çoğu insanın oynadığı ilk elektronik oyun olma konusunda mario ile yarışan tetris fena halde hayata benzer. belki de bu yüzdendir çok sevilmesi, bağlanılması bıdı bıdı bıdı.
neyse, boş lafı bi kenara bırakırsak tetris hayata fena halde benzer kardeşim, hem mantalite hem de aşama olarak benzer. şöyle ki: önceleri genelde boş bi zemin vardır, parçalar yavaş yavaş gelir, hata yapma ihtimaliniz düşüktür, yapsanız bile toplayabilirsiniz. bebeklik gibi aynı yani, temiz bir sayfa. gerçi bazıları oyuna kurulu çarpık sıralarla başlarlar. şanssız doğanlardır onlar, ellerinde olmayan nedenlerle hayata zorluklar içinde başlayanlar. kaderleri budur, ama unutulmamalıdır ki bu zorlukları yenmek insana daha çok puan kazandırır.
kader demişken, gelen parça da bir nevi kaderidir insanın, bazen küfür ettirir, bazen de dans. yalnız bence önemli olan geleni iyi değerlendirmektir hayatta olduğu gibi, beklemek değil. uzun çubuk beklemekten bahsediyorum mesela, doğru insanı beklemek gibi, doğru anı beklemek gibi, o doğru insan zamanında gelirse ne süperdir, peki ya gelmezse, her şey bok olmaz mı? bazen de beklemekten vazgeçildiği anda gelir uzun çubuk, ama neye yarar ki? hayattaki gibi tetriste de zamanı geri çevirmek mümkün değil.
ve zaman ilerledikçe kaçınılmaz son yaklaşır, ölüm; oyunun bitmesi. bazen acı vererek olur; tüm çabalara rağmen, tüm uğraşlara rağmen biter işte oyun. bazen de akışına bırakırsın; olmuyorsa olmuyordur, artık beklenip de gelmeyen uzun çubuğa ağlamanın ne anlamı var.
bazen insan sıkılır tetris oynarken, alt oka basılı tutar; intihar. belki biraz daha uğraşsan... sittir lan, öldüm işte... iyi de hayatta tekrar başlama yok ki.
tek fark budur işte hayatla tetris arasında, tek kahrolası fark....
bilinçli yazarların katılımı ile gerçekleştirilebilecek, bir çok yazarın kısmî yaşam alanını oluşturan uludağ sözlüğü formatla daha barışık, daha temiz, daha seviyeli bir kampanya, bir sivil yazar hareketidir.
he şimdi bu entryi okuyanlar kötüleyebilir, sana mı kaldı lan sözlüğü kurtarmak, ya bırak kardeşim işin gücün mü yok, git kumda oyna tarzı serzenişlerle karşıma dikilebilirler. evet bana kalmadı, kalmamalı. ama bakıyorum görünürde bu işin ucundan tutan henüz yok, öyleyse kime kaldıysa o halletsin biz de elimizden gelen desteği verelim. ben acizane elimden geleni gerçekleştirmekteyim.
efendim tdk der ki tanım kelimesi "bir kavramın niteliklerini eksiksiz olarak belirtme veya açıklama, tarif" bunun yanında "tümdengelimci bir dizgede kavram ve işlemlerin temel niteliğini belirten ve kanıtlamalarda örtük olarak kullanılan sav" anlamına gelmektedir. hepimizin bildiği üzere de ilk entryde tanım yapmak zorunludur.
bu kuralı anlayabilmiş ama tanım kavramını beynine tam olarak oturtamamış kimi bünyeler ilginç olduğuna inandıkları bir başlık açtıklarında yapacak tanımları olmadığını fark ederek başlığı kopyalayıp entry metnine "tanım:xxxx" şeklinde yapıştırırlar ve gönül rahatlığıyla entrye devam ederler. örnek mi sordunuz, buyrun buradan yakın: (bkz: #4914413) (bkz: #5276053)(5 dk.'lık bir araştırmayala örneklerin sayısı çift hanelere çekilebilir ama üşendim şimdi)
evet, formatı kandırabilmişlerdir akıllarınca, peki ya yazarları?
başlığın ilk entrysinin tanım içerme zorunluluğu yazarları zorlamak, ağızlarına sıçmak, başlık açmaktan soğutmak amacı ile değil sözlükleri sözlük yapan değerleri korumak adına konmuştur. bu bağlamda moderatörleri ya da gammazları atlatmak kişiye avantaj sağlasa bile sözlüğün sözlüklüğüne ve kalitesine ciddi zarar vermektedir.
evet, yapılan bu kandırmacadan entrynin yazarı pek memnundur, peki ya sözlüğün ebesi?
türkçe konuşmayı ve yazmayı en azından temel seviyede bilen herhangi birileri tarafından verilebilecek ve uludağ sözlük yazarlarının bir çoğunun ufkunu geliştirecek olan derslerdir.
bunu söylemekten üzüntü duyuyorum a dostlar ama bu platforma yazanların büyük çoğunluğu türkçe bilmiyor. örnek verip kimseyi rencide etmek istemiyorum ama temel türkçe seviyesinden yoksun yüzlerce başlık ve tanımı bugün kısmında 10-15 dk'lık bir arama ile bulabilmek mümkün. demek ki eğitim sistemimizin hali gerçekten içler acısı, demek ki okullarımız anadili bile doğru bir şekilde öğretmekten aciz.
ödev, sunum, proje vs. hazırlarken "bitsin artık şu zımbırtı" düşünceleri arasında kişinin içine sinmeyen yerleri vicdanına yedirebilmek için kurduğu kişisel rahatlama cümlesi
gün saymayla başlayan zamana endeksli hayat tarzının sonucu psikolojidir. "ulen şafak kaç kaldı ki şunun şurasında" mantığıyla her tür baskıya, zorlamaya katlanılması temeline dayanır.
"yazayım bi şeyler de dlsun şu başlık" amacı güderek oluşturulmuş balon entry. şişme olduğu belli olmasın diye uzun yazma, bol virgüllü devrik cümleler kurma taktikleri uygulansa da genel itibarı ile bir entrynin şişme olup olmadığı dikkatli okuyanlar tarafından hemen anlaşılır.
ikinci dünya savaşı ile ilgili her şeyde özellikle belirtilen bilgi. oldum olası anlayamadım bu konunun bu şekilde vurgulanmasını. tabii ki altı milyon insanın öldürülmesi berbat bir şeydir, aynı toplumdan altı milyon insanın öldürülmesi daha da kötüdür ama söz konusu olan 2. dünya savaşı, yani demem o ki bu savaşta zaten yaklaşık 50 milyon insan öldürülmüş. bir takım insanlar şimdi "ama öldürülen yahudiler sivildi" diyecekler, ölen bu 50 milyon insanın yaklaşık 20 milyonu da sivildir efendim. "ama yahudilerin yahudi olmak dışında bir suçları yoktu, çoluk çocuk katledildiler" diyenler için de şunu belirtmek isterim ki mançurya'da japonlar tarafından çoluk çocuk kesilenlerin mançuryalı olmaktan başka suçları mı vardı, ya da habeşistanda zehirlenen o kadar habeşli habeşistanda yaşamaktan başka ne suç işlemişti, zaten japonya'ya atılan atom bombaları da sadece savaş suçlularını öldürdü di mi? peki hangi ikinci dünya savaşı konulu film ya da kitapta "şu kadar mançuryalı öldürüldü" diye bir yakınma duydunuz. oradakiler insan değil miydi diye soruyor insan bilinci ister istemez.
işte bu yüzden ya kaybı olan tüm toplumlar belirtilmelidir filmlerde ayrı ayrı, ya da o yahudilerin de insan olduğu hatırlanıp diğer sivil ölü sayısının içinde anılmalıdır. yahudilerle bir sorunum yok ama her fırsatta kayıplarının bu şekilde reklam edilmesi, savaştan yaralı çıkan sadece onlarmış gibi davranılması, savaşın tüm diğer vahşetinin sıfırlanıp olayın "hitler vs yahudiler" boyutuna indirilmesi açıkçası kanıma dokunuyor.
ha bu arada arada ikinci dünya savaşında en az 20 milyon hristiyan öldürüldü, haberiniz var mı?
araba sevmek, ciks otomobil yapmaya çalışmak vs. ile karıştırılmaması gereken, yürekten gelen otomobil aşkına tutulmuş kişi.
önce mahalledeki arabaların modellerini ezberlemekle, hangisinin kaç yaptığını * öğrenebilmek umuduyla ibreyi görebilmek için camlara yapışmayla başlar bu aşk, bu aşıklık durumu. otomobil aşığının arabalara saygısı sonsuzdur o dönemde, şekerli cikletlerden çıkan araba resimleri itinayla toplanır.
yaş ilerledikçe kentteki tüm arabaların modelini öğrenmeye başlar araba aşığı yavrucak, şehirlerarası seyahatleri yeni arabalar görme umuduyla daha bir sever, gözü hep dışarıda olur maşuğun, "yoldan bir mercedes geçsin, ah ulan geçsin" diye izler hep yolları.
ilk çizdiği resim araba resmidir otomobil aşığının, millet iki dağın arasından gelen nehrin yanında bir ev ve de bir ağaç çizerken o ağacın yerine otomobil kondurur. motor sesi çıkarır canı sıkıldıkça, vites değiştirmenin tonunu bulur nefes kesip bırakarak, ilk bulduğu tekerlek benzeri cisimlerle araba yapmaya çalışır, tek bir ahşap plakanın dört tarafına eklenmiş eski rulmanlardır ilk arabası.
araba aşığının gelişimiyle zevkleri de değişir, lise yıllarının sonuna kadar popüler spor otomobillerdir göz bebeği, üniversite başladığında türkye'de görmenin neredeyse imkansız olduğu canavarları keşfeder, ardından klasikleri incik cıncık öğrenme sırası gelir, ve otomobil aşığı hep ilk günkü heyecanla saırılır bu yeni sevgililerine, 66 cobra 427nin 0-400m arasını kaç saniyede aldığını ezberler bir bakışta, 67 chevrolet camaronun kaç silindir olduğunu yürekten söyleyebildiği gibi.
araba aşığı tüm arabaları sever, arabası olduğunda gözü gibi bakar. her kazaya ayrı bir üzülür o, hele lüks bir araba kaza yapmışsa sinirlenir de "güzelim arabayı mahvetmiş dikkatsiz herif" diyerek, hayalini kurar sonra, "ah o araba ben de olsaydı park ederken sürter miydim hiç onu?"
abartır bazen otomobil aşığı, motor sesinden marka ve model tahmini yapar, jant markalarını ezberler, hava filtreleri hakkında bilgi toplar.
ilk arabası hep en büyük aşkı olur otomobil aşığının, gözü dışarıda da olsa pontiac firebird ya da bmw m6 için ölse de ilk arabasını ayrı bir sever, ilk çocuğu gibi * başkası kullandığında o arabayı içi gider devir aşırı düşük kalınca, ya da kasise sert girince şoför. elleriyle temizler motor bloğunu, yağ çubuğunu silmek sevgiliyi okşamak gibidir. hatta bazısı cilayı bile kendi yapar tüm pazar gününü elde bir bez araba ovalayarak geçirse bile *
otomobil aşığı arabanın kıymetini bilir, ona gözü gibi bakar, kılına zarar gelsin istemez. ama kendi otomobilinin yanında diğer tüm otomobilleri de sever, hiç birine kıyamaz, çamur içinde bir araç gördüğünde üzülür.
harley earl için "erkeklere araba değil aşık olacakları kadınlar satar" demişler, işte o arabaları kadından daha değerli görüp aşık olan adamlardır otomobil aşıkları, yolun sol tarafında 98 corvette, sağ tarafında bikinileriyle rusya güzellik yarışması finalistleri olsa kızları ancak corvette gözden kaybolduktan sonra fark edecek adamlardır, ve evet, psikolojik sorunludurlar. *
kendini kaptırmayan adam çocukluk yıllarında sokakta top oynamaya asla kendini kaptırmayıp yemeğe hep tam zamanında yetişmesiyle tüm dikkatleri üstünde toplamıştır. hiç bir oyuncağına fazla bağlanmayarak prim yapmıştır efendim.
gençlik yıllarına değin babasının görevinden dolayı bir çok şehir değiştiren kendini kaptırmayan adam hiç bir şehirdeki arkadaşlarına ve ortamına kendini kaptırmamış, asla zırlamamıştır.
gençlik yıllarında bir içim su olan onlarca kızla çıkmasına rağmen hiç birine kendini kaptırmayan bu süper insan arkadaşlarıyla beraber gittiği bir ortamdan sırf canı sıkıldığı için kalkıp ertesi gün de arkadaşlarına rastladığında "ne yaptınız la ben yokken" diye sormayarak ününe ün katmıştır.
kısa sürede devrin padişahının da dikkatini çeken kendini kaptırmayan adam saraya davet edilmiş, kendisini sınamak adına önce keselerce altın verip zengin edilmiş, sonra tüm serveti elinden alınmış, dıpdızlak bırakılmıştır. ve o an fark edilmiştir ki bu yüce şahsiyet kendini zenginliğe de kaptırmamaktadır. halk arasında "evliya, ondan, malda gözü yok" yorumları yayılır olmuş fakat kahramanımızın kendini din, diyanet, ibadet işlerine de kaptırmadığı anlaşılmış, hayal kırıklığı yaşanmıştır.
miss model world yarışmasının ilk üçüne bile kendini kaptırmayan kendini kaptırmayan adam halk arasındaki bir takım kötü niyetlilerin gözüne batmış, bu kötü niyetliler onu sigaraya başlatmış, her akşam meyhaneye götürmüşlerdir. fakat zorlamaları bıraktıkları anda kendini kaptırmayan adamın bu kötü alışkanlıkları anında bırakarak kapılmadığını bir kez daha kanıtlamıştır.
kendini kaptırmayan adamın efsanesi ise kendisi 42 yaşındayken sona ermiştir. 42 yaşında gittiği trakya gezisinde ay çekirdeği ile tanışan kendini kaptırmayan adam çekirdek çıtlamanın keyfini iliklerine değin hissetmiş, "valla son avuç" diye diye çuvallarca çekirdek çıtlamış, en sonunda da dudaklarının nefes almasını engelleyecek kadar şişmesi sonucu vefat etmiştir.
efendim bilindiği üzere mühendislik fakültelerinde(özellikle makina ve inşaatta) sıfıra yakınsayan kız oranları bu fakültelerde okuyan yurdumun abazan gençlerini binbir türlü hale sokmakta, garip işlerle uğraşmalarına neden olmaktadır.(bak mesela demirel'e erbakan'a, okulda bi kız becerememek nasıl bir ruh haline ittiyse adamları ülkeye becerdiler ona rağmen durulamadılar) garip işlerin biri de şiir yazmaktır ya, mühendis kafasıyla şiir yazılınca o bile bir garip olur, buyrun buradan yakın:
ben seni hiç sevmedim ki
yorgun akşamlarda çözdüğümüz integralleri sevdim
üç saat uğraşıp 50 almanı sevdim teknik resimden
sin'e benzemeni, cos gibi gülmeni sevdim
ben seni hiç sevmedim ki
ben seni hiç sevmedim ki
kırılgan ellerinin tokluk değerini aramayı sevdim
kalbimi kırmanı sevdim en gevrğinden
faz diyagramından mukavemetini hesaplamayı sevdim
ben seni hiç sevmedim ki
ben seni hiç sevmedim ki
vucudundaki akışkanların mekaniğini hesaplamayı sevdim
içten yanmalı motorlar gibi yakmanı sevdim beni
ilişkimizin statik dengesini hesaplamayı sevdim
ben seni hiç sevmedim ki
ısıl işlem uygulanan çelik gibi düştüm ateşe
ben yanmayı sevdim, yandığım zaman böyle işte
ben seni hiç sevmedim ki
ben sevdim mi adam gibi severim *
başım köpük köpük yağlayıcı, içim dışım talaş,
ben bir torna makinesiyim gülhane parkında,
soğuk soğuk, paslı paslı ihtiyar bir torna.
ne sen bunun farkındasın, ne şef farkında.
ben bir torna makinesiyim gülhane parkında,
kalemlerim suda balık gibi kıvıl kıvıl.
aynalarım ipek mendil gibi tiril tiril.
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
dişlilerim ellerimdir tam yüz bin elim var,
yüz bin elle dokunurum sana, istanbul'a.
dişlilerim gözlerimdir. şaşarak bakarım.
yüz bin gözle seyrederim seni, istanbul'u.
yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar akslarım.
ben bir torna makinesiyim gülhane parkında,,
ne sen bunun farkındasın, ne şef farkında.*
seviyorum seni
demiri suya basıp pekleştirir * gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
kum kalıba kızgın demiri döker gibi
ağır duvarların ardını -neyin nesi belirsiz-
telaşlı sevinçli hiltiyle deler gibi
seviyorum seni
tornayla ilk pahımı kırar * gibi
istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan birşeyler gibi
seviyorum seni
"ısıl işleme gerek yok çok şükür" der gibi
her ne kadar çok eleştirilse de türk filmleri açısından ortalamanın üstü bir film olmuştur. fakat filmin bünyesinde murat karakterine açık bir mektup yazmak isterdim, mektup bol miktarda spoiler içereceğinden buraya ekleyiveriyorum.
(entrynin devamı ağır miktarda spoiler içermektedir, lütfen okumadan önce bir kez daha düşünün)
filmden anladığım kadarıyla kafası çok çalışan bi velet değilsin. söyliyeceklerimi anlar mısın anlamaz mısın tam olarak emin olamadığımdan, "kişinin anlattıkları karşıdakinin anladığı kadardır" mottosunu da baz olarak söylemek istediklerimi maddeleştirmeye karar verdim, belki daha açıklayıcı olur;
1- öncelikle başın sağolsun
2- ben senin kadar tırsak bir herif daha görmedim
3- ulen dünyada ondan başka kız mı yok
4- ha beynini siktiğim, madem bi bok yiyemeyeceksin ne gidiyorsun devran çağırınca, ben de sandım ki dövücen, kavga edicen filan, yok, e dövemeyeceksen adam da çay içmeye çağırmıyor herhalde, ya vuracak, ya rus ruleti neyin oynatacak, sen de onu oynamaya bile cesaret yok götlek, ne skim işin var o zaman devranın peşinde
şu kadarını söyliyeyim ben kız olsam devranı seçerdim. a be götlek herif, a be kapçık ağızlı ali osman gelmiş herifi madara etmiş, vermiş ayarı vermiş ayarı, sonra gitmiş adamda kafa, olabilir, "benim, hatırla, sürmeliydi o" filan diye ağlıyacağına kalk bi hamle yap be adam, zilyon tabanca var etrafta kap birini, hadi olmadı atla devranın üstüne, zaman kazandır ali emmiye, yoook, anca bağır sen, yüzü gözü kan içinde herifin üzerine atlamaya bile tırsıyorsun sen. muraat efendiii, saçları rasta yapmakla olmuyor bu işler. erkek ol iki rekaat erkek.
5- ulen hadi hepsini geçtim, ali aga kurtarmış sizi, ilişkinizi, almışsın adamın yüzüğünü, bari yüzükten utan bi kestir saçları bi çıkar küpeleri, yooook, yanında manita, saçlar rasta, otur halı sahanın kenarına, götüne koyyim lan ben senin gibi herifin.
sen anca beste yaptım, çok yetenekliyim diye gezin ortalıkta, hayır yaptığın bi bok da yok, dinledik işte skindirik skindirik müzikler. adam olmaz olm adam olmaz senden
(işbu mektup tamamen filmdeki murat karakterini hedef alıyor olup ne murat karakterini canlandıran değerli oyuncumuza ne de senaristlere yönelik bir cümle barındırmaktadır. tüm hakaret ve küfürler hayali murat karakterine yöneltilmiştir. ilgililere duyurulur)
çok eskilerden pek manidar bir masaldır. buyrun buradan yakın;
zamanın birinde, tüm çevre illere nam salmış, herkesin hayran olduğu bir vali varmış. bu vali padişah gibi saygı görür, hükmettiği yerleri çok güçlü kılarmış. ama bir sorunu varmış valinin, her evlendiği kadın üç ay geçmeden ölüyormuş. nice hekimler hocalar araştırmış da, bir çözüm bulamamışlar valinin sorununa.
vali bir gün yine evlenmek istemiş. hemen şehire haber salınmış ve kentin en güzel ve becerikli kızı getirilmiş valinin önüne. valiyle güzel kız evlenmişler. ilk gece vali almış kızı karşısına ve konuşmaya başlamış:
"bak güzelim, ben bu devletin en güçlü valisiyim. güç düşmanları, çekemeyenleri beraberinde getirir. bu yüzden beni kıskanan, bana düşmanlık etmek isteyen çoktur. bu yüzden kimseyle görüşmeyeceksin, annenle bile. sadece benimle konuşacaksın, başka kim olursa olsun, hangi konuda olursa olsun tek kelime konuşmayacaksın"
kızcağız çaresiz "peki" demiş. günler geçmeye başlamış. vali her gün işlerini halleder, akşam eve döner ve tüm başından geçenleri kıza anlatırmış. günler haftaları kovalamış, haftalar ayları. 3-5 derken bir sene tamam olmuş evlilikte ve kız hala diri. vali çok mutlu olmuş ve kıza iyiden iyiye bağlanmış. onu her gün daha fazla görmek ister olmuş. bir gün yine hanımını görme ataşiyle kavrulmuş ve işi gücü bırakıp evine geçmiş. kapıyı açtığında içeriden bir ses geldiğini farketmiş. karısı biriyle konuşuyormuş. hiddetle odaya dalmış, bir bakmış ki kızın elinde hamurdan bir oyuncak, kız onunla konuşuyor. "bu ne, ben sana kimseyle konuşmayacaksın demedim mi" diye kükremiş vali.
kız korkuyla anlatmaya başlamış: "bu hamur anne, ben her şeyimi bununla paylaşırım. hani sen kimseyle konuşma dedin ya, ondan..."
vali öfkesine yenik düşmüş ve hamur anneye vurmuş. hamur anne kızın elinden fırlayıp yere düşmüş ve kırılmış. içinden zift gibi kapkara bir sıvı akmış. meğer dertler insanın içinde kalırsa katran gibi olur bitirirmiş insanı. ondanmış valinin eski karılarının hep kısa sürede ölmesi ve bu kızcağızın dayanabilmesi. vali bu durumu fark edince hatasını düzeltmiş, ve mutlu bir hayat yaşamışlar.
genç bünye damara merak salmış, üstadların kaleminden dökülen ve yazıldıkları sırada bestekarların uçmuş olduğu iddia edilen eserlere merak salmıştır. e o zaman ne yapmalı, sevdiceğe "abi adamlar demiş zaten en güzelini" diyerek şarkı sözleriyle seslenilmeli. her ne kadar insan bunu düşününce aklına ilk önce acıklı bir mektup gelse de ben mutlu olduğumdan kelli damar şarkılarla mutlu aşk mektubu yazmayı tercih ederim, buyrun buradan yakalım:
aşkım
"bir servetlik sevgine bin ömrüm olsun feda, umrumda değil isterse ölüm olsun ucunda, neye yarar ki ömrüm sen olmadan yanımda; sen içerimdesin, her an kanımda. seniz hayat yerin dibine batsın, sensiz açan gülüm sararsın, sensiz bu dünyamı kıyamet yıksın, sensiz bu bedeni canım ne yapsın:**
bi tanem sensiz hayat yerin dibine batsın işte, çünkü: "gülerek tanıştık gözgöze geldik, kimsesesiz yollarda elele gezdik, arzumuz aynıymış birlikte sevdik, cenneti dünyada seninle gördüm
sevincin gözyaşı yüzümde kaldı, özlemin yerini sevgimiz aldı, mutluluk gönlümde kördüğüm sardı, cenneti dünyada seninle gördüm
dualar ederken sesini duydum, aşkınla yaşarken kendimi buldum doğruyu gösteren meleğe uydum, cenneti dünyada seninle gördüm" **
ama cenneti bana yar etmiyorlar ya sevgilim, dün artık isyan noktasına gelmiştim, haykırdım: "gidecegim bu ellerden, gayri duramam, verin benim sevdigimi, onsuz olamam
bu canim canansiz olmaz, onsuz olamam, bu canim canansiz olmaz, onsuz olamam
günes batar gün dogmaz, bu can canansiz olmaz, canana can adadim, ecelden gayri olmaz"**
ama rahat bırakmıyorlar ki aşkım benim, seni unutturmaya çalıştılar bana, senden uzak tutmaya ama: "kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde
bir türlü kendimi avutamadım, kaç gece ağladım böyle gizlice, ne yaptımsa seni unutamadım"**
unutmaya çalışmanın da ne kadar saçma olduğunu anlayınca: "bırak dedim, bırak felek, sevenlerin yakasını, duymadın mı bunca yıldır, aşkımızın duasını" **
ben seni unutmadım, unutmayacağım aşkım. "yalnızdım birtanem yine dün akşam, hep seni düşündüm hep seni andım, dayanılmaz birşey oldu hasrertin,dün gece resmini öptüm de yatım
derdine dermanı bulayım diye, bir parça mutuluk bulayım diye, rüyamda seninle olayım diye dün gece resmini öptüm de yatım." **
seni çok seviyorum
başka sözlüklerden sıkılıp "aha burası" diyerek uludağ sözlüğe gelmiş kişi, bi bakıma ben. emeklerimin bir anda yok olmaması, daha değerli yerlerde bulunması için diğer sözlüklerde zamanında yazdığım entrylerden saklamaya değer olanlarını burada topluyorum. entryi okuyup da "ben bunu filan yerde görmüştüm vay intihalci" diye naralar atmadan önce başka yerlerden aldığım entrylerin altında hep aynı nickin olduğuna dikkat ederseniz sevinirim, sonuçta emeğimi taşımakta bir yanlışlık göremiyorum.
çok fazla kullanılmasına rağmen genelde tam manasıyla kavranamayan bir betimleme. insanların geneli bu betimlemeyi çok sık kullanmasına rağmen acaba kaçı kötü insan olmayı tartmıştır beyninde, acaba kaç tane gerçekten kötü insan görmüştür?
sonradan kötü insan olamazsınız, sonradan nötrlükten iyiliğe, iyilikten nötrlüğe, güzellikten çirkinliğe, cimrilikten müsrifliğe geçebilirsiniz ama kötüler. onlar kötü doğar ve öyle kalırlar. siz bu dediğimden, kötü insan olarak ilkokul sıralarında saçınızı çeken yada yemeğinize el koyan çocukları görebilirsiniz fakat onlar yalnızca serseri olabilirler. kötülük apayrı bir şeydir.
kötülük bekleyebilmektir en başta, yaptığın eylemin en çok zarar vereceği anı içgüdüsel biçimde beklemek. belki bu söyleyeceğim sizi gülmeye sevk edecek ama, buna inanın, kötü bebekler tam siz en meşgul anınızdayken altlarlını doldurup ağlamaya başlarlar, tam da annesi acı içindeyken süt emmeyecekleri tutar.
kötü isan olmak zeka gerektirir, derslerden ya da yarışmalardan iyi sonuçlar almayı kast etmiyorum, gerçek zekilikten bahsediyorum. zeki olmayan insan kötü olamaz, çünkü kötü insan kusursuz bir kurgu oluşturarak en zayıf şekilde yakalar hedefini, aksiliklere ve şanssızlıklara mahal bırakmaz.
kötülük hissetmemekledir sonra, hissetmez kötü insan. acımaz, masum zavallılara bile, ağlamaz, en yakınlarını-tabi onun için yakını varsa- kaybettiğinde bile, kıskanmaz, hırslanmaz, panik yapmaz, sevmez, aşık olmaz, hoşlanmaz.
ve kötülük bağlanmamaktadır. bağlanmaz hiç kimseye, hiçbir yere, hiçbir şeye kötü insan. onun için sadece kendisi vardır. ve tek başınadır tüm hayatında. aslında herkes öyledir ya, kötü insan bunun farkındadır. hatta kendine bile bağlanmaz, gerektiğinde salıverir kendini uçurumdan aşağı.