samimi itiraflar aracılığıyla insanların duygularıyla oynayan, temiz yüzlü, içi kötü, duyfusal ibnelerden olmadım hiç. duygusal itiraflar yapıp, herkesin görebileceği bir yerlerde, ilgi bekleyerek ağlamadım. ağladığım oldu, olmadı diyemem. ama ben, kendimle baş başa kaldığım zamanlarda ağlamayı tercih ettim. ve kendim için ağladım. ne olursa olsun, kendime yaptıklarımdan sorumluydum sadece.
ruhumun hafifliğini hissedebiliyorum. bedenim, ağırlığıyla beni öldürse de, ruhum bomboş. hiçbir şey hissetmiyorum. duygularım yok sanki. ve ilk defa, bu kadar hafifim. görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir hafiflik hissi. bunu yapmaya ihtiyacım vardı diyemem ama pişman olmadığımı kabul etmeye ihtiyacım vardı.
kolay oldu. bir kez bile aklıma gelmedi inan. varlığı, hayatımdaki sorumluluk yükleyen varlığı aklıma bile gelmedi. her şey bittikten sonra, güzel kokan bir boyuna son öpücüğü kondurup ardımdan kitlenen kapıdan çıktıktan sonra, aklıma geldiğinde içimi acıttı dersem yalan söylemiş olurum. ve madem en hakiki itirafımı yapıyorum burada, söylemeyeceğim öyleyse. üzüldüm, demeyeceğim.
kötü. gerçekten kötü. dayanılamayacak kadar. neden hissetmedim bir şey? bilmiyorum. yaptığım şeyin iğrençliğinin farkındaydım. kendimi iğrenç hissetmem gerektiğinin, karaktersiz oluşuma üzülmemin icap ettiğinin farkındaydım. ama bir şekilde, bir şeyler ters gitti, taşlar yerine oturmadı, ben pişman olmadım. ve pişman olmadığım için pişman oldum sonunda. bu kadar kolay kötü olabildiğim için kendime kızdım. ama sonunda, bunun da insana özgü olduğunu düşününce geçiyor bazen.
söylemedim. itiraf etmedim. buna yüzüm yoktu diyemem, karşısına çıkıp, gözlerine bakıp ne halt yediğimi anlatabilirdim. ama yapmadım. çıkarlarımı düşünüp sustum. daha da küçüldüm. küçülmek de insana özgüydü. bu şekilde sıyrılabilir mi insan günahlarından?
günahlarımdan kaçmadım ben. olduğu gibi kabul ettim. olduğu için kabul ettim. ve şimdi, açık yüreklilikle söyleyebilirim. pişman değilim.
insanın ne kadar kötüye gidebileceğini kendimle öğreniyorum. kendimle şaşırıyorum ve kendimle nefret ediyorum insanlardan.
kendime hakaret edip kendimi hırpalıyorum. zarar verebileceğim yegane insan kendimim. ve kendime verdiğim zarardan dolayı pişman değilim.
dağınık ve soğuk odasında belden aşağısı çıplak, annesi, ablasını ya da kız kardeşini düşünüp 31 çektikten sonra toplum içine çıktığında "ben çok ahlaklıyım" masalı okuyan insan davranışı. ne kadar açık ve ne kadar net.
böyle adamlar, 18 yaşında kızlarla cinsel ilişkiye girmiş adamları bulduğu her ortamda yeren, bulaşılabilecek her türlü ahlaksızlığın karşısında yorgun ama onurlu bir savaşçı gibi dikilen, içten içe düştüğü karmaşık ahlak yapısını dışarıya kapatıp ahlaklıyı oynayarak düşürebileceği yeni fantezilerin peşinde olan böyle adamlar, midemi kaldırıyor. orası kesin.
yaptıklarının arkasında duramayan insanları sevmem ben. yaptığın şey dünyadaki en kötü şey bile olsa, arkasında duracaksın. adam olacaksın. ensest seviyorsan, ahlaksızsan, insanlıktan nasibini almamışsan ya da annene yazık edip orospu çocukluğu yapmışsan birilerine, bunun arkasında durup, adam gibi, yaptım, nedenlerim var, diyeceksin. anlatacaksın. anlatacaksın ki içindeki pisliğin nasıl var olduğunu, nasıl geliştiğini anlayalım. uzak duralım. ya da sevelim. bir şekilde senin hakkında "gerçek" bir fikrimiz olsun. karşımıza gerçek bir kimlikle çık. olduğun kişi ol. o zaman, saygı duyarız belki ahlaksızlığına bile. cesaretini överiz en azından. yaparız işte bir şeyler, mutlu ederiz seni. gereken değeri görürsün. ilgini çeker, siktir olup gidersin.
ama öyle yapmıyor. ve yapmayacak hiçbir zaman. kendi içindeki ahlaksızlığı kabul edemeyip ona buna sataşacak. meleği oynayıp elde edeceği primin peşine düşecek. ikiyüzlülük edecek, mide kaldıracak.
tutabildiğini sikecek bir adam değilmiş gibi, sikenlere laf edecek. sevişmeyi bile aşağılar böyle tipler, an gelir.
tek derdi birilerine yaranmak çünkü. yaranamadığı zaman, yaşayamıyor. var olamıyor bir şekilde işte, nefes alamıyor.
yalnız bırakılmış bir çocuk muydun kuzum? oyunlarına almıyorlar mıydı seni? neden böyle oldun? en kabul edilemez olup en kabul edilebileni oynamaya kaç yaşında başladın? seni almadıkları oyunlardan sonra mı karar verdin böyle olmaya? kimsenin seni istemediğini anladığında mı yemin ettin kendine? ne zaman kendin olmaktan vazgeçtin? hangi ara "bir daha asla!" dedin. çok mu çabuk vazgeçtin? yoksa savaştın mı sen de? içimde önleyemediğim bir merak oluşuyor. bilmediğime duyduğum bu korkunç merak sana çekiyor beni. midem bulanıyor ama dayanıyorum. kokuşmuş dünyana adım atıp içini görmeyi arzuluyorum çünkü. değişiksin, ilk defa bu kadar gerçeksin ve iğrençsin.
sevişemedikleri için oluyor sanırım.
madem her şey seks, madem bütün bunların bağlandığı nokta orası, öyleyse bunu da ona bağlayıp, beceriksizliklerinin sonucunda oğlan kalmış insanların cepten sözlüğe girmesini de sevişememeyle açıklamak çok güzel olacaktır. her zaman derim, gidin sevişin. sevişemediğiniz zaman bir yerlerinize kan gitmiyor, yaşayamıyorsunuz. moron moron takılıyorsunuz etrafta ve ne yazık ki yoluna çıktığınız masum insanların da zihinlerini kirletiyorsunuz. yapmayın bunu. ciddiyim, gidin sevişin.
cepten sözlüğe giren bir kadını anlayabiliyorum. kadınların böyle densizlikleri vardır çünkü. varlıklarının koduna işlenmiş bu densizlikler çoktan kabul gördü ve yadırganmıyor. dahası yakışıyor onlara densiz olmak. ancak bir erkek, her koşulda ağırlığını koruması gereken bir erkek, gerçek bir erkek, bu tip densizliklere pabuç bırakmayacak kadar güçlü olmalı. bazı isteklerini dizginleyebilecek kadar hakim olmalı kendisine. kendine hakim olamayan erkekler bir de kalkmış, karı kız götürüp bir başkasına hakim olmaya kalkışmıyor mu? gerçekten şaşırıyorum.
çok mu mühim? sözlüğe girmek, hiçbir şey anlatmayan tek cümlelik entryler yazmak çok mu mühim? dışarıdayken bile, kendini tutamayıp sözlüğe girmeni sağladıkları için olmayan çevrene o kadar kızıyorum ki. bir bilsen. bir bilsen ne kadar sinirleniyorum seni yalnız, asosyal ve zavallı bırakmış insanlara. sana acıdığımdan değil, ki iliklerime kadar acıyorum sana, sadece senin gibileri insanların hayatlarına musallat etmeye hakkı yok kimsenin. çevrendekilerin seni insanlardan koruma bilincine erişmiş olması gerekirdi. şanssızlık. şimdi, başı boş bir şekilde karşısına çıktığın insanların yaşama sevinçlerini söküp alırken, bir de mutlu mutlu gülümsüyorsun ya, nasıl tepem atıyor. nasıl örseleniyorum.
lütfen git. bu gevşekliğini, bu mide kaldıran yumuşaklığını başka bir ortamda icra et. buradaki kimsenin göz zevkini bozmaya, hayat enerjisinden çalmaya hakkın yok. biraz duyarlılık lazım sanırım. biraz farkında olmak. çevredeki insanların bilincinde yaşamak. düşünmek. azıcık düşünmek. bunalıyorum yemin ederim.
kızların her daim yanında olan ve terk edildiklerini ilk duyan kişi olan zavallı meriçlerden bahsetmiyorum. onlar, bir ilişkinin kökünü kazımakta oldukça başarılı olsalar da, uzun vadede hiçbir halt yapamayacak kadar beceriksiz yaratılmış ne yazık ki.
benim asıl bahsetmek istediğim, terkedilmiş kızın kokusunu elli metre öteden alıp, kızın başına üşüşen, piçliğin en boktan klasmanında at koşturan tipler. bu tipler ki kendilerini terkedilmiş bir kıza hazırlamak için kendi küçük terk ediliş senaryolarını çok önceden yazmışlardır, terkedilmiş kızların yanlarında bir anda bitiveren, nereden çıktığı belli olmayan, garip insanlardır. nerede üretiliyorlar? olay mahalline nasıl bu kadar hızlı ulaşabiliyorlar? nasıl, her defasında avlarını elde edebiliyorlar? gerçekten anlamak güç. ama terkedilmiş insanın psikolojisini az çok hayal edebildiğim için, kendini bu piçlerin kollarına bırakan zavallı kızlarımızı da anlayabiliyorum. zor olmalı. farkına varmamış olamazlar. bu piçlerin, yatağa giden yolun duygusallıktan geçtiğini bildiğini fark etmemiş olamazlar. tüm duygusallıklarıyla göz yaşlarını, bu geniş omuzlara akıtırken de tümüyle terkediliş psikolojisinin içinde yüzüyor olmamalılar. elbette onlar da, "ben nasıl terkedilirim lan?" açlığıyla, bu geniş omuzlu piçlerden zevk almaya ve kendilerini "ben daha ölmedim" tarzı tatmin etmeye çalışıyorlar.
kokusunu mu alıyorsunuz? ne yapıyorsunuz lan?
kendini, sadece terkedilmiş kızlara adamış adamlar biliyorum. sadece bu konuda çalışan, bu konuda uzmanlaşmış, başka bir şekilde düşürdüğü kızlardan zevk alamayan, kendini işine adamış adamlar. duygusallar. romantikler. kendilerinden beklendiği gibi, ağlamalık geniş omuzları var. aslında her şey, bu seramoninin bir parçası. sokak arası spor salonlarında kaslarını şişirmeye çalıştıkları sırada akıllarına koymuşlar bu kızları. ava çıkabilmek için hazırlandıkları saatlerde kurmuşlar planlarını. bir planları olduğu için başarıya ulaşıyorlar. çünkü doğaçlama, her yiğidin harcı değil elbet. ve başka bir zevk olsa da, üzerinde uzun süre çalışılmış bir kızı elde etmek gibi değil elbet. anlıyorum. ve takdir ediyorum. harcanan emeğin hakkını vermek gerek. bu emekçiler, hayatımızdan hiç eksik olmayacaklar. ve her defasında küçük ayrıntılarını değiştirdikleri planları da her zamanki ucuzluğuyla karşımıza çıkacak bir şekilde.
nasip, kısmet.
istediklerini söyleyebilecek kadar içmişti sadece. sarhoş değildi.
bense, yine çok güzel bir hikayede sadece tanıklık eden adam olarak yer alacağımı sezmiştim bir şekilde. bu rolü sevmesem de, anlattığı hikayeleri yaşamış adam olmayı tercih etsem de, anlatacak hikayelerimin olduğu fikri beni ayakta tutup, başkalarının hikayelerini kendime dert etmeden anlatmamı sağlıyor. böylelikle bir hikayeye daha girmiş bulunuyorum. sarhoş olmayan, dilediğince konuşabilecek kadar içmiş bu adam, ne bir yakınım ne de bir yabancı. ilişkimiz, amerikan filmi klişelerinden birine benziyor. birden bire göte şaplak olunan yabancılar. birbirine hikayeler anlatıp, beraber eğlenen, birbirini daha önce hiç görmemiş insanlar. bu, gerçekleri anlatmayı daha kolay kılsa da, yavşakça olduğunu şahsım adına kabul ediyorum. ancak karşımda oturan yarı sarhoş adam, öylesine güzel girdi ki hikayeye, kendimi bu hikayeden mahrum edemeyeceğimi hissettim. düşündüm ki yavşak olmak önemli değildi. o an, bu hikayeden daha önemli hiçbir şey yoktu hatta.
hikayeyi tam olarak anlatmayacağım. bunun, bana kalması gerektiği inancındayım. sadece tek bir cümlesini çekip alıyorum içinden ve benim yapıyorum. üzerinden insanlığa nefretimi kusacağım, insanın içindeki en derin gerçeklik üzerinden edebiyat parçalayacağım bu sözü bana, soğuk bir evde, kumaşı yer yer yırtılmış yıkık dökük bir koltukta oturan, yarı sarhoş adam söylemiş bulundu. istemsizce.
"kendimi en iyi hissettiğim yer bir mezarlıktı".
nedenini sormaya gerek var mı? kendi içinde bu adamla kenini özdeşleştiremeyecek kadar riyakar insanlar var mı aramızda?
cenaze evlerinin kalabalıklığını düşünüyorum. cenaze sahibi dışında orada bulunanların, hiçbir şekilde üzgün olamayacağını. çünkü üzerinden iki saat geçtikten sonra atlattığınız üzüntülere üzüntü dememeyi tercih ediyorum ben. bir şekilde hayatın karmaşası içinde yitip gidiveren yapay üzüntülere değer vererek gerçeklerini küstürmek niyetinde olmayışımdandır bu.
cenaze evleri kalabalığını düşünüyorum. o insanları. kendilerini iyi hissettikleri bir yerdeler. tıpkı, lisede en yakın arkadaşının sevgilisinden ayrılmasını kendinden bile saklamak zorunda kalan bir kız çocuğu gibi, kendilerini iyi hissediyorlar. çünkü ölmediler ve dahası, en yakınlarını kaybetmediler. bir şekilde tanıdıkları ve evet gerçek bir üzüntü duydukları insanın ölümü onları ne olursa olsun, çok da etkilemedi. ve devam edecekler hayatlarına. şu an, hayatlarından çalıyor olmalarının nedeni ne? ayıp olmasın. ve bir diğer neden, hayatın ciddiyetini farkına varıp, şükretmek. şükretmek için hayatlarına ara verip bir cenaze evinde bulunan bu insanların içlerindeki umut görülmeye değer. ve aynı oranda mide bulandırıcı şüphesiz.
kendini uzun süreli iyi hissedemeyen bir insandı. sadece bazı, gelip geçici anlar vardı, iyi olduğu.
bir gün, bir mezarlıkta bulunması gerektiğinde, şaşkınlıkla fark etmişti içindeki mutluluğu. üzerine çöken kasveti dağıtan bu umut, bu mutluluk, yaşıyor olmanın verdiği sevinçten kaynaklanıyordu. ve beyin, üzerini örtmeye çalıştığı bu gerçeği sonsuza dek saklayamadı. adam, mezarlık köşesinde mutlu olduğunu anladı. iyi hissettiğinin farkına vardı. ardından, bunu elbette sakladı. çünkü böyle doğal iğrençlikleri saklamak zorundaydınız. yine de, farkına vardığı bu ikiyüzlü mutluluk için pişman mı? değil elbette. keyfini çıkardı. derin derin nefes aldı. bulunduğu o yerde, kimsenin yapamadığını yaptı. ve sevdi kendini, ilk kez.
bir başkasının acılarıyla üzülen insanlar, içlerinde bir yerlerde sevinen, böyle bir acıyla yüzleşmek zorunda kalmadığı için şükreden insanlar, bu mide bulandıran gerçeği saklamaya çalıştıklarında çok daha iğrenç olmuyorlar mı sence de? zaten boka batmış varlıkları, biraz olsun anlamlanmaz mıydı gerçekleri kabul ettiklerinde? biraz olsun cesaret gerektirmiyor mu yaşamak?
cesaret? o sende yok güzelim. sen içinin tüm kokuşmuş kötülüğü ile, midemi kaldıran tüm düşüncelerinle, onları saklamayı öğrendiğin günden beri cesaretini bir kenara bırakmış, sıradan bir insansın. mutsuzluğunun sebebini sorgulamak için belki fazla yaşlandın artık.
bırak. bir şeylerin peşinde zaman öldürmeyi bırak. içindeki insanla barış. varlığını, tüm pisliğiyle kabul et. suçunu itiraf et. cezanı çek. yeniden başla. cesaretle.
şu dünyadaki en yoz insan olmak demektir.
insanların ve insanların görüşlerinin esiri olmak, kızı da bu esarete mahkum etmek ve bekareti değerli kılıp hayatı kabusa dönüştürmektir.
"onu çok istiyorum ama bekaretini alırsam sonra nasıl bırakırım?"
bunu, geçen gece, tam anlamıyla bir erkek ortamında, arabalardan, spordan ve seksi kadınlardan başka bir şeyin konuşulmadığı düşünülen bir ortamda yani, bir arkadaşımdan duydum. yüzüne öylece bakıverdim. bir orospu çocuğu olduğunu biliyor muydu acaba? kızla beraber olduğu ilk andan beri ayrılığı düşünecek kadar samimiyetsiz bir insan olduğunun farkında mıydı? bilincinde miydi boş beleş bir insan olduğunun?
bazı insanların hayatları, varlıklarından daha değersiz akıp giderken, bu hayatlara şans eseri dahil olan güzel insanların hayatlarını mahvedebiliyor. bu, dünyada katlanamadığım yegane şey.
böyle tiplere acıyorum. seviştikleri kızı bırakamayacak kadar baskının esiri olmuş bu insanlar, bir hayatta buluştukları diğer insanların da kalbini zehirlerken, yaşamlarının tüm değersizliğine rağmen onlara katlanmak zorunda olmak acı veriyor. bir şekilde, bir yerlerden çıkıveriyor olmaları, keyfimi kaçırıyor. üzülüyorum. keşke, var olmadıklarını oynadığım şu küçük dünyamda, oyuna dahil olup yokmuş gibi yapmayı becerebiliyor olsalar. keşke, varlıklarını unuttuğum her an, sinsice yanıma sokulup tekrardan hatırlatmasalar. çok şey mi istiyorum? sadece, yanıma yaklaşmasınlar, yaşadıklarını bilmeyeyim diyorum.
her karşıma çıktıklarında, görmezden gelmekten sıkıldığım bu insanlar, bela oldukları hayatları da kendi esaretlerine ortak ettiklerinde, toplum şimdiki çekilmez halini alıyor işte. çünkü her yerdeler. ve o kadar her yerdeler ki bir kurtuluş yolu bulamayacak kadar çaresiz bırakıldık.
kendi içinde kendisi olmayı becerememiş, sürekli olarak insanlar ne der? korkusuyla yaşayan, en ufak bir hadisede bile çevreye vereceği hesabın peşine düşmüş, siyasi ve ciddi konularda bile bir çözüm önerisi sunmak ya da en azından eleştirmek yerine dünyaya rezil olunduğunun altını çizen boş beleş insanın içine düştüğü yavşaklıktır. bazen düşünüyorum, sadece bir olay olmasını ve olaydan sonra gelip bu cümleyi kuracağı anı bekleyen insanlar var mıdır acaba? bence varlar. görev yerlerini ve zamanlarını çok iyi biliyorlar ve o an geldiğinde sahneye çıkıp oyunlarını sergiliyorlar. sonrası allah kerim.
ülkenin dünyadaki konumu elbette önemlidir ancak ancaktan sonrası her zaman daha önemlidir.
ülke içinde, ülke insanını yakından ilgilendiren mühim hadiseler cereyan ederken kalkıp da "dünyaya rezil oluyoruz" diyecek kadar sığlaşmanın kime ne yararı var? sorun gerçekten dünyaya rezil olmak mı? yoksa insanların özgürlüklerinin ellerinden alındığı bir ülkede yaşamak mı? bu kadar fazıl say olmaya, bu denli halkından kopuk üst tabaka rolü kesmeye gerçekten gerek yok. sanki tek derdiniz dünyaya rezil olmakmış gibi, dahası sanki dünya sizi sikine takıyormuş gibi, elinizden alınan özgürlükleriniz için savaşmak yerine köşenizde oturup rezil olmaktan dem vurduğunuz zaman o kadar gereksiz, o kadar mide bulandırıcı ve o kadar çirkinsiniz ki verdiğiniz bu dayanılmaz görüntü karşısında insanın sizi ülkeye küstürüp kaçırana kadar ülkeyi dünyaya rezil edesi geliyor.
bir bitmediniz be canına yandıklarım. bir bitmediniz.
savaşmayı götü yemeyip de bu denli çığırtkan takılan bir sizi gördüm ben.
ne yazık ki, samimiyetsiz dünyanın özüsünüz siz. ve iyi bakın kendinize. sakın size bir şey olmasın.
savaşta her şeyin mübah olduğunu kabul edelim önce.
ilişkilerin de savaşlardan farklı olmadığını.
bir savaşa giriyorsanız taktiğiniz bellidir. bu taktik ya tutar ya tutmaz ve yenilerini doğurur.
tuttuğunda, hemen aldanıp, sürekli aynı taktikle oynayamazsınız. çünkü düşmanlarınız, size düşman olmalarına rağmen o kadar da aptal değildirler. ve kadınlar, kendilerine "yatağa atmak" için söylenen yalanlara inanmaya eğilimli olsalar da bir erkeğe inanmaya "o kadar" hazır değildirler.
kendi aralarında yaptıkları kulislerden mi kaynaklanıyor bilmiyorum, tutan erkek yalanları, bir süre sonra topluma mal oluyor. bir zamparanın boku yediği an da tam olarak bu noktayla kesişiyor işte. bulduğunuz, yerinde kullanılmış, doğru bir taktik birden bire herkesin diline düşüyor ve gerek kadınlarca, gerek emek hırsızı erkeklerce ayağa düşürülen taktiğiniz kullanılmaz hale geliyor. bir süre sonra kendinizi sevişmek için sürekli farklı yalanlar söyleyen bir insana dönüşmüş olarak buluyorsunuz.
sevişmek için yalan söylemeye gerek kalmaması gibi ütopik hayalleri bir kenara bıraktım ben. en masumundan hissedilmeden söylenmiş bir "seni seviyorum"a bile ihtiyaç duyduğumuz bir dünyada yaşıyoruz ve hal böyleyken yalanlardan uzak kurulmuş bir seks hayatı düşlemek zor. yalanınız ister "hayatımdaki en değerli varlıksın" olsun, ister "seni yarın ararım", bir şekilde kendinizi yalan söylüyorken yakalamanız kaçınılmaz. işin acı tarafı, beni her şeyden soğutan tek tarafı, en doğal duygularınızı dilediğinizce yaşamak adına yalan makinesine dönüşme zorunluluğunuz. bir yalan yetmiyor ve yenileri gerekiyor sürekli. bu, çok yorucu.
bir yalanın girintili mekanizmasına, birkaç tutarlı yalan daha eklenerek servis edilme zorunluluğu içeren yapısına oldukça ters bu durum. sürekli, aynı ustalıkta yalan söyleyemezsiniz ve en iyilerden bile olsanız, bir şekilde, bir yerde patlak vermeniz kaçınılmaz.
sonu, yalnız uyunan gecelerdir ki bir insan yalnız uyumamalıdır.
ben büyümeyi yalnız uyuduğum gecelerde öğrendim. istiyorum ki sizler büyümeyin. hep çocuk, hep mutlu kalın.
ve aklınızda bulunsun, her kadına aynı yalanı söylemeyin.
komik oluyor.
bir şekilde, sonunda boka batılmasına neden olabilecek bir davranıştır. yalan kaçınılmazsa, hayal gücünüzü kullanın.
her şey güzel başlar. güzel bir gece, güzel bir kadın, güzel bir içki, güzel bir kafa. ardından güzel bir ev, temiz, yeni yıkanmış çarşafın serili olduğu güzel bir yatak.
aklındaki tek düşünce "bu çarşafları bugün buraya birinin geleceğini bildiği için mi serdi?", "işe" koyulursun. uzandığın yumuşacık yatakta hayatının en rahat anlarından birini yaşadığın sırada olaylar gelişir.
aklından geçmesi muhtemel bir eski sevgilinin bile keyfini kaçıramayacağına inanmaya başladığın anda, sınırlar gelir. yatakta olmaması gereken ve ne yazık ki varlıklarının kadınlığın şanından sayıldığı birkaç "küçük" sınır.
tüm gece şehvetli şehvetli göz süzmüş kadını karşında bir anda, "ışıkları kapatalım", "arkadan olmaz", "oral mı? iğrenç" diyen bir kıza dönüşmüş bulursun. koyduğu sınırlara namusu gibi tapan bu kızla ne yapacaksın?
çekip gitmek olmaz tabi. önce iknaya girişilir, değiyorsa eğer. değmediği takdirde bir zorunluluğa dönüşen "iş"ini halleder, çıkarsın yataktan. birlikte uyumak için çok sınır var aranızda. yaklaşamazsın.
karşı çıkılmasını anlıyorum da, "şiddetle" karşı çıkılması, konu açıldığında aniden sinire kesilmesi ve oral sekse dünyanın en iğrenç, en düşük, en beter şeyi gibi bakılması, beni ziyadesiyle üzüyor. içinden geldiği gibi davranamayıp seksi de hisleriyle yapmayı beceremeyen insanlara acıyorum. ve bir kez olsun istedikleri gibi davranabildikleri, insanların ne diyeceğini umursamadan hareket edebildikleri anı görmek için şu dünyada veremeyeceğim hiçbir şey yok.
yıllarca atılıp tutulmuş "şişman kızın güzel kankası" yalanını çürütmeyi amaçlayan kızdır.
bilerek ve isteyerek hayatı boyunca güzel kızlardan uzak durarak, onlara ulaşmak için kendisini kullanan erkekleri göt etmiştir.
bir nevi halk kahramanı ve çok da sevimli.
kimi zaman güzel kızların moral düzeltmek için yanlarında bulundurdukları, erkeklerin güzel kıza açılan kapı olarak gördükleri, çok az insanın gerçekten çıkarsız bir şekilde birlikte olduğu şişman kızların üzerine yapışmış olan bu "güzel kız kankası" etiketinden nefret ediyorum. yüzüne bakılmayacak kadar çirkin kızlarla takılan şişman kızlar görmek istiyorum çevremde. güzel kızların güzelliklerini vurgulamak için kullandığı şişman kızların gözlerini açmalarını ve bu çıkarcı soytarılardan kurtulmalarını istiyorum. daha özgür, daha güvenli, daha sevilen şişman kızlar istiyorum. belli bir ortama girebilmek için güzel kankasına yamanan kızlardan hepimiz bıkmadık mı? onlara yaklaşan sinsi erkeklerden herkes yılmadı mı?
el ayar: insanları şişman, çirkin, güzel diye ayıran bazı "insanımsı"lara kapak olmuş kızdır.
öncelikle, başlık öyle güzel geliyordu ki gelişine bir "mal" eklememek için kendimi çok zor tuttum. büyüklük, dedim, bende kalsın.
çevrede bazı insanlar görüyorum. tutunamayanları okuyup, farklı olanın yalnız olmaya muhtaç olacağını öğrenip yalnızlığını farklılığıyla süsleyip prim yapmaya çalışan, yalnızlığıyla bile hava atma derdine düşmüş ve en nihayetinde bir yerlerden bir kız düşürür müyüm? telaşına girmiş insanlar.
farklı olmakla hiçbir zaman bir derdim olmadı. farklı olanlarla sorun yaşamadığım gibi kendimi farklı olunca daha havalı olacağımı düşündüğümden farklıymış gibi de göstermedim. kesinlikle ilişmedim farklılıklara. öylece durdular. ilgimi çekmediler.
ancak, sanıyorum kızların ilgisini çekiyor olacak ki, birtakım ergenler türedi ortalıkta. "yalnızım çünkü farklıyım ayten".
hadi ordan!
yalnız bile olmayan insanların çıkıp yalnızlıkla dalga geçercesine yalnızı oynamasına ve bu işten ekmek yemesine sinir oluyorum. yalnızlığı bir yalnız bıraksak oysa, bir kullanmasak iğrenç emellerimiz için...
gerçekten farklı olduğu için yalnız kalan insanlara sabır dilerken diğer ergen ruhlu piçlere de nefretlerimi sunuyorum buradan. eviniz yansın!
en güzel sevişmelerinin sonunda yatakta yalnız bırakılmış bir kadın.
aldığı çiçekler elinde, terkedilmiş bir adam.
geleceğe dair en temiz ümitleri yok edilmiş bir çocuk.
hayalleri ellerinden alınmış insanlar.
güvenleri sarsılmış, yalnız bırakılmış, umutsuz kalmış insanlar.
hepsinin arkasında bir insan.
kötü mü?
kötü elbet.
bir kötüye sahip insanların kaçınılmaz sonu, değersiz hissetmek.
ne oluyor?
önce kocaman bir boşluk. sonra kabullenememe. böyle hissediyor muyum gerçekten? dersin. ben böyle hissediyor olabilir miyim?
biri gerçekten bana bunu yapmış olabilir mi? bu kadar değersiz, bu kadar önemsiz olabilir miyim birinin hayatında?
kendi hayatının baş rolüne sahip insanların başkalarının hayatlarında ötekileştirilmesi, kaçınılmaz ve en acıklı sondur. birinin hayatına girmek yükünü sırtladığında insan, bu hazin sona da kendini hazırlamalı. ancak ne yazık ki, öyle bir hazırlık yok. buna kendini hazırlayabilecek kadar güçlü, bu kadar gerçekçi bir insan yok. alıştığımız baş rolü oynamak için dahil olduğumuz hayatlarda kısa kesilmiş sözsüz rollerimizle bazen bir yatakta, bazen bir sokağın ortasında yalnız başımıza kalıverdiğimizde, arkamızda yalnızca "çek git" repliği bırakarak açık bırakıp gittiğimiz kapılar kapanır. iki kez kitlenir. ve hayat devam eder. bu sefer daha değersizdir.
kaldırımda bir kadın ağlıyor. insanlar uzaktan bakıyorlar. belki acıyorlar ya da belki umursamıyorlar. rahatsız olanlar var mı?
yanına gidip ne olduğunu soruyorum. bunu soramayacak kadar yabancı olmama aldırmadan anlatıyor. aynı hikaye. aynı vasat hikaye.
ne zaman bu kadar duyarsızlaşabilir insan?
bir insana kendini kötü hissettirebilecek egoya ne zaman ulaşır?
nasıl bu yükün altına girip acı çekmeyecek kadar umursamaz olabilir bir insan? ardında bıraktığı mutsuz bir insanla ne kadar yaşayabilir? geçmiş, o kadar uzakta mı gerçekten? o kadar sessiz mi?
vicdan yoksunu insanlardan korkuyorum. çünkü biliyorum, onları durdurabilecek hiçbir şey yok.
hüzünleniyorum sonra, anasını satayım. dünyanın bu kadar berbat bir yer olmasına, insanın bu denli çirkinleşebilmesine üzülüyorum.
ve bırakıyorum. insanlar duvarların ardında kalmalı.
insana dinginlik veren bir kısıklık, çekici bir sakinlik, her şeyin bir çözümünün olduğunu ilk andan itibaren kanınıza işleyen bir konuşma... psikolog konuşması.
merak ediyorum, bu işin eğitimi veriliyor mu? bu insanların işi bu denli çözmüş, hayatı anlamış, dünyanın en gizli sırlarına ulaşmış bu duruşlarının nedeni ne? nasıl da sessiz sakin, zor duyulacak bir sesle, mutlu mutlu konuşuyorlar. şişman bir insan kadar rahatlar ve bu genişlikleri güvensizliğe çıkmıyor hiçbir zaman. içimdeki tüm güveni onlara verip kollarına uzanmak istiyorum. belki şakaklarımda küçük daireler çizerler hayaliyle uzanmak istiyorum dizlerine. tatlı tatlı anlattıkları şey her ne olursa olsun, gözlerim kapalı dinlemeye hazırım. belki de sonsuza dek.
insanı mutlu eden, kendi konuşmasından soğutan ve bir süre taklidini yapmaya iten bu sakinliği yüksek dozdaki konuşma yıllarca özlemini çekip bir türlü kavuşamadığım bir şey sanki. ne olurdu, bu hızlı, bu hoyrat konuşmam yerine, böyle sakin, böyle huzurlu bir konuşmam olsaydı? ne olurdu ben de hayatın tüm gizemini çözmüşçesine insanlara mavi boncuk dağıtan bir psikolog olsaydım?
herkese sevgilim diye hitap eden şişman, geniş adamlar, kısık sesle konuşup insanı kendine bağlayan psikologlar... hayat onların dünyasında yaşayınca ne kadar sakin, ne kadar yavaş ve ne kadar değerli.
hayatına girmiş erkeklerden yediği kazıkları "en büyük erkek yalanları" tipi başlıklarda paylaşan gözü yaşlı kadınlardan, yatağına bir şekilde girmeyi becerebildiği kadın tarafından tatminsizlik kaynaklı siktir edilen erkeklerden bile daha aşağı bir seviyede olmak, üzerine bulanmış bu kara lekeden hiçbir zaman, hiçbir şekilde, hiçbir karizma yapma girişimiyle kurtulamayacak bir zavallı olmak demektir.
blendax reklamında oynayan, sadece saçına bile tav olunabilecek kızı canlandıran kadınları çok iyi anlıyorum da, allahın açını, saça tav olan manyağını oynamayı kabul eden erkekleri bir türlü anlayamıyorum. saç lan o?
şahsım adına konuşuyorum, eğer bir gün bir kadının saçından tahrik olmam gerekirse bu kesinlikle papaz saçı kıvamında dağınık ve gereksiz dolgun saçlara sahip olan bir kız sayesinde gerçekleşmeyecek. iğrenç lan. yemin ederim iğrenç.
şu dünyada orospu çocuğu olmaktan daha kötü bir şey varsa, o da sürekli orospu çocuklarıyla haşır neşir olmaktır.
burada küfrü izah etmek istiyorum önce. gerek var çünkü.
anneler kutsaldır. ben böyle bilirim. lanet olsun ki dilime yapışan bir küfür direkt olarak anneleri ilgilendiriyor. oysa bir insanın orospu çocuğu olmasında annesinin hiçbir günahı yok. tamamen kişisel bir küfür bu. ama anneye ediliyor. çok sinirim bozuluyor lan.
şu bilinsin, orospu çocuğu kişiye yöneliktir ve ne kadar iğrenç bir insan olduğunu belirtir. anneye burada bir laf yok. çünkü onun bir günahı yok. keşke daha kişisel ve aynı etkiyi yapan bir küfür olsa. mukadderat deyip geçeceğim.
şimdik. hayatın her alanında karşısına orospu çocukları çıkmış bir insan olarak, bu konu hakkında ciddi bilgi sahibiyim.
okula başlarsın, hayatının ilk orospu çocuğuyla karşılaşırsın. okul yılların boyunca orospu çocuğu sayısı artar. okul biter, işe başlarsın, orospu çocuğu oradadır. bir kadını seversin, arkasındaki orospu çocuklarıyla yüz göz olman gerekir. elini attığın her işte, ilgili olduğun her olayda bir orospu çocuğu bulunması tesadüf mü? bence değil amk.
cenabet miyim neyim anlamıyorum. kendimce temiz de bir insanım aslında. lakin, orospu çocuğu sahibiyim, hayatın her alanında. önüne geçemiyorum. her gün yüzüne gülmem gereken sayısız orospu çocuğuna içimden küfretmekten başka bir şey yapamıyorum. böyle hayatı da, affına sığınarak, sikicem güzel kardeşim. olmuyor. hata var. beni alın.
şişmandı. keldi.
gözleri güzeldi. güzel bakardı.
dudakları dolgundu, bir erkeğe göre fazla dolgun.
bol gömlekler giyerdi, bazen de bol tişörtler.
fular, bazen bir atkı kullanırdı. renkli fularları severdi. genelde siyah giyinirdi.
elleri zarif bir adamdı. sigarayı tutuşu hayran bırakırdı.
elini çenesine koyup saatlerce anlatılanı dinleyebilirdi.
bir psikolog ses kısıklığında konuşur, konuşurken huzur verirdi.
geniş bir adamdı. hiçbir dert onun için yeterince iyi değildi. acısı yoktu. ya da çok iyi saklıyordu.
kadınlarla arası iyiydi. nereye kadar gidiyordu bu ilişki bilmiyorum. ama iyiydi işte. ağzı laf yapardı zaten.
orta yaşlarda, çok yiyen, şarap seven, iyi niyetli bir adamdı.
herkese, o psikolog dozunda kısık sesiyle "sevgilim" diye hitap eder, bu hitap insanı yumuşatır, rahatlatırdı.
içinize su serpilirdi tedirginseniz, rahatlardınız gerginseniz.
tüm genişliğiyle "boşver sevgilim" dediğinde, sorunlarınızı unutuverirdiniz.
iyi niyetliydi. çok görmüş, çok geçirmişti. tavsiyelerine güvenebilirdiniz.
ve yavşaktı amk. kelimenin tam anlamıyla yavşak.
ne kadar gizleyebilir bir maske ardındakini?
ne kadar yaklaşabilirsin uçsuz bucaksız bir karanlığın içindeki kötüye?
ne kadar kaçabilirsin yaşamaktan?
kaç kere yakalanabilirsin tekrar hayata?
maskemi çıkardım. insanları istemiyordum artık. bir duvar ördüm. taştan, beyaz bir duvar.
ardında çocuklar oynayacaktı belki. sarhoşlar işeyecekti geceleri.
bilmeyecektim hiçbirini. arkamda bıraktığım dünyaya çektiğim duvar daha güçlü kılacaktı beni.
sonra, incinmemeyi öğrenecektim. üzülmemeyi.
önce insanları hayatıma dahil etmemeyi ama. sonrası gelirdi nasıl olsa. geldi de.
bir tercih, bir seçim, bir vazgeçiş.
ne kadar uzak bir hayal, ne kadar yakın bir gerçek.
ve gülümsemelisin şimdi.
olduğunu sandığın insana inat, kendini sakındığın topluma inat, bir adım geride duracaksın daima.
çekeceksin kendini. nasıl olsa gelmezler. hiç gelmediler. hep vardılar ama. artık yoklar.
bir kere sevebilirsin. bir çok kez incinirsin.
ve bir kere gelirsin hayata. ömrünü harcayış şekline karışamam da, yazık ediyorsun kardeşim.
en çok da kendini sakındığın zaman belki.
"...ama böylesine ihtiyatla ve kendimi böylesine sakınarak zevk almaya çalışırsam,
benim için artık bir zevk olmaz ki bu."
buna isterseniz reddedilmeye mahkum bir erkeğin son çırpınışları deyin, ister gerçeklik olarak değerlendirin ister bana ayar verin böyle bir şeyin var olduğuna dair inancımı hiçbir şekilde sarsmanız olası değil. ve asıl önemli olan şey dünya üzerine tek de olsa bir insanın böyle bir şeyin var olduğuna inanmasıdır. bu haliyle bu durum bir gerçeklik olarak kabul edilebilir. kabul eden kişi sayısını göz ardı etmekten aldığım hazla bunun bir gerçeklik olduğunu belirttiğimde deliye dönecek kadınları düşündükçe kendimden geçiyorum. bunu ciddiye almayan olgun kadınlaraysa selam ediyorum. her zaman bir mesaj uzaklığınızda olacağımı bilmeniz benim için yeterli.
uzun süre kesişilen kızın yanına gidince "salak" tepkisiyle karşılaşan erkekler bu durumun varlığını doğruluyor. bir kızın bir erkeği reddetmek için yapabilecekleri içinde kesinlikle ve kesinlikle erkeğe yanaşmak vardır. erkeğe umut verip arkadaşça görmeyi seven kadınlardan bahsediyorum. böyle kadınlar tahmin dahi edemediğim bir açlıkla kurbanlarına yanaşırken akıllarından sadece biraz sonra elde edecekleri zaferi geçirirler. böyle kadınlar dünyanın en tehlikeli türüdür demeye dilim varmasa da oldukça sinir bozucudurlar.
reddedebilme becerisi başlı başına incelenmesi gereken bir konuyken bir de bu beceriden zevk alan kızların olduğunu bilmek beni insanlara dair derin bir ümitsizliğe itiyor. başkasının acısıyla mutlu olan insanlar, başkalarına çektirdikleri acılarla statü kazanacaklarını zanneden zavallılar midemi bulandırıyor. oldukça duygusal ve biraz romantik yaklaşıyorum bu tiplere. ruhumu zedelediklerinden dem vurup romantik piç kontenjanından giriyorum hayatlarına. reddetmede hayli becerikli ve istekli bu insanlar nedense bir piçe karşı koyamıyorlar ve biz bir şekilde birlikte uyanıyoruz. işte o zaman tüm erkekler adına kazandığıma inandığım bir zaferle gülümsüyorum kadına. ondan kurtulmanın bir yolunu aradığım dakikalarda kendine duyduğu özgüvenin kaynağını da anlıyorum. özgüvenimiz götümüzü kaldıran insanlar yüzünden haddinden fazla yükseliyor. ve haddinden fazla yükselmiş bir özgüvenden daha dayanılmaz bir şey yoktur. kendimden de nefret ediyorum sonunda ve iyice içime gömülüyorum.
bu tip özgüven çıkışlı davranışlara bir neden biçmek zor aslında. ego tatmininden başka bir yere varılamaz çoğu kez. bu kızlara biraz olsun değer verseydim işi karakter analizine kadar götürmeye niyetlenirdim. ancak taytlarının üzerine giydikleri bol kazakları ve dizlerine kadar tırmanan çizmeleriyle o kadar basit görünüyorlar ki yapamayacağım. böylelerinin hayatına çok önemli biri olarak girip onları sevdiğime inandırdıktan sonra "ben gidiyorum" demek istiyorum. acılarından zevk alırken biraz olsun anlarım belki onları. nasip.
kulakta kulaklıkla bilgisayarın kamerasından çekilmiş bir profil fotoğrafıdır. böyle profil fotoğrafları olan insanlardan en az uzun saçlı kellerden korktuğum kadar korkuyorum. kafasının üstü tamamen kel olan adamın arkalardan uzattığı saçını at kuyruğu yapması ne kadar hayret vericiyse bir insanın kulağında kulaklıkla internet cafede çektiği fotoğrafını profil fotoğrafı yapması da o kadar şaşırtıcı geliyor. ilginç tipler olduğunu düşündüğüm bu insanlara yaklaşmak istesem de onlardan aşırı derecede korktuğum için bu isteğim gerçekleşemedi bir türlü.
bir insanı internet cafede fotoğrafını çekmeye iten sebepleri anlayabiliyorum. belki bir yerde inanılmaz derecede zorunluluk haline geliyordur. eyvallah. ama bu fotoğrafı profil fotoğrafı yapıp sonra da facebooktan rastgele bulduğu güzel bir kıza asılan adamı anlayamıyorum. tanışmak için ne kadar yaratıcı bir şey söylerse söylesin başarıya ulaşamayacağını bilmiyor olması kanıma dokunuyor hatta. kaldıramıyorum. bu gerçekle yaşayamıyorum lan. olmuyor.
insan kendisinin farkında olmalı. yapabileceklerini ve asla yapamayacaklarını bilmeli. çok yakışıklı, zengin, romantik de olsan o profil fotoğrafıyla herhangi bir kızı düşürmen ya da kaldırman ki bu ikisi aynı kapıya çıkıyor, imkansız. nasıl imkan olsun ki? fotoğrafından ben korkuyorum. o güzelim kız kimbilir neler hissediyor o fotoğrafa bakınca. böyle şeyler yapmayın. gerekirse profilinize vesikalık fotoğraf koyup bir nostalji rüzgarı estirin. ama bunu yapmayın. ürküyorum lan.
hayatta gerçekten ve tümüyle mutlu olduğumuz anların yüzdeye vurumunu incelediğimizde gerçekliğine inanmamak için bir neden bulamayacağımız durumdur. öyleyse tümüyle ve saf bir gerçekliktir.
hayatta mutsuz olmak çok çeşitli nedenlere ve nedensizliklere bağlanabilir olmasıyla karşımıza çıkması çok olağan ve artık alışılmış bir şeydir. mutsuz olmaya gereken önemi veremediğimizi bile düşünüyorum zaman zaman. mutsuz olmanın tamamen farkına varamıyoruz ve belli bir koşuşturma halinde süren hayatlarında aslında mutsuz olduklarının farkına varamayan binlerce insan var. mutlu olmak bu açıdan çok daha değişik. mutluluğunun farkına varabiliyor insan çünkü ayırdına varmaya değer buluyor. hal böyleyken mutsuzluk daim mutluluk geçicidir ve aslında hayatımız boyunca taşıdığımız duygu yerine gelip geçici bir zevke önem vermemiz çok ikiyüzlüce.
her zamanki riyakarlığımız ve nankörlüğümüzle hayatımızın büyük bölümünde bize eşlik eden duyguya ihanet ederek bizi kandıran, anlık olan ve sanki daima bizimle kalacakmış izlenimini verip bizimle oynayan duyguyu önemsiyoruz. bu bana mide bulandırıcı geliyor.
mutsuzluk normal bir hayatın çoğuna etki ediyorsa diyebiliriz ki mutsuzluk gereklidir. gerekli olmasaydı bu kadar çok yer işgal edemezdi hayatımızda ve bu kadar önemli bir yere sahipse eğer ona kesinlikle ihtiyaç duyuyoruz.
ihtiyaçlarımızla barışmalı, mutluluğa suni bir değer biçmemeliyiz. mutluluğu anlamsız bulan bir insanın mutsuzluğuyla huzur bulması hayatı değerli bir şekilde yaşayabilmenin tek yolu belki de. mutsuz olun, huzurlu olun. mutluluğa kafa yormayın. o nasılsa geliyor ve çok güzel bir sevgili gibi gidiyor.
ruhunun istediği özgürlük seviyesine bedeninin ulaşamamış olmasından yakınan, yakınırken söndürmek üzere olduğu sigarasıyla yeni sigarasını yakan, orta yaşlarda, barda tanışılan insan söylemi. nasıl tanıştığımızı bilmiyorum. sanırım bir tanışma olmadı. sadece yan yana düşmüştük ve bir şekilde yalnızlığımız bizi birbirimize itmişti. o anlatma ihtiyacı içinde olan taraftı bense dinleyicisiydim.
böyle bir süre süre konuştuk. kadınlardan, üzen kadınlardan, mutlu eden ama aptal olan kadınlardan, kadın olmaktan. kadın olmak istediğini söylemişti. kadın ve orospu olmak istiyordu. aslında olmak istediği şey seks karşılığı para alan bir kadın olmak değildi. para almayacaktı ancak toplum onu yine de orospu olarak görecekti. toplumun orospu deyip aşağıladığı bir insan olmak istiyordu. sadece anlık yaşanan zevkin peşinde olan, mutluluğu bu şekilde yakalamış ve hiçbir şeyin üzemeyeceği bir insan olmak istiyordu. hayalinde canlandırdığı orospu hayatı buydu.
ona "peki ya ruhun ne olacak?" diye sordum. bedenini tatmin etmeye çalışırken ruhunu ne yapacaktı? yaşamak istediği orospu hayatı tıpkı şu an yaşadığı piç hayatı gibi ruhunu zedelemeyecek miydi? "romantiksin çocuğum" dedi bana. başta bozuldum ama elden ne gelir? kabul ettim. fazla genç ve fazla romantiktim. bazı ruhlar zedelenmezdi ve sahip olunabilecek en güzel ruh bir orospunun ruhuydu.
taşlaşmış kalbiyle bu zevk düşkünü orospunun mutlu olmak dışında yapabileceği hiçbir şey yoktu. ve yapması gereken tek şey seviştiği adamları uyandığı anda aklından silmekti. çünkü anılarla yaşayamazdınız.
anılarımı geride bırakıp, aklımdan tamamen silerek yalnızca içinde bulunduğum an için yaşamayı düşündüm. bunu beceremeyecek kadar sorumluluk bilincine sahip olduğumu fark ettim. tıpkı o adam gibi açtı ruhum özgürlüğe ve tıpkı onun gibi bedenimin esiriydim. bedenimin hapsolduğu sınırlar içinde yaşamaya mecburdum ve bu sınırları yok edecek gücüm yoktu.
bir yaşam hakkı daha diledim. buna yedek yaşam diyorum. bir yaşam hakkım daha olsaydı hayal edebildiğim kadarıyla kötü bir insan olurdum. insanlardan ve kokuşmuş değer yargılarından kendimi soyutlayıp gerçek olan tek şeyi yapardım. kötülüğü.
kötülüğün içinde barındırdığı samimiyeti seviyorum. iyilik gibi statü kaygısıyla yapılamayacak olması hoşuma gidiyor. kim ne der? korkusuyla davranmaya son vermek, insanların hakkımda vardığı fikirlere aldırmamak büyüleyici olurdu.
çocukluğumuzdan bu yana hapsolduğumuz bu değer yargıları olmamız gereken insan olamamamızın tek nedenidir. ve bir de korkumuz var toplumdan ve toplumun çizdiği sınırlardan korkmamız. korkmamız gerektiği öğretildiği için korkuyor olmamız.
çizilmiş tüm sınırlara inat o adam orospu olmak istiyordu. ama korkaklığı yüzünden bunu başka bir hayat talep edip o hayata yükleyerek gerçekleştirmek amacındaydı. anlık mutluluk felsefesinin peşine düşmek için yedek bir hayat talep etmeyecek kadar cesur bir insan var mı bilmiyorum. bildiğim tek şey o adamın nefes aldığı dünya yaşamaya değer.
bir şekilde seyircinin seyir zevkini bozan ve ortadan yok olması gereken insanlardır.
gözlüklü, şişko, asosyal ve ezik erkek: varlığıyla hiçbir derde deva olamamış bu adam kaybetmeyi en başından beri kabullenmiş olmasıyla hayata tutunmayı çoktan bırakmış açık bir hedef oluşturuyor. katil temalı bir korku filminde böyle adamların uzun süre hayatta kalması imkansızdır. her ne kadar katile katledilme aşamasında hiçbir zevk sunamasalar da öleceklerini bilmenin verdiği güven seyirciyi filmin başlarında rahatlıkla filme bağlamak için kullanılan bir yoldur. "şişko ölsün de önümüze bakalım" düşüncesiyle, filmin bu şişkonun ölümünden sonra heyecanlı ve ön görülemez olacağını bilen seyirci bu ölümü iple çeker. ve sonuçta seyirciye istediğini verirsin ki bir süre daha bağlansın. bunlar küçük oyunlar ve tutma ihtimali her zaman var.
aptal kızlar: kendilerini koruyabilecek hamleleri yapmaktan aciz oluşları onları en yakın ikinci açık hedef haline getiriyor. katledilme aşamalarında katilin aldığı hazzı tahmin edebiliyorum. keşke hepimiz kendi küçük korku filmimizde katledebileceğimiz küçük aptal kızlara sahip olsak. dünyanın o haliyle çok daha güzel bir yer olacağına inancım sonsuz.
esas kızın sevgilisi: erkek egemen toplumun seyirci profilinde çoğunluğu erkekler üstleneceğinden esas kızın sevgilisine duyulan nefret, o gıcıklık hali bu katli heyecanla beklemeyi beraberinde getiriyor. aynı oranda kadın seyirciyi üzerek toplanacak primin peşinde olan bir katil öldürmek için son sıralara koyduğu bu kurbanına çok değer veriyor. ne kadar geç öldürürse o kadar sinir bozucu. ne kadar vahşice katlederse o kadar üzücü. iki taraftan da reaksiyon almayı sağlayacak temiz bir iş.
katil temalı korku filmlerinde kaybeden olmak oldukça acı ve bir o kadar da saçma. bir insana karşı koyamamak ve öldürülmek diğer korku filmleri göz önünde bulundurulduğunda oldukça kolay bir kaybediş şekli. izlediğim her katil temalı korku filminde bu salaklara sövebildiğim kadar sövüyorum. belki de hayatın değerini anlamaları için böyle tiplere işkence etmek güzel bir yoldur. kim bilir.
gerçeklerin çevresi tarafından kendinden gizlendiği insanların gerçek dostlarının olmadığını belirten bir beyanat.
acı gerçekleri, insanın içini acıtacak doğruları söylemekten korkmayan insanları tenzih ediyorum çünkü zaten yoklar. çevreme baktığımda bir yığın işe yaramaz yabancı görüyor olmam kimsenin suçu değil. bu benim çevremi değiştirmem gerektiğine bir işaretten başka bir şey değil. peki ya değiştirdiğim çevreme yeni dahil olan insanların doğruluklarına nasıl karar vereceğim? bana gerçekleri olduğu gibi söyleyecekler mi? yoksa beyaz yalanlarla süsledikleri özü değiştirilmiş doğruları güzel sözlerle soslayıp mı sunacaklar? beni kaybetmemek adına ya da üzmemek bahanesine sığınarak üzerinde oynadıkları gerçekliğin hiçbir zaman farkına varamayacak olmamı umursamayacaklar. çünkü bu benim iyiliğim için olacak. sikerim öyle arkadaşlığı canlarım. bu konuda ciddiyim.
bu dünyada dostum dediği insan tarafından bile güzel bulunan milyonlarca çirkin insan var. çirkinliğinin farkında olan ve kandırıldığını acıyla fark edenlerin yanı sıra bir de çirkin olduğunun ve arkadaşları tarafından kandırıldığının bilincinde olmayan zavallılar da var. en çok bunlara üzülüyorum aslında. çünkü diğer grup bir şekilde bu yalanlara bir son verip arkadaşlarının kendisinden çirkinliğini saklamasının önüne geçebilir. oysa bunlar, çirkinliğinin ve yalanların bilincinde olmayanlar, o kadar çaresizler ki. varlığından haberdar olmadığı bir sorunu nasıl çözer insan? ve apaçık ortada olan bir sorunu göremeyerek ne kadar yaşayabilir?
çirkinlik öyle saklanması gereken bir eksiklik değildir. temelde güzellik eksikliği olarak algılansa da ortada bir eksik yoktur. çirkin olan insanlar var ve bu çirkinliği herkesin kabul etmesi gerekiyor. çirkin insana güzel diyerek onu mutlu edemeyiz. ona güzelliğin bir numarasının olmadığını hissettirmemiz yeterli olacaktır. çünkü kimsenin güzel olmak zorunda olmadığı bir dünya daha güzel bir dünyadır. o dünyada çirkinlere yalan söyleyen sahtekar dostlar yoktur ve çirkinlerin de gerçekler üzerine kurulu bir mutluluk yaşadığı bir yerdir orası.
çirkin bir insana dostluk eden yalancı insanları anlayamıyorum. bu kadar korktukları gerçeklerle yüzleşmek zorunda olduklarında ne yaparlardı acaba? bunu gerçekten merak ediyorum. elimden geldiğince, bulduğum yerde sıkıştırıyorum onları. gerçekleri kabul edip arkadaşlarıyla yüzleşme fırsatını verdiklerim şimdi çok daha mutlu ve yalansızlar. hayat böyle geçmiyor. arkadaşlarınıza yalan söylemeyin. çirkin olma haklarını kullanmalarına izin verin ve bu kadar güzellik bağımlısı olmayın. gelip geçici şeylere tutunduğunuz hayatınızda boşluğa düşme riskinden asla kurtulamayacağınızın farkına varın. lütfen!
mutlu, mutsuz, uygun, uygunsuz fark etmeksizin her ilişkinin başına gelen, gelmesi kaçınılmaz evredir. ve tam olarak erkeğin kadının çantasını taşımaya başladığı ana denk gelir. bu andan sonra erkek ilişkideki rolüne bir amerikan korku filmi kaybedeni olarak devam eder. öylesine silik, öylesine önemsiz, öylesine kolay avdır ki bir süre sonra terk edilir. çünkü kadınlar ilişkide tek amaçları erkeği silikleştirmekmiş gibi davransalar da esasında silik erkekten hazzetmezler.
zaten kim sevebilir ki eğilip ayakkabısını bağlayan, çantasını taşıyan birini? gerçekten ve iyi niyetle bir süre üzerinde çalışsanız da sevemezsiniz. beceremezsiniz. hatta sevememekten dolayı üzülmezsiniz bile. öylesine hak etmiyordur çünkü sevilmeyi. silik kişiliği ve her denilene he diyen tatlı dili soğutur kendinden. bir müddet katlanmayı deneseniz de beceremezsiniz. yazık.
ilişkide erkeği silikliğe iten nedenlerden birincisi ve en geçerlisi "aman sorun çıkmasın"cı aşkıdır. bu öyle bir aşktır ki her kavgadan sonra ruhunun yara aldığını iddia etmeye başlar. ben böyle ibnelik görmedim diyordum ama onu gördüm.
bir diğer neden erkeğin içinde patlamaya hazır bir kılıbığın yatmasıdır. bu kılıbık ilişkinin doğru evreye girmesini bekler ve zamanı geldiğinde öylesine güçlü çıkar ki yerinden ne olduğunu bile anlayamazsın. nedenler içinde en tehlikelisi budur.
nedenlerin en düşük ihtimallisi ve bu yüzden az rastlananı ise erkeğin kadından korkmasıdır. bu zaten kendisinin ziyadesiyle silik bir kişiliğe sahip olduğunu ortaya koyduğundan bu durumda başka neden aramaya gerek yoktur. erkek zaten silik başladığı ilişkiyi silik devam ettirdiği için haber değeri bile taşımaz. gereksiz.
bir erkek olarak hemcinslerimin bir ilişki yaşamak adına katlandıkları bunca şeye akıl sır erdiremiyorum. ve bununla birlikte üzülüyorum da onlara. oysa hayat güzel, kuşlar uçuyor, binalar yalıtımlı.
geçen hafta mezarlık manzaralı küçük evimin hiçbir zaman tam kapanmayan penceresinden dışarıdaki puslu havayı izlerken, bir pazar günü evde tek başıma ve hiçbir şekilde sevişme ihtimalimin olmadığının bilincindeyken içtiğim sigaradan zevk alırken kendimde ayırdına vardığım sevinçtir.
mezarlık manzaralı bir evde, puslu bir pazar günü, tam kapanmayan bir pencereden dışarı bakarken, akşam sevişilmeyeceğinin bilincinde sigara içen bir insan ne kadar mutlu olabilir? dünyanın tüm kasvetini günah keçisi misali yüklenen bu insanı yaşama bağlayan şey nedir? evinin ölüm kokan manzarası mı? sigaranın dumanı mı? kapalı pencereden sızan soğuk hava mı? gece tek başına uyuyacak olmak mı? belki de hepsi.
hiçlikten anlamlar çıkardığım zamanlar yaptığım gibi yine şanslı sayıyorum kendimi. evim bir mezarlığa bakmıyor olsaydı ölümün bu kadar farkında olabilir miydim? ölümden bu kadar korkar mıydım ona bu kadar yakın olmasaydım? hayatı ön yargısız yargılayıp o kadar da ibne olmadığı sonucuna ulaşabilir miydim yalnız olmasaydım? bu küçük evde kapanmayan pencereden giren soğukla her defasında uykumda acı çekmeseydim hayatın en ufak nimetlerinin farkına varabilir miydim? sahip olduğum hiçliklerin kocaman bir anlam oluşturduğunu gördüğüm günden beri sigara içerken düşündüğüm şeyler daha değerli. eskiden bir boka yaramıyorlardı, söyleyeyim.
hayat pencereden ölümün sessizliğini izlerken daha acımasız. hiç olmadığı kadar acımasız yalnızken. ve yalnızken ve ölümden korkuyorken ve üşüdüğünde tutunabiliyorsan hayata bir şeyler zorlaşıyor olsa da bir şeyler de kolaylaşıyor aslında. ne kadar değerli olduğunu ve ne kadar ucuza harcanabildiğini bilmek, bunun farkında olmak güçlü yapıyor seni. çünkü sadece güçlüler hayatta kalabilirdi.
dünyada erkek acısı bu kadar yaygın bir şekilde hissedilirken kadınların buna göstermekten hoşlandığı şefkatle soslanmış yoğun ilginin kanıt olarak sunulabileceği bir gerçekliktir.
dünyada bir erkeğin ağlamasına karşı hissiz kalabilecek bir kadının olmaması bir erkeği ağlatmak isteğinin açığa çıkmasının temel nedeni belki de. önce yara açıp sonra o yaralara merhem olma isteği, kimi zaman başka kadınların açtığı yaralara dahi merhem olmak istemek kadar ileri gidebilecek bir kadın mantığı mevcut. bu istek, erkeğin acı çekmesine neden olmayı yanı başında getirdiği için ister istemez bir "acı çeken erkeğin verdiği zevk" unsuru oluşuyor.
ağlayan erkeğe dayanamayan, zamanında çok sevmiş ve sevdiğini kaybettikten sonra piçleşmiş adamın yaralarını sarıp onu doğru yöne yöneltmeye çalışan, "benden sonra sürünsün" şeklinde düşünen kadınlar erkeklere çektirdikleri acıdan yola çıkarak rakip kadınlar karşısında bir üstünlük elde ettiklerine inanıyorlar. bu üstünlükle şişen egoları verdikleri acıdan mutlu olmalarına neden oluyor.
amacı bu olmasa da bir şekilde iç güdülerinin etkisiyle bu yöne yönelen kadınlar da var. bu kadınları kesinlikle anladığımı belirtmek istiyorum özellikle. bu, karşı konulamaz bir dürtü ve karşı koyabilecek güçte bir kadının var olmasını bekliyor değilim. bu kadınların ve bilinçli olan diğerlerinin varlığıyla barıştım ve acılarımla mutlu olmaya başladım. bu onları pek memnun etmeyecektir gerçi. sağlık olsun.
bir fahişe gibi gelmişti kapıma.
eskiden ne olursa olsun birlikte girerdik bu eşikten. şimdi, bir fahişe kadar yalnız gelmişti ve ancak bir fahişe kadar sevilecekti. bunu biliyordu ama yine de gelmişti. bunun için ona minnet borçluydum.
birini sevmemek, sevmekten daha zor inan. umutla bakan gözlerini görüp görmemiş gibi yapamıyorsun. gözlerindeki umuda umut katamıyorsun ve umudunu almak için söylediğin tatsız sözler ondan çok seni yaralıyor. kimse seni bu denli sevmesin istiyorsun çünkü alışık değilsin. alışmamışsın ve istemiyorsun da bu tehlikeli sıcaklığı.
sonradan kötüleşecek hiçbir durumun içine girmek istemiyorsun. canının yanacağı hiçbir şeye başından eyvallah etmezsin çünkü.
akıllısın ama bilmediğin bir şey var. aşk akıldan üstün. akılla alakasız ve beceremezsin akılcılıkla.
paslanmış yüreğinde bir şeyler hissetmek istedin o kadın için. olmadı. belki yanlış insandı sevmek istediğin.
belki de gözlerinde umut gördüğün herkesi sevmek istememelisin. yetemeyeceğini kabul etmelisin insanlara. içlerinde büyüttükleri umutlar üzerinde bir sorumluluğun olmadığını kabul etmelisin.
pencerelerinden soğuk ve yağmur yağdığı zamanlar su giren odamda oturuyorum şimdi. yatağın ucunda sigara içiyorum.
yatağa geçtiğimizde çıplaktı. daha güzel bir kumraldı böyle. benden çok tavana diktiği boş bakışlarındaki umut tükenmişti. beni sevmeyi bırakacak mıydı? sanırım beceremeyecekti henüz. ama aşksız alacağı her türlü zevke kapamıştı şimdi bedenini. öyle kumral ve öyle çıplak yatıyordu ki yanımda, bir kez daha sevmek istedim. kalktım ve bir sigara yaktım.
pencerelerinden soğuk esen odamda oturuyorum şimdi. yatağın ucunda sigara içiyorum. onu izliyorum arada. uyuyor. ya da uyumanın en doğrusu olduğunu düşünüyor. onu göndermeyeyim diye.
yanına geçip, göğüslerine koyuyorum başımı yavaşça. orada huzur bulacağım ve bir günü daha devirmek için oradan cesaret alacağım çünkü. uyanıyor. beceriksiz bir uyanma oyunu oynuyor. saçlarımı okşuyor. bir anne şefkati belki beni bu kadar bağlayan. uykuya dalıyorum. bir şey söylemesin istiyorum. bu anı bozacak, dertleri hatırlatacak, onu sevmek istememi sağlayacak bir şey söylemesin.
bir süre sonra uyandırıyor beni. yanağıma öpücük kondurup mutlu bir şekilde evden çıkamayacak kadar farkında aramızdaki ilişkinin soğuk yabancılığının. keşke diyorum, bunu anlayabilecek kadar zeki bir kadın olmasaydı. diğerleri aptaldılar ama mutluydular en azından.
mutsuz bir şekilde çıkıyor kapımdan ve mutsuz iniyor merdivenleri. apartmanı terk ettikten sonra mutsuzluğuna dair hiçbir şey bilmiyorum. kendimi kandırıyorum. gözlerindeki umudu unutuyorum. bir gün daha geçiyor. kuşlar gökyüzüne uçuyor.
aşık olmadığın bir kadının göğüslerinde uyumak zor, güzel, rahatsız ve huzurlu kelimelerinden bir cümle kurmak gibi. edebiyatı ağlatmak gibi.
üzülerek belirtmek istiyorum ki çok düşük bir eşiktir. hemen geliverir. filmin en heyecanlı sahnesinde piçlik yapan makinist gibidir. tüm aile televizyona odaklanıp en sevilen dizi izlenirken kesilen elektrik gibidir. acı verir. ruh zedeler. yürek parçalar.
toplumun merak açlığına bir deva olmuştu facebook. işten eve gelip sigaramı yaktıktan sonra hemen kim çocuğunun yeni, şirin fotoğrafını profiline koymuş kontrol eder, ilişki durumu güncellemelerine göz atardım. bu benim için adeta üçüncü tekil kişi hayatı yaşadığım şu dünyamda perdelerimi aralayıp dışarıda dönen çılgın olaylara izleyici olarak dahil olmak demekti. bir yerinden tutunuyordum hayata böylelikle. neşeleniyordum ve hayatımdaki kalıcı ve gariban hüzne bir ara vermiş oluyordum. bir anlık da olsa sefil hayatımı yaşamayı bırakıp başkalarının üst düzey kalitedeki hayatlarına tutunuyordum. mutluydum.
ta ki çok sevdiği eski sevgilisini 3 yılın ardından sepetleyen kızın yeni sevgilisi için güncellediği ilişki durumunun altındaki özele gel yorumuna kadar.
herkesin içinde, herkesin görebileceği şekilde anlatılsa, daha güzel olmaz mıydı? bu şekilde hareketsiz hayatına hareket kazanacak gariplere yazık değil miydi? toplumun merakını giderme açığını kapatmak için kurulmuş bir sitede böyle pis ikili oyunlar oynamak ayıp değil miydi?
ne zaman bir ilişki durumunun altına yapılan yorumlarda o sinsi, fesat, bencil kıza rastlasam çileden çıkıyorum. böyle bir egonun, böyle bir "her şeyi sadece ben bilmeliyim"ciliğin olduğuna inanmak istemiyorum. ama her defasında yüzüme vuruyor bu kız bunu. insanlara olan güvenim bir kez daha zedeleniyor. içime, soğuk ve leş hayatıma geri dönüyorum. üzülüyorum.