ancak yetişkinlerin dünyasında durum böyle değil, bilgi veriyorum yetişkinlerin dünyasından yazıyorum şu an.
1- bizi savaşta en son kovalayan yunan askerleri olmuştu. yurdun derinliğine doğru çekildiklerini anladıklarında çok geçti. Mustafa Kemal'in "bırak ismet, gelsinler" sözü efsanedir zaten. Keza hilal taktiğini herkes bilir. Onda da kovalayan grup kısa süre sonra av olacagından habersizdir.
2- yetişkin bireyler arasında, aman kaçayım kovalasın aman naza çekeyim o gelsin olayları yoktur. Ha elbette insanlar arasında bu tarz irili ufaklı gel gitler vardır ancak matematik gibi kesin bi denklemi yoktur. Net olan insan daima kazanır.
bizim dünyamızda da naza çekenler, bırak kızım sürünsün peşinden koşsun/bırak olum kız arasın kafasında olanlar var. zaten bu kafadakiler de gelişememiş tipler. dünyası kısır ufak hesaplar etrafında döner durur bunların. siz onları baz almayın.
Karaman'dan Konya istikametine doğru giderken, 10. kmler civarında karşımıza çıkan, Yollarbaşı köyü'nün tam ortasında bulunan höyüğün adıdır. Hatta o bölgenin asıl adının Listra olduğunu söylersek yanlış olmaz. Listra halk arasında, "ilistra, ili sıra" gibi şekillerde de söylenmektedir. Hatta Karaman'da ilisıra Dolması adlı bir de yemek türü vardır.
Listra kazılmamış bir arkeolojik sit alanıdır. Yollarbaşı köyünde yaşayan halkında pek umrunda olmadığı kesin. Ben ıssız ve gizemli bu tepeye köyün taşlı, patırtılı, çukurlu ve dar yollarını aşıp tırmandım. Höyüğün enerjisi negatif. Evet, cok tarihi yer gezmeye başladım özellikle son 1 yılda ve gezdiğim yerlerde konsantre olup oradaki mekanın enerjisini hissetmeye çalışıyorum. Listra, ürpertti beni; bir cok antik yunan kalıntısı, roma kalıntısı, antik şehirlerdeki enerjiyi bunda tam alamadım. Toprağın altında 6 kilise oldugundan bahsediyorlar. Hemen yandaki cami de kiliseden bozma bir cami imiş, hatta tam kıble tarafında iki ucu kalpli bir hac işareti de bulunuyor...
Ancak tarihi roma'dan daha eskiye Hititlere hatta isorilere kadar dayanıyor... Oralardan geçersenzi ziyaret edin diiyeceğim ancak meraklı ve analiz edebilen gözlerle bakmanız gerekiyor aksi takdirde " bu ne aga ya hiç bişe yok " diyebilirsiniz. Zira kazılmamış kazma vurulmamış henüz, dışarı topraktan taşan eserler var. Devasa bir tarih yatıyor...
LiSTRA
incil’de bahsi geçen bölümler: Elç. iş. 14:6-23, 16:1-5.
Listra Konya’nın 35 km. güneydoğusunda yer almaktadır. M.Ö. 25 senesinde bir Roma sömürgesi oldu. Listra’da yaklaşık 3000 kişi yaşamıştır, bunların çoğu Roma ordusundan emekliliğe ayrılmış askerlerdi. Pavlus ve Barnaba ilk iki müjdeci seyahatlerinde Listra’yı ziyaret etmiştir. Burada sakat bir adamı mucizevi bir şekilde iyileştirdikten sonra Listra halkı Pavlus ve Barnaba’nın Zeus ve Hermes’in beden almış halleri olduğuna inanmış ve kendilerine kurban sunmak istemişlerdi. Pavlus ve Barnaba bu kurbanları reddederek Mesih’i müjdelemişlerdi. Sonrasında Antakya’dan ve Konya’dan gelen Yahudiler halkı kışkırtıp Pavlus’u taşlamalarına sebep olmuşlardı. Onu ölmüş sanarak kentin dışına sürüklediler. Fakat Pavlus kalkıp kente geri döndü. Birçok yorumcu Pavlus’un burada ölümden dirilmiş olabileceğine ve 2.Kor 12:2’de geçen "On dört yıl önce alınıp üçüncü göğe götürülmüş bir Mesih izleyicisi tanıyorum. Bu, bedensel olarak mı, yoksa beden dışında mı oldu, bilmiyorum, Tanrı bilir” ifadesinde Listra’daki bu ölüm tecrübesinden bahsetmiş olabileceğine inanmaktadır. Listra’ya yapılan bu yolculuklar ile küçük bir kilise cemaati kurulur. ilk imana gelenler arasında genç Timoteos, annesi Evniki ve anneannesi Lois’i görmekteyiz (2.Tim 1:5). Timoteos’un Babası Grek değil, büyük ihtimalle emekliliğe ayrılan ve daha sonra Evnikiyle evlenen bir Romalı askerdi. Dolaysıyla Timoteos sünnet edilmemişti (Elç. iş. 16:3). Evlerde toplanan bu küçük cemaat zaman zaman daha büyük bir cemaata sahip olan Konya’daki kardeşleri de ziyaret ederdi (Elç. iş.14:1). Timoteos genç yaşta iman ettiğinden dolayı Kutsal Yazıları çok iyi öğrenmişti. Pavlus’un ikinci ve üçüncü yolculuğunda ona eşlik etmiş, dördüncü yolculuğundan sonra Pavlus Roma’da ev hapsindeyken Timoteos, Pavlus’un katipliğini yapmıştı. 1. ve 2. Selanikliler’e, 2. Korintliler’e, Filipililer’e, Koloseliler’e, ve Filimon’a mektupları kendisi yazmıştır. Daha sonra ise, Efes’teki kilisenin önderi olarak atanmıştı Günümüzde Listra Türkiye’de kazılmamış sit alanlarından bir tanesidir.
--spoiler--
Listra'dan çevreye mini bakış, içimde bi tedirginlik hissi oldu nedense, yoksa her yeri çekerdim. Sonra hızlıca ayrıldım oradan, enerjisi gerçekten garip bir yer...
Şu anda Türkiye'nin bir çok yerinde insanlar facebook'a girişte sorun yaşıyor, hali hazırda oturumu açık olanlar ise beğenme ve yorum başta olmak üzere bir çok özelliği kullanamıyor. instagram kullanıcıları ise akış yenilemedi uyarısı alıyor. whatsapp'da ise mesajlaşmalar normal seyrederken, medya paylaşımı durma noktasına gelmiş durumda. foto, gif, video nun karşı tarafa yüklenerek gönderilmesi yapılamıyor neredeyse....
--spoiler--
Facebook, instagram ve Whatsapp Aynı Anda Çöktü
Dünyanın en büyük sosyal iletişim ağlarını bünyesinde barındıran Facebook'ta paylaşım sorunları yaşanırken, aynı sorunların kısa süre içerisinde instagram ve Whatsapp'ta da yaşanması, Facebook hacklendi mi? iddialarını beraberinde getirdi. Facebook'tan yaşanan kesintilere ilişkin henüz bir açıklama gelmezken. instagram, facebook ve whatsapp messsenger üzerinde yeni bir güncellemenin gelebileceği de iddia ediliyor.
--spoiler--
Apandist ameliyatı geçiren barış efe adlı Fenerbahçe taraftarı, ameliyat sonrası narkozun etkisi devam ederken, ersun Yanal'ı sayıkladı, görüntüler medyada ilgi odağı oldu.
Adı sanı duyulmamış bir şairdir. Şiir Kitabında ağır bir dil ile yazılmış siirler mevcuttur. adana turgut özal bulvarı üzerinde ikamet ederdi. Uzun zaman önce hayata gözlerini yumdu.
hakkında bildiklerim bu kadar, tanıyan eden varsa elbet yazsın isterim detayları.
Fenerbahçe spor kulübü basketbol şubesinin sosyal medya platformlarında kullanılan ismidir. Dönem dönem değişen sponsorlardan dolayı, Ülker, Beko gibi isimler kalıcı olarak isme eklenmemektedir.
Bir çok efsane isme yuva olmuştur. 2000lerde yaşanan Ülker Fenerbahçe birleşmesi sonrası, bir daha asla sıradan bir takım olmamak üzere yola çıkan takımın efsane oyuncularından bazıları:
Ayrıca Aydın Örs gibi bir efsaneyi de unutmamak gerek, o da bu takıma çok emek verdi yeni yapılanmanın ilk yıllarında, keza Bogdan Tanjeviç de yapılanmayı devam ettirdi. Tüm bu saygı değer hocaların üzerine ise tek bir isim yazılabilir, kral, majesteleri, arşidük, general, komutan, mekanın sahibi, Zeljko Obradovic beylerbeyi.
Tüm bunlara ek olarak, her ne kadar sevmesem de "yiğidi öldür hakkını yeme" diyerek, fenerbahçe basketbolun bugünlere gelmesinde en büyük paylardan biri de Fenerbahçe Spor kulübü eski başkanı Aziz Yıldırım'a aittir demeliyim. Onu da bu şubeyi ehlilerine teslim edip, gerekli finansal desteği de yarattığı için bu vesile ile anıyor ve tebrik ediyorum.
Arsenal alt yapı antrenörlerinden, uefa B lisansına sahip türk eğitmen. Diğer koçların eğitimlerini de veriyor.
Fenerbahçe 'ye transferi gündemde. Tam da bugünlerde hakkında çıkan, "gerçekten antrenör değil kandırıyor herkesi" iddialarına ise aldığı belgeleri ve diplomaları göstererek cevap veriyor.
Ya ciddi bir karalama var ya da ciddi bir kandırmaca, bakalım gerçekler neymiş kısa zaman sonra ortaya çıkacak.
Adana'nın tarım şehri olduğu zamanlardan kalma bir deyim.
Çukurova'nın bereketli topraklarındaki insanlar, ne kadar keyifçi olduklarını bu sözle anlatmış olsalar gerek. Koca gün çalışsalar dahi akşam keyif yapmadan olmaz demişler.
--spoiler--
Adanalıyık Allahın Adamıyık
gündüz tarla sürerik akşam rakı içerik
--spoiler--
Tam 12 yıl önce Uludağ Üniversitesi ingilizce Öğretmenliğinde okuyan bir arkadaşım, "Kazım bizimkiler sözlük açıyor, sen de böyle yazmayı, fikir beyan etmeyi filan seversin seni tanıyorum, sen de üye olsana" demesiyle serüven başladı.
ilk tepkim şöyle oldu. MSN messengerda konusuyoruz. Bunu söyledikten sonra benim ilk sorum:
+ tamam da sözlük ne?
- ya ekşisözlük filan var ya hani, dur linkini atim sana, bir bak onun gibi bir şey olacak.
+ haa tamam anladim, valla güzel zaten boşum genelde pcdeyim yazar dururum zaman geçer.
- ama öyle değil işte, herkes yazar olamıyor. (o zamanlar öyle) Bir kavramı olayı vb tanımlarken kendi fikrini katmayacaksin direkt onu tanımlayacaksın. (şu an böyle yapmiyoruz ama arkadasin o zamanki dediği bu) Ve senin tanımların incelenecek beğenilirse onaylanacak yazar olacaksın.
+ tmm o zaman bi deneyeyim...
Hikaye böyle başladı, arkadaşımla şu an neredeyse koptuk gittik tabi, onun nicki "ormia~" idi sanırım. Sözlüğe kısa süre takıldım. Uzun zaman girmedim ama silik olmamışım. aslında girip de farkında olmamışım desem yeridir. Çünkü bazen denk gele uludağ sözlük linklerine tıklandığımda google kaynaklı, bana giriş yap seçeneği çıkıyordu ekranda ben de şifrem ve nickim, en eski nick ve sifrem olduğundan hiç unutmadan girmiş güncel kalmışım. Tabi o şartlarda bile anca yılda bir iki kere sadece birazcık online kaldığım düşünülürse, şanslıyım.
2013 gibi sözlüğe yeniden düzenli olacak şekilde dönüş yaptım. Her daim kaliteli içerik girmeye çalışıyorum. Elimden geldiğince kalitenin artması için çabaladım durdum ve buna devam edeceğim.
Sözlüğe ilk ne zaman üye olduğumu bulamadım ama sözlükteki ilk entryme ulaştım. Aslında bu ilk entrymin üzerinden 12 yıl geçmesinin yıl dönümü, belki üyeliğim daha da eskidir... (30 Kasım 2006)
Mini sürpriz:
ve sözlükteki 12. yılımın kutlaması olması amacıyla, Adana'da yaşayan 1 ila 5 (limit) sözlük yazarı arkadaşıma yarın -30 kasım 2018- Adana Bolkepçe restoranda çok kral yemek ısmarlayacağım. Genç-Yaşlı, Kadın-Erkek çekinmeden iştirak edebilir. Gelmek isteyen arkadaşlarım, mesaj yoluyla buradan ya da instagram "oyunkurucu5" hesabına yazabilirler.
Özellikle Teknolojinin bu denli hayatımıza dönemlerde evlerde türlü türlü oyunlar oynanır, tv gerekmedikçe açılmazdı. Organik zamanlardı. Yine böyle dönemlerde kış zamanı özellikle, evin içinde durmaktan sıkılan çocuklar ne yapacağını şaşırırdı.
Özellikle evin büyük çocuğu, büyük kuzen ya da dayının, yemekten sonra sohbet eşliğinde yenen mandalina kabuklarının suyunu muziplik amaçlı evin küçük çocuğunun gözüne doğru sıkışı, bir aile klasiği olarak her daim gözlenirdi.
Gözü acıyla yanan cocuğa ise, "bişe olmaz, gözünün mikrobunu alır" gibi bilimsel teselliler de sunulagelmiştir.
Eski bir çocuk oyunu. Özellikle 2000'li yıllardan önce çeşitli yörelerde, mollik veya mullik adıyla oynanan oyunun içeriği şöyle idi:
öncelikle bir daire çizilir ve içine mollik denen bir taş konur. Bu taş genelde yuvarlak ya da oval olurdu. Bu dairenin bi 5-6 metre ötesine ise (belki daha uzak su an tam kestiremedim hafızamda) bir hat çizgi çekilirdi. Ebe seçilen kişi, mullik denen taşın yanında durur, digerleri sırayla atış yaparak molliği daire içerisinden çıkartırdı.
Mollik vurulduktan sonra, daha önce atış yapanlar kendi atış yaptıkları taşı (dakka) almak için koşarlar. Ebe ise mulliği fırladığı yerden alır ve dairenin içerisine koyar. Daire içerisine koymadan dakkasını alanları ebeleyemez, ancak molliği yerine koyduktan sonra dakkasını alanları ebeleyebilir. Ebeleme işi atış yapılan çizgiye kadar yapılabilir. Sonrasında kurtulur oyuncular.
Ebe birisini ebelerse, o kişi yeni ebe olur.
Kimseyi ebeleyemezse, tekrardan atış yapılır ve oyun devam eder.
Ebe molliği yerine dikene kadar, o dairenin içerisine atış yapanlar ya da diger oyuncular koşarak gelir ve dakkalarını sertçe vurarak "ebenin g*tü deeeeelikk" "ebeyin g*tüüüü deeeliiiik" gibi sözler söyleyerek ebeyi delirtirler.
Ajanslarda son dakika gelişmesi olarak geçmeye başlanan haberdir. Usain Bolt ile ilk temaslar kurulmuş ve görüşmeler olumlu geçmiş. Bir de sponsor desteği gelirse Usain Bolt Sivas'lı olacak.
Futboldan ziyade, uluslararası basında sivas Şehrinin ve Türkiye'nin tanıtımına katkıda bulunacak bir hamle olacaktır. Haydi bakalım, şimdiden teşekkürler sivas. (inşallah olur)
--spoiler--
Sivasspor, Usain Boltu'u transfer etmek için girişimlere başladı! (TRT Spor)
--spoiler--
Bazen sonda söylenecek sözle başlangıcı yapmak daha kolay gelir. bu da o anlardan biri olsa gerek. Anadolu Efes, nam-ı diğer Efes Pilsen türk basketbolunun ekolü olagelmiş, onlarca yıldır lokomotif görevi üstlenmiştir. 80'lerden sonra ülkemizde yavaş yavaş yükselmeye başlayan spor tutkusu, yerel-ulusal başarıların uluslararası başarılara evrilme dönemiyle devam etti.
90'lara geldiğimizde ise basketbol da bir Efes rüzgarı almış başını gidiyordu. Efes Pilsen, ligde namağlup şampiyonluklar alıyor, Avrupa müsabakalarında ise başarılı sonuçlar elde ediyordu.
--spoiler--
Efes Pilsen 16 Mart 1993 günü Avrupa Kulüpler Kupası'nda final oynayarak bir Avrupa Kupası'nda final oynayan ilk Türk Kulübü olmuştur. Bu ilk Avrupa finali başarısı o güne kadar Türk basketbolu açısından en önemli başarı olarak kayıtlara geçmiştir.
--spoiler--
Düşünün, avrupa arenasında futbolda -genellikle- şamaroğlanına dönmüş takımlarımız ve milli takımımız varken, yeni yeni ekranlarda boy gösteren basketbol müsabakalarında teknik kadrosu türk, oyuncularının çoğu türk bir türk takımı başarıdan başarıya koşuyor göğsümüzü kabartıyor. Efes Pilsen oyuncularının coğunluğu aynı zamanda Türk milli basketbol takımımın da temellerini oluşturuyordu. Bu da Efes Pilsen'i izleyen vatandaşta otomatkman bir duygusal bağ kurulmasını sağlıyordu. Düşünün şimdi bile tek bir cedi, furkan sayesinde nasıl yabancı takımları destekliyoruz veya yerli oyuncular tuttuğumuz takımlarla aramızdaki bağları nasıl kuvvetlendiyor. Kaldı ki o zaman henüz globalleşmemiş dünya'da, daha tutucu ve daha ulus devlet kavramlarının yoğun yaşandığı dönemde, yerli üretim bir takımın alacağı destek yaratacağı etki şimdiyle kıyaslanamayacak düzeydeydi.
Sırf efes pilsenin maçlarını izlerken, efes'e destek amaçlı efes bira içen kuzenlerim vardı. Hepsi benden oldukça büyüklerdi, ergen olanlar da içerdi gerçi ama öyle bir destek alırdı ki efes... evde normalde yabancı takımla maç yapan bir türk takımı (futbol) varsa çay demlenir ya da kola içilirdi ancak bu efes'in maçıysa eniştem bile git şurdan iki bira kap gel izlerken içeyim destek olsun derdi. Ulaşılan seviyeye bakın.
Daha sonra efes 95-96 sezonunda koraç Kupası'nı kazanarak "türk spor tarihindeki makus kaderimizi paramparça ederek yenmiştir!". Türkler de artık Avrupa'da bir kupa kazanabileceğini görmüş, bunu hayal etmek çok daha kolaylaşmıştır. insanlar sokaklara dökülmüş, yaşlı teyzeler amcalardan tut, ufacık çocuklara herkes bayram etmiştir. Hani yeni nesil daha iyi idrak edebilsin diye yazıyorum bi Euro 2008 wc 2002 olmasa da (ben de baya küçüktüm o zamanlar) çocukluğumdan hatırlayabileceğim kadar coşku yaşandı ülkede.
--spoiler--
Efes Pilsen kupayı kazanarak Türk spor tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. Böylece bir Avrupa Kupası kazanan ilk Türk Kulübü Efes Pilsen olmuştur. Bu başarı Türk Spor Tarihi açısından bir devrim niteliğindedir ve bu devrimin altında imzası olan yine Efes Pilsen’dir. Efes bu sezonda Türkiye Ligi ve Kupasında 41 maçın 39’unu kazanırken, Koraç Kupasında da 16 maçın 12’sini kazanmıştır. Efes bu altın sezonu 3 kupa ile kapatmış ve kulüp tarihinin ve Türk basketbol tarihinin o güne kadarki en başarılı sezonuna imzasını atmıştır. Özellikle Koraç Kupasının kazanılması ile başta koç Aydın Örs olmak üzere, Petar Naumoski, Volkan Aydın, Ufuk Sarıca, Conrad McRae, Mirsad Türkcan, Tamer Oyguç ve Murat Evliyaoğlu gibi isimler efsaneleşmiştir. Efes’in o sezon sadece 2 yabancı basketbolcu ile bu kupayı kaldırması da önemli bir nottur. Bu kupa ile Efes artık Avrupa’nın elit takımları arasındaki yerini netleştirmiş ve güçlü bir “savunma” takımı olarak (özellikle alan savunması ile) tarihe geçmiştir.
--spoiler--
Ergin Ataman da o ekipteydi, başlarında Aydın Örs vardı. isimlere bakar mısınız, rahmetli Conrad mcrae ve naumoski'yi bir kenara bırakırsak, mirsad, ufuk sarıca, tamer oyguç, murat Evliyaoğlu oy oy oy... Aslanlar gibi bir kadro ve yerli üretim, öyle bir dakika süre al çık değil. Maçları alan sürükleyen adamlar bunlar. Halk yıllar yılı sporda ezilen gururunu, 8-0 ingiltere mağlubiyetinden tut, Galatasaray'ın yarım kalan şampiyon kulüpler kupası heyecanını, bir türlü kazanılamayan milli zaferlerin acısını, hepsini bu kupayla yıktı, yaktı, parçaladı ve artık bir daha o karanlık çağı gelmemek üzere yok etti.
Tam da 95'ten sonra Türk sporunda bir yükseliş başladı. Euro 96, Euro 2000, Galatasaray'ın UEFA ve Super kupası derken ivmelenme zirve yaptı ve bir daha asla rezalet seviyelere inmedi.
Halk o dönemki Efes'i desteklemek için tribünlere gittiğinde, "Türkiye! Türkiye! Türkiye!" diye tezahürat yapardı. Sahadakiler milli sporcular, milli hocalar ve takım sponsoruyla, firmasıyla, adıyla, içsiyle, emekçisiyle, a'dan z'ye türk gücüyle işleyen bir düzendi. Tamamen milli bir şuurun vuku bulduğu destansı maçlardı. Basketbolda futbolun devlerinin el atmamış olmaması, söz konusu basketbolda bir Avrupa maçı olunca "Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş" taraftarlarını tek bir bayrak altında, efes pilsen tribünlerinde omuz omuza yaparken birleştiriyordu!
O yüzden bir Fenerbahçe'li olarak, halen Avrupa müsabakalarını izlerken Efes'i milli takım gibi tutarım. Bu bir alışkanlık, bir huydur bizde... 10 Euroleague şampiyonluğu kazansak dahi, Efes'in sadece türk basketbolu için değil, türk sporu adına yeri çok ayrı olacaktır. Saygı ve sevgilerimle... Başarılar Efes.