gençler...görüyor okuyor ve gülümsüyorum naçizane ateist bir bünye olarak..görüp okuma kısmında bir problem yok, hepiniz ergen ergen buralarda ana babalarınızdan, en olmadı etraftan duyduklarınızdan hani kendi bilgi dağarcığınızla bir şeyler yazıyorsunuz..ki destekliyorum, hiç yazmayıp ezik ezik bakınıp durmaktan çok daha iyidir...ama gel gelelim entryi yazmaya başladığımda kurduğum ikinci cümledeki o gülümseme konusu hiç hoşunuza gitmiycek..neden ?? çünkü kuranı kerimi okumuyor ve bilmiyorsunuz..ha bi çok mümin çıkıp ben okudum dicektir, okuyana lafım yok, bu konu inanç konusu sonuçta..ben burda kuşu sıkıp efenime söylim götünden taş çıkarsam sana nafile, zaten eyvallah..senin inancın ve dininin gereklerini yerine getirmen için elimden gelen desteği de sağlarım; iki felsefe kitabı okuyup sizleri yermenin ve saçma sapan ergen davranışları sergilemenin aksine...
neyse gelelim konumuza.bizim derdimiz sadece islamiyetle değil, bütün dinlerle..hele bi bunu anlayın..kavrayın..oturtun zihninizde...saçma sapan yorumlarla gelmeyin sonra..ama ben naçizane yurtdışı sitelerle yazışmalarımla elde ettiğim verilere dayanarak şunu söyleyebilirim ki, kimse alınıp gücenmesin, din konusunda en bilgisiz toplumuz türkler olarak...bunu bi net olarak bilin..örneğin hala ve hala bu çağda ve bu yılda kalkıp ezanın farz olduğunu sanan, istemeyen siktirsin gitsin diyebilen bilinçsiz müslümanlar var...
arkadaşlar..bzim derdimiz böyle küçük olaylarla değil..hadi oldu konusu açıldı bahsedelim..gidin ilahiyat prof larına mı soruyosunuz kime sorarsanız sorun, artık bu ezan olayının kuran da olmadığını farkedin..en büyük problemlerden biridir bu, bizim gibi yaşadığı coğrafyada hem ateistleri, hem yahudileri hem de sürayanilerinden tut en hristiyan olanlarını barındıran toplumlarda..ezan kuranda geçmez, bahsedilmez, tek bir kelimesi bile yoktur ezanın..bu yüzden aynı toplumda yaşayan laik bir ülkede, kimse kimsenin uyku hakkını gaspetmemeli (sabah ezanından bahsediyorum özellikle).bunun artık kaldırılması gerektiğini, islamiyetin çağa ayak uydurması açısından şahsımca bütün müminlerce de desteklenmesi gerektiğini ortadoğu coğrafyası haricinde herkes anlamıştır heralde..
neyse konuya dönelim...arkadaşlar, inandığınız, iman ettiğiniz nerdeyse tamamiyle bütünü diyebileceğim ayet ve sureler, biraz dinler tarihini araştıran herkesin ulaşabileceği gbi bilinen tarihte var olan sümerlerden gelmedir..muazzey ilmiye çığ diye yetmişlerine gelen bi kadın var bilirsiniz, bunları hep yazdı..dünyaca ünlü sümeorologdur kendisi...
hani demem o kji, bütün ateistler olmasa bile ateist olduğuna kendisi araştırark karar vermiş her birey sizleri mensup olduğunuz dinlerle ilgili bilmediğiniz farklı konulara yönlendirebilecektir..bunu kötü algılamayın...kiminiz için inancı kuvvetlenecektir, kimininz için ki çoğunlukla böyle olmuştur sizleri araştırmaya yöneltecektir...
neyse harfleri çifter çifter görmeye başlamamdan mütevellit sonuca gelim.. ateistlerin her dediğine inanmayın tamam, ama sizlere bahsettikleri konuları da lütfen gtünüzü kaldırıp bi araştırın gençler...
ingilizce voltage stand wave ratio kısaltması..yani duran dalga oranıdır efenim..antenler için genel kabul gören ve olması gereken vswr değeri 2 dir, o da -9,54 dB return loss eğrisine denk gelmektedir. yani demem o ki, eğer anten alıyorsanız, antenin çalışacağı frekans bandındaki en düşük vswr değerinin 2 olup olmadığına dikkat ediniz..ha benim network anylzer ım yok diyorsanız, tracking generetor e sahip her hangi bir spektrum analyzer yardımı ile antenin çalışma bandındaki return loss eğrisine bakınız ve görünüz ki eğrinin en yüksek değeri -9,54 dB dir...ha baktınız -5 dB lere kadar çıkmata efenim RL eğrisi, karar size kalmıştır, nerde ne hassasiyette kullanacağınıza bağlı olarak..ki -5 dB RL kaybı yaklaşık 3,5 VSWR değerine tekabül eder..
merkezini şırnak ili olarak alan şırnak - siirt - hakkari illerini kapsayan bölgenin, bölge halkı tarafından bin küsur yıldan beri kullanılagelen geleneksel adıdır..
direnmek yaşamaktır anlamına gelen kürtçe cümle..diyarbakır cezaevinde, sadece kürt oldukları için işkence gören insanlarımızın, 80-84 yılları arasında çokça kullandığı bir cümledir de..
büdüt : evet, bu cezaevinde sadece kürt olduğu için işkence gören onlarca insanımız vardır..bu rezalethane için çıkan kitapları okuduğunuzda bunun farkına varacaksınızdır ki en aklımda kalanı manava marul almaya giden kürt vatandaşımızın evine 3 yıl sonra dönmesidir..ha o 3 yıl ne mi yaptı?? bu cezaevinde işkence gördü..
köpek seni ısırırsa haber olmaz, sen köpeği ısırmalısın..yani efenim asıl haber güzel bir kadın gördüğünde sevişmek istememektir.yoksa başlık sağlıklı bir biyolojik yapıya sahip erkek dürtüsüdür..
Evrensel tarih, Kürtlerin kökenini ve insanlık sahnesine çıkış dönemini milattan binlerce yıl öncesine dayandırıyor. Rus tarihçi Lazarev; Kürtlerin etnik ataları olan halkları bin yıllarının sonlarında ön Asya da tarih sahnesine çıktıklarını belirtir. Bunlar Huriler, Lulubalar, Kassiler, Karduklar ve bazı boylardır. Yazara göre Kürt adı bin yıllarında ortaya çıkmıştır.
M.Ö 1. bin yılın Ortalarından itibaren Kürtlerin dolaysız atalarından söz edebiliriz. Kürt etnik sentezinin ilk kaynağı Kuzey Mezopotamya da yani çağdaş Kürdistanın tam merkezinde bulunmaktadır.8 bin yıl önce varlığını 600 yıl sürdüren Halaf kültürü bu topraklarda çağdaş Kürdistanın Suriyede kalan toprakları üzerinde ortaya çıkmıştır.
Yunanlı komutan Ksenefonda M.Ö 5. yüzyılda yazdığı "Anabasis" kitabında Kürtlerin varlığından yaşam biçimlerinden söz eder. Bu saptamaya göre Kürtler sayısız soykırıma, tehcire ve savrulmalara rağmen direnerek etnik yüzünü koruyup günümüze kadar gelen nadir halklardan biriydi. Başka bir anlatımla Ortadoğunun "Otoktan"(yerli) halklarından kendi topraklarında hayat bulan bir halk olarak tanımlanır. Sümer tabletleri incelendiğinde Kürtlerin Mezopotamya'nın yerli halklarından olduğu tezi daha ağırlık kazanmaktadır. Bu temelde neolitik toplumu üzerinde durmak daha çözümleyici olacaktır.
Kürt tarihinin düğümü neolitik toplumdadır. Kavram olarak neolitik toplumun çözümlenmesi ve bu çağda yaşayan Kürtlerin prototiplerinin belirlenmesi tarihin aydınlanmasında kilit rol oynayacaktır. Bugün dahi neolitik toplum özelliklerini Kürtlerde görmek mümkündür. Neolitik toplum tarihte ilk defa yaklaşık olarak M.Ö 12 bin den beri, Toros-Zagros dağ sisteminin iç ve dış çeperlerinde ovayla dağlık alanların birleştiği ve su kaynaklarına yakın tepelik bölgelerde gelişim gösterdiği kanıtlanmaktadır. Bu bölge aynı zamanda buzul dönemi boyunca üç kıtanın birleştiği bir alan olup Afrika&nın doğusundan çıkan insan türünün tüm dünyaya en güvenilir yayılma alanı olarak burayı seçtiğini göstermektedir. Buda Mezopotamyanın coğrafik ve iklim şartlarıyla yakından bağlantılıdır. Uygun beslenme, iklim ve güvenlik bunda temel rolü oynar. Tarihin en büyük devrimi M.Ö.11 bin yıllarında Batmanın Çeme Hallone, Erganinin Çeme koteber ve Urfanın birçok toprak tepesinde yerleşime tarım ve hayvancılık devrimi, tarihin çarklarını olabildiğince hızlandırmıştır.
M.Ö 6 bin yıllarına doğru neolitik kültür bu bölgede yaygın olarak kurumlaşmaktadır. ilk başarılı örnekleri Tel Khalet yerleşim yerinden ötürü bu döneme Tel Khalat kültürü denilmektedir. Bu kültür M.Ö 4 binlere kadar başat rolü oynamaktadır. insanlığın en köklü adımının uygarlığı doğuracak tüm icatların bu alandaki kültür tarafından yaratıldığı gözlenmektedir.
Neolitik çağ, süre ve kapsayan itibariyle insanlığın ruh ve zihniyet yapısını oluşturan en temel dönemidir. ilk düşünce kalıpları ruhsal yüceliş, bilgilenme, yönetme, toplum olma bilinci, Tanrı kavramına ulaşma gibi temel ideolojik unsurlar bu dönemde büyük gelişme sağlar. Din ve mitoloji bütün temel kavramların kaynağını bu dönemin koşulları oluşturmaktadır.
Din ve mitoloji, aslında toplumun bu büyük devrimsel gelişen zihniyet yansımaları olarak kimlik kazanmaktadır. Güçlü ana kültürü bu dönemin diğer bir özelliğidir.
Tarihe damgasını vuran neolitik toplum kültürü orijinalini bu bölgede bulunmaktadır. Daha sonra ise diğer bölgelere yayılmaktadır. Yayılma ise fizik göçlerden ziyade kültürel olmaktadır. Bu kültürel yayılma daha sonra yayıldığı bölgelerdeki kültürlerle de büyük benzerlikler taşıdığı kanıtlanmaktadır. Kültürel yayılma sadece maddi üretim tekniğiyle sınırlı değildir. Özellikle Hint-Avrupa dil grubunun esas kaynağının, bu büyük devriminin gerçekleştiği Dicle-Fırat havzasının yukarı kısımları olduğu kanıtlanan diğer bir gerçekliktir. Aryan dil ve kültür grubu M.Ö 11.bin yıllarında şekillenmeye başladığı ve bu kültür oluşumuna kaynaklık eden ise tarım ve hayvancılık devrimidir. Bu bölgede Kürtçe lehçelerinde kullanılan birçok kelime kaynağını bu dönemde ve bu zamanda oluştuğunu göstermektedir. Aynı zamanda belirtilmesi gereken diğer husus ise Neolitik toplumu yaratan, dıştan gelen bir kültür veya fiziki topluluk olmayıp, bölgede en eski dönemlerden beri yerleşik olan kültür ve yaratıcı olan yerli gruplardır.
Ortaya çıkan gerçeklik, bugünkü Kürtlerin atalarına ve analarının, tüm bu tarihi dönemlerinde bölgenin asıl kültür ve dil yaratıcıları olduğu gösterilmektedir. Sümerlere kadar ki bölgede yaşayan tüm topluluklara Proto- Kürtler demekte mümkündür. Diğer birçok dil devletin resmi dili haline gelmesine rağmen lehçeler arasındaki farklılık oldukça derindir. Ama aynı durum Kürtler için söz konusu değildir. Tüm istilalara rağmen, bu kadar uzun süreden beri lehçe yakınlıklarını sürdürmeleri Kürtçe ve Kürtler açısından önemli bir başarıdır. Burada belirleyici etken, neolitik devriminin uzun süreli dil ve kültür gücünden ileri gelmektedir. Diğer yandan bu devrim Proto-Kürtlerin ve Kürtlerin fazla yer değiştirmedikleri, yerleşik kaldıkları böylelikle kültürel ve dilsel saflığını uzun süre korudukları anlamına gelmektedir. Belirtilmesi gereken bu anlamdaki diğer bir husus ise kültürel veya dilsel aktarımın nesilden nesile aktaran ananın belirleyici rolü olmasında ileri gelmektedir. Kürtlerde de bu durum fazlasıyla yaşanmaktadır. Dört bin yıl önceki ezginin içeriği ve melodisi bile söylenmesi bu dil ve kültürün gücünü ifade etmektedir. Gerek Gılgameş Destanı, gerek meçhul kızın Gıro adlı ezgisi bu gerçeği doğrulamaktadır. Yine Sümer inanna ve Akadrası olan aynı tanrıça iştarın kaynağının, bugün bile Kürt kültüründe tanrı daha sonrası en yüce ve büyük anlamına gelen Star, Sterk sözcüğünden türediği açıktır. Ayrıca tüm araştırmalar neolitik dönemde tanrı veya tanrıçaların yıldızlarla simgeleştirdiğini göstermektedir. Kürtçe de Sterk hem yıldız anlamına gelmektedir, hem de kültürel olarak en büyük anlamında tanrı veya tanrıçanın kendisi olmaktadır. Tanrıların ilk ortaya çıktıklarında yıldızlarla simgeleştirilmesi Kürt kültür kaynaklı olup, daha sonraki tüm göksel dinlerin temelini teşkil etmektedir.
Neolitik topluma Kürtlerin başat rolü ortadadır. Ama tüm halkların emek tarihi hakkıyla yazılmamıştır. Egemen sömürücü güçler tarafından yok sayılmış veya çarpık yansıtılmıştır. Kürtlerde bundan nasibini fazlasıyla almıştır. Tarihi siz yaratacaksınız, uygarlığın başlatıcısı olacaksınız ve yok sayılacaksınız inanılmaz bir çelişki. Sanırım Kürtlerin eğer suç sayılacaksa tek sucu uygarlığa olan bu katkısının tarihe yazdırmamasıdır.
Tarihin yazılı olarak başladığı MÖ yaklaşık 3 binli yıllar döneminde, tarih sahnesinde başta gelen bir rolü Kürt asıllı topluluklarının oynadığı, Sümer yazılı belgelerinde güçlü bir biçimde anlatılmaktadır. Sümerlerde bu topluluklara Horrit, Guti, Kassit, Mitaniler gibi adlar takmışlardır. Etimolojik olarak incelendiğinde bugünkü Kürtlerin atalarından bahsedildiği çok açıktır. Kısaca bu Kürt asıllı topluluklara bakmak yerinde olacaktır. Çünkü Sümer dil ve kültür yapısına bakıldığında, bütün teknik donanımını yukarı Dicle, Zap ve Fırat havzasındaki neolitik çağ yaratıcı Horritlerden aldıkları rahatlıkla görülmektedir..
tanım : matrix'deki insanların sevişmesi gerçek dünyada çocuk doğurulmasına yeter sebep değildir sorunsalı..
şimdi efenim, departmanda boş boş oturup etrafa çalışıyormuş görüntüsü verirken bir yandan da çay içiyorum saçma sapan hareketler eşliğinde kolbastıya sarıyorum falan**.. kolbastıda zirve yapmışken birden beni ışık görmüş tavşan misali yerime çakan düşünce aklımın içinde debelenmeye başladı..zaten beyninde iki tane hücresi kalmış olan nobran ne ya kişisinin bir hücresi onu ayakta tutması için kaslara yaldır yaldır komutlar gönderirken, diğer gariban hücre de aşırı bilgi yüklemesi netciseinde kafa tasının muhtelif yerlerine kendini çarpmaktadır..tabi elimdeki çay bardağı çoktan düştü, hücre yok kalmadı ki komut göndersin " dur bırakma!" diye..
neyse konuyu dağıtmayayım..filmimiz matrix..her insan evladı illa ki izlemiştir bu sinema tarihinde gerek çekimleri ve efektleri ile ve gerek konu itibariyle çağ atlatmış olan filmi..matrix'de (yani efenim sisteme girildiğinde) insanların sevişmesi çok bi önem arzetmez..ama gerçek dünyada sistem insanlardan beslenerek enerji ürettiği için insan taralalarında üretim yapmak zorundadır..işte benim merak ettiğim konu da bu efenim..şimdi gerçek dünyada, kapsüllerin içindeki insanları yapay döllenme gibin yöntemlerle mi çoğaltmaktadır bu makineler yoksa çift kişilik kapsüllere erkek ve kadını tıkayıp "hadin sevişin gari" mi demektedirler..
yardım bekliyorum, çalışamıyorum dahası çayımı içip kolbastı oynayamıyorum.. kafamdaki tek hücre de buna sarmış pozisyonda, ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum..kolay gelsin efenim..
Kur'ân'da yazilanlara göre Tanri, kendi "yüce'ligini" kabul ettirebilmek, ve kul'larini kendisine ve elçisine (Muhammed'e) bas egdirtebilmek için, bir yandan "korkutma", ve diger yandan da "mükâfat" usûllerini seçmistir; örnegin bir yandan dehset verici "cehennem" azâbindan söz eder, diger yandan da mutluluklarla dolu "cennet" müjdeleri verir. Cehennem'i ne kadar azab ve iskence yeri olarak göstermis ise, Cennet'i de o kadar bolluk, ve zevk ve sevk yeri olarak düzenlemistir. Fakat bu düzenledigi cennet'i, çöl Arap'inin hayal edip mutluluk duyabilecegi güzelliklerde göstermistir. Daha baska bir deyimle, kizgin günes altindaki uçsuz bucaksiz kum çöl'lerinde, aç ve susuz yasayan Arap bedevisinin bütün gereksinimlerini (özellikle Arap'taki sehvet bollugunu ve içki ve yiyecek düskünlügünü) hesap ederek, Cennet'leri her bakimdan bolluk ve bahtiyarlik yeri olarak düzenlemistir. Nitekim Kur'ân'da yazilanlara göre cennet'lerde "cevherlerle islenmis taht'lar, koltuklar", Altin ve gümüs bilezikler, "yesil ipekli giysiler", "yakici günesi, ve dondurucu sogugu olmayan iklimler", "sabah gölgesi gibi uzanip giden tatli gölgelikler", "kus etinden yiyecekler", "bas agritmayan ve sarhos yapmayan sarapla doldurulmus testiler, ibrikler", "lâtîf yaylalar", içenlere tad veren sarap irmaklari", "süzme bal irmaklari", "bahçeler ve üzüm baglari", tükenmeyen ve yasaklanmayan sayisiz meyveler", "meyveleri salkim salkim dizili muz agaçlari", "kiraz agaçlari", "çaglayarak akan sular ve su irmaklari", "tadi bozulmadik süt irmaklari", vs... ve daha neler var! (Bkz. Kur'ân, Vâkia 15-40; Nebe 31-36, Saffat 41-57; Sâd, 49-54; Zümer 73-74; Rahman 46-78; Muhammed 15; Tûr 19-24) Insan 5, 17-22; Kehf 30-31, 107; Hacc 23; Fâtir 33-35; Ra'd 23-24; Hadîd 12-15, 21; vs...).
Fakat türlü bu güzellikler ve nîmetler yaninda, ve bunlardan çok daha önemli olarak bu cennet'lerde "güzel iri gözlü ve sedeflerinde sakli inci gibi bakireler", "hûrî'ler", "memeleri yeni sertlesmis, (turunç memeli) kizlar" vardir. Nebe' sûresindeki su satirlari okuyalim: "... Süphe yok ki çekinenlere bir kurtulus ve kutluluk ve murâda eris yeri var; bahçeler, üzümler, ve memeleri yeni sertlesmis yasit kizlar. Ve dopdolu kadeh. Ne bos bir söz duyarlar orda, ne birbirlerini yalanlama..." (K. 78 Nebe sûresi, âyet: 31-34)1. Yorumcularin açiklamalarina göre, bu âyet'lerde kiz'larla ilgili olarak, esas itibariyle "kâ'ib" ve "tirb" sözcüklerinin çogulu kullanilmistir "Kâ'ib" sözcügünün çogulu "memeleri kübik, yâ'ni yeni agirsaklanmis, turunç memeli denilen taze kizlar" dir. "Tirb" sözcügü ise, hep bir yasta olan Cennet kizlarini ifâde etmekte olup, bu kiz'larin genellikle hep on alti yasinda (Cennet'teki erkeklerin ise otuz üç yasinda) bulunduklarini anlatmaktadir2. Öte yandan Vâkia sûresi'nde yazilanlara göre Tanri, bu Cennet kizlarini "sakli inciler gibi, iri gözlü, cilveli, isvekâr hûriler" seklinde ve "apayri biçimde yaratip, eslerine düskün ve yasit bâkireler" kildigini bildirmistir (K. Vâkia sûresi, âyet 21, 35-36). Yine bunun gibi Tûr sûresi'nde Tanri'nin, erkek kul'larina hitaben söyle dedigi yazili:... Yeyin için, afiyetler olsun çalistiginiz için. Dayanarak, sira sira dizilmis a'lâ koltuklara, es etmisizdir de kendilerine güzel iri gözlü hurîleri... (K. 52, Tûr sûresi, âyet 18)3.
Örnekleri çogaltmak kolay. Ancak ne var ki bu örnekleri okudukça, kendi kendimize sormaktan duramiyoruz: Acaba bu küfür'ler ve hakâret'ler,"Yüce" oldugu söylenen bir Tanri'nin agzindan çikmis olabilir mi? Hiç "Yüce" bir Tanri, kendi yarattigi insanlara "yüce'likle" bagdasmaz böyle bir dil ile hitap tenezzülünde bulunabilir mi? Bu tür soru'larin cevabini verebilmek için yukardaki âyet'lerin ne sebeble, ve vesileyle, ve kimlerle ilgili olarak Kur'ân'a girmis oldugunu incelemek gerekir. Bu is yapilacak olursa görülür ki söz konusu âyet'ler, ve bu âyet'lerde yer alan "küfür" niteligindeki sözcükler, Muhammed'in günlük siyâsetinin gereksinimlerinden dogma seylerdir. Bunun böyle oldugunu anlayabilmek için Kur'ân'in, A'raf sûresi'nde, "dilini sarkitip soluyan köpek" diye nitelendirilen kisiyle ilgili yukardaki âyet'ler örnegine göz atalim, ve âyet'leri tekrar okuyalim: "Ey Muhammed! Onlara, seytanin pesine taktigi ve kendisine verdigimiz âyet'lerden siyrilarak azginlardan olan kisi'nin olayini anlat. Dileseydik onu âyet'lerimizle üstün kilardik; fakat o dünya'ya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline biraksan da, dilini sarkitip soluyan köpegin durumu gibidir. Iste âyet'lerimizi yalan sayan kimselerin durumu böyledir. Sen onlara bu kissayi anlat, belki üzerinde düsünürler... "( A'raf 175-176)
Turkiye'yi turban krizine surukleyen turbanli hanim, New York Times gazetesinin Istanbul muhabiriyle yapmis oldugu soyleside yakinip duruyor: Demokrasi denen seyin ozgurluk ve hosgoru ilkelerine baglilik demek oldugunu, Turkiye'de kendisine yapilanlarin bu ilkelerle bagdasmadigini soyluyor.
Amerika'da bulundugu sirada turbanli olarak dolasirken hicbir sekilde dislanmadigindan soz ediyor ve soyle diyor: "...Amerikan halki... her seyi hosgoru ile karsilar. Farkli bir gecmisiniz ya da kulturunuz, ya da dininiz de olsa sizi bagrina basar..." Bunlari soylerken, gercekleri tek yonlu olarak yansitmanin rahatligi icerisinde bulundugu muhakkak, cunku 'turban' in, Turkiye bakimindan 'ozgurluksuzluk' rejiminin (yani seriatin) simgesi demek oldugunun Amerikalilarca bilinmediginden soz etmiyor.
Ve kuskusuz sunu bilmezlikten geliyor ki, ne Amerika'da ve ne de Bati'nin obur ulkelerinde, 'ozgurlukleri yok etme ozgurlugu' diye bir sey yoktur. Oralarda turbanli olarak (ya da baskaca bir kilikta) dolasanlara kimse aldirmaz, muhtemelen bakmaz, ama ozgurlukleri ve dolayisiyla demokrasiyi yok kilmaya yonelik tutum ve davranislara yasam hakki taninmaz.
Su bir gercek ki, Bati ulkelerinde, turbanin seriat ozlemi anlamina geldigini ve seriatin her turlu ozgurlugu (ve ozellikle kadin hak ve ozgurluklerini) kokunden yok kilan, demokratik ve laik devlet anlayisini hedef alan bir rejim oldugunu ve bu sekliyle uygar ve cagdas yasamlar icin buyuk tehlike teskil ettigini bilen pek yoktur.
Eger siz kalkip da onlara seriatin icyuzunu anlatacak olursaniz, o zaman nasil bir tepkiyle karsilasacaginizi anlarsiniz.
Birakiniz baska konulari, seriatin sadece kadinlarla ilgili insafsiz yonlerini sergilemis olsaniz ve ornegin kadinlarin "aklen ve dinen dun (eksik) yaratiklar" olarak tanimlandiklarini, bu nedenle bircok gorevleri ustlenemeyeceklerini, ozellikle ulus (millet) otoritesini temsil gibi kamu gorevlerine getirilemeyeceklerini ya da taniklik ve miras gibi hususlarda erkegin yari degerinde kabul dildiklerini, ya da fitnelerinin buyuk oldugunu, ya da esek, domuz cinsi hayvanlar gibi namazi bozar nitelikte sayildiklarini, ya da bunlara benzer daha nice asagilamalarini aciklamis olsaniz, o zaman onlardan nasil sert bir karsilik geldigini anlardiniz.
Muhtemeldir ki, turbanli hanimin da bunlardan haberi yoktur. Eger haberli ve buna karsin yine de seriat yonlusu ise kendisini tedavi ettirmesi gerekir. Yok gercekten haberli degil ise, yapilacak sey onu seriat kaynaklariyla karsi karsiya getirmek ve daha dogrusu kolundan tutup Diyanet Isleri Baskanligi'na goturmek ve bu baskanligin insanlarimiza bellettigi seriat verilerini gostermektir.
Dedigim gibi, bu ise sadece kadinlarla ilgili hukumlerden baslamak bile yeterlidir. Bu yapilacak olursa turbanli hanim gorecektir ki, seriat hukumleri, Turkiye nufusunun cogunlugunu olusturan kadinlarimizin hak ve ozgurluklerini cigner nitelikte seylerdir.
Sayisiz denecek kadar cok orneklerden biri olarak, Diyanet'in "Sahih-i Buhari Muhtasari..." adli yayinlarinin 10. cildinin 449. sayfasina goz atacak olursa, orada: "Mukadderatini kadinin eline veren bir millet felah bulamaz" seklindeki satirlari ve bu satirlarin aciklamasini bulacaktir.
Aciklamada, bu hukmun, 'Islamin amme hukukunun' en onemli bir kurali olduguna isaret edildikten sonra aynen soyle deniyor: "Bu kaideye gore, Islam hukukunda amme velayeti denilen devlet teskilati riyasetini temsil edecek mevkie kadin intihap edilemez. Cunku kadinin fitrati bircok cihetlerden bu cok agir vazifeyi deruhte etmeye musaid degildir..."(Ayni yayin, cilt 10, sayfa 450).
Bu hukumler ve bu aciklama, kadinlarin 'aklen ve dinen dun (eksik) ' olduklarini belirten bir baska hukumle baglantilidir ki, yine bu ayni baskanligin ayni yayinlarinin 1. cildinin 223. sayfasinda soyle yer almistir: "Kadinin dinen ve aklen erkeklerden dun (asagi) olduguna dair Ebu Said hadisi...". Bu hukme gore kadinlar 'eksik akilli' ve 'eksik dinli' olup "akilli ve dininde olan kimselerin aklini celebilen", "otekine berikine cokca lanet eden", kocalarina karsi "kufran-i ni'met gosteren" kimselerdir.
Ayni hukme gore kadinlar "eksik akillidirlar", cunku "Kadinlarin sahadeti (tanikligi, sahitligi) erkeklerin sahadetinin yarisidir". Eksik dinlidirler, cunku 'hayiz' gordukleri zaman namaz kilamaz ve oruc tutamazlar (Bkz. Diyanet'in ayni yayinlari, cilt I. sy. 223, hadis No: 209).
Yine Diyanet'in bellettigi seriat verilerine gore kadin, "iradesindeki fitri za'fa mebni" sadece sahadet bakimindan degil, fakat baska yonlerden de bircok gorevleri ustlenemez.
Bu gorevler arasinda, biraz once degindigim gibi, ulus otoritesini temsil niteliginde olanlar yaninda kadi' lik, yargic' lik, imam' lik gibi gorevler vardir. Ote yandan kadin, "iradesindeki fitriza'f" nedeniyle kocasinin vesayetine terk edilmis olup, kocasi ya da akrabasindan biri olmadan gezi yapamaz (seyahat edemez). Diyanet'in soylemesi aynen soyle:"Islam dini..., kadinin bunye ve iradesindeki fitri za'fa mebni muayyen hususta, kadini, mehariminden bir erkegin vesayetine vermistir ki, kadinin uzak bir mesafeye gidebilmesi... icin zevcin veya bir mahreminin bulunmasini sart kilmasi bu cumledendir" (Diyanet'in ayni yayinlari, cilt 4, sy. 219 ve d.)
Turbanli hanima, butun bunlardan gayri bir Diyanet'in, kadini "fitnesi buyuk", "ugursuz", "esek ve domuz cinsi hayvanlar gibi namazi bozan", "serkesliginden suphe edildiginde dovulmeye layik yaratik" vs.... seklinde tanimlayan yayinlarini gosterdikten sonra sormak gerekir:
Eger turban Islam seriatina bagliligin simgesi ise, hak ve ozgurluk tanimayan seriat verilerini benimsemek, bu bagliligin geregi olmaz mi? Eger bunlari benimseyecek olursaniz, kisi ozgurluklerinden, demokrasiden, uygarca gelismelerden soz edebilir misiniz?
Ve eger Amerika'da (ya da her hangi bir Bati ulkesinde) turbanla dolasirken, "Evet, iste ben bu zihniyetin simgesini basimda tasiyorum" deseniz suratiniza tukuruldugunu gormez misiniz?
büdüt: sevgili seoviciim..yazıyı okumadan direk eksi veren sığlardan olduğunu, yazıyı ekler eklemez eksileyerek vermenden anlıyor ve bu özelliğinden dolayı seni sklemiyorum..ha yok ben 25 saniyede 1000 sözcük okuyabiliyorum diyorsan da öpüyorum..
sadece kızı bağlayan durumdur. kızların da deliler gibin sevişmek isteyebileceği gerçeğini bilenler için normal olan durumdur efenim. bırakınız sevgi pıtırcıklarımız istediklerini yapsındır.
hödöt : başlığı açan çılgın yazarımızın fake'ini yemiş bulunduk ve başlığa kafalama dalmış göründük efenim..başlık bana kalmış diyorum yani.*
doğru olanı yapmaktır. türkçe karşılığı olduğu halde eşcinsel insanlar için gay kelimesinin kullanılması, kullanan insanın türkçesinin aysun kayacıdan çok farklı olduğunu göstermez. türkçenin korunması gerektiğinden bihaber gençliğin her hangi bir çaba sarfetmesini beklemek belki saçmalık ama en azından aynı anlama sahip türkçe bir sözcüğü kullanmanın küçük de olsa faydası olacaktır.
türkçe anlamı olduğu halde özenti manyaklığı yapmanın, bu dilin değerini bilen insanların gözünde bu iki liseli yeni yetme kız türkçesi kadar değeri yoktur.
edit : amerikan ingilizcesinde gay kelimesi her iki cins içinde kullanılmaktadır.
-------
Sabra ve Şatilla mülteci kamplarına 1982 yılında Falanjistler tarafından yapılan katliamdan sonra ilk giren gazeteci olan Ben-Yishai, israil'e verilen sert tepkileri eleştirerek, Türkiye'nin de orantısız güç uyguladığını söyledi.
BBC'ye konuşan israilli gazeteci Ron Ben Yishai, Türk hükümetinden israil'e yönelik yükselen tepkileri eleştirdi. "Ciddi şekilde hayal kırıklığına uğradık" diyen Yishai Erdoğan'ın Hamas'a baskı yapmak yerine israil'i suçlamasını eleştirdi.
Hamas'ın roket fırlatmaya devam ettiğini söyleyen israilli gazeteci "Türkiye'de de çalışmış biri olarak, ülkenin, Kürtler Irak sınırında ya da Türkiye içlerinde saldırı düzenlediğinde orantılı güç kullandığına rastlamadım" dedi.
"Böyle saldırıların hem Türkiye içindeki Kürt vatandaşlara karşı, hem de Irak'ta yapıldığını kendi gözlerimle gördüm" diyen israilli gazeteci Erdoğan'ın ifadelerinden etkilenmediğini söyledi.
----
Pakistan asıllı muhalif yazar ve gazeteci Tarık Ali, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın israil'e yönelik sarf ettiği ifadeleri "çok gürültü çıkarıyorlar, somut adımlar gerekli" sözleriyle değerlendirdi.
"israil'i sözler değil, somut adımlar etkiler" diyen Tarık Ali Türkiye hükümetinin yaptırım taşıyacak hiçbir adım atmadığı eleştirisinde bulundu.
BBC Türkçe servisine konuşan Tarık Ali, "Türkiye hükümetine gelince; evet çok gürültü çıkarıyorlar, ama hiçbir şey yapmıyorlar. Venezuela'da Hugo Chavez, Gazze'deki yaşananların ardından israil büyükelçisini sınır dışı ederken, Türkiye hükümeti bunu yapmıyor ve elçiyi kabul ediyorlar. Dolayısıyla, her tür gürültü çıkarabilirler" dedi.
-------
güncel olaylara yapılan farklı yorumları takip etmek her zaman faydalıdır..
Ünlü Kürt şairi Siyahpoş'un yaklaşık 300 yıl önce kendi el yazısı olan ve bugüne kadar bilinmeyen şiirlerini içeren Seyfulmilûk adlı divanı bulundu.
Kürt divan edebiyatının önde gelen şairlerinden Siyahpoş'un kendi el yazısı olan ünlü divanı Seyfulmilûk isveç'in başkenti Stockholm'de ortaya çıktı. Diyarbakır'ın tanınmış Kürt şahsıyetlerinden Şêx Mîsbahê Silîvî, sözkonusu divanın uzun süre kendi kütüphanesinde yer aldığını ancak bir süre önce gazeteci oğlu Mahabad Arda'ya ulaştırıldığını söyledi.
Siyahpoş'un bulunan Seyfulmilûk adlı orjinal eseri tıpkı Melexelile Serti'nin Nehculenam ve Melaye Bateyi'nin Kürtçe mevlüdünde olduğu gibi, 11 hece üzerene kurulmuş divan edebiyatı özelliğini taşıyor. Tarihi değerdeki sözkonusu divan, dönemin olanaklarıyla, iple dikilip örülerek hazırlanmış ancak günümüze kadar kapağı ve birkaç sayfası koybolarak getirilebilmiş.
Ünlü Kürt şairinin kesin olarak hangi tarihte yaşadığı bilinmiyor. Ancak Şêx Mîsbahê Silîvînin verdiği bilgiye göre Siyahpoş, vergi ve asker vermeyerek sürekli Osmanlı hükümdarlığına karşı geldiği için diğer Kürt aşiretleri kullanılarak yakalanıp kazığa oturtulması sonucu öldürülen, Silîvan Aşiretler Konfederasyonu'nun dere beyi Ferhoye inzer Axa'nın bir dönem himayesinde yaşamış. Ferhoye inzer Axa'nın 1700'lü yılların ilk yarısında yaşadığı biliniyor. Buna göre Siyahpoş'un yaşadığı tarihin yaklaşık olarak 300 yıl öncesine dayandığı belirtiliyor.
kürt dili ve edebiyatının var olmadığını belirten, cehalet denizinde çırpınan uuserlarımıza ithafen...
"Başta bizi Ergenekon'la ilişkilendirmek istediler. Biz ki devletin resmi kayıtlarında yer verildiği üzere toplam olarak üç yüz milyar doların masrafı edildiği ki, yıpranma payının da hesaplanmasıyla bunun bir trilyon dolar tuttuğu belirtilmektedir. 40 bine yakın insanın öldüğü ve son 30 yılda devletin bütün sistemini alt-üst eden ve ölümüne mücadele yürüten bir Kürt özgürlük hareketiyiz. Bir halk hareketi olarak bizi devletin öz be öz örgütü olan Ergenekonla ilişkilendirerek yıpratmak istediler. Hâlbuki Ergenekon son 30 yılda bize karşı mücadele yürüten, binlerce arkadaşımızı şehit eden ve katliamlar geliştiren bir devlet yapılanmasıdır. Nasıl olur bizimle ilişki içinde olur? Yani diyelim Doğu Perinçek gelmiş ziyarete veya Önderliğimiz imralı'da soruşturma mahiyetinde iki subay gitmiş görüşmüş olabilir. Şimdi bu tür durumları ilişki diye yansıtmak, gerçekleri rayından çıkarmak olacağı çok açıktır. Özellikle kendine siyasal islam diyen, ama bugün özel savaşın birer aracı haline gelmiş basın yayın çevrelerinin bu halkadan saldırıları bilinmektedir. Fakat bunlar tutmadı. Tutamaz çünkü bu oluşum zaten bize karşı faaliyeti ve pratiğiyle sistem adına bize karşı savaşmış bir oluşumdur. Dolayısıyla bunun tutması zaten zordu. Şimdi farklı bir biçimde daha çok içten sayılabilecek çeşitli Kürt çevrelerini veya ihanet etmiş, pili bitmiş bazı öğeleri harekete geçirerek önderliğimize karşı yıpratma faaliyeti, yine hareketimizin çeşitli yönetim üyelerine karşı karalama faaliyeti gündemleştirilmektedir."
karayılanın açıklamasından bir parça..kim, kimdir, nedir, kimdendir belli olmayan bir ortamda bir de bu yoruma bakmakta fayda var..her kesimden yorumlar dikkate alınmalı..
kurdum deyince ama yakisiklisin diyen batili kizızımızdan bakış açısı bakımından biraz farklı bir kızdır. bu kategorimizde kızımız dış görünüş gibi gelip geçici ve önemsiz bir nicelikten, bilgi birikim ve kültür gibi önemli bir niteliğe geçiş yapmıştır.
en azından kızımız, türkiyenin yakın tarihinde gerçekleşmiş olan katliamların bilincinde olduğunu farkettiren bu türk erkeğimize bir iltifat edebilmektedir..
tanım : allahı sözlükte arayıp bulamayan uuserın serzenişidir.
evet efenim..bizatihi şahsım olarak kendimi adadığım davamda, son iki sattir bütün başlıklarda kendisini aradım, taradım, kah sordum kah soruşturdum..amma velakin kendisini maalesef bulamadım efenim..sözlükteki arama araştırmalarıma son verdiğimi bu basın açıklamasıyla duyurmaktan onur duyarım.
şimdi efenim herkesin sıklıkla rastgemişliği vardır böyle askerlik anılarını anlatan tiplere..özellikle uzun dönem erlerin atıp tutmuşlukları da çoktur, özellikle bu hikayelerde asteğmenler hakkında öyle geçirdim asteğe böyle soktum falan çoşarlar da çoşarlar...öncelikle söylim : böyle bir şey yoktur...
efenim bitlistatvan orduevinde asteğmen olarak askerlik görevini mecburi yapmış olan bendenizin kulağına kadar gelen, benim hakkımdaki bir olayı annatmak istedim de o yüzden açtım başlığı..kişileri tanıtayım..olayı bana anlatan, teskeremi aldıktan sonra benim birliğime gelen kısa dönem arkadaşım.. hadi buna A diyelim..olayın güya asteğmene sokup çıkaran asan kesen masal kahramanı uzun dönem erimiz, bildiğin er de mahmut ossun..ben de tank asteğmen nobran efenim..
mahmut - olm A, sen beni daha tanımıyorsun, astekler accayip tırsarlar olm benden..duymadın mı daha önce beni?
A - yooo mahmut, duymadım! naptın la ?
mahmut - du bak anlatiim! burda bi tane nobran asteğmen vardı malın teki, böyle tıknaz bi herif..iyi güzel konuşurdu herkes de severdi ama bana bi gün yamuk yaptı!
A - naptı?
mahmut - herkesin içinde emir verdi, banaa? emir??
A- e olm adam komutan ya, vercek tabi emiri! ee sen naptın? ne emir verdi!
mahmut - bu dallama kalkmış bana orduevinin önündeki kar dolmuş olan giriş yolunu temizle diye emir verdi..ben de kalktım ayağa* elimi omzuna koydum*, dedim ki "bak nobran,bu askerlik biter, bittiği gün aşiret de seni siker" dedim.
A- yapma yaa! napti peki!
mahmut - napcak dallama, gitti başka askerler buldu onlara temizletti, x aşiretiyim olm ben x!
ve olayın gerçek yüzü efenim, geliyooooorrr :
sene: 2006
yer : tatvan ordu evi
ben : tatvan ordu evi asteğmeni, imalat kısım ve satın alma amiri!
komutan - nobraan!
nny* - emredin komutanım!
komutan - komutan ziyarete gelcekmiş, şöyle bir etrafa bak da düzenli mi değil mi?
nny*- emredersiniz komutanım!
nny*- mahmuutt!
mahmut - * emredin komutanım!
nny*- işin var mı şimdi, napiyorsun ?
mahmut - yok komutanım!
nny*- tamam, al o zaman yanına iki kişi giriş yolundaki karları temizleyin hemen komutan gelcek!
mahmut- ya komutanım başka biri yapsa!
nny*-* seninle muhabbet ediyorum mu sanıyorsun burda mahmut! emir veriyorum emir!
mahmut - ama komutanım bi ton boş adam var işte ya, niye ben yapıyomuşum ki!
nny*- tamam mna koduum, dur sen..salih, mehmet, alii!! mustafayı da alın geçin girişi temizleyin!
salih- emredersini komutanım!
ee noldu peki mahmut ?? nolcak, girişi temizlemekten kurtuldu amma o geceyi arka bahçeyi karlardan arındırmakla geçirdi..yorulduğunu görünce bıraktırdım gerçi ama ceza da gerekliydi. ben teskeremi alana kadar her beni gördüğünde - ki eğer benden üst rütbeli bir subay yoksa- ben dur diyene kadar şınav çekmek zorunda kaldı... eğitimlerde herkesin 3 tur attığı zamanlarda bu garibim 7 tur atardı koşuda...bir de en zevklisi, o günden sonra teskeremi alana kadar her sabah, içtimada komutan gelmeden birliğin önünde yere düşene kadar 1,5 m uzunluğundaki sopaya alnını dayayıp dönerdi..hey allaam!
yani böyle efenim..o atıp tutan delikanlı gençlerimizin anlattıklarının sadece ilk diyalog kısmının birazı doğrudur, gerisi uydurma efenim..esen kalın!