kütüphanesinin zenginliği ve iç mimari olarak sinematik görüntüsüyle beni cezbetmiş, dil çalışmalarımı sükunetle yapabildiğim ve iki buçuk ay daha yapmaya niyetli olduğum mekan. altunizade'dedir kendileri.
bir alay okur olarak kitap raflarını ve kitapları en üst kattan aşağı fırlatmaya ikibin'i dokuz geçe başlasak ikibin'i on geçeye kadar bitiremeyiz. (olasıhallerim'in evliya çelebi tezahürüdür.)
'ben kalıyorum yol gitsin' isimli şiir kitabının sahibi, yolcu, ada gibi dergilerde şiirleri çıkar, şiir kitabı cibran yayınlarından haziran 2008'te çıkmıştır, hece dergisi erdem beyazıt sayısında şaban sağlık şiir kitabının tanıtım ve eleştirisini yapmıştır, burada bulunsundur... belki bir zaman sonra buraya bir şiirini alırımdır.
bim bam bom, bu ses kimde ne çağrıştırır bilmiyorum, kim bilmek istiyorsa ayağa kaldırsın ve el kalksın, oyuncakdünya'ları niçin okumalı? bu sorunun cevabını bulamıyorum. değil mi ki albatrosun soyu tükendi, semender hangi paralel ve meridyenin kesişim noktasında'nın cevabını da merak edenimiz yok. o halde kim takar özgürlükler ülkesinde bir palyaço trajedisinin şerhinini? kim takar yakasına bir karanfil ve nişantaşında yüzük atar. kim takar rabbim oyun teorisini? Bir oyuncunun elde ettiği kazancın diğerinin (veya diğerlerinin) kaybını oluşturduğu mutlak çelişki durumunu; çelişki ile işbirliğinin karma durumu şöyle ki, bu durumda oyuncular ortak kazançlarını artırmak için işbirliğine girişebilirler, ancak yine de kazancın dağıtımı konusunda bir çelişkisini. zaten:
şükrü bakkaldan aldığım misketler
sahte çıktı çıkalı disneyland da
dahil hiçbir anarşist reflekse
itimat/
tek kişilik toplumlarda demokrasi/
her ben anarşist kesilirse/
oyun teorisine göre misketlerin
ellerimizden karaya vurması gerekmez
miydi?
bom bam bim, yüksek sesle wagner dinlerken kulaklarım, ellerime ait parmaklarımın temasıyla gerçekleştirebildiğim yaşama edimi bu dali sergisinde göremeyeceğimiz ve lorca'nın mezarından da çıkamayacak ve oyuncak-dünyazat sensin biliyorum, sinsi sinsi hikayeyi dinleyen; hazdan vecde ulaşmış huşulu ihlaslı kamile dinleyici, sensin o, seni karıştırıyorum, sen varsın, iki şişeden birini kırayım diyen şaşı çırak benim...
efendim zat-ı şahanelerinizi hangi divan şairinden hangi mısra-i berceste ile anlatabileyim; bilgi değilsiniz anlatılabilirliliği hat safhada narrative bir dinleyici, dinlendirici...
'Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil' dememiş mi godot'u beklerken.
Latif Bolat Akdeniz kiyilarinda, Mersin'de dogdu. Muzik egitimini Ankara Devlet Konservatuari ses bolumunde ve Gazi Egitim Enstitusu Muzik Bolumunde tamamladiktan sonra muzik ogretmeni olarak Anadolunun cesitli yerlerinde liselerde gorev yapti. Daha sonra Ankara Universitesi Siyasal Bilgiler Fakultesini bitirip ABD'de isletme dalinda master derecesi aldi ve muzik calismalarina siyasal, kulturel ve tarihsel boyutlari da ekledi.
Latif Bolat, cocuklugundan bu yana icinde yetistigi geleneksel Anadolu aile yapisinin bir sonucu olarak, kucuk yastan baslayarak mistisizme ilgi duydu. Bu ilgi yaklasik onsekiz yildir profesyonel olarak Anadolu'nun gizemli felsefesini ve muzigini ABD'den Endonezya'ya; Avusrtalya'dan Yeni Zelanda'ya, Kanada'dan Ingiltere'ye tanitmak calismalari ile sonuclandi. Bugun Latif Bolat ABD'de yasayan en onemli Turk muzik adamlarindan biri olarak Turk kultur ve mistik felsefesini Anadolu'yu bilmeyen yabancilara tanitmak, ve bu kultur ogelerimizin hakettigi ilgiyi gormesinin saglanmasi konusunda onemli bir foksiyon yapmaktadir. Bolat'in repertuarinda Yunus'tan Niyazi Misri'ye degerli bircok Turk gizemcisinin muziklerinden, Anadolunun Bektasi nefeslerine, halk deyislerine kadar genis bir cesitlilik guzel bir uyum icinde, anlamli bir bilesimde yer almaktadir.
Son yirmibir yildir ABD'de yasamakta olan Latif Bolat konserlerinde baglama, lavta gibi geleneksel Turk muzigi enstrumanlari ile kendi sesine eslik etmekte ve aralarinda kanun, keman, ud, bendir, kudum, ney, flut, gibi enstrumanlar calan degerli Amerikali ve Turk muzisyenler ile birlikte konserler vermektedir.
Latif Bolat'in son zamanlardaki konser ve konferanslarindan bazilari soyle siralanabilir:
Film Calismalari:
PBS Belgeseli : 'Muhammed: Bir Peygamberin Oykusu' film muzigi, George Lucas Studyolarinin cevirdigi TV serisi "Young Indiana Jones'un film muzigi;
Konser ve Konferanslar:
The United Nations in New York City, Eastman Music School, University of California at Berkeley, University of Chicago, Ohio State University, Indiana University, North Carolina State University, Georgia Tech, UCLA, Stanford University, UC Santa Cruz, UC Santa Barbara, University of Southern California, Louisiana State University, San Francisco State University, University of Washington, Oregon State University, Texas Technical University, San Jose State University, University of Utah, Sacramento State University, Sonoma State University, Arizona State University, University of South Carolina, Claremont College, University of Hawaii, University of Tennessee at Knoxville, Clemson University in S. Carolina, Young Harris College in Georgia, University of Nebraska at Lincoln, Washington University at St. Louis, University of Colorado at Boulder, University of Denver, College of Santa Fe, Oberlin Conservatory in Ohio, University of Illinois at Urbana/Champaigne, Sacramento City College, University of Arizona, Cleveland State University, Florida International University, Drexel University, Northeastern University, Brigham Young University, University of Minnesota, University of Illinois at Chicago and World Music School in Bali/Indenosia.
Uluslararasi konser ve konferans calismalari:
ABD, Kanada, Ingiltere, Bulgaristan, Endonezya, Avustralya, Yeni Zelanda, Iskocya, Ispanya, Filipinler ve Singapur.
Kalforniya Eyalet Sanat Komisyonu Latif Bolat'i, Turk kulturunun ABD'de yasayan Turkler arasinda yayilip devam ettirilmesine katkilarindan dolayi bir burs ile odullendirdi. Bolat su anda dunyanin her tarafinda konser ve konferans calismalarini surdurmekte ve ayni zamanda da Amerika'daki Mevlevilerin vakfi olan Mevlevi Order of America'nin muzik direktoru olarak gorev yapmaktadir. http://www.latifbolat.com/turkce.php
Salı(28 Ekim 2008) günü Yazarlar Birliği Kızlaraağası Medresesi'nde tanıtılan albüm ise bu sene vatanına geri dönen sanatçının Türkiye'deki ilk albüm çalışması idi.
Albümde, Bulgar grup Lot Lorien ile birlikte yapılan ve A.B Akdeniz Vakfı ödülü alan bir şarkı bulunuyor. Ayrıca, Yunus'tan Niyazi Mısri'ye, değerli birçok Türk gizemcisinin müziklerinden, Bektaşi nefeslerine, halk deyişlerine kadar geniş bir çeşitlilik güzel bir uyum içinde, anlamlı bir bileşimde yer alıyor.
CD'nin başlığı da bunu açıkklar nitelikte: Aşk Olsun: Hayatın Anlamına Dair Sarkılar. Sanatçı, "Tüketim toplumunun ortasına vahşi bir şekilde düştüğümüzden beri çok da sorgulamadığımız Hayatın Anlamı, bu CD'deki 16 sarkının konusu. Aslında kadim günlerden bugüne gücünden bir şey kaybetmeyen ezgiler ve mısralar da sanatçıyı doğrular bir nitelik arz ediyor...
26 Ekim 2008 Saadet Partisi 3. Olağan Kongresinde Genel Başkan seçilen Numan Kurtulmuş'un aynı gün yaptığı konuşmadan bir kesit:
Sevgili Kardeşlerim,
Saygıdeğer Milletimiz,
Türkiye siyasetinin iki asırdır en temel sorunu, batı uygarlığı karşısında yenilgi psikolojisi içerisinde olmasıdır. Yenildiğini hissedenlerin yapacak hiçbir şeyleri yoktur, gitsinler evlerinde otursunlar. Bu bir açmazdır. Bununla mücadele entelektüel bir çabayı ve hesaplaşma yürekliliğini gerektirir.
Bu hesaplaşma iradesine sahip olmayan bir partinin siyasette yeri yoktur ve olmamalıdır.
Türkiye'de öteden beri 'Türk siyasetini perde arkasından biz yönetiyoruz' diyen bir siyasi elit var. Bu siyasi elitle işbirliği yaparak çıkarlarını çoğaltan ve pastayı hiç kimseyle paylaşmak istemeyen bir de iktisadi elit var.
Bu elitler Osmanlı'nın çözülüş döneminden bu yana farklı kimliklerle karşımıza çıkıyorlar. Bu siyasal ve ekonomik elit millet çoğunluğunu siyasal sisteme dâhil etmeyecek bir politik yapıyı sürekli ayakta tutmaya çalışıyorlar.
Bugün bu elitist yaklaşımın ürünü olan siyasi partiler yalnızca oynanan oyundaki oyunculara itiraz etmektedir. Zira gerçek amaçları oyunu değiştirmek değil, oyunun içinde bir rol kapmaktır.
Oynanan bu büyük oyunun, oyuncuları ile yetinmeyip, kurallarına, hakemine hatta oyunun bizatihi kendisine itiraz eden tek siyasi hareket biziz.
Şu an politik arenada etkin olarak yer alan bütün partiler iktidarıyla, muhalefetiyle bu anlamda yetersizdir. Kendisinden büyük ümitlerle oyunu bozması, oyunbozanlık etmesi beklenen Ak Parti hükümeti de çok kısa bir süre içinde oyunun dişlilerinden biri haline gelivermiştir.
Oysa millet bugünkü hükümete görev verirken üç temel istekte bulunmuştu:
1.Adil bir gelir dağılımı sağla
2.Hakların ve özgürlüklerin önündeki tüm engelleri kaldır
3.Milleti iktidarın gerçek ve tek sahibi kıl.
Bu istekleri karşılayacakları vaadiyle iktidara gelenler bu istekleri karşılayabildiler mi? Hayır, o eski bildik oyunun oyuncuları bile değil, figüranları haline dönüşüverdiler.
Çünkü oyundan çıkmak istemediler, var olan yapıyı değiştirmek yerine o yapıda taşeron olmayı yeğlediler.
Bu oyunu tahlil etmeden, oyuncuları deşifre etmeden, bu yapının milletin önünü tıkayan en büyük engel olduğunu görmeden, Türkiye’de siyasetçinin asli görevini yerine getirmesi mümkün değildir. Milletin önünü kesen, milleti boğan, dar kalıplara mahkûm eden, toplumsal değişimin ve gelişimin önünde bir duvar gibi yükselen statükoyu değiştirmeden atılacak her adımın, yapılacak her değişikliğin günü kurtarmaktan başka bir şeye yaramayacağını son gelişmeler apaçık ortaya koymuştur. Ve bedeli de milletimiz için çok ağır olmuştur.
-gelişme-
tamam peki on bir eylül tamam peki usame
tamam peki müdahale tamam peki felluce
tamam peki chavez tamam peki kum mollaları
tamam peki eminem tamam peki hispanik
şimdi durup düşünelim şimdi kimyevi gübreden bomba yapmayı
ölmeseler bile üstleri başları anladınız mı espri anlayışı var adamların
süper heroları porno dükkanları yeşil kartları özkökleri çandarları
çandarlı halil paşa çıkarıp masanın üstüne aman allah ben ne diyorum
türk şiiri politiktir türk şiiri düz ayak yazılmaktadır kızgındır türk şiiri
tamam peki bomba tamam peki güneş enerjisiyle çalışan telekinezi uzmanları
erzurum üzerinden tahran, tahran üzerinden türkiye anlamadınız mı sayın başbakan
siz anlayana kadar atlar ve atı alanlar üsküdardan ulan ben kızkulesine bakarak
kızkulesinin herasına leandrosuna bakarak küfür sallayan kızgın adamım
kemal tahirim bir bakıma, bir bakıma otuz yaşındayım, ismet özelim anlayana
meseleye dönelim meseleye dönelim meseleye dönelim müslüm gürses
sen o çıtkırıldım herifle raks ederken yalılarda, amerika bitirecek dünyamızı
hümanist olalım müslüm baba yeni rakı bulalım beyaz peynir ve kavun
polatlıdan alalım kavunları, ensesi siyah ve yağlı çocuklardan alalım
bizi kandırmalarına izin verelim tartıda hile yapsınlar o çocuklardan alalım
-ciddi gelişme-
los angeles clippersı çılgınca destekleyen bir avuç yeni yetme gibi uyandım
kafam zonkluyordu jimin yerinde içtiğim üçüncü sınıf zeytinli tekilalardan
kendimi tanıtmama izin verin: bendeniz birinci sınıf deniz piyadesi morrison
adalet savaşçısı büyük ordumuzun adalet dağıtan şerefli bir üyesi
öyleydim yani eskiden şimdi bir barda ölmeye çabalayan bir barda bir barbar
beyaz tenli beyaz topuklu beyaz kızları babalarının önünde çok beyaz
michael, jackson, elton, john ve ben, çok beyaz çok barbar çok şizofren
ah sevgili dostlarım böyle anlatmamışlardı ki bize üç kralda orayı
bir akşam, çölde bir akşam, kızgın çölde bir akşam, kızgın kumlu çölde bir akşam
lanet olsun dostum tam da müthiş bir partinin orta yerinde tam da flash royal
birdendire flash, birdenbire hastane ve uzun bacaklı amerikan hemşireleri
şimdi bir barda bir barbar, bacağı yok, sevgilisi yok, umudu yok bir barda bir barbar
lanet olsun dostum ha, barış ve adalet götürmeye gitmişken, lanet olsun o çöle
Oğuz istanbul'da yaşadı. Oğuz bir dönemi yaşadı. incecikti. Çeviriler yaptı, şiirler yazdı, dünyayı ve çevresini izledi. Hiçbir zaman bir evi, tek bir sandalyesi bile olmadı, Arkadaşlarının evinde kaldı. Birlikte yaşadığı insanlar hep övgüyle andılar onu... Üzerinde daima bir kitap bulundururdu. Kitaplığı olmadı ama güçlü bir belleği oldu. Bir bavulu bile yoktu, gerektiği zaman üzerindekileri değiştirmekle yetindi. Eşya almadı, eşya tamir ettirmedi, belki de bir tek mobilya mağazasına girmedi. Pasaport almadı, karı almadı, karı boşamadı, kimseyi gebe bırakmadı, resmi dairelere girip çıkmadı... Her şeyi hiçbir şey, hiçbir şeyi her şey olarak yaşadı... Hayalet Oğuz: yaşamını bir sanat yapıtı haline getirebilmiş ender insanlardan biri...
Kadının güzelini bilir, bu kadınlara annesi, arkadaşı ve aynı zamanda sevgilisiymiş gibi bakardı. Valizden ayrıca; yedi sekiz yıldır kullanılmamış bir diş fırçası, çoğu bitmiş bir ipana diş macunu, Yüksel Arslan ve Ömer Uluç'la bir fotoğrafı, gene arkadaşlarıyla Bebek'te lokantada bir fotoğrafı, film çalışması yaparken bir fotoğrafı, temiz iki beyaz cin pantolon, fayans üzerine basılmış antik bir oto resmi, kirli çorap ve kirli çamaşır, bir iki ozanın adına imzaladığı kitap, bir iki kolej kitaplığından alınma ingilizce ekonomi kitabı çıktı... hepsi bu, işe yararlarını bana verdi, gerisini attı. Son olarak kaldığı ağabeyimin evinde, ölümünden sonra şunlar ilişti gözüme: Hastaneye getirmemizi isteği ve temizlettiği pantolonunun üzerinde Türkiye Cumhuriyeti 1960 Anayasası duruyordu. ingilizce bir polisiye romanını yarısına kadar okumuş, kaldığı yeri işaretlemişti, ağabeyimin telefon defterine en çok çalıştığı Yalçın Ofset'in telefon numarasını yazmıştı. Bunun dışında eski gocuğu, hiç yayımlanmamış bir iki şiiri, yazlık ayakkabıları ve şöyle bir not: daktilo otelde, gömlek temizleyiciden alınacak... Ayazpaşa'dan Levent'e... Levent'ten Ayazpaşa'ya... vb.
SIDDIK AKBAYIR BiR iNTiHAL (Mi YOKSA YAĞMA MI?)
DAHA YAPMIŞTI
Ahmet Cüneyt ISSI*
'S. Akbayır'ın benden yedi
yıl sonra yazmış olduğu yazısıyla kendi yazımı (teorik kısımlar) yan
yana koyarak ve farklılıkların da her iki metinde altlarını çizerek,
durumu 'sözsüz'ce okurların ve ilgililerin dikkatine sunuyorum.'
1959 doğumlu olan Numan Kurtulmuş, istanbul Üniversitesi işletme Fakültesi'nden 1982'de mezun oldu. 1984'te yine aynı fakültede yüksek lisansını tamamlayan Kurtulmuş, 1988-1989 öğretim yılında ABD'nde Temple University School of Business & Management da lisansüstü çalışmalarını sürdürdü. Kasım 1990 ile Haziran 1993 tarihleri arasında ABD'de Cornell University New York State School of Industrial & Labor Relations'nda Misafir Öğretim Üyesi olarak çalışmalarda bulunan Kurtulmuş, sosyal siyaset, işçi-yönetim ilişkileri, yönetim ve organizasyon, sendikalar ve sendikacılıkta yeni trendler ve insan kaynakları yönetimi konularında yayınlanmış makaleler yayımladı. istanbul Ticaret Üniversitesi'nde Profesör ünvanıyla akademik çalışmalarını sürdüren Kurtulmuş, Saadet Partisi GiK üyesi ve Genel Başkan Yardımcısı olarak siyasete de devam ediyor.
1964 yılında Tunceli'de doğdu. istanbul-Paşabahçe, Ferit inal Lisesi'ni 1983 yılında bitirdi.istanbul Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü'de başlayan üniversite öğrenimini yarıda bıramak zorunda kalan Barut, 1988 yılından bu yana Almanya'nın Frankfurt Şehri'nde yaşamını sürdürmekte.
Hürriyet gazetesinde görevli şair, özellikle Adam-Sanat dergisinde çıkan şiirleriyle tanındı. (havuz.de)
Bir şairle başbaşa kalmak gecenin kör bir saatinde. Bir Masaldan Doğurdum Seni derken şair gizi ve efsunu şiirini ve kendini aşmış okuruna mı seslenmekte acaba? Barutu hiç bitmeyecek bir anlam tabancası gibi okunabilir Ali Asker şiiri. Masalları Propp'tan Todorov'dan öğrenmeye çalışmak mı bizim en büyük yanılgımız diye düşündüren bir şiirini alıntıladım. Bir şiirin masallaşmasını en çok Cahit Zarifoğlu'na yakıştırmışımdır. Şimdi bir isim daha eklendi. 'Asa nerede?' sorusuna asa mASAldadır diye yanıt verdiğimde ve masalımız cahit zarifoğlu'nun ta kendisidir diye yanıt verdiğimde alıngan bir şairin boyun eğişini hiç hesaplamamıştım. Yani bütün Alileri hesaba kattığımı zannetmiştim. Şimdi Ali Asker için de bir masal çukuru kazmam gerekecek; ya da kazmış zaten çukurumuzu şair, ben o çukura hangi şapkamla ineceğimi biliyorum. şapkasız ve şemsiyesiz...
(Buraya şimdilik bu kadar yazıyorum.)
Bir masaldan doğurdum
Seni oğlum
Bu yüzden
Gündüzleri güneşe
Geceleri ay ışığına
Yaslanacak kadar
Yakışıklısın
Bir masaldan doğurdum
Seni oğlum
Camdan çamlara düşen bin pırıltıda
Gözlerin efkarlı ve şahane kara
Bir esmer bir ok kirpikli
Yüzünde gördüm
Sevdiğim bütün Alileri
Bir masaldan doğurdum
Seni oğlum
Canıma canın bin pırıltıyla düştü
iki yanağında iki lirik gamze
Küller içinde sahipsiz
O masaldan hediye
Bir masaldan doğurdum
Seni oğlum
Kuytuda açmış, gücenik
Bir gülgillerden aldın adını
Yağmurda, ağzında
Dalgın ıslıklar gezen
Rüzgârlar oldu
Kalbinin en yakın arkadaşı
Bir masaldan doğurdum
Seni oğlum
Gece çimenlerde yanan
üzgün yakamozlar adaşı
Hangi albümde saklamalı hangi
Sabaha doğru koşarak
Kucağında getirdiğin şafağı
Bir masaldan doğurdum
Seni oğlum
Seninle karanlığın içinde
Sevinçli bir dolunay gibi ışıdım
-Öyle güzel öyle masumdu ki masal-
Bağışladı diye bana bu aşkı
Eğildim öptüm yüzünde
Bütün Alileri
(Kitap-lık, sayı 111, 2007)
-Rüzgârla Dolu (Şiir, 1992) 1992 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü.
-Yağmurlu Leylak (Şiir, 1994)
-Aşağı Üsküdar (Şiir, 1994) - 1994 yılında 'Aşağı Üsküdar' adlı kitaplaştırılmamış bir şiir dosyası ile Cemal Süreya Birincilik Ödülü.
-Karanfil Kırıkları (Şiir, 1998) 1998 yılında Kıbrıs'ta yayımlanan Mısra-lık Dergisi'nin düzenlediği yarışmada yılın en iyi mısra ödülü.-1999 Ömer Asım Aksoy Dil Derneği Öülü.
-Ay Sözlüğü (Şiir, 2000)
-Sarhoş Böcek Şarkıları (Şiir, 2005)
Ey Salvador Dali, zeytuni sesli!
Ben senin o çocuksu fırçanı övmüyorum.
çağının rengine dönen rengini de, ama senin
sınırlı sonsuza tutkularından kıvanç duyuyorum. (F. G. Lorca, Salvador Dali'ye Od)
'Uğur Aktaş 29 Temmuz 1967 Paris doğumludur. Sayısız tiyatro eserlerine imzasını atmış, Fransa'da kitapları ABS editions tarafından yayınlanmıştır. Başlıca yapıtları: Hibou, Madame Bo, Anatolia'dır. Fransa'da Hibou (Baykuş) isimli oyunu 2000 yılında Uluslararası 19. Bergerac edebiyat yarışmasında birincilik, 2001'de de 33. Arts et Lettres de France yarışmasında dramatürj ödülüne hak kazanmıştır. Bugün, mezun olduğu Saint-Benoit lisesinde Fransızca öğretmenliği yapmaktadır. 1991'den bu yana da çeşitli karikatür dergilerinde: Kelaynaklar, Helalem, Osmancık, Nenecim gibi karakterlerini çizmiştir. Müzikle de ilgilenen Uğur Aktaş'ın, sözü ve müziği kendisine ait 200`e yakın Türkçe ve Fransızca şarkısı da vardır. Barış Manço, Sezen Aksu, Candan Erçetin, Sertab Erener gibi sanatçıların şarkılarına Fransızca sözler yazmıştır.'(Wikipedia)
Adı henüz tüm edebiyat çevrelerince duyulmamıştır. iddialı mı oldu bu cümle bilmiyorum ama şunu belirtmeliyim ki okuyucu çevresinde onun şiirlerini okumaya uzun müddet daha sıra gelmeyecektir. Klişe isimler üzerinde dönen okur tipleri ideolojilerini ne zaman sağlarına sollarına kolları gibi bırakırsa işte o zaman hakkıyla bir uğur aktaş okuması yapılabilir diyebilirim. Kitap-lık'ın Eylül 2008 sayısında çıkmış olan 'aksak zaman' adlı şiiriyle umutlarımı ve heyecanımı fazlasıyla artırmıştır. şimdi onu tanımlandırma çabasına girişmek beyhude olacak. ipek yumuşaklığındaki sözcükler bir araya gelmekten çok memnun onun dizelerinde. her sözcük yerini beğenmiş, her dize bir ömür. Şiir yıllıklarında adını sık duymaya başladığımız şair geleceğe göz kırpabilmiş müstesna bir şairdir. ilhan Berk için 'ustamdır diyebilirim' demiştir.
hatırlarsın kendini de yola durursun sonra
dağlar, adalar
aksar zaman deniz ile orman arasında
sayarsın ânı, sabır zehir biriktirir aklına
zannındır tutarsın ipi
dersin taştır döker kahrını kumsala
ne çok isim kulağında, ne çok arzu
güdemezsin benlerini hâlâ
kime desen kendini, yalnızsın oysa
denizin üstü gümüş
ışıldar orman akşamın şavkında
aksıyor zaman
şuncacık yerde dönüyor dünya
Yasak Meyve, Kitap-lık, E gibi dergilerde şiirleri çıkmaya devam ediyor.
ben bir edebiyatçı olarak duymakistemiyorum'u nasıl tanımlayabilirim. heralde işi pek fazla uzatmadan murathan mungan ve cezmi ersöz okuru, ikinci yeni'den edip cansever, turgut uyar, ülkü tamer, bunların dışında attila ilhan ve aziz nesin takipçisi, der köşeye çekilirim. bana okuduğun şairi söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, diye bir anlayış varsa ki var, bu sözlük yazarı daha ziyade sol tandans şairleri takip eder. e takip etsin tabi...
ironiyi, kadını ve şiiri seviyor. kısa yazıyor. keşke daha uzun yazsa, daha uzun uzun onu tanıyabilsek.
keyifle okunabilir, okuduktan sonra okurda ondan ne kalır, pek de bişey kalmaz, çünkü o kendine yazıyor...
1967, Yozgat doğumlu, babası müftü. Babasının memuriyetinden ötürü seyyah geçmiştir çocukluk ve ilk gençlik yılları. Ağrı, Amasya, Çanakkale, Balıkesir.Daha lisedeyken Mavera dergisinin sıkı bir takipçisi ve edebiyat müptelasıdır. Uludağ ilahiyat okumuştur, daha sonra Mimar Sinan Tarih de bitirmiştir. Üniversite döneminde bir iki hikayesi Yedi iklim'de yayınlanmış fakat öykücülüğe devam etmemiştir. Usta öykücü Rasim Özdenören ona destek vermiş olmasına rağmen devam etmemiştir.
TGRT'de muhabirlik ve Yankı adında bir haber programı; Kanal 7'de muhabirlik ve haber müdürlüğü yapmıştır. Devamında bu kanalda Anchorman olmuş ve bu mesleğin en iyisi de olmuştur. Konuğunu dikkatlice gözünü kısarak dinlemesi, sorduğu sorudan heyecanlanan ve hakikatten sorunun cevabını merak eden bir haberci. iskele Sancak programında konuk ettiği kimseler ve onlara sorduğu sualler tüyleri diken diken eden cinstendi. Ama bilmiyorum aldığı cevaplar onu hiç tatmin etmiş midir? 28 Şubat dönemiyle birlikte dünya'ya ve ben'e 'eleştirel bakış' sağlayabilen ender sağ kesim insanlarından-dır/dı.
Bir entellektüelin sahip olması gereken din, tarih ve edebiyat bilgisine yeterince ve hatta fazlasıyla sahiptir. Derrida, Specter of Marx'ının 75. sayfasında tarihselcilik ve yeni tarihselcilik karşılaştırması yapıyor. Ve eleştirel bakışın özgürleşmesi. 'Özgürleşme arzusundan vazgeçmemekle kalmamalı; gerekir'in yok edilemezliği olarak onda herzamankinden daha ısrarlı olmak gerekir gibi görünüyor.' Ve böyle bir arzuda ısrarcı bir entellektüeldir Ahmet Hakan Coşkun. Yalnız tarihe yeni bir gözle bakan değil, edebiyata, siyasete ve hatta dinin elit ya da aristokrat kesimde yaşanış şekline de yeni bir gözle bakar.
Tanpınar, Oğuz Atay ve Dostoyevski gibi romancıları döne döne okuduğunu ifade etmiştir Murat Menteş'le yaptığı röportajında (Televizyondan iğreniyorum, Gerçek Hayat, Sayı:24). Ki bu isimlerin herbiri bir devdir. Kendini edebiyatçı bilip de bu bilince varamamış yüzlerce çulsuz var etrafımızda.
Şairlerden Sezai Karakoç, Cemal Süreya, ismet Özel, Turgut Uyar, Asaf Halet Çelebi'yle ilgilidir. ikinci Yeni'nin sıkı ve kara şiiri Ahmet Hakan'da kendini göstermiştir. Cemal Süreya ve Sezai Karakoç'u paralel okuyabilme erdemi ve hatta cesareti göstermesi de bir başka ilgi çekici noktadır. ismet Özel sanırım onun için bambaşka bir anlam taşır. Yol ayrımları ve şairler. Mistisizmi cumhuriyet devri şairinden hissetmek, Asaf Halet. Mesela ben bir edebiyatçı olarak bu isimleri seven birisini gözüm kapalı sevebilirim. Ama tabii şimdi Ahmet Hakan'dan nefret edenler benim bu tavrımı küçümserler. Çünkü onlar siyeseti önemsiyorlar, edebiyatı bilmezler ve dolayısıyla önemseyemezler.
Çok ağır ithamlarla, seviyesiz sözlerle eleştirildiğini sürekli görebilmekteyiz.
Sabah'ta da yazdı. Şimdi Hürriyet gazetesinde yazıyor, tarafsız bölge. Mesela bugünki yazısından bir alıntı yapmak istiyorum. Bu sözden rahatsız olan insanların, söylediği şeyin buz gibi bir hakikat olmasından ötürü bunu yaşadıklarını zannediyorum/inanıyorum. 'Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'nin koskoca Başbakanı ise, ben de Türkiye Cumhuriyeti'nin koskoca vatandaşıyım.'(9 Eylül 2008, Hürriyet) Vatandaşın kocaman olanı nedense sevilmez. Oysa Necip Fazıl sevilmiştir bu kesim arasında, Cemil Meriç, ismet Özel, Roger Garaudy sevilmiştir. Dönekler sevilmiştir, çünkü onlar Hakk'a dönmüşlerdir. E siz hiç Ahmet Hakan'ın 'ben artık müslüman değilim' dediğini. Duymadınız!
Playboydur, çapkındır, Nişantaşı'nda yaşar (Hürriyet'ten önce de orda yaşıyordu), bekardır, hacca gitmiştir, nesebi gayri sahihtir, ne'ci ne'li olduğunu anlamadık, pelin batu, zühal olcay, nuray mert, deniz akkaya, dönek, doğan grubu, ertuğrul özkök, emin çölaşan, cnn türk... Malesef bu sözcüklerin hiçbirisi eleştiri niteliği taşımamaktadır. 'Bir Birey Olarak Ahmet Hakan'ı düşünürüm ben, siz de böyle düşününüz.
Kendisi hakkında daha uzun uzadıya yazılabilir. Şimdilik bu kadarını sözlüğe ekliyorum. Nasıl ki bu ülkede bir ismet Özel gerçeği varsa, tersten okunabildiği takdirde Ahmet Hakan gerçeği de vardır. Bir insanın illa şair, fikir adamı gibi sıfatlarla tanınmasına gerek yoktur. isimleri mukayese edelim sıfatları değil kendimize göre olan, ikisi de insandır vesselam...
Kitapları:
-Ahmet Kabaklı, Neden Milliyetçilik?
Ahmet Hakan, Birey Y. istanbul 2001
"Çok taviz verdik. Devlet çok küçültüldü. Adilik çok aldı yürüdü. Bir devir
yaşadık ki son birkaç sene içerisinde. Hakikaten affedin, bu lafı ben
söylüyorum. "Türk olmaktan utandım, utandığım zamanlar oldu."
-Mehmet Eymür, Çeteler, Mafya ve Siyaset
Ahmet Hakan, Birey Y. istanbul 2001
"Sıkışmışlardı. Biraz o sıkışıklığın neticesi, zamanında verilen lüzumsuz
sözler, bir mafya liderine verilen lüzumsuz sözler; onları sonradan o mücadelede
de ortada bıraktı. Hem kendilerine yaramadı hem de son derece ağır bir suçla
hükümetten ayrılmalarına sebep oldu."
-Ali Bulaç ile islamcılık Üzerine
Ahmet Hakan, Eylül Yay.
-Deniz Baykal / CHP ve Anadolu Solu
Ahmet Hakan, Birey Yay.
-Oktay Sinanoğlu, Bir Türk Dehası
Ahmet Hakan, Birey Yay.
-Orhan Gencebay, Ne Olur Sev Beni
Ahmet Hakan, Birey Yay.
-Orhan Pamuk, Kırmızı ve Kar
Ahmet Hakan, Birey Yay.
-Yaşar Nuri Öztürk, Kuran Adına Konuşuyorum
Ahmet Hakan, Birey Yay.
Vedat Türkali, Niçin Komünist Oldum?
Ahmet Hakan, Birey Yay.
batman'dan ilk sayısı ağustos 2008'te çıkmış olan tek yapraklı bir dergidir tıriviri. dergi edebiayt dergisidir desek de o bize şöyle seslenmekte: 'Edebiyat dergisidir ama istediği her konuya girebilir.' orhan veli'nin yaprak dergisine selam çakılarak vücut bulmuş bir mecmua. lakin derginin müellifi tutunamayanlar ansiklopedilerine girmeye namzet yitik şair hüseyin ışık. bu ismi daha önce underground fiskoslarda duymuş olabilirsin. Daha dergi ismiyle bize bir ironi yapmakta. Okuyucunun bıraksınlar bu tırıvırı işleri diyeceğinin öngörüsünde bulunularak bunun önüne geçilmeye çalışılmış dudaklarda tebessüm de bırakarak.
yitik şairin daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış 'özyaşam koşusu' adlı şiiri de bu ilk sayıda yer almakta(daha önce hiçbir şiiri hiçbir yerde yayınlanmadı, adı üstünde yitik şair). Derginin manifestosu niteliğinde bir yazı da var bu dergide. onu aşağıya copy paste ettim. derginin hal bilgisi köşesi de bu manifestoyu tamamlar nitelikte. umut vadeden genç yetenek köşesinde kendini fındık fare'si sanan 14 yaşında nurullah isimli bir yazar da var. onun yazısına da bayıldım doğrusu: 'Zor zamanlar yaşıyordum. işsiz ve açtım, kısır döngüler içinde kıvranıyordum, fasit paradigmalar başımı döndürüyordu. Son çarem buydu. Kendimi yazar diye tanıttım ama aslında yazamazdım. Sadece yerdim..'
bu yazının devamı daha da ilgi çekici, batman'da brechtien bir tarz... postlu harika bir dergi.
şimdilik fısıltı halinde elden ele dolaşmakta, cümle aleme haber salınmadan size çıtlatayım dedim.
ikinci sayısı da bugünlerde çıkmış olmalı, benim elime henüz ulaşmadı, açıkçası heyecanla bekliyorum, yine ne tür bir hınzırlık ettiler.
yitik şaire vefa...
ÖNSÖZ YERiNE
Ne önsöz vardır ne de sonsöz. Söz vardır sadece; söylenen ya da söylenmeyen. Bir de susmak vardır; kiminde şık duran, kiminde abes...
Hiçbir şey yazılmayabilir bu sıcaklarda. Yazılmayanlardan habersiz ne çok insan var yaşayan. Ve yaşayanlardan habersiz ne çok yazan...
Çünkü sonsuz bir döngü içerisinde, yer bulabilir her sesleniş. Yürüyebilir her adım, büyüyebilir her çocuk, kırılabilir yere düşen bir bardak ve ansızın fark edilebilir şakakta beliren beyaz saç kılı...
Yaşamak bir döngüdür, kısır olmayan. içerisindeysen; yazabilirsin de susabilirsin de, ama kesinlikle okumalısın...
d-n-ys-l tavrını ortaya koyduğu postmod-rn bir 29-1=28 s-sl- başkaldırısını muhakkak hepiniz biliyorsunuz/bilmelisiniz.
E-siz Potkal.Bu kitap da inadına gibi E Yayınlarından.
Yine Entelaktüel'den bir tanıtım yazısı, hoşunuza gider mi gelir mi onu siz baltalayın:
'Düşüşü düş değildi. Gerçekleri karşılıksız çıktı. Bıraktığı üniversite sayısı kadar Alkol tedavisi gördü. Bildiği yabancı diller: iÇiNce konuşurdu. Hep bir modern pinokyo masalı tasarladı. Yalan söyleyince kadınların-kıllı turistleri, erkeklerin benizleri küçülüyordu- Para padişahının kızını aldı. Boşluk parası şiirdi, Erken boşalma rekoru kırdı. Tek ecelsede boşandı, bir şair evli olamazmıydıki miyfi... Hakim akim sınıflandı. Toplu-iğnelerle bireysel intiharı denedi. Azrail grevdeydi. O da intiharpole yazıldı. Vetejaryan gelip yatan bir -emek ışığını- çok sevdi. kendini kusurlaştırdı. An kaybından ölmek üzereyken şiir cumhuriyetisinin gümrük ve tekel bakanı oldu. Çok geçmeden kelime hazinesini çaldırdı. Çıldırdı. Kediköyün köysüz kedileriyle -Gizel Marmara- içti. Ve hep derdi: Dün içtim, bugün dışım... Kendimi nasıl bilirdim... şiirinde -At eyersiz insan eğersiz güzeldir dedi. Kaşarlı dostları aldırmadılar neo hareketinin içine içince yer aldı. Dilin sinirlerini zorladı. zarladı. mezarladı. Taşındı: Ölmek çekimi olmayan tek fiildir yazıyordu mezar nerede mi içinizde...'
Ersin Tezcan, Ece Ayhan kendisini Nilgün Marmara konusunda gayet marjinal bulur. Ece'm Üç Kez Nilgün Marmara'sında şöyle bir ifadeye yer verir. 'NEyse ki onu içtenlikle ve hesapsız seven Ersin Tezcan gibi gerçek marjinaller var.'Zaten bu cümleyle hayatıma girmiş bir yapısökümcü ezber bozan şahsiyettir Tezcan. Entelaktüel adlı şiir kitabı da E Yayınlarının AYKIRI kitaplar serisinden çıkmıştır zaten. Aykırıdır vesselam. Kitabın girişinden bir kesit:
'Eşdinselim Olan Birine Melon bir koliye doldurdum tüm fobilerimi Hatır için transit anları yediğim zam anlarında Herkes kendi bacanağıyla asılırmış Kasti su içiyorken suikaste uğruyorum Verdi çalarken ben hep alkol alıyorum Yalancı sarhoşsa ben herşeye layığım Biri beni bir gram dramatize ediyor Bense ayağımı yorgunluğuma göre uzatıyorum O ise tırnağını sevgisizliğine göre Delili kanlı birini gülmekte oldürüyorum Cezam: Cezanne'ye poz.'
Bir ilhami Çiçek oyunundan çıkarılmamak için susuyorum.
OYUN
'Bu son olsun'; diyor kumral olanı. Saçlarını bir kere daha (alışkanlık işte) önden avuçlayarak, bir iyice gerip alnının derisini yineliyor. 'Bu son olsun!'
'Ne yani' diyor esmer olan, 'bundan böyle hiç mi oynamayacaksın?' Ses yok. Öbürü kendini oyuna iyice kaptırmış gibi yaparak, inandırıcı olmadığını bile bile yanıtlamıyor esmeri. Şimdi her iki eliyle oyun tahtasının köşelerini tutmuş. Gözleri taşlarda. Herhangi bir hesap yapmadan rasgele tarıyor tahtanın yüzeyini. Ve işte unuttu saçlarını avuçlamayı, birden içinde oyunun. Önce at. Sonra piyon ve fil. iyi bir oyuncunun yüzde yüz düşeceği bir tuzak bu. iyi bir oyuncunun, çünkü rastlantıya yer vermez iyi oyuncu, kaçınılmazlıkla tanıştır. Hani sıradan bir oyuncu bu sırayı altüst edebilirdi. Atın gerçek karşılığını oynamaz da, ilgisiz bir taş kımıldatırdı. Böylece önce at, sonra piyon ve fil tasarısının sonu olurdu bu. Doğrusu sonuç değişmezdi ama bunun ne önemi var. Şu matematiksel kesinlikteki şiiri darmadağın ettikten sonra. işte bu yüzden sıradan oyuncularla oynamıyor Kumral. Matlar ya da patlar ilgilendirmiyor onu. Yeni düzenler yakalamak tüm tutkusu.
- Konuşsana!
- Efendim.
- Ne demek 'bu son olsun'
- Ha! Evet. Seninle bir ilgisi yok.
- Ne yani kendi kendine mi konuşuyorsun?
- Olamaz mı? Belki kafamda bir karşılığı vardır.
- Bilmem. Tuhafsın da. istersen bırakalım.
- Neyi?
- Oyunu.
- Ha! Evet.
"ve insan
-ne şu ne bu-
iyioyunundan
sorulmayacak mıdır."
ilhami Çiçek oyuncak bir yaşam alanı kurmuştur kendine. Tanrı'nın evine çocuk saflığıyla girebilmiştir isa'nın sözüne uyarak. Satranç dersleri'nden aldığım bu dizelerle girerim lunaparka. işte geldim ve iyi oyun çıkarmalıyım. Ne şu ne bu, iyioyunumla çıkmalıyım ilahi huzura...
Ahmet Mithat Efendi'nin Müşahedat romanından hareketle ve iddisayla bir kılavuz kitaptır kurmacanın üstüne çıkmayı arzulayanlar için denilebilir diyorum, diyoruz da...Türkiye'de bu konuda en etraflı çalışma için bakınız.
Demir, Yavuz, Zaman Zaman içinde Roman Roman içinde, Dergah Yay.
dilin dilbilgisinin dizgeciliğinden sıyrılması hürriyetine kavuşması hali ve/ya tekniğidir tüm anlatılarda bizde yok mudur bu tekniği kullanan vardır elbet sürüsüne bereket e bunu da modern ve öncesi dünyanın şekillenmesiyle birlikte üzerimize kustukları kokuşmuş bir postla modern bir tepkidir yazınsal evrevceğizimizde diye tanımlandırabiliriz ilk örnekleri bizde değil james joyce ve virginia woolf akıllarını devre dışı bırakıp delilik boyutuna ulaştıkları bir anda yazıya da bol keseden hürrrrrrriyet hedaye etmişlerdir ilk evvela oğuz atayımız var oh allahım dedirten bir cinsten edebiyata psikolojiden bulaşamıştır bu terim mesela tutunamayanlarda yanılıyorsam düzeltin tam 72 sayfa boyunca tek bir noktalama işereti bile kullanılmamıştır rasim özdenören de çarpılmışlar adlı öykü kitabında yapmıştır bunu deneysel olarak ben de bir örneğini sunmaya çalışıyorum ama bu böyle değil tabi tam olarak benim bir öyküm yok mühim olan bu teknikte 'an'ın içine 'can'ı yerleştirip onu paramparça edip sonra yeniden bedene monte etmektir buyrun kolay gelsin
Yazının icadı dahi ekonomi ve din çatışması halini alabilmektedir. Evrimci ya da Marxçı zihniyet yazının iktisadi bir ihtiyaçla ortaya çıktığını savunurken; yaratılışçı ekol, yazının, insanların peygamberler aracağılığıyla gelen ilahi bilgiyi muhafaza edebilmek, unutmamak, kaybetmemek için keşfettiklerini belirtirler. Çoktanrılı din anlayışına sahip olan Sümerlerin dini bir ihtiyaçla yazıyı keşfettiklerini söyleyemeyiz, ki bu dini bir zaruret dahi olsa 'hak'din anlayışları olmadığı için bizim belirttiğimizle örtüşmeyecektir.
yazı'yı yazmak ya da yazıyla yazı'yı yazmak, işte bütün problem yazgı'yı asla yazamamak....
yazı'nın kısa tarihi: Bilindiği gibi yazıyı Güney (Aşağı) Mezopotamyada yaşayan Sümerler icat etmiştir. ilk yazı benzeri işaretler için i.Ö. 8000 yıllarına kadar iniliyorsa da, yazının icadında i.Ö. 3500 yılları genel olarak kabul gören tezdir. Yazının icadı ile insanların belli merkezlere yerleşerek ilk şehir-devlet, daha sonra da krallıkları kurmaları arasında eşzamanlılık bir rastlantı değildir. Arkeolog Denise Schmandt-Bessaratın Louvrelu Pierre Amietin hipotezi üzerine geliştirdiği teorisine göre, yazının ilk işlevi muhasebe-defter tutma'dır.
yazı'nın daha kısa tarihi
Alleme bil Kalem (O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. 96:4)
Kalem ile yazan ilk peygamber idristir, diye bir hadis de var. [Hakim-i Tirmizi] ...
uzam ve mekan arasındaki ayrım nedir? bana bu soru bugün bir edebiyat akademisyeni tarafından soruldu. ben kim miyim? ipsiz sapsız biri olma olasılığımla yaşayan bir kul. şöyle bir cevep verdim ona: uzam mekanın tinselleştirilmiş halidir. mekan içindeki kişide tinsel bir dönüşüm sağlattırıyorsa uzamdır. ve aynı şekilde mekana da ruh veren kişidir. gibilerinden çıkarsamalarda bulundum. tatmin oldum mu, açıkcası olmadım. şöyle bir cevap vermiş olmayı arzulardım: üst-dil kaygısıyla anlaşılmamakla orgazm olan bir takım akademisyenin üzerimize boşalttığı öztürkçe üvey piçlerdir bu sözcükler. her metnin bir dili olur ki bu da yeni peyda olmuş- en azından yurdumuzda neşv ü nema bulmaya çalışan- edebiyat kuramlarına kıtlıktan çıkmışcasına terim kazandırma, bak bu terimi de ben buldum lakayitliği, şımarıklığı; hayırlı olsun edebiyat camiasına efendim tuhaflıkları, uzam mekanın ta kendisidir ya da tanzimat romanında mekanı olan tip ve karakterlerin bu çağda uzamda yer alamamaları...
müslüman zaten komunisttir demiştir ismet Özel, lakin komunist müslüman değildir paradoksu. bir de şundan bahis açmak istiyorum. oyunlarımızda olur genellikle. bir sözcük bir kültürün özetidir bazen. mesela sek sek oynuyorsun, çizgiye basarsın ve yandın sesleri yüksekçe birbirine karışır. komunist olmak işte o çizgiye basmak gibidir. hep bir ağızdan değil lakin tek bir ilahi ağızdan yandın sözünü işitebilir nitelikte. yeşil komunist bizi bozmaz efendim, lakin kırmızı müslüman sizi bozarsa esef duyabiliriz...
"güzel insanlar güzel atlara binip gittiler" hadisesiyle eşdeğer bir durum olmasa da alışılagelen birşeydir. "benim yazım buraya fazla efendim", "hem kimlere yazıyoruz, bu adamlar mı okuyacak benim yazımı" tümcelerinin tezahürüdür kaybolmaları, muhtemel senaryolar şimdilik olası hallerim e göre böyledir...
p.s. bu yazıyı da laf olsun diye yazdım, galiba burdakiler bunlardan hoşlanıyor gibilerinden, başlık açma kuralına aykırı ya da alıntıyı belirt gibisinden bir zahmeti de yok.
suyun üzerine yazı yazmak gibi çoğu zaman,
gül yaprağının peşine takılıp
şelale şelale kendini aramak sonra,
bazıları şiir sever,
suyun altında nefes alma ihtiyacı duymaksızın,
bir şiirin peşine takılıp yosunları dere dere yeşil,
bazıları şiir sever,
kokusunu, rengini, şeklini, ahengini...