ben bu yazıyı sana yazmadım. kim olduğunu bilmiyorum çünkü. belki de hiç karşılaşmadık.
hiç bakamadım göz bebeklerinin merkezine, seni gördüğüm zaman burun deliklerim büyümedi belki, soluk almakta zorlanmadım karşında...
midemde hiç kelebekler uçuşmadı, ağzımdan ya da götümden çıkmak için çabalamadılar. yerleri rahatlar demek ki. beğenmişler. öylece kalakaldılar.
sonraaa, hiç aramanı beklemedim, sürekli telefonunun tuş kilidiyle oynamadım, "belki aramıştır ya da mesaj atmıştır" diye kurcalamadım telefonumu. yoktun çünkü, olamazdın, nasıl arayacaktın ki, vodafone çağrı merkezinde de çalışmıyordun, ya da bir bankanın call-center'ında...
senin için ıslanmadı yanaklarım, senin için titremedi dudaklarım, düğümlenmedi boğazım, kısılmadı sesim, soluğum.
ayrı hayatlar yaşadık ve yaşıyoruz, sanıyorum bir ömür boyu da böyle ayrı kırlarda papatya toplamaya devam edeceğiz. ben bir gün bir yazı daha yazmak isteyeceğim ama bu yazı yine sana olmayacak. yine karşılaşamayacağız koca şehirlerde. ben zaman zaman nispeten küçük şehirlere göç edeceğim, orada da olmayacaksın. belki de denizaşırı bir şehirdesin ya da kocaeli bile benim için denizaşırı bir kent zaten, kilometreler çok önemli değil benim için.
tamam bebeyim, şimdi git ve olmamaya devam et. şimdiye kadar yoktun zaten şimdiden sonra da olma. karşılaşmayalım bir yerlerde. gelmeyelim göz göze. çarpışmayalım asla, kitapların dökülmesi yere, ben de binlerce defa özür dileyip toplamayım onları. ya da çarpışalım ama "önüne bak lan salak" de bana, "gerizekalı" diyerek uzaklaşayım olay mahallinden!
ne ben sana yazı yazayım, ne de sen bu yazıyı oku. ne sen üzül ne ben. böylesi daha güzel.
hülya avşar'ın sekreter filmini seyredip kendisine hayran olmuş kişidir. yetenek sizsiniz'i değil, duvardaki delikten dikizlediği çıplak sekreteri seyrediyor.
sergen yalçın'ın fenerbahçe'ye 90. dakikada attığı frikik golünden bahsetmiyorum.
--spoiler--
Madde 96-Komünist, anarşist, faşist, teokratik, nasyonal sosyalist, din, dil, ırk, mezhep ve bölge adlarıyla veya aynı anlama
gelen adlarla da siyasi partiler kurulamaz veya parti adında bu kelimeler kullanılamaz.
--spoiler--
flying 'te geçen bir cavanagh yakarışı... öyle içten öyle samimi olarak haykırıyor ki, uçakta dinlesen kapıyı açar atlarsın aşağıya.
neredeyse tüm sağlam şarkılarında bu yakarışa rastlayabiliriz anathema'nın. mesela angelica 'da "and i wonder if you ever wonder the same, i still wonder" diyerek kaybolur. one last goodbye da "i still feel the pain, i still feel your love." yakarışını görürüz. forgotten hopes 'ta "dont you ever dream of escaping" der. kaçmaktan bahseder. barriers 'da "did you hear me?" ve are you there parçasının sonunda "are you there" diye soruşu yer bitirir insanı...
ama hiçbirisi back down to earth kadar koymaz insana. hiç uçan birisine geri dön denir mi?
(bkz: memento)
sadece bir bakınız bırakıp sıradan anket yazarlığı yapmamak adına açıklayacağım bebeğim, sakin ol.
ana karakter leonard shelby'nin amnezi hastalığı hayata olan tüm bakış açımı değiştirdi. çünkü leonard bu hastalık sayesinde hayatını istediği gibi yönetebiliyordu. istediğini unutup istediğini hatırlayabiliyordu. yani hafızası ona seçme şansı vermişti. kötü hatıraları hatırlamamak onun elindeydi.
peki biz 20 sene önce elimizden düşüp ziyan olan meybuzun acısını ilk günkü gibi yaşamıyor muyuz?
neden bir leonard shelby olamıyoruz?
çok sıkıntılı memleketler. ege'de falan da var bunlardan. iç anadolu'ya yamansa, oraya dahil olsa bir türlü, deniz kıyısı olan memleketlerin arasına sıvışsa başka bir şekil. ne yapsalar olmuyor işte. uzay boşluğunda salınıp duruyorlar.
herkesin ucundan kıyısından bulaşmakta bir beis görmediği sektör. tekstilci de var, istasyoncu da var, ilaç mümessili de var.
kimse oturup evde televizyon yapmaya çalışmıyor ama herkes bina yapabilmek için canla başla çalışıyor.
bu yazıyı sana yazdım.
sensizken çok ayazda kaldım sanırım, üşüdüm, üşüttüm, öksürdüm, kan kustum... ciğerlerimden sen döküldün, içime öyle işlemiştin ki her seferinde adeta parça parça söküldün içimden! kapadım ağzımı avuçlarıma bulaştın, elime yüzüme bulaştırdım seni. göğsüm acıdı, kalbim göğsüme sığmadı sanki, içim içime sığmadı, sen içime sığmadın, kazımak istedim, söküp atmak istedim. kanla karışık tükürdüm seni...
yine yapamadım, olmadı, kokun kaldı ciğerlerimde. daha fazla kanamasın içim diye, kalın giyinmeye başladım, dikkat ettim kendime, sigarayı bıraktım. öksürük şurubu kullandım. en iyi doktorlara gittim. artık öksürmeyim diye daha fazla içimden dökülme diye!
günler geçtikçe, büyüdün içimde, büyüdün benimle. ben sana yazılar yazar oldum, hatta ben bu yazıyı sana yazdım ama sen okumadın. haberin bile olmadı, olmayacak. ben yine kendime dikkat etmediğim bir zamanda öksürük nöbetleri geçireceğim, içim kanayacak, avuçlarıma döküleceksin, dokunacaksın yine ellerime. ama asla bilmeyeceksin bir zamanlar canımken şimdi damarımda kanım olduğunu, vücudumda, parmak uçlarımda en ücra yerlerimde dolaşıp durduğunu... ve her öksürükte ciğerlerimden avuçlarıma damladığını...
a natural disaster solistliği, "you just slipped through my fingers" demesi, don't look too far'daki vokali ve don't look too far derken yaşattığı sarsıntı anlatılamaz...
cennetten düşerken bir yerleri acıdı mı acaba?
memento filminde guy pearce ın canlandırdığı karakterdir. kısa süreli hafıza kaybından müştekidir. gözlerini kapattığı zaman dünya yok olmakta ve açtığı zaman her şey sıfırdan başlamaktadır.
--alıntı--
bunu muhtemelen daha önce de denedim.
belki kamyonlar dolusu eşyanı yaktım...
seni unuttuğumu hatırlayamıyorum
probably i've tried this before.
i've probably burned truck loads of your stuff before.
i can't remember to forget you.
--alıntı--
--alıntı--
''beynimin dışında bir dünya olduğuna inanmalıyım. hareketlerimin her zaman bir anlamı olduğuna inanmalıyım. hatırlayamasam bile. gözlerimi kapattığımda dünyanın hala orada olduğuna inanmalıyım. hala orada olduğuna inanıyor muyum? hala orada mı? hepimiz kim olduğumuzu bilmek için aynalara ihtiyaç duyarız. ben farklı değilim. şimdi... neredeyim ben?
i have to believe in a world outside my own mind. i have to believe that my actions still have meaning... even if i can't remember them. i have to believe that when my eyes are closed, the world's still there. is it still out there? yeah. we all need mirrors to remind ourselves who we are. i'm no different now where am i?
--alıntı--
--alıntı--
polislerin güvenemeyeceği tek adamdım, hafızam yoktu.
--alıntı--
"galatasaray'da transfer bitmez" sözünün tezahürüdür. mesela geçen sene e böyle olmuştu, drogba bitmedi, forlan bitmedi, reyes bitmedi... bu sene de aissadi bitmedi, hamit bitmedi, burak bitmedi...
hakkaten transfer bitmiyor bu kulüpte. süper bişi.
"çiçeklere su vermeyi unutma demiştin,
bugün ilk kez papatyalara su vermedim..."
diyerek başlayan bir onur akın parçasıdır... belki bir seviyorum seni , pınar gözlüm , asi ve mavi kadar populer değil ama en az onlar kadar tesirli...
ve son olarak insanın ağrına giden bir dizeye de sahip, belki de bir ayrılık sonrası, dolu dolu yaşanmış bir sevda sonrası insana en çok koyan nokta burası;
gerçekleri göz ardı edenlerin sivasspor'a saldırıda bulunmasına neden olan beyanattır...
bugün fenerbahçe ve galatasaray takımlarının yaptığı harcamalara mukabil çok düşük bir maliyetle takım kuran, üç büyük takım gibi taraftarına adam akıllı futbol seyretmeden "kombine alın, forma alın, kart alın..." diyerek parayı toplayan, sonra o parayı bilinçsiz transfer politikaları ile çar çur eden takımlara karşı verilmiş en kral ayardır...
sivasspor şampiyonlar ligi ön elemesi oynama hakkını piyangodan kazanmadı. bir sezon boyunca topladığı puanlarla diğer takımları geride bırakarak kazanmıştır bu hakkı.
bugün kale arkası biletini 44 tl yapıp da sezon boyu fenerbahçeli'ye çile çektirenlere karşı hem çok önemli bir zafer kazanmıştır, hem de ayarı vermiştir bülent uygun...
evet anderlecht karşısında tutunamadılar, en iyi yaptıkları alan daraltma ve sert savunmayı yapamadılar. yapamamaları da çok sürpriz değildi...
uzağa gitmeyin, gecen sene gs steau bükreş'e elenmedi mi, fenerbahçe 3 sene içinde dinamo kiev gibi sıradan takıma iki defa geçilmedi mi, beşiktaş gecen sene metalist kharkiv'den 4 tane yemedi mi?
sanki her sene avrupa'da final oynayan takımlarımız var da, çıkıp sivas'ın yediği 5 golle dalga geçiyoruz...
maalesef aynaya bakmayı, kendi kusurlarımızı görmeyi bilmiyoruz...
bülent dedi ki;
sivasspor avrupa'da ne yapar? beşiktaş, fenerbahçe, galatasaray'ın yaptığını yapar, dinamo kiev'e, metalist kharkiv'e, tromso'ya, steau bukres'e elenir gelir...
bunu söylemek istedi ama siz anlamak istemediniz!
noT: fenerbahçeli'yim ve sivas'ın kısıtlı imkanlar ile aldığı ikinciliği takdir ediyorum...
zaten kimse aksini iddia etmedi ki!
atatürk'ün misyonu, kişiliği, tarihteki yeri ve önemi ile hz. muhammed'in misyonu kişiliği, tarihteki yeri ve önemini kıyaslamanın ne gibi bir mantığı, ne gibi bir amacı varsa lütfen bilen birisi beri gelip bana anlatsın...
bir defa da kıyas kaygısı gütmeden, milli manevi değerler arasında fark aramadan, herkesi kendi kulvarında, doğruları ve yanlışları ile birlikte, objektif bakış açılarıyla değerlendirsek olmuyor...
evet hz. muhammed (sav) iyi bir devlet adamı, iyi bir kumandandı. aynı zamanda alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberdi.
atatürk ise "Türkler" için çok büyük bir lider, çok büyük bir devlet adamı ve kumandandı...
biz müslüman türkler için, her ikisi de çok büyük devlet adamı, çok büyük lider ve kumandandır. aynı zamanda hz. muhammed, manevi açıdan büyük öneme sahiptir...
ulan bu iki büyük insandan almanız gerekeni almıyorsunuz da ona buna, ideolojik malzeme yapıp, kokuşmuş fikir ve eylemlerinize kalkan edip kargaşa yaratıyorsunuz ya, sizlere şöyle seslenmek geliyor içimden:
yeni kurallara göre böyle bir oyuncu yoktur. çünkü yeni kurallar gereği "bonservis" olayı kalkmıştır. artık oyuncu ve kulüp arasındaki profesyonel sözleşme bağlayıcılık taşır.
sözleşmesi biten oyuncu ile kulübü arasında herhangi bir bağ kalmamıştır.
önceleri sözleşme sona erse bile transfer için kulüplere bonservis ücreti ödenirdi. tüm seözleşmesi biten oyuncular için kulüpler federasyona bonservis ücreti bildirir, şayet oyuncu başka takıma gidemezse, federasyona bildirilen bonservisin 5'te 1'i karşılığında bir yıl daha kulübünde oynardı...
şimdilerde bonservis diye ödenen ücret ise futbolcu ve kulüp arasındaki sözleşmenin feshi için gereken tazminattır...
müsabaka boyunca sivasspor futbol adına hiçbir şey koyamamıştır.
anderlecht takımı öyle bir futbol oynadı ki hocası, topçusu, taraftarı bile şaşırdı. bu kadar boş alanda futbol oynamamak elde değildi zaten.
hücum yapmadığı halde rakibe bu kadar geniş alan bırakmayı başarmak kolay iş değil.
sahada şaşkın bir sivasspor vardı.
elbette sivas'ın sahaya çıkıp çatır çatır oynayıp anderlecht'i sürklase etmesini ummuyorduk. galip gelmesi de sürprizdi. ama en azından iyi yaptığı alan daraltma, rakibi bozma, oyun kurma fırsatı vermeme ve uzun topla çıkma aksiyonlarını görmeyi bekledik...
anderlecht bu kadar geniş alanda yakalayınca topla dövdü sivas'ı.
ayman abdelaziz'i diyarbakırspor'a da getirerek, geleneği bozmayan hocadır. bundan önce çalıştırdığı malatyaspor, trabzonspor ve gençlerbirliği'nde de ayman'ı takıma aldırmıştı. onun takım çalıştırmaya ara verdiği dönemde ayman abdelaziz hemen ülkesine gitmiş, ziya hoca takım alınca ayman da ilk uçakla türkiye'ye gelmiştir.
11 tane ayman olsa hepsini takıma koymaktan çekinmez. ayman abdelaziz ve ziya doğan ikilisi efsaneleşmiştir artık.
ulan ayman da topçu olsa gam yemeyeceğim!
(#5644935), (#5651940), (#5656485) entrylerinde, farklı konularda bahsi gecen olay hakkında biraz yorum yapmuştık. Bu entrler ışığında olayı biraz daha irdelemekte bir beis görmüyorum, çünkü türk futbolu adına gerçekten çok ciddi bir konu...
öncelikle altyapıyı öldürdüğümüz gerçeğini kabullenmek zorundayız. paf takım oyuncuları yalnızca hazırlık kamplarında 15-20 dakika oynayan ve göz boyamaya yarayan piyonlar oldular... bugün emre çolak ve niceleri paf takımdan geldiğinde "yeteri kadar kuvvetli değil!" yaftası yiyor! aslında burada kulüp kendini ele veriyor. bu çocuğun kuvvet eksiği varsa bu baştanm aşağı alt yapının suçudur. tekniği yetersiz dersin, oyun zekası zayıf dersin, bunlar yetenektir, kazanılmaz ama kuvvet kondisyon hocanın futbolcuya verdiği bir özelliktir. demek ki adamı çalıştırmamışsın...
amatör ve profesyonel alt yapıların hali, amatör futbol federasyonunun davranışları, amca dayı ilişkileri, profesyonel alt yapıların amatör takımların yetenekli futbolcularını "çalmaları!" sonucu işler bu noktaya geliyor... 8 sene beşiktaş alt yapısında oynayan, minikten süper genç'e kadar here kategoride forma giyen bir oyuncu yaşı dolduğunda kulübün kapısının önüne konursa, bunu kime nasıl açıklarsınız... madem bu kadar yetersizdi, neden 8 sene bu çocuğu altyapınızda barındırdınız. okulundan oldu, meslek öğrenemedi... bunun gibi niceleri var, gençliğini profesyonel alt yapıda geçirip, yaşı dolunca kapının önüne konan... hiçbir yönlendirme yapılmadan "kendine kulüp bul" denen...
burada sorulması gereken, "neden para harcıyoruz?" değil, "neden para kazanamıyoruz?" sorusu olmalı. irdelemeyi çok yanlış yerden yapıyoruz...
(#5689602) 'de bahsedildiği gibi, kulüpler taraftarın sırtına yüklenmiş, kimisi kara para aklıyor, kimisi olmayan paraları harcıyor...
paranın geri dönüşü yok, sportif başarı yok denecek kadar azken (fenerbahçe'nin çeyrek finali ve galatasaray'ın 2 sezonluk başarısının dışında istikrarlı bir başarı yakalanmış değil!") herkesin ciddi şekilde yanlışı araması lazım... aslında yanlış göz önünde sadece yanlışı kabullenip düzltmeye çalışmak lazım...