geçici mezuniyet belgesini verip, diplomanın aslını almak için imzalamak gereken diploma yemin belgesi' imiş.
ne saçma uygulamadır bu, bir metin hazırlamışlar, ordaki boşluğa sadece kendi ismimizi yazıyoruz ve imzalıyoruz böylece yemin etmiş oluyoruz. ben belki herkesle aynı yemini etmek istemiyorum, belki yemin dahi etmek istemiyorum!
devlet hastanelerindeki genel durumdan daha civisi çıkmış bir hal.
polikinliklere 1-2 tane, daha asistan bile olmayan öğrencileri oturtuyorlar, onlar ise bildikleri bir iki ilacı gelen bütün hastalara yazıp yolluyorlar...
bir doktor ismi iki polikinlikte aynı anda yer alıyor,bir kere mantık dışı bir doktorun aynı anda farklı polikinliklerde yer alması...
şimdi insanları tedavi mi ediyorlar?
aaaaa pardon, bir de bunların özel yerleri var muayene başına 150 tl aldıkları, işte orda ayak parmaklarının altına kadar muayene ediyorlar...
amerika sevgilisi ile güzel bir hayat yaşamak adına bir araçtır. amacı amerika değildir, sevgilisinin bulunmadığı bir amerika ise araç olmaktan da çok uzaktır, anlamsız, boştur...
kalp şeklinde olan, küçük ufak taşlar ile süslenmiş, ortasında ne göz rahatsız edecek büyüklükte, ne de dikkatten kaçacak küçüklükte bir nazar boncuğunu bünyesinde barındıran bilekliktir.
söylediklerine kulak verince, bir bilekliğin bu denli anlamları içinde barındırıyor olması dehşet verici...
kalp şeklinde oluşu aşkın simgesi, ufak küçük taşlar ise aşkın ışıltısı, nazar boncuğu ise kötülüklerden korunma, sakınma ve güveni, bileklik oluşu ise baglılığı...
velhasıl, birşeylerin anlam kazanmasını istiyorsak, kendimizce onları anlamlandırmalıyız, hayatta hiçbir şey anlamsız değildir bizler anlamlandırmaktan çok acizizdir...
şayet hayatın anlam kazanmasını istiyorsak, işe anlamlandırmaktan başlayabiliriz...
pek çoğumuz, türkiyede şu şöyle bu böyle diye ahkam kesmeye bayılır. yok efendim türkiyede kadınlar şöyle, türkiyede erkekler böyle; türk toplumu şöyle, böyle...
ama sorsanız, türkiye dışında hiçbir ülkede bulunmamış, başka hiçbir ülkenin, milleti tarihi ve kimlikleri hakkında en ufak bir bilgisi veya fikri yok! neye mukabil böyle bir yargıda bulunuyorlar dehşet verici...
hmm, belki izledikleri diziler, filimler ışıgında dünyayı kavrayıp, türkiyenin yerini görebiliyorlardır.ne diyelim? büyük yetenek...
bari ilimle uğraşan alimlere 2-3 sezonluk film indirelim de insancıklar, boş yere dünyayı gezip veya dünyanın kitabını okuyup analiz, sentez, değerlendirme çabalarına girmesinler, oturdukları yerden koysunlar teşhis'i...
bazen bir şeyleri anlamaya çalışırsınız, anlamlar yükler, kendinizce anlamlandırırsınız ama ufacık bir vızıltı bütün anlamınızı bozuverir, tekrardan anlamak için çaba sarfedersiniz, yeniden anlamlandırırsınız ve işte yine o vızıltı gelir ve sizin anlamınızı yine helak eder. işte bu noktada pes dersiniz, anlaşılmaz olayların varlığını kabul ederek...
aldatmak çok yönlü bir sözcük, kişiden kişiye değişen bir kavram. genel anlamı olarak karşındaki kişiyi kandırmaktır.
kimsenin kimseyi aldatmaya hakkı yoktur ve aldatılmayı da hiç bir birey hakketmez fakat bazı adamlar vardır ki eşini duygusal anlamda yalnız bırakır, iletişimden bihaberdir, sevişmeyi sikmek sanır, gözü sürekli dışardaki hatunlardadır...
bu gibi erkekleri terk etmek ödüldür, önce aldatıcaksın *sonra terk edeceksin...
hayatta herkese hakkettiği muameleyi uygulamak lazım....
ruh sağlığı uzun, kaliteli ve mutlu bir yaşam için olmazsa olmazlardandır.
freud der ki insanın ruh sağlığının üç boyutu vardır:
bunlardan birincisi çalışıp üretmek.
her insanın bir potansiyeli vardır, ve kullanılmayan potansiyel hem toplum hem de birey için zararlıdır.
ikincisi ise, sevgi'dir.
her insan sevip-sevilmeyi arzular, sevgi ruhumuzun gıdasıdır.
üçüncüsü, haz almaktır.
insanlar diğer canlılardan farklı olarak, sadece üremek için değil haz almak için de çiftleşirler. ayrıca hobilerimiz, sanatsal faaliyetlerin bir çogunun ürünü haz almak neticesinde var olur.
moreno ise der ki evrenin ve insanın temel ortak üç özelliği vardır, bunlardan birisine ket vurulması dengeleri bozar.
-yaratıcılık ; bireylerin yaratıcılığını kısıtlanmamalıdır.
-eylemsel faaliyetler; hareketleri engellenen kişilerde ruh saglığı bozulur. tutsaklar, fizyolojik engeller gibi...
-insanların spontanlıklarını ; istediğin gibi yaşamak, istediğini söylemek, istediğin gibi koşmak, ağlamak, kahkaha atmaktır. Duygularını olması gerektiği gibi, daha az ya da daha çok gösterme gayretine düşmeden yaşamak. Ağlamak istediğinde güçsüz görünmekten korkmadan ağlamak; Kahkaha atmaktan korkmadan kahkaha atmak.
Sevmediğini ya da sevdiğini özgürce söylemek. Koşmak istediğinde koşmak, uzanmak istediğinde uzanmak. Saygı uğruna, görgü uğruna duygularını bastırmamak.
Hayatın gizemini ve mutluluğu arayan bir genç vardır.
Bu genç hayatın gizemine ve mutluluğun kaynağına ulaşmak için bilgelerden yardım ister.
Ve sonunda derdine bir kralın derman olabileceğini öğrenerek bilge kralın karşısına çıkar.
"Bana hayatın gizemini ve mutluluğun kaynağını anlatır mısınız?" der.
Kral kendisine daha sonra yardımcı olabileceğini söyler.
Şimdi gidip sarayını dolaşmasını ister. Gence bir kaşık verir. Kaşığın içerisine de iki damla yağ koyar ve yağı dökmemesini tembihler.
Genç gidip sarayı dolaşır ve kendisine söylenen saatte tekrar kralın karşısına gelir.
Kral:
"Sarayımı iyice dolaştın mı?" der.
Genç "evet" der.
Peki, der kral; gencin elindeki kaşığa bakar, yağ dökülmemiştir.
Kral:
"Sarayımdaki ünlü ipek halıları gördün mü?" der.
Genç "hayır" der.
Peki, bahçemi gezdin mi? Çok güzel çiçekler vardı, bahçıvanım onları uzun yıllarda yetiştirdi, onları gördün mü diye sorar.
Genç "hayır" der.
Kral, ya muhafızları gördün mü? Çok eğitimli ve disiplinli bir ordum var.
Genç, görmedim der.
Kral, tekrar kaşığa yağı damlatır ve "yeniden sarayımı gez" der.
Etrafına iyi bak, demeyi de ihmal etmez.
Genç elinde kaşıkla birlikte tekrar sarayı gezmeye başlar. Sarayın muhteşemliğini görür, şaşkınlıkla tekrar kralın karşısına gelir.
Hayretler içinde krala gördüğü bahçeden, ipek halılardan ve sarayın muhteşemliğinden söz eder. Bilge Kral, peki kaşıktaki yağa bir bakalım, der.
Gencin elindeki kaşıkta yağ kalmamış, hepsi dökülmüştür. Yağdan eser yoktur.
Bilge Kral gence:
işte hayatın gizemi ve mutluluğun kaynağı budur, elindeki iki damla yağı yitirmeden etrafına bakabilmeyi öğrenmektir, der.
not: öykü, doç dr. alim kaya'nın kitabından alıntıdır.
"Yasa dışı örgüt gibi illegal bir idealle doluyorsun,
içimde, karşıdan karşıya geçmeni seviyorum."
Huzursuzluk yüklü trenlerin önünde raylara uzansam,
adına intihar derler...
sen odamdaki düzensizliği bozuyorsun...
"düzensizliğini seviyorum."
Dün gece eş anlamsızlık üzerine düşünürken, dünyada romantik insanlar varmış anladım...
bir yerlerde Meksika ordularıyla savaşıyorlar, onu da anladım. Tarif etmenin güç olduğu rastgele dizilimler üzerinde, ölüm orucu gibi düzenden muaf tutulmuş manastır öğretileri gibiyim; içimde isa' nın ayak izleri..
Günler... günler... günler...
Bu şehirlerde insan ne yapar?
ne yapar, ne yaşar, insan, bu, şehirler?
Önce giyindim hırkamı,
girdim bu kasvetli duvarlar arasına.
Sigara dumanları arkasında görebildiğim yalnızca bir çift göz,
biraz melodi lazımdı havaya, aldım müziği odaya getirdim.
Oda' da bir kişiyiz.
En itaatsiz yerinden yaklaştım sana.
Derken; önümden sürrealist bir tren, gözümden postmodern bir aşk geçer. Bir adam, kitaplığından bir kitap seçerken, bir kadın yalnızca onu izler. Belki dilin evrimi nedir isyanım; zira hiçbir sözcük söylemek istediklerimi ifade edemez.
Bir pazar gecesi klasiği gibi,
elimde bir yetki olsaydı,
olurdu tüm günlerin adı cumartesi.
Masa altına saklanma eğilimli bir kedi misali,
kendimi yanıtlayamıyorum.
Önümden aleyhtar gemiler geçerken,
sevmek, esnek insiyatifler içerirdi.
Huzursuz yerinden öptüm seni.
Ve sonra;
evimde sana ait yastıklar olsun istiyorum,
çatlaklarımdan sızıyorsun,
ve bil ki benim,
serçe parmağımın dokunulmaya ihtiyacı var" *
hayatı dogasıyla, zorlaştırmadan yaşamak. son dönemlerde herkeste bir bilge laflar, herkeste kendi düşüncesini karşı tarafa empoze etme çabası...
biraz basit yaşasak, seviyorsak sevdiğimizi söylesek, istemiyorsak istemediğimizi...
nedir bu hayatlarımıza esrarengiz, gizem katma çabaları!
oldugu gibi konuşsak, içimizden geldiği gibi ; süslemeden, dogasıyla bıraksak...
birimiz ak derken, digerimiz kara diyor diye taşlamasak birbirmizi ; karşıtlıklara saygı duysak, düşünceleri kabul ettirme çabası güdmesek...
acıktıgımız acıktım desek, susayınca susadım...
sadece bu kadar basit yaşasak!