş değil. Kınıyorum kendimi. Hoşbuldum bu arada, ne yalan söyleyeyim?
Aslına bakarsanız tdk'dan başka sözlük tanımam. fakat azizim şu an yazdığım sözlüğe yönelik klon suçlaması yıllardır sinirimi bozuyor. Dolly mi lan bu? kaldı ki dolly dediğin kıllı, bir koyun olarak milyonlarca koyun arasında markalaşmış bir yere sahiptir. adı olan kaç koyun sayabilirsin uykuya dalmadan önce? neyse, saptırmayalım konuyu. geçenlerde bir mağazaya girdim. dünyanın en iyi giyim markalarından bir tanesi alt markalarından birinin üretimini durdurma kararı almış. Nedenini sorduğumda eleman "valla çakmalarının kalitesi orjinaline fark atıyor, başa çıkamıyorlarmış" diye yanıtladı. özet geçersek; bu devirde mesele kimin önce başladığı değil, kimin ipi önde göğüslediğidir. Yemişim klonu falan...
Dün gece saat 04.30 sularında bizim apartmanın kapısında seri şekilde hapşıran bir gence görünmüştür. Yüz benim olmasına benim de o karanlıkta benim cemali gören gencin hapşırığı pat diye kesiliverdi. Attığı çığlığı saymazsak neymiş, hapşırık krizine kesin çözümmüş beni karanlıkta görmek.
Girmeyeli sözlüğe çoğalmış terliksiler. bilgi aldım, biraz daha insanlaştım diyeceğine seri eksiye bağladığı parmağını klavye üzerinde dolaştırıp duruyor işte. keşke beynini de gezmeye çıkarsa şöyle bir bilgi okyanusuna doğru!
Sol sütuna, geçmişe düşülen notlara bakıyorum, yok! Geçip giden hayata, değişen iklimlere, insanın insana koyduğu her virgüle bakıyorum, yok! Siyasetin sözlük anlamına, gündelik atışmalarına, tabelasız kavşaklarına bakıyorum, yok! Ama biliyorum, tarihin bir yerinde elinde çiviyle kil tablete not düşen de, yanındaki kulağa eğilerek "bunu yarına taşı" diye asri sırrı veren de, buğdayını kendi kanıyla sulayıp suda çarığını yumuşatıp kemiren de, fikrin telaşı içinde kelimelerle eskrim eden de iyiliğini istedi hep ülkesinin. Bir ülkesi olanın bir de yarını vardı çünkü. Ülkem için en iyisini istiyorum, doğru! Ülkem var çünkü ne mutlu...
Nur içinde yatsın anneanneme konulan teşhisti. Benim oğlanın doğum haberini verince ışık hızıyla şişleri eline alıp iki ters bir düz patik örmeye başlamıştı. ilk ürünlerinden birini hala cüzdanımda taşırım.
Troya savaşlarında yaşandığı söylenen bir anektoda göre, Hector'un kalkanı parlak yüzeyiyle çok sayıda düşman askerinin gözünü kamaştırmış, ve göğüs göğüse çarpışmalarda yüzlerce Miken savaşçısını Hades'in kayıkçısıyla tanıştırmıştır. (bkz: Cehenneme giden feribot)
yıl 1986 filan. binalar birbirinin üstüne yıkılacakmış kadar yakın durduğu için aradan güneşin hızla kaçtığı kurtuluş sokaklarından birinde yaşıyorum. ikindiye yakın hanelere karanlık çöktüğü için her ampül yanmış oluyor o saatlerde. üniversitede ilk vizelere hazırlanıyoruz arkadaşlarla. gözü hep dışarda olan birimiz farkediyor anuşu karşı pencerede. madam fifinin evi müteahite verip taşındığı apartmanın ikinci katındaki camdan sokağı kesiyor. 'Bak ulan bak' diye dürtüyoruz birbirimizi. o güne kadar baktığımızda gözümüzü kamaştıran bir "mektepte" hayat bilgisi derslerine devam ettiğimiz lale var.o da mektebin ikinci katında veriyor derslerini ama anuş farklı.derslere gömüldüğüm için farketmemişim. taşınalı ay olmuş rahmetli anneannemin dediğine göre. gözüm bir daha ayrılmıyor pencereden. bir vakit sonra kaş göz etmeye başlıyoruz birbirimize. bir vakit sonra da ilk kaçamak yaşanıyor üstün pastanesinin yan sokağında. ayaküstü bir şeyler geveleniyor. sonra mektuplaşmalar. bir ara ev ziyaretleri başlıyor ama temkinliyiz. yıla yakın sürüyor bu hallerimiz. sonbahar kömür kokusuyla çökerken mahallemize okuldan eve geldiğim bir gün annneannemi ağlar buluyorum cumbada. sormadan anlatıyor. paskalyalarıymış ermenilerin. anuş boyalı yumurtalardan getiriyormuş bize. karşıdan karşıya geçerken feriköy otobüsü geçmiş kızın üstünden. yumurtalara bir şey olmamış ama anuşun kabuğu kırılmış. berbat bir ölüm. berbat bir hüzün aynı zamanda. o gün bugün boyalı hiç bir şey yemem. şimdi gdo lu gıdaları filan tartışıyor ya soktuğumun entelleri, boyalı gıdalara bakın diyorum lan. Boyalı gıdalara bakın. öldürüyor işte. biliyorum...
bir yandan yaz gelmiş, öte yandan güneş evlere salvodayken. insanın kalkıp gidesi var ama bir yandan da gövdeye rehavet hakimken. sözlüğü böyle kıpır kıpır görüp insanın kendini sanal bir halk plajında hissetmesi halidir. Deniz, kum, güneş ve apaçiler, hep bir aradayız...
Karsilasilmasi akabinde ilk 10 saniye icinde kaçacak delik aranan, sohbet edildigin de sicakkanli, fedakar, zeki ve ilgili olmasi halinde bir tutkuya donusen, sevgiliniz olmasi halinde özgül ağırlık olarak en agir uyusturucular kadar ezici bir bagimlilik yapan kiz tipidir
Senaryosunu Ethan coen'in yazıp, joel coen'in kameraya çekmeye hazırlandığı bir film projesi hayalidir. müziklerini de leonard cohen yapsa ballı kaymak olur. olur mu olur! (bkz: yeni yıldan dilekler)
Arkadaş sohbetlerinde dönen ezber bir geyik olmaktan çıktığı anlaşıldığı andan itibarıyla tüm televizyon kanallarını teyakkuza geçirip, gazetelerin dörder sayfa yılbaşı ekranı eki vermesine neden olan durum tasviridir. Ayrıca da içsel bir sıcaklık vaad eder ki; o başka bir şey...
18 haziran 2008 saat 11.30 itibariyle gerçekleşmiş olaydır. Yaklaşık beş yıldır TMSF'nin elinde bulunan Kral TV ve Kral FM'i Doğuş Medya Grubu 95 milyon dolar ödeyerek satın almıştır.
Edit; salt Bilgiye eksi oy veren öküzlere bakılırsa sözlük bir başvuru kaynağı olmaktan çıkmıştır. yazık
Bardağın boş tarafına bakıldığında insanın aldığı duygusal haldir. Bu ülkede Atatürk sevgisinin içini boşaltmaya çalışan, Atatürkçülüğü eskimiş bir ideolojik takıntı olarak gösterme gayretindeki din ve siyaset sansarlarının muktedir olduğu gün bu başlık sadece başlık olmayacaktır. Bu ülkenin kıyameti de olacaktır aynı zamanda.
(bkz: Yuh artık)