içeriğini yalnızca okumakla rahatsız olduğum, bildiğime pişman olduğum ve cahili olmakla hiçbir şey kaybetmeyeceğimi düşündüğüm internet. dün bir-iki saat hakkında yazılanları okudum. urban legend tarzı saçmalıkları çıkardığımızda bile, herkesin ortak olarak söylediklerine baktığımızda, elimizde insanın aşağılaşma sınırının olmadığını gösteren iğrenç bir izdüşüm kalıyor. hiç girmedim allah uzak tutsun. her türlü sapıklık ve caniliğin piksel piksel kanıtları varmış öyle deniliyor. ben zevk için, internette gösterilmek üzere adam öldürenlerden, cesetlerle sevişenlerden, tecavüzcü pedofil sapıklardan vesaire pisliklerin varlığından, böyle adamların yaşadığından haberdar olduğumda kendime gelememiştim uzun bir süre. nasıl geleyim ki insan kendi iradesiyle nasıl böyle şeyler yapabilir diye düşünmüştüm. kötülükten öte birşey çünkü bu. şeytanın ben sizden değilim diyeceği bir nokta.. bunların yapılışını izlemek hasta ruhluluktur. açık net..
tekrar karşılaştım bir anda bugün bu şiirle. beğenmenin hayranlığın ötesine giden şiirler yazı olmaktan çıkar. karakter kazanır, beden bulur içinde yer etmişler için. ben de bugün tekrar karşılaştım bu şiirle. iki yıl öncesindeki halimle şimdiki halimi yanyana koydu ve şimdiki halime okkalı bir tokat attı. anlayamadım bile şiirin ne dediğini. muştucudur. uyarıcıdır.
ismini sol çerçevede görünce bir anda bir hoş olduğum şair. zengin hayallerin peşinde koşan adam. içini bu kadar güzel tutabilen kişinin şair olması gerektir zaten. yoksa şairliği mi içini güzel tutmuştur bilmiyorum ancak sevgimiz çoktur. allah rahmet eylesin.
kazanamayacaktır. liyakat yahut kifayet ile alakası yok biliyorsun. sadece şansı yok adamın. çünkü çok efendi. çünkü bağırmıyor. çünkü etrafa saldırmıyor. böyle bir adamı aday gösteren mhp ve chp'nin kafasını merak ediyorum. hani devlet bahçeli ile k.kılıçdaroğlu nirvanaya falan mı ulaştılar acaba. türkiye siyasetinin pisliklerinden kurtuldular ve norveç'te siyaset yaptıklarını mı düşünüyorlar artık. kafalar kafalar.
sevgiliyle bol aşkımlı, canımlı, cicimli, hayatımlı, bitaneli vıcık vıcık sevgi dolu bir konuşmanın sonundayızdır x(ben) y(sevgili)
x- hadi yat artık yorgunsun
y- tamam yatıyorum aşkım
x- seni seviyorum
y- seni seviyorum deyip beni yatıramazsın. sen öyle deyince ben uyuyamıyorum biliyorsun
x- e ne diyeyim sevmiyorum mu diyeyim
y- (en yumuşak sesiyle) bacağına kurşunu yersin aşkımmm
feadalitenin hortladığını düşündüren surlarla çevrili büyük ve zevksiz, hiçbir ulusun ve dönemin mimarisini taşımayan karaktersiz rezidanslar, yaşam merkezleri bir an önce yıkılmalı. o kuleler var ya onlar işte..
2000 sonrası yapılan tüm avmler yıkılabilir. 2000 yılından önce yapılmış avmler mimari birer şaheser mi, değil elbette ama conconlarımızı da düşünmek zorundayız. sudan çıkmış balık olmasınlar.
olm annem 47 yaşında mad men izliyor lan.
kapitalist dünyanın büyük şirketlerinde çalışan, buhranlı ve tatminsiz insanların yaşamlarını konu alan diziyle ikizdereli annemin ne alakası var lan. modernizm amına koymaya geliyorum bekle.
yapmamız gereken eylemdir. bu pahalı uğraşı hepimiz yapmalıyız, ve yalnızca paramız olduğunda.. böylece yaptığımız en değerli şey olarak kalmaya devam edecektir.
korsan almayıp orjinale para vermek bu yüzden güzeldir.
ya ben böyle şeyler yapmak istemem hiç sevmem. ama orjinal şeyler yapmak lazım. hani orjinal bir hikayen yok bari kopyaladığını biraz değiştir be arkadaşım.
tanım: (#21544715) girisiyle geçen haftanın en beğenilenlerine giren yazardır.
giri sadri alışık filmlerinden birindeki monoloğun birebir kopyası. hatta aç videoyu okumaya başla. aynı gidiyor neredeyse sadece isimler değişik.
50 karakter sınırına takılan aslı "6 saat belgesel izledikten sonra hayatta bir anlatıcıya ihtiyaç duymak" olan durum.
planet earth diye bir belgesel var. çekilmiş en iyi vahşi doğa belgeseli. high definition, çekimi 5 yıl sürmüş.. mükemmel bir eser. neyse efendim ben bunun altı bölümünü tek günde art arda izledim.. izlemez olaydım amk. beynime işlemiş belgesel. ekmek almaya gidiyorum, dönerken bir bakıyorum mahallenin gencoları birbirine girmiş. yandaki abiye soruyorum mevzu ne diye. kız diyor. hah işte o anda anlatıcıya (bkz: david attenborough) ihtiyaç duyuyorum.
"çiftleşme dönemi gelen gencolar yılın belirli zamanlarında dişileri etkilemek için tehlikeyi mücadelelere girerler." falan.
ya da "kazanan erkek bütün dişileri alırken kaybeden çiftleşme dönemini sap olarak geçirir."
metrobüse biniyorum mesela.
"göç zamanları büyük topluluklar halinde topluca hareket ederler. bu aylar süren ve çok tehlikeli bir yolculuktur."
başbakanı dinliyorum.
"sürünün lideri iktidarını korumak için her şeyi yapabilir."
adam tutacağım artık. sürekli yanımda gezip belgesel anlatıcılığı yapacak.
mumford and sons grubundan çok çok güzel bir parça. insanın içini açıyor lan bu adamların yaptığı müzik. güzel yani baya güzel.
şurada başarılı bir canlı performans var
ahanda sözler;
Well, love was kind for a time
Now just aches and it makes me blind
This mirror holds my eyes too bright
I can't see the others in my life
Were we too young? Our heads too strong?
To bear the weight of these lover's eyes.
'Cause I feel numb, beneath your tongue
Beneath the curse of these lover's eyes.
But do not ask the price I paid,
I must live with my quiet rage,
Tame the ghosts in my head,
That run wild and wish me dead.
Should you shake my ash to the wind
Lord, forget all of my sins
Oh, let me die where I lie
Neath the curse of my lover's eyes.
'Cause there's no drink or drug I've tried
To rid the curse of these lover's eyes
And I feel numb, beneath your tongue
Your strength just makes me feel less strong
But do not ask the price I paid,
I must live with my quiet rage,
Tame the ghosts in my head,
That run wild and wish me dead.
Should you shake my ash to the wind
Lord, forget all of my sins
Or let me die where I lie
Neath the curse of my lover's eyes.
And I'll walk slow, I'll walk slow
Take my hand, help me on my way.
And I'll walk slow, I'll walk slow
Take my hand, I'll be on my way.
And I'll walk slow, I'll walk slow
Take my hand, help me on my way.
And I'll walk slow, I'll walk slow
Take my hand, I'll be on my way.
La la la, La la la, La la la, la la
La la la, La la la, La la la, la la
dün işten dönerken metroda gerçekten çok güzel bir kızla uzun süre bakıştık. gözünü falan hiç kaçırmadı. sen kaçırmazsan ben hiç kaçırmam dedim. erkeğiz oğlum. sonra inerken eğilip "çok güzelsiniz" dedim. kıkırdadı. sonra hemen indim amk.
niye yaptım bilmiyorum. hipnoz etmiş olabilir ya da boş anıma denk geldi.
yapılan filmle kitabın en vurucu yerlerinden biri hollywooda kurban verilmiştir.
yazar david mitchell'in george orwell'dan etkilendiğini söylemek abartma olmaz sanırım.
ofiste inanılmaz bunalmış bir halde mesai bitimini beklerken bir anda dışarıdan, onca araba,insan gürültüsünün arasından gelen akordeon sesini duymak.
lan direk çingenelerle kaçmayı, şarkı söyleyip diyar diyar dolaşmayı falan hayal etmeye başladım*
sosyalcilerin aksine hocanın düşünce dünyası çok ama çok düzenli. hiçbir karışıklık yok. bunun mimarlığı ile bir ilgisi olduğunu zannediyorum. sesi ve konuşması lokomotif gibi güçlü bir iradeye sahip olduğunu düşündürtüyor.
taso kumarbazıdır. rulet masasında bilye oynar, blackjackte gözleri futbolcu kartlarını arar. blöf yapamaz. elinde iyi olduğunu düşündüğü bir kart varsa çaaat diye masaya vurur kazandım diye bağırır. masada kucağına oturmaya çalışan kızlara "yaaa giiiiiit" der. büyüyememiştir.
artık hakkında spoiler verilmemesi gereken dizidir. başlığa tıklamaya korkuyorum lan gözüm kayacak diye.
lakin ne bitirdiler arkadaş granite state'i... yani birisi bir televizyon şovundan şu anda benim hissettiğim kadar keyif aldığını söylese küfrederdim. ama adamlar yapmış abi. son sahnede şu müzikle resmen orgazm oldum.