venedik'te san marco meydanı'nda bulunan café'lerin en ünlüsü ve en iyisidir.
içeriye girdiğinizde buram buram nostalji kokar, dışarıda ise her akşam canlı müzik vardır. vivaldi'nin de zamanında bu café'nin müdavimi olduğu düşünülürse orkestranın çaldığı vivaldi eserleri son derece keyif verir.
Tiramisu ve meyveli tart oldukça iyidir, espresso ise kahvenin kalitesinden dolayı harikadir.
ufak bir tavsiye olarak saat 19:45 dolaylarında, müzik henüz başlamamışken gitmenizi öneririm. müzik dinleme ücreti hesabınıza yansıtılmayacaktır. yine de siz aynı tutarı bahşiş olarak bırakın.
venedik'te san marco meydanı'nda bulunan café'lerin ikincilikle yetinenidir.
avusturyalılar'ın daha sevdiği, dolayısıyla yaş pastaları ön planda olan mekandır. akşamları diğer san marco café'leri gibi canlı müzik olur. menüsünde kahvenin hikayesi anlatılırken "khavè" olarak bizden bahsedilir.
attila ilhan'ın türkçemize kazandırdığı bir sözdür.
sanıyorum ki yalnızlığın kadere dönüşmesi bu kadar güzel anlatılamazdı, anlıyorum ki yanlışlığın kedere dönüşmesi bu kadar hüzünlü anlatılamazdı.
ah, o suya mürekkep hiç değmeyecekti.
biz çocuk olacaktık, çocuklarımız olacaktı.
ah, biz kirlenmeyecektik.
inge*'yi sevmeyecektik.
gece yarıya yakın, "ışıkları söndür suna su".
aydınlık dünyanın şen insanları olarak karanlıkta yol arıyoruz, ufak bir ışık görüyormuş gibi umutlu.
gece ilerledikçe beyaz evlere yanılmışlık neşesi vuruyor, "tekno tekrar ediyor" ve murathan* bir dize fısıldıyor:
haftasonları kulüp ağzına kadar dolu
ama bu kalabalık ne çok yalnızlığa benziyor
herkes şefkat arıyor aslında
ama kibir izin vermiyor
durdukları yerde iki yana salınabiliyorlar ancak
kurtlarla dans edemiyor kimse
adımlar yetmiyor, kalpler yetmiyor
yine mi aşık olduk? eyvah, karşımızdaki inge bruckhart.
yalnızlığımız yanlış yaşamaktan, yanlışlığımız yalnız yaşamaktan; tek tutar yanımız "yaşamak".
ne tuhaf.
Cafe Le Depart'da değil, Au Chien Qui Fume'de hiç değil; insanın kaderinde inge bruckhart.
paris öyledir işte attila*, sen cafe le depart'da oturup saint-michel kalabalığı içinde yine inge bruckhart'ı bekliyorsan çoktan öldün demektir. bir kere sen istanbul'un yollarının haydutusun, bu şehrin yolları senden büyük. bu şehrin yolları gare du nord'a çıkıyor. Leipzig'te inge, marne'de karlı ıhlamur ağaçları, istanbul'da attila. kalp kırıklıklarını yazıyor istanbul'da, divan pastanesi'ndeki masasında.
bu şehir inge "broken heart"larla dolu; öğleden sonra bir cafe'de soluklanmayıver, yorulursun.
insan kendini yoracak şeylere daha bir bağlı oluyor, hem de ne bağlılık: körü körüne
insan sonunu bile bile yola çıkarken mutlu oluyor, hem de ne mutluluk: Pont des Arts'ta aşk
ve ansızın yoruluyor insan, hem de ne ayrılık: châtelet'de kalp kırıklığı
Boulevard Saint-Germain'de bulunan, zamanında Ernest Hemingway gibi yazarların uğrak mekanı olmuş cafe'dir. özellikle sıcak çikolatası iyidir, beş çayı için giderseniz yer bulma sıkıntısı çekebilirsiniz.
hemen yanında bulunan café de flore'a göre daha iyidir.