yıl boyu yaptığı 1283902183 tane şike ile türk futbolunun adını dünyanın gözünde kirleten ahlaksız takımdan utanan türk vatandaşının feryad-ı figanı...
acayip sözlere sahip, bass line'ına kurban olunan, gaz arctic monkeys şarkısı.
my baby wants to drive the train
but don't you let her, don't you let her touch the tracks
i said my baby wants to drive the train
well all aboard yeah, and don't forget to mind the gap
don't you let her, don't you know
she's sick and tired of
being in the background, the passenger
let her drive the train, oh!
choo choo!
why don't you let her drive the train?
choo choo!
why don't you let her drive the train, yeah
she's setting off from platform four
make your way down, we'll shut the door bout quarter to five
i said she's setting off from platform four
and they've decided that they're gonna let her drive
don't you let her, don't you know
she's sick and tired of
being in the background, the passenger
let her drive the train, oh!
choo choo!
why don't you let her drive the train, oh...
choo choo!
why don't you let her drive my train, yeah
dünyanın en prestijli ordusunun küçülmesi çatısı altında modernize edilmesi olayıdır. çağın şartlarına bugün olduğundan daha da uygun, askerin lafla, bürokrasiyle değil, silahıyla konuştuğu bir ordu planlanıyorlarmış. plan içinde komutanların hakları azaltılırken, birçok çalışan da kovulacakmış.
kanımca olması gereken de bu. zamanında bir darbe ve ardından bir postmodern darbe görmüş bizlerin bunu algılaması, orduya ne kendi cemaatinden adam yetiştirmeye kasmak, ne de herhangi bir ideolojiye hizmet edecek bir adam sokmamayı öğrenmeliyiz. ordunun artık yalnızca bir kurum, bir milli savunma kurumu olduğunu idrak etmeliyiz. ingiltere ve bu uygulmayı tatbik etmiş diğer ülkelerden feyz almalıyız.
assassin's creed revelations'ın trailerındaki parçaya* sahip olan, aslında kendisiyle bu sayede tanıştığım, vokalinin sıradışı bir sese sahip olduğu güzel grup.
bunu diyen dayanak olarak "messi arjantin'de hiçbir bok yapamıyor, bak dünya kupasını da alamadı hehe" der. oysaki bilmez ki messi'li arjantin genç takımı dünya şampiyonu olmuştur zamanında. yine bilmez ki messi'li arjantin pekin olimpiyatlarında altın madalyayı boynuna takmıştır.
amacının ne olduğunu bir türlü anlamadığım okuldur.
tamam, şurayı anlarım: yeni nesline istiklal marşı, andımız ve saygı duruşu gibi öğretiler sunabilirsiniz, hatta bunları andımız'ı haftada 5, istiklal marşı'nı ise 2 gün gibi fahiş rakamlarda okutarak pekiştirebilirisiniz gençlerin nezdinde. nitekim tc anayasası ile çelişmezsiniz milliyetçi bir anlayışa sahip olduğundan ötürü.
lakin milli değerlerimizi değil, kültürel değerlerimizi sunduğumuz şiir dinletisinden önce saygı duruşuna durmak, ardından ise istiklal marşı'nı okutmak, o devletin özgüvensiz olduğuna delalettir. bu şekilde nesillere aktarıldıkça kronik bir hastalık gibi devam etmesi kuvvetle muhtemeldir...
kuşkusuz ki bu ülkenin geleceği akıllara gelir. her zaman kendisinin ve ülkesinin istikbalini düşünen, özverili, çalışkan, saygılı, kendisini kötü alışkanlıklara alet etmeyen, toplumda önemli bir statüye sahip olan biz öğrencilerin mesleğini idame ettirdiği kurum da akıllara ikinci sıradan gelmektedir!
öğretmenlerin öğrencilerin kontrolünde olduğu, idare diye bir zümrenin olmadığı, öğrenciler arasında sınıf farkı yapılmaksızın eğitim verildiği, bahçesinin tenefüslerde biz gençlere gölge yapacak türden ağaçlarla dolu olduğu, içerisinde güvenlik, gizli kamera gibi hapishane aygıtlarının kullanılmadığı, spor salonunun içinde olimpik yüzme havuzunun olduğu, karşı cinsteki arkadaşların güzel/yakışıklı olurken hemcinslerin kafa insanlar olduğu, içinde tahta-tebeşir-silgi gibi ilkel bir materyal üçgeninin mevcut olmadığı dersliklerin olduğu, öğrencilere paleolitik dönemde dayatılmış kalem, silgi, kalemtıraş, uç gibi ucube eşyaların yerine her öğrenciye ayrı şekilde zimmetlenmiş son model laptopların olduğu lisedir hayalimdeki lise.
aslında olması gereken eğitim kurumu de budur. ancak öğretmendir, müdürdür, idarecidir, milli eğitim bakanıdır dediğimiz büyüklerimiz, salla başını al maaşını styla takıldıkları için hayalde kalıyor bu pilot lise tasarım.
istisnai bir durum olmadığı müddetçe okul kütüphanesinin yanında olan salondur. aslında orası eskiden kütüphanedir; konferans salonu gibi bir ihtiyaç tezahür ettiğinde kütüphane, takdire şayan(!) bir işçilikle ikiye bölünür.
gelelim konferans salonumuzdaki materyallere:
-800 kişilik okul için 200 sandalye ayrılmıştır. ki bu sandalyeler bir mermer gibi soğuk ve serttir, öğrenci konferans salonundan ya hasta, ya da iki büklüm çıkar.
-ses sistemi: en fazla 10 watt'a çıkabilen hoparlörleriyle, cızırtılı ve nedense her konferans salonuna ihtiyaç olduğu vakit bozulan mikrofonuyla harikalar yaratır. arada sırada istiklal marşı çalarken hoparlörlerin birini gözüme kestiriyorum, bildiğin patlayacak gibi bir görüntü sergiliyor lan.
-bir projeksiyon makinesi: her daim kabloları tozludur, markası ve cinsi alındığı dönemin en uyduruk projeksiyon makinesidir. açılırken klasik mavi ekranı görür öğrenci kişisi. beceriksiz sorumlu öğretmen yüzünden en az 5 dakika kadar bu mavi ekran gitmez, ekranın üzerinde 'no signal' yazar.
-laptop: laptoptur. çünkü idare oraya masaüstü bilgisayar almayı gereksiz görür. belki haklıdır, ancak öğretmenlerin getirdiği laptoplardaki masaüstündeki bilimum memur styla tiksindirici ikonu, dosyayı vb şeyleri görünce kusasım geliyor: 'öğretmen arkadaşlarla güzel bir gün' adlı bir fotoğraf albümünü karşımda görmek beni pasif agresif kişilik bozukluğuna sürüklüyor.
-atatürk resmi ve türk bayrağı: buna pek bir şey demek istemiyorum zira devletin dayatmasıdır ancak nasıl bir ideolojik kaygısı olan özgüvensiz bir devletiz, anlamak güç.
-sahne: evet, sona bıraktım. zira sahne içlerinden en içler acısı olanı. çünkü orası bir sahne değil, sadece bir basamak. bildiğin ahşap, dublex evlerde sıkça rastlanan hafif geniş bir basamak. bunun ceremesini önemli günlerdeki gösterileri sergileyen gençler fazlasıyla çeker. bazısı bildiğin sahnenin dışından idare ediyor lan. şaka gibi.
oysaki biz liselilerin devletten beklediği salon bu şekilde değildir. henüz kendi eksiklerini kapatamayan büyüklerimiz, biz liselilerin bu ülkeyi kalkındırmasını bekliyorlarsa, çok beklerler...
-aslında sen de haklısın...
-barış dolu bir dünya için el ele...
-sevgi kadar iyi bir şey var mıdır?
-aşk acımasızdır.
-yemek seçmem ben.
-şu arkadaşın yalan söylemesi gerçekten yanlış.
-özgürlük insanın doğasındadır ve olmak zorundadır. yoksa, insan hiç insan olmamıştır aslında.
görüldüğü üzere, bildiğiniz düz adamla kardeş takılır bu insanlar. biraz da polyannacılık katarlar kendilerine: çiçek, böcük, sevgilinin yanında uyumak, platonik aşkın en iyi aşk olması falan filan takılırlar ki kendileri gibi olan kocaman bir sürü etkilesinler.
öğrencilerin gözetim altında tutulduğunu, bu şekilde de kendilerinden hiçbir şeyin kaçmayacağını iddia eden idarenin ne denli diktatörce bir sistem uyguladığının göstergesi olan kameralardır.
ben koridorda kankalarımla dolaşırken asla rahat edemiyorum arkadaş. kimse benim kişisel özgürlüğümü böyle insanı töhmet altında bırakan objelerle engelleyemez. ben burada bir mal çalmıyorum, kötü bir şey de yapmıyorum. zamanı gelir birkaç muzipliklerimiz olur ama delikanlı adam sınırı aşmaz! hele ki karşı okuldan bizim okuldaki bir dişi varlığa laf atılsın! napıyoruz biz o okulu!..
biz ki bu ülkenin geleceği, biz ki bu ülkenin aydınlığı, biz ki bu ülkenin umuduyuz.
ama idarecilerin odasına konsa bu 'kameracıklar', neler görülür, bilmem. burada açıklamaya dilim varmıyor, terbiyem müsaade etmez. ben bir anadolu liseli olarak çizgimi korumalıyım. ancak başımızdaki memur arkadaşları yola getirmek zor görünüyor. üzülüyorum büyüklerime...
can yoldaşı kankalarımla oynamaktan sıkılmadığımız mükemmel oyunu lisede gerçekleştirmektir. öğretmenlerimiz ne kadar hoşnut olmasa da, biz bu konuda ciddiyiz. ciddi derken profesyonel olacağız zannedersem. zira bir sürü sınıftan talep var, ayrıca kızlar bu oyunu iyi oynayanlardan çok hoşlanıyor. kendimden biliyorum...
her pazartesi ve cuma günleri müzik hocasının "çocuklar canlı ve gür okuyalım" diye tembih ettiği ve ardından "ses veriyorum, kooo-rkmaaağ" deyip solfeje başlamasıyla vuku bulan, yaklaşık 800 gencin de hocaya uymasıyla gerçekleşen toplu eylem.
arkadaşlarla uzun eşek oynamak, hocalara ayar vermek, sıraya hoşlanılan kızın adını kazımak, tuvalette smoke on the water yapmak, kızların saçını çekmek, kantinciyi kazıklamak, fotokopici abiyle muhabbet etmek, sistemi eleştirmek, che guevaralı converse ayakkabı giyip kızlara hava atmaktır.
halen daha uçlu kalem denen icadın farkında olmayan kişinin yapacağıdır. zaten bok çukurundan hallice olan sınıfın çöp kutusunun yanına gider bi de bu işi yapmak için. kızların gözünde puanı hemen düşer, ben bir erkek olarak bile garipsiyorum bu şahsı. dünyadaki son erkek olsa anca yani...