nosce te ipsum
0 (düz adam)
on birinci nesil silik 2 takipçi 21.30 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    keyf kahyasi

    34.
  1. evet gençler arkamdan konuşmaya devam etsin bu mahalle karısı ile daha fazla dalaşmaya gerek yok. hesabı siliyorum. akşama kadar numarasına ulaşırım ve numarasından kim olduğuna ve nerede oturduğuna dair bilgi toplar sonrasında da gerekeni yaparım. burada şovunu oynamaya devam et ufaklık.

    edit: koçum numaranı bulup gerçekte seni de bulup, yaptıklarımı milletle paylaşınca kim mevlana olacak o zaman göreceğiz. hadi kes sesini.
    2 ...
  2. martin heidegger

    119.
  3. Heidegger oldukça ayrıntılı, kritik ve derin düşünen (her filozofta olduğu gibi, tüm yanlışlarına rağmen ve tüm doğrularına atfen, evet, Heidegger bence çağımızın önemli bir filozofudur.) bir filozofun, aynı zamanda Nazizm gibi bir ideolojiye gönülden bağlı olmasını hala anlayabilmiş değilim. Belki de bu anlamaktan acizlik, kişisel anlamda belli bir filozof ve deha karakteri kavramımızın dayattığı değerler ve varsayımlardan kaynaklanmaktadır. Kuşkusuz bu bağlılık, temelde düşüncelerde anlatım bulan zamanın ruhu denen şeyle ilgili olduğu denli, bence, kişisel nitelikte, psikolojik ve patolojik kökenli duygusal saplantılarla veya takıntılarla da ilgilidir.Bu durumu, tıpkı Newton gibi keskin ve analitik bir zekaya sahip büyük bir dehanın, aynı zamanda, bilimsellikten ve kavramdan yoksun, çağının çok gerisinde olan bir düşüncenin ürünü olan simya ve büyüye kendini adamış olması gibi patolojik bir vaka (bazı biyografi yazarları, konunun uzmanlarının yardımıyla, Newton'ın bu birbirine zıt düşünce biçimlerine sahip oluşunu, otizm spektrum bozukluklarından Asperger Sendromu'na bağlamaktadır.) olarak değerlendirmek mümkün olduğu gibi, psikolojik bir vaka olarak da değerlendirmek mümkündür. Kuşkusuz her dehanın, en temelde bir insan olmasından ötürü, çeşitli zaafları ve kusurları vardır ki, yapılması gereken, bunlar üzerinden onları yargılamak, aşağılamak ya da daha da kötüsü ortaya koyduğu tüm entelektüel müktesebatı, düşünce ve eserlerini yine bunlardan yola çıkarak etiketlemek ve ''hiç'' görmek değil, SADECE ANLAMAK olmalıdır. Bu anlama faaliyeti, çeşitli tarihsel belgelerle dönemin ruhuna dair bir malumat edinmeyi gerektirdiği gibi, inceleme konusu edinilen kişinin, olağan yaşantısında sergilediği ''hallerinden'' yola çıkarak edinilecek olan, genel psikolojik durumu ve varlığı hakkında da kesin ve eksiksiz bir bilgiyi gerektirmektedir.

    Spinoza'nın veciz deyişini alıntılayarak yazıya son veriyorum: Önemli olan yargılamak değil; anlamaktır.
    5 ...
  4. feminizm

    612.
  5. feminizm bu çağın yalandır. Kadınların en büyük düşmanı yine kadınlardır. çünkü kadınlar kendi zayıflıklarını bilirler ve diğer kadına acımasızca bunu yansıtırlar. bu yolla erkeklerin ilgisini çekmek, erk sahibi olmayı amaçlar. dolayısıyla kadınlar erkekler için birçok fedakarlık yaparken diğer kadınlardan çoğu zaman nefret ederler. eğer kadınlar bir arada ve dostça geçiniyorlarsa bunun nedeni cinsel objeden uzaklaşmalarıdır. yaprak dökümünde oğuz araya girmeden önce abla kardeş çok iyi anlaşıyordu mesela. ama oğuz girince her şey tersine döndü. bu işten oğuz kârlı çıkar ama kendisi bile anlayamaz durumu. çünkü erkekler kadınlar kadar kötü düşünmez. sıkıntı buradadır. kötü düşünen bir erkek bu tarz taktikleri vs bilir ve kadını kendine çok iyi köle edebilir. böyle ilişkilerin sonu da hüsran olur. bittiğinde kadın "ne yaptım ben" der. oysa suçlu olan kendisidir. ama bunu hiçbir zaman kendine atfetmez. insan çoğu zaman suçu dışarıya atfetmeye meyillidir. bu kadın erkek şiddetinden vs yakınmaya başlar. sonra gider feminist falan olur. feminizm kaybedenler kulübüdür. sevilmeyen, beğenilmeyen, terk edilen, aldatılan ne kadar dişi varsa oradadır. hedef kimdir? erkekler. ama bütün bu olayların arkasında kadının zayıflığı, kıskançlığı örtük bir şekilde yatmaktadır. sağlıklı bir kadın eşini sever, onun için birçok şey yapar ama vakarlı duruşunu korur. sevgi budalası değildir, her geleni kabul etmez, bir çiçeğe tav olmaz. saf ve iyi niyetlidir. kompleksleri yoktur. eşini yüceltir, ona saygı duyar. kendi zayıflığının farkındadır. bir erkeğe ihtiyacı olduğunun farkındadır. bir erkek böyle bir kadını gördüğünde diğer tüm kadınlardan farklı olduğunu hemen anlar ve nikahı kıyar.

    Özetle, feministler atanamamış cariyelerdir.
    4 ...
  6. ontolojik argüman

    1.
  7. Yıllardır ontolojik argümanı çürütüyor diye kullanılan bir cümle var: "Varlık yüklem değildir."
    Ezberci gidildiği için bu cümlenin anlamı yerine ona yüklenen işlev ile hareket ediliyor. Nedir o? Ontolojik argümanı çürütmek. Birisi ontolojik argüman mı dedi şraak diye gelen "kant onu çürüttü abi ya" cümlesi. Bütün bunları geçip cümlenin içeriğine bakalım.
    Varlık yüklem değildir demek bir şeyden varlığını alamazsın demektir. Bir şeyden bahsediliyorsa ve o şey bir şekilde tanımlıysa o şey mutlaka vardır. Fakat burada bir ayrım yapmak gerekir. Her varlık varolmuyor. Çünkü varlık olmak aktüel olmayı zorunlu olarak içermez. Yani bir şeyden bahsediliyorsa o şey mutlaka vardır ama bir şartla: ya potansiyeldir ya aktüel. Potansiyel varlığı bir varlık saymak zorundayız. Çünkü şimdiki aktüel gerçekliğimize bir etkisi var. Varlıkla bağı olan her şey vardır. Dolayısıyla potansiyel varlıklar vardır.

    Buradan hareketle diyoruz ki varolmanın belirli kıstasları vardır.

    1) Varolmak varlıkla bağlı olmaktır.(Seçik)
    2) Varolmak düşünülebilir olmaktır. (Açık)
    3) Aktüel olamayan bir varlığın potansiyeli olmaz.
    4) Varlık, şeyden ayrılamaz.

    Dolayısıyla Tanrı vardır. Çünkü hem bütün varlıklara varlığını veren şey olarak varlığa bağlıdır hem de düşünceye gelmektedir. Ek olarak Tanrı bir kere aktüel olduğunda sonsuza kadar aktüel olmalıdır çünkü eğer bir kere durursa diğer varlıklar onları vareden neden olmaksızın varolmaya devam edemezler.
    Sadece Tanrı ismini ortaya atıp düşünmem onu var kılmıyor. Onu varlıkla bağlı şekilde düşünmem onu var kılıyor. Bir kere bunu düşündüğüm zaman bir daha onun yok olamayacağını, zorunlu olduğunu, ezeli ebedi olduğunu biliyorum.

    Ve.. Kant'ın Fichte'ye neden karşı çıktığını anlamalı önce herkes. Fichte'ye senin metafiziğin yoktur diyor Wissenschaftslehre ile ilgili. Oysa Fichte Kantçı bir sistem, hatta Kant'ın sistemini ortaya koyduğunu düşünüyordu.
    3 ...
  8. öklid geometrisi

    2.
  9. öklid dışında kalan geometrilerin öklid geometrisini çürüttüğünü söylemek, teknik anlamda, doğru değildir. kaldı ki, bu geometri dizgelerinin her biri, bir yerde, kendi tanım ve aksiyomları itibariyle geçerlidir. şu nokta da çok önemli: öklid dışı geometriler, yine öklid geometrisi içinde ve bu bağlantı içinde çok boyutluluk kapsamında ele alınabilmekte ve anlaşılabilmektir.
    örneğin eliptik yüzeye çizilen bir doğru olan rieman eğrisi ancak üç boyutlu öklid uzayında tasarlanabilir.çünkü eğri yüzey kavramının sezgisi ya da tasarımı, iki boyutlu düzlemde değil, üç boyutlu uzayda mümkündür. böyle küresel eğri bir yüzeye bir doğru çizip sonra da o küreyi bir düzlem yardımıyla dikey olarak boydan boya kesersek, o düzleme düşen bir doğru değil, öklid uzayında çizilmiş bir eğri olur. burada eğri bir bakıma doğru, doğru da bir bakıma eğridir. ya da bu uzaysal bütünde, eğri olan aynı zamanda doğru, doğru olan da aynı zamanda eğridir.
    4 ...
  10. türk diye bir ırk yoktur türkçe uydurmadır

    8.
  11. ismet özel'in ne demek istediğini anlayamamış yüzeysel insanların veryansın sözü. kendisinin fikri/ şiir içerikli kitaplarını okudum. katıldığı programları da izledim. ama okuduğum ve gördüğüm kadarıyla seninle tamamen farklı konuşuyordu. ismet özel'i de, şiirlerini de çok severim ama özel'in türk ırkı ve dili hakkında bu derece cesur ve aynı zamanda küstahça yorumlar yapması artık bıkkınlık vermeye başladı. ne tarih ne türk dili eğitimi almış birisi. şair olması, onun türk tarihi ve türk dili hakkında ahkam kesip, doğrusu budur diye dayatmasını gerektirmiyor...

    diğer diller gibi türkçe'de dinamik bir süreci kapsıyor ve temellerini ural-altay dil grubundan, esasen de kapsamlı olarak kök türkçe'den alıyor. ve bu dilin de her dil de olduğu gibi birçok kavram işaretleme metodları var. eğer türkçe diye bir dil yoksa, niçin türkçe'nin ve kök türkçe'nin binbir tane gramer kuralı ve binbir tane var? bu dil taaaa niye altay çağında ortaya çıkmış? türkçe diye konuştuğumuz dilin, çin-arap-fars karışımı ortaya çıkmış bir şey olduğunu, bu dilin türkçe olmadığını iddia ediyorsanız şayet yanılıyorsunuz. her dil farklı kültürlerden kelime alır, bunun ne siyasi ne sosyal sınırları vardır. mesela, bugün dünyaya en çok kelime veren dil, ingilizce. bunu da ödünçleme metoduyla yapıyor. ödünçleme kısaca bir dilin başka dilde söz varlığı olmasına deniliyor. ve bir kavram evrenselse dil için zenginliktir. bu diğer dillerden aldığımız kelimeler için de geçerli. biz bugün o kelimeleri başkasından alıp dilimize geçirdiysek bu dilimiz için bir ayıp değildir. aksine bir zenginliktir. bundan, her dil gibi zamanında ingilizce de nasibini almıştır, bunu 1. dünya savaşında başka kültürlerle etkileşime girerek yapmış, binlerce kelimeyi dil bünyesine eklemiştir.
    ama anlaşılan bu durumdan daha türk tarihi ve türk dil bilgisine dair kitap okumamış adamlar, utanıp sıkılmadan boş atıp boş tutuyorlar.

    dil, tıpkı soyut cebir gibi verili içerikten soyutlanmış gramer çalışılarak öğrenilmez; içerik ve grameri birlikte işleyen yapısal yol, kişinin ana dilini öğrenirken sergilediği doğal öğrenim biçimine çok yakın bir yöntemdir.
    bu arkadaşlara muharrem ergin'in, jean deny'in, osman mert'in kitaplarını ve kaynaklarını önerebilirim. bir de bu kaynaklardan baksınlar bakalım, türkçe diye bir dil varmış mı?
    tarih konusuna değinmiyorum. bugün ve geçmişe uzanan her şey ortada.. zaten dili olmayan toplumun tarihi de olmaz.
    2 ...
  12. günün şiiri

    2223.
  13. ...

    Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
    Ve ikimizde ıslanıyoruz
    Ben ne yağmurlar gördüm Sitare
    Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım
    Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
    Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır
    O şehirde sırılsıklam gezerdim
    Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
    Tapınaklar insanları safra gibi atardı
    Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
    Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni
    Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim
    Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında
    Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk
    Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun
    Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun
    Kaşı karam, gözü karam, saçı karam
    Umay gibi yumuşak huylum
    Nerden çıktın karşıma böyle
    Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime
    Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
    Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare
    Adam akıllı yorulmuşum
    Ellerin böyle olmamalıydı
    Ellerine acıyorum
    Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
    Durup durup ıssız yerlerde
    “güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
    Daha çok işimiz var” diyorumBu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
    Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
    Yoksa dudakların mı anlayamıyorum.

    -dilaver Cebeci.
    5 ...
  14. insan

    1143.
  15. bizler olduğumuzdan daha iyi, erdemli ve yüce insanlar olarak yaşamaya çalışıyoruz ve bu bizi aşırı derecede ikiyüzlülüğe ve sahtekarlığa götürüyor. bu sahtekarlık vicdanımıza öyle bir gerilim yüklüyor ki, olduğumuzdan çok daha kötü durumlara düşüp çöküntüye uğruyoruz. yüksek erdem sahibi, ahlaklı geçinen insanların titizliğini ve bağışlamazlığını iyi bilinirsiniz. mağrur duruşları, dik yürüyüşleri acımasızlıkla harmanlanmıştır. onlar yanlışa düşeni kınarlar. oysa hemen her gün çevremizden ve medyadan gördüğümüz gibi, maskelerin arkasında, kapalı kapılar ardında, gizli odalarda ya da diğer insanların görmediği saklı yerlerde kendi ile baş başa kalan saygıdeğer kişi , içindeki vahşi hayvanı kafesinden salıverir.

    ve en sıra dışı sapıklıkların, korkunç cinayetlerin bu tür insanlar tarafından işlendiğine hayret ederek şahit oluruz...
    bu felaketin önüne geçebilmenin tek yolu insanın kendiyle yüzleşmesinden, kendini kabul etmesinden ve kendini kendine itiraf etmesinden geçer.. erdemlerin ilki kendini bilmektir..
    4 ...
  16. amerika nın keşfi

    17.
  17. amerika'nın keşfinin ekonomik altyapısı ile ilgili literatür tarıyorum, bulduğum makalelerin çoğu "columbus italyan'dı","leif ericson daha önce bulmuştu", "amerika'nın bulunmasının kutlanması yerlilere ayıp değil mi ?", "kara propaganda yapılıyor." "hispanic amerikalılar açısından konuyu ele alalım." gibi konuları ele alıyor. sjw ( sosyal adalet savaşçılığı) sanırım post-truth günümüzde bir çok alanda bilimin yerini almaya, daha kötüsü kabul görmeye başladı.

    aynısı biyoloji / antropolojide de var. ihtiyacım olan bir kategori için yine literatür tararken görüyorum: "ırk yoktur" cular o kadar saçmalamış ki, bilimsel olduğu iddia edilen makalelerde "diyelim ki ırk var, ne işimize yarayacak" diye argümanlar var. max hocutt gibi bir felsefeci bile bundan rahatsız olup, kalkıp bir makale boyunca tüm bu argümanların neden saçmalık olduğunu ifade etme ihtiyacı hissediyor (kendisi biyolog / antropolog değil, ırk var demiyor, insanların argümanlarının saçmalığını tarif ediyor.). bir takım insanlar da makaleyi okumadan "ırk yokmuş değil mi ?" diye adama atıf yapıyor.

    her geçen gün güçlenen bu post-truth anlayışı gördükçe, bilgi üretiminin artıyor olmasına karşın, bilgi niteliğinin radikal biçimde düştüğü endişesindeyim. bilgi üretimi artıyor olabilir ancak anlayış olarak bilim dünyası iyiye gitmiyor.
    3 ...
  18. © 2025 uludağ sözlük