Bir minibüs yanastiginda nereye gidiyorsa onun adini bagiran yolcu toplayan sahistirlar. Dolmus soforleri gelip gecerken bozuk para olmak suretiyle odeme yaparlar. Ankara sıhhiye köprüsü üzerinde bolca mevcuttur kendilerinden. Hele bir tanesi var ayna gozluklu esmer sapkali genc bir adam agresif tavirlari ile dikkat ceker. Her gecisimde kavga cikacak diye endiselenmeme sebep olur. Bir kez goren bile varsa hatirlayacaktir kimi kast ettigimi.
Zamanında falanca hastanesinin orada bir arkadaşımla beni durdurup, cebinden bir tomar para çıkarıp hastasının olduğunu memleketine döneceklerini ve son 10 liranın çıkmadığını söylemişti bir bey. Toyluktan bilmezlikten 5er lira vermiştik. Bir kaç sene sonra aynı yerde adamı Suriyeliyim diye dilenirken gördüm.
Bir işe yaramadığını düşündüğüm halde saçlarımı sarıya boyatınca almaya mecbur kaldığım ürün. Tiftik tiftik olan saç uçlarımı nemlendirdi ve harika yaptı. Bu güne kadar kullanmadığıma pişmanım. Paraya kıyabilirseniz eğer john freida marka mor kavanoz siyah kapak olan harika.
Muhabbetini sevdigin arkadaslarınla eski yeni’de bira icmek. Biradan sıkılınca mutfağa gidip çay ocağından kağıt bardakla çay içmek. Oralardaysa fatih abiyle tanışmak. Saat 5 te eski yeni kapanınca kolejdeki simitçiye gitmek ( taze poğaça kokusunu takip ederek bulabilirsiniz). Hayat hakkında yeterince çözümleme yaptığına inandıktan sonra eve gidip uyumak.
Sevmediğini düşünerek bir süre ankara’da yaşamak, sonra uzak kalmak gerekir. Ankara’da 7. yılıma gireceğim ne kadar sevmediğimi düşünsem de uzak kaldıkça özlüyorum.
Zayıf da oldum şişman da. Hepsinde de boy boy sıçmışlığım vardır. Yerine göre sıçmaya gidiyorum, bokum geldi vs derim genelde. Ama ortamda yabancı varsa lavaboya gidilir.
Ya bu malum kanalda dinili diziler oluyordu. Günah işleyenlerin ağzına sıçılan; yok efendim kocasının parasını çalan kadın ölüyor mezarında ağzı kayıyor, kaynanasına kötü davranan gelini allah çarpıyor falan. Bu dizileri izlememe kızardı annem babam, ben onlar yokken izlerdim. Sonra gece korkudan uyuyamamalar, kabuslar, herşeyden korkmalar. Büyük travmaydı, hala izlerini taşırım.
Depresyon arada bir geçmis gibi yapsa da sık sık hortlar. Antidepresanlarla kamufle olur ama bırakınca yine aynı şekilde devam eder. Depresyon bir tür hastalıktan çok hayat tarzı bence.
Çok aklımı kurcalayan bir ilişki türüdür. Şöyle ki kaç kmden sonra uzak mesafe sayılmaktadır? Çok sık görüşülüyorsa uzak mesafe olmaktan çıkılır mı? Aynı şehirde uzak semtler uzak mesafe midir? Aynı şehirde az görüşülüyorsa uzak mesafe sayılır mı? Kaç kmden sonra seferi sayılırsın vb vb.
Yazarlık mevzusunu bilemeyeceğim ama kıskançlık bireyin doğuştan sahip olduğu bir özellik bence. kıskançlık kazanılmış bir davranış biçmi olmadığı gibi kaybedilecek bir şey de değil. ilk kez ne zaman kıskanmaya başladığımı bilmiyorum ancak oldum olası bir şeyleri kıskanırım. Çok küçükken annemle babamın birlikte uyumasını ve benim yalnız uyumamı dert edip onları kıskanırdım. Başkasının evine gittiğimizde ordaki oyuncakları kıskanırdım vs vs böyle geldi böyle gidiyor yani. Ancak kıskançlığı yönetebilmek önemli, kapılıp gitmedikten kontrolü elden bırakmadıktan sonra bir sıkıntı yaratmıyor.
Yirmi yaşındayken kafayı çeker, sonra descartes gibi bir adam olduğumu ileri sürerdim. Kendimi yücelikle şişirip durduğumu duyardım, ama engel olmazdım buna. Hoşuma giderdi.
Jean paul sartre- bulantı