kendini daha çok geliştirmesi gereken gitarist. ceyhun güneş in, murat köseler in, sefa yeprem in yanında esamesi bile okunmyacak seviyede. kompaslara ne kadar hakim bilemiyorum; öyle ki albüm kaydı ile canlı performanslar farklı kulvarlardır, fakat teknikleri çuvallıyor: picadolar aksıyor, rasguedoların neredeyse hepsinde tartım hataları var, alzapualar ise sol elle senkron gitmiyor. özetle temiz çalmıyor. keşke iyice olgunlaştıktan sonra bu işlere girişseydi.
1997 montreaux jazz festivali kapsamındaki ray charles konserini iki gün arayla tekrar tekrar yayınlayıp kalbimi kazanmış olan güzel bir müzik kanalıdır...
sırf o an için milyonda birden daha az gerçekleşme ihtimali olan herhangi bir durumun tam ortasına düşersiniz. o ana kadar herşey gayet normal ve (tekleyerek de olsa) rayında giderken bir anda düzeninizdeki bütün arabaların tekerlekleri kafanızın asfaltını kazıyarak geriye dönemye başlar. eğer zamanında frene basmazsanız, beyin duvarınızı paramparça edip kafanızı patlatarak dışarı çıkar. herşey kontrolünüz altındaysa sorun yoktur. kime aşık olduğunuzun önemi yok, neyi nasıl algılayıp hissettiğiniz önemlidir. güzelliğin tutku dolu, kıpkırmızı şeytanlığını bile sevebilirsiniz, ruhunuzu satmazsanız. ya da bakire bir saflığa ve süt beyazı duru bir gülüşe hayran olabilirsiniz, karşısında kendinizi jiletleyip bıçaklamazsanız. aşık olmak iyi olmasına iyidir de, aşık olucam derken aptal olmazsanız...
paco de lucia nın zyryab albümünden bir rumba. paco nun sextetiyle çaldığı en güzel eserlerden biridir. palenque parçasıyla ritmik olarak benzerlikler gösterir ve ayrıca tıpkı palenque gibi bu parça da adını güzel bir şehirden almıştır. playa del carmen, meksika nın doğu körfezinde karayip denizine kıyısı olan, mayaların yerleşim yerlerinden biri olarak bilinen bir turistik bölgedir.
hasta eden yaşantıların direnen eylemsizliğine karşı bağışıklık kazanmak ve bu yaşantıların aptal bir bağımlı gibi iyi olana dönüşümünü izleyebilmektir...
beşiktaş futbol komitesi başkanının sarf ettiği havagazı hammaddeli tümcedir. hayal kurmak ve gerçekleştirmek için çaba göstermek soylu bir davranıştır bu nedenle tebrik ediyorum. fakat bir de böyle bir adam var :
bir hazal şarkısı. parçanın nakaratının orjinali carlos saura nın carmen filminden. paco de lucia nın çalıp, pepa flores in söylediği deja de llorar. o zamanlar kim arakladıysa çaktırmadan iyi araklamış tabi o dönemlerde çok olurdu böyle şeyler. nitekim parça güzel olmuş ama en azından belirtin şurdan alınmıştır şu kısım diye millet bilsin be kardeşim ayıptır günahtır...
şehir içi otobüste yolculuk edilmektedir. otobüs durakta durur ve ön kapı açılır.
kapıdan içeriye bakıp şoförle konuşan eleman ve şoförün kendisi otobüsteki bütün insanları
çok güldürmüştür sağolsunlar :
adam : selamünaleyküm
şoför : aleykümselam
adam : abi bu otobüs üniversite kampüsüne gidiyomu?
şoför : gider.
adam : direkmi gidiyo?
(şoför biraz sinirlenmiştir)
şoför : yok, sağlı sollu gidiyo.
adam : tamam abi hayırlı işler...
şoför kapıyı kapatır ve hem söylenip hemde otobüsteki bütün yolcular gibi gülerek yoluna devam eder.
"bir kadına nasıl davranılır?" sorusunu sormalı insan kendine. geçmiş yaşantılarını, tecrübelerini, hayal kırıklıklarını, yalanlarını ve yanlışlarını unutmalı; günümüz değer yargılarını, kabul gören erdemleri, kınanan eylemleri bir kenara bırakmalı ki sadece ruhunun ve gönlünün hür iradesiyle soruya yanıt verebilsin. eğer gerçekten içindeki saf insaniyet ve sevgi durumu bozulmamışsa kadınların dayanamadığı "romantizm" çerçevesinde onlarla diyalog kurabilecektir. yok eğer bozulmuşsa tüm bu saydığım önyargıları hiçe sayıp kadına yaklaşsa bile "bozulmuş" ruh ona ihanet edip yapmacıklığını ve kötü niyetini kadının gözleri önüne serecektir. öte yandan sevgili hanımlarımız arasında da bile bile bu bozukluğa taviz verenler hatırı sayılır bolluktadır. döven, söven, bağıran, ter ve soğan kokan, göbek kaşıyan hayvandan bozma insanımsılara "gerçek erkek" diyen, "erkek dediğin böyle olur" inancına sahip dişiler aramızda kol geziyor. umarım bunların çürük beyinleri memleket üzerinde kalmayana kadar zarif kadınların akıl ve fikirlerini zehirlemez.
rivendell in efendisi elrond tarafından arnor ve gondor un eski kralıisildur un varisi arathorn oğlu aragorn (elessar) için elendil in kırılan kılıç ı narsil in parçalarından dövülmüş kallavi bir kılıçtır. en önemli özelliği düşmana büyük bir korku salması ve ümitsizlik vermesidir. üzerinde elf rünleriyle şunlar yazar :
"Nanye Anduril i ne Narsil i makil Elendilo. Lercuvanten i maili Mordoreo."
yalanlar beslerken kollarımda özlüyorum unutkanlığımı
uyanmamak eski hatıraların kömür kokan sabahında...
kendime dürüst olamayım, kalsın.
beşiğini salladığım ekmeğim, suyum hayalim,
gürültülerle savrulmasın isterdim...
ezilirdim altında realist mantıkların, duğrucu davutların
oysa bir zerre tanesi umut pırıltısı...
hani unutursun, hayal dersin,
dünya yalan hem de tek gerçek dersin,
kabullenirsin ya doğa üstü güçlerin olmadığını,
yenilginin soğuk nefesi ensende...
ensemde...
parmaklarımın ucunda...
parmaklarımın ucunda gibisin kan kokan avuçlarımdan korkak
ve sabahlara yorgun giren evhamlarımdan daha çok ağlayarak...
sanki üşümüşsün, titriyorsun ürkek,
soğuktan mı desem, yoksa ahından mı...
bedduandan mı hayalim keskin bıçaklığın??
yaşaman lazım senin koynumda taa gözlerimin içinde
ısıtasın diye paslı ellerimi dokunuşlara yabancı,
okşa diye hayata dair gencecik umutlarımı...
geceleri beklerken özlemin içimde
yanarken çaresizlikten, ararken karanlık ışıkları
seni isterdim...
sadece seni, ışıksızlığımı, geceye aidiyetimi, karanlığımı...
sadece seni, pırıl pırıl gülüşlerimi, şükredişlerimi, hayatı daha bi çok sevişlerimi...
sadece seni...
"bana neden beni sevdiğini söylemiyosun, neden bana aşkım canım cicim demiyosun" tarzı sorular sormuyorsa terkedilmeniz yakındır. sakın ola ki "benim kız arkadaşım çok olgun hiç böyle triplere girmiyor" yanılgısına düşmeyin. bunun farkına varsanız bile ilişkiyi kurtarmak için boşa çaba harcamayın bunun sizi ve ruhunuzu zayıflatmaktan başka bir yararı olmaz. bırakın gitsin, normal hayatınıza en azından devam ediyormuş gibi görünün. bu hem onun için hem sizin için en iyisi olacaktır.
daha rap müzik nedir bilmezken sırf yaptığı işlere saygımdan ötürü gidip albümünü aldığım, dinlediğimde çok beğendiğim son zamanlarda gördüğüm kadarıyla kendini bozmuş, (bana göre) prensiplerinden ödün vermiş ve sıradan bir adam olmuş kişidir. tanınmamış underground rap sanatçılarına yaptığı yeraltı kafilesi 2 albümünde bir arkadaşım, albümdeki en güzel parçalardan biriyle yer almıştı. şarkının kaydı sırasında benden şarkının intro kısmını gitarla flamenko tarzı birşeyler yapmamı istemişti ve kabul etmiştim. aradan aylar geçti ve albüm çıktı, tıpkı benim gibi, bazı şarkılarda akustik enstrümanları icra eden arkadaşların; hatta bazı şarkıların tamamen beat lerini yapmış arkadaşların adı sanı albüme yazılmamış. şarkıların sözleri, kayıt ve mix kimin tarafından yapılmış belirsiz. bu, sagopa kajmer in sanatçı emeğine yaptığı büyük bir saygısızlık ve küstahlıktır. herkes bilir ki, eser ortaya koymuş bir insanın, o eserle birlikte adının anılması büyük önem taşır. sanatçı tavrıyla, duruşuyla ve mütevaziliği ile müziklerinin dışında kendini sevdirmiş sagopa kajmer, görünen o ki hayattaki önceliği müzikten ve sanattan başka şeyler olan bir adam haline gelmiştir. böylesine gönül kırıcı bir ihmali ve vurdumduymazlığı asla kendisinden beklemeyen benim için artık sagopa kajmer adı, mistik bir piramitten ve onu keşfeden insanın adından başka birşey değildir. yazıklar olsun...
steven gerrard, joaquin, fernando torres gibi futbolcuların sınıf arkadaşınız; josé mourinho nun da ingilizce öğretmeniniz olduğunu gördüğünüz rüyalar gibi rüyalardır.
korkunu biliyorum küçüğüm, herşeyini bildiğim gibi. çünkü ben senim küçüğüm, çırılçıplak yalnızlığında bile yanında oldum sana öğütler ve sezgiler verdim. sen beni çoğu kez dinlemesen de ben söylemeyi bırakmadım. yapma dedim, yaptın. gitme dedim, gittin. hep sonunu sandığın yerlerde mutlu olduğunu sandın. "bu kadar sahiplenme bu mutluluğu, sana ait olan senden başka kimse yok!!"... sahiplendin. öylesine ki hemde, sanki göbek bağını onunla kesmişlerdi. yanıldın küçüğüm. anlaşılmadın. bu sefer kendini de pek iyi anlatamadın. korktun küçüğüm. yalnız kalmaktan, benim sesimi tekrar sana hitap ederken bulmaktan korktun. korkun başına ani bir sabah yağmuruyla indi ve rüzgarla sürülü bulutlar çöktü üstüne. bütün bunlara ve taze başına gelenlere rağmen korkmaya devam ettin. neden? sonrasından... "sonra ne olacak, nasıl alışacağım, nasıl adapte olacağım, kendimi işime gücüme tekrar nasıl vereceğim, etrafımdaki insanlar gülerken sırf zorunluluktan nasıl gülümseyeceğim? ya hayaller, planlar verilmiş sözler ve edilmiş yeminler? hepsi dün vardı, bugün yok. tıpkı ölüm gibi. kararlı bir yokedici, soğuk ve acımasız görünmez bir suikastçinin son kurbanları..." öğren artık küçüğüm. bana ve söylediklerime güven ve inan. inan ki, senin başkalarına söylediklerin de güvenilir ve inanılır olsun. beni dinle ki seni de dinlesinler. bana inan ki sana da inansınlar. söylediğim güzel şeyleri nasıl da dinliyor ve memnun oluyorsun? kendinde hissettiğin ve o çok sevdiğin gücün kaynağının ben olduğumu bildiğin halde, neden uyarılarıma kulak asıp tedbir almıyorsun? ne benim derslerim, ne senin talebeliğin bitecek küçüğüm. korkun seni er ya da geç bulacaktır küçüğüm. sevgin de aynı şekilde bulacaktır. ne zaman sevgin korkunu bastırırsa o zaman olacaksın sen küçüğüm. korku da senin, sevgi de. inandıkların için dürüstçe konuştun ve mücadele ettin. şimdi korkun için dürüst ol, savaş ve yen, sevgin için dürüst ol, savaş ve kazan. hiçbir güzel şeyin bedeli hafif, yükü ağır değildir.
hard boiled zorluk derecesinde bitirdiğiniz zaman mona sax ın ölmediği oyundur. aynı zamanda a film noir love story. oynarken bir bilgisayar oyunu oynuyor gibi değil, bir film izliyormuşsunuz gibi oynadığınız oyun. ilk bitirdiğim zaman kayan yazılara öylece bakakalıp o muhteşem poets of the fall şarkısını dinlerken gözlerim dolmuştu...
...and we keep driving into the night
...its a late goodbye...