kürtler, türklere sövüp, ırklarına kadar laf ederken, başka konularda türküz diye kıçını yırtan akplilerin nerede olduğunu sorgulama cümlesi. ne oldu, özel mesajlarla, kürtlere helal mi yazıyorsunuz acaba?
doğumdan büyüyene kadar, yalakalıkla ömrü geçen kişinin, nihayete erip, o büyük vasfı aldığında, kendini acındırarak ne boklar yediğini gösterir, tekerleme sözü.
son filminde, baş rol oynatması gereken çarşaflılardır. mümkünse gözlerinde ki kafesler de kalsın. belli mi olur, uçarken ağızlarına bir şey girebilir.
karısının, harzemşahlardan biriyle birlikte olduğunu öğrenen adamı yaptığı asil davranış.
biliyorsunuz ki, harzemşahların bayrağı siyah. e kadında yola gelmiyor, en iyisi çarşafı dayıyayım da, önümüzde ki maçlara bakalım diye düşünen erkektir.
Yağmurun insanda barınma ihtiyacı hissettiren doğal bir olay olduğunu düşünebiliriz. Çünkü yağmura maruz kalmak ve sonrasında kurulanamamak üşütmemize, savunma sistemimizin zayıflamasına ve sonrasındaysa her türlü viral ve bakteriyel enfeksiyonlara yakalanmamıza neden olabiliyor. Bu nedenden ötürü, yağmur bizlerde üstü kapalı ve korunaklı bir alana sığınma davranışını tetikliyor. Peki, bu davranış nasıl tetikleniyor. Elbette ki, eğer ki sözünü ettiğimiz birincil bir güdü ve o güdüyü dolaysız ve araçsız tetikleyen doğal bir uyaransa klasik koşullanma kuramının da üzerine kurulduğu koşulsuz uyaran - koşulsuz yanıt ilişkisinden bahsetmemiz gerekiyor. Nasıl ki açlık yemek yeme davranışını, susuzluk su içme davranışını tetikliyorsa, yağmur da bir barınak bulma davranışını tetikliyor.
Davranışçı ekol ve öğrenme kuramlarının birçoğu çevremizdeki her türlü uyarana verdiğimiz yanıtlardan bahsediyor. Bu öyle bir zincir ki, her bir uyaran zinciri, kendisiyle bağlantısı kurulmuş yanıt zincirlerini tetikliyor. Zaten davranışçı psikologlar, öğrenmenin zaman almasını da bu zincirin öğrenilmesinin ve uyaran-yanıt ilişkilerinin kurulmasının zaman almasına bağlıyorlar. Buradaki zincirimiz, yağmur uyaranına karşı verdiğimiz kapalı bir mekâna sığınma yanıtını oluşturuyor. Atalarımızın şartlarını düşündüğümüzde, yaşadıkları ya da sığındıkları alanlar girişi basık mağaralardan oluşuyordu. Haliyle bu mağaraya girmek için başlarını eğmek zorunda kalıyorlardı. Benzer şekilde, günümüzde de yağmur yağdığında altına girdiğimiz brandalar vs... kimi zaman basık ve kafamızı eğerek girebildiğimiz korunaklar. Daha açık bir deyişle atalarımızdan devraldığımız davranış kalıpları halen basık brandalar gibi alçak korunak sistemleriyle ödüllendirilmekte. Dolayısıyla, yağmur yağdığında, bizlerde otomatik olarak başımızı eğerek bir sığınağa girme davranışı tetikleniyor. Ancak, bu uyaran-yanıt ilişkisinde kimi zaman yanıtların aralarındaki ilişkiler öyle kuvvetleniyor ki, baştaki uyaran sondaki bir yanıtı da tetikleyebiliyor. Tıpkı bizim durumumuzdaki gibi. Yağmur yağdığında, henüz civarda bir barınak bulunmamasına rağmen insanlarda kafa eğme davranışı gözlemlenebiliyor. Bu merkez açıklamamızdan sonra, gözlemin de insan davranışlarındaki önemine parmak basmamızda fayda var. Yağmura karşı pek çok kişi başını eğerek yanıt verince, sosyal çevresini sürekli olarak gözlemleyen diğerlerinde de aynı davranışta bulunma eğilimi oluşuyor.
çok derin araştırma ve incelemelere dayalı olan gerçektir.
--spoiler--
MIT'den Mark Williams ve Avustralya'daki Melbourne Üniversitesi'nden Jason Matingley erkeklerin her iki cinsiyetten kızgın yüz ifadelerini kadınlara göre daha çabuk fark edebildiklerini bulmuş. Kadınlarsa üzüntü, mutluluk gibi sosyal ilişkiler açısından önem taşıyan yüz ifadelerini tanıma süresi açısından daha başarılı olmuşlar. Bu da öyle gösteriyor ki her ne kadar erkekler tehlike unsurları barındıran, kadınlarsa sosyal açıdan önem taşıyan ifadeleri tanımada başarılı olsa da, kızgın erkek figürü her iki cinsiyet tarafından çabucak fark edilebiliyor. Bu durumu insan algı sisteminin içinde bulunduğu sosyal durumlarla bağlantı olarak evrildiğiyle açıklayabiliriz.
--spoiler--
televizyon kumandasının tuşlarına basarak kanal değiştirebilmek...Yalnızca düşünerek! Biliyoruz kulağa çılgınca geliyor. Ancak doğaüstü güçler değil bahsettiğimiz; bilimin ta kendisi! Duke Üniversitesi'nden araştırmacıların beyin plastisitesinde* kaydettikleri gelişim, Albert Einstein'dan ünlü bir alıntıyı getiriyor akıllara: "Yaratıcılık, bilgi birikiminden daha önemlidir". Öyle ki, nörobiyolog Miguel Nicolelis'in de içinde bulunduğu grup, üstün yaratıcılıkla bilimin birleştiği noktada omurilik yaralanmalarıyla el, kol ve bacaklarında hareket yetisini kaybetmiş pek çok hasta için büyük bir umut ışığı yakıyor: Düşünerek yapma uzuvlarını hareket ettirebilmek! Peki, bu inanılmaz başarı nasıl kaydedilmiş dersiniz? ilk aşamada, denek maymunlar basit bir bilgisayar oyunu oynamayı öğrenirken ön ve pariyetal beyin loplarına küçük elektrotlar yerleştirilmiş. Bu elektrotlar, öğrenme sırasında bu beyin bölgelerinde gerçekleşen sinirsel iletinin kaydedilmesinde görev almış. Özellikle ön ve pariyetal lopların seçilmesinin nedeniyse bu bölgelerin karmaşık kas hareketlerinden sorumlu beyin bölgeleri olmalarıymış. Bilgisayar oyunu sırasında, maymunların oyun aracıyla (joystick) etkileşim içine girdiği her bir hareket, görebildikleri ancak dokunamadıkları bir robot kolunun farklı bir hamlesiyle eşleştirilmiş. Örneğin, oyun aracını sıkıyorlarsa yalnızca görerek duyumsayıp dokunamadıkları robot kol öne doğru hareket etmiş. Maymunların beyin bölgelerindeki etkinliği inceleyen bilim insanları ne tür bir beyin etkinliğinin ne tür bir kas hareketiyle ilişkili olduğunu açığa çıkarmış. Bu noktadan sonra oyun aracının robot koluyla olan bağlantısı kesilerek maymunların beyin bölgelerindeki etkinliğe göre hareket edebileceği bir düzenek hazırlanmış. Sonuçlar hayret uyandırıcı olmuş. Çünkü maymunlar, birkaç günün içinde yalnızca zihinsel etkinlikleri ve görsel geribildirim yoluyla robot kolu istedikleri yönlerde hareket ettirmeye başlamış. 2003 yılında sonuçları yayımlanmış olan bu çalışma beyin plastisitesindeki çok önemli bir noktaya parmak basıyor: Beyin, yapma araçları fiziksel bedenin bir uzantısı olarak kullanmayı öğrenebiliyor. Örneğin, bir çocuk bilgisayar oyunu oynarken fareyi (Mouse) elinin bir parçası gibi kullanmayı öğrenip, ekrandaki uyaranlara karşı hareketlerini bu yolla kontrol etmeye başlıyor. Birçok bakımdan, bu örneğin beynin bedene ait uzuvların kas hareketlerini kontrol etmesinden bir farkı yok aslında: Araba kullanırken direksiyonu kollarımız değil, beynimiz döndürüyor. Ya da bisiklete binerken, pedalı bacaklarımız değil beynimiz çeviriyor.
Kaynak: Gazzaniga, M. S. & Heatherton, T. F. (2006) Psychological Science. W. W. Norton & Company Ltd. 133-134.
Sosyal durumlarda bir türlü geçmek bilmeyen korku hisleri duymak.
Diğer kişilerin önünde kendini küçük düşürecek şeyler yapabileceğini düşünmek.
insan içine çıkıldığında kalp atışlarının hızlanması.
Ağrılı göğüs ağrısı.
Ayak ve el parmaklarında sızlama ve uyuşukluk.
Karın ağrısı.
Huzursuz ve diken üstünde hissetme.
Kasların gerilmesi.
Terleme.
Nefes alış verişlerinin değişmesi.
Baş dönmesi.
Yüz kızarması.
Verilen korku tepkisinin çok fazla olduğunun bilincinde olma.
Diğerlerinin hakkında kötü düşündüğüne inanma.
Diğerlerinin kendisini yargıladığına inanma.
"Aptal" görünmekten korkma.
Diğerlerinin içinde "sıkıcı" ya da "yabancı" olmaktan korkma.
Yanlış bir şey yapıldığında diğerlerinin sevgisinin azalacağını düşünme.
insan içine çıkmaktan kaçınma. Sırf bu nedenle daha az tercih edilebilecek kararlar alma (Örneğin, kantinden bir tost almayı, kalabalık bir mekânda oturarak yemek yemeye tercih etme).
Telefonda konuşmaktan kaçınma.
Sosyal durumlardaki gerginliği azaltabilmek adına daha fazla içki, sigara içme; sokakta hızlıca yürüyerek insanlarla göz temasını önleme.
sosyal kaygılı kişiler genellikle sosyal çevrenin kendileri için olumsuz düşünceler besleyip onları yargılayacağına inanıyor. Diğerleri tarafından sürekli yakından incelendiklerini düşünüp; hiçbir zaman onlara layık olacak kadar iyi bir seviyeye ulaşamayacaklarından korkuyorlar. Bu kişiler, sosyal ortamlarda gerginlik, hızlı kalp atışı, terleme gibi kaygı belirtileri gösteriyorlar. Yüzleri kızarıp, kekelemeye başlayabiliyorlar. Bazı durumlar diğerlerine nazaran çok daha zor olabiliyor. Örneğin, yakın bir arkadaşla konuşurken kendini daha rahat hisseden kişi, yabancılarla yüz yüze geldiğinde iyice gerilebiliyor. Kantin, bar, kuyruk, restoran gibi kalabalık durumlarda başa çıkabilmek çok daha zor oluyor.
tikky sevgiliden midesi bulanan erkeğin acilen yapması gereken davranış. bu sayede, artık dudaklar 5 metre önde, bu cümleyi kullanamaz. hadi yine iyisiniz la!
kadına şiddetin arttığı şu günlerde, taş gibi hatunları, bizim gibi düzgün erkeklerin götürüp, diğer boklar yüzünden harcanmaması gerekildiğini ifade eden eylem.