Metrodayım. Arkamda üç tane erkek var. Birbirleriyle muhabbetteler. Biri diğerine "oğlum dün aradım, neden cevap vermedin, o kadar aradım lan." Diğeri " Evet harbiden ben de aradım cevap vermedin" Cevap vermeyen: " Abi içerdeydim. Telefon da içerde olunca bakamadım valla." Cevap vermeyen bir durak sonra iner. iki erkek konuşmaya başlar:" Oğlum bu bilerek yapıyor, artist bu valla bilerek açmıyor, sevmiyorum bunu". O zamana kadar erkeklerin aralarında böyle konuşmaların geçmeyeceğini düşünürken, fikrim hızla değişti. Erkekler de fena halde yapıyor beyler.
zamansızlıktan ibarettir. dünyada kalan için zamansızdır..gideni görmek acı dolu günlerdir. gözyaşlarıdır.. ölüm giden için nasıldır bilinmez. belki kurtuluş ve belki de zamansızlıktan başka bir şey değildir.. en çokta yaşayacaklarını planlamak çok acıtır canı.. beraber planlar vardır. ailece veya iki sevgili arasında.. veya kendi içindeki planlar.. hepsi burda kalır.. hepsi kalanların gözyaşlarında kalır.. tek teselli mutlaka bir gün buluşacak olmaktır.. orda mutlu olduğunu düşünmektir..
dünyaya geldiğinde herkesle berabersindir.. herkes üzerine titrer.. büyürsün.. büyürsün.. büyüdükçe çevrendekilerde büyür.. sorunlarını sen çözmelisindir artık.. ne anneni ne babanı ne de abini çağırabilirsin.. arkadaşların vardır.. yüzlerce belki.. herbirinden bir çizik alırsın kalbine.. çizikler irili ufaklı olsa da yaradır neticede.. zaman geçer, artık kendine bir gelecek kurmalısındır.. okula gidersin, üniversite,iş.. hayatına birilerini sokarsın.. aşık olursun.. al bir darbede ondan.. sonsuzluk olacağına inanınırsın ama.. hüsran.. yaşlanırsın, çocuklarınla veya tek.. ölümler görürsün, zamansız.. ölümlerin hepsi zamansızdır ya zaten.. kapı her çaldığında gelecek sanmaktır ya ölüm.. yalnızlık nedir.. ölümün ta kendisidir.. ölüm, yalnızlaştırır insanı.. darbelerdir.. darbeler yalnızlığa iter insanı.. yalandır.. yalanlar yalnızlaştırır içini.. kalbindir.. kalbin yalnızsa, paylaşamazsın içindekileri..
insanların belli bir baskı altındayken hayatlarının geri kalanını etkileyecek bir karar vermeleri elbetteki doğru değildir. dışarıdan bakıldığında bu karar belli bir beyin olgunluğuna gelindikten sonra bunun olması gerektiğini gösteren bir karardır. çünkü, dönüp ülkeye kuş bakışı bakıldığında aslında dıştan muhafakar görünüp içten en uçuk düşünceleri olanları görmek mümkündür. belki aile baskısıdır,belki koca zorlaması ve belki de içindeki günahlardan böyle kurtulabileceğini sanmaktandır.. belki de artık evlenmekten başka bir seçeneği kalmayan çaresiz ve küçük bir kız çocuğudur. peki ya inanıyorsa? gerçekten içsel bütünleşmeyle kapanmışsa? yanlış anlaşılmasın ne dindar kesimin düşüncelerini ne de küçük yaşta kızların kapanmasını savunmaktayım. sadece eğer gerçekten inanarak kapandıysa buna saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. fakat şu da bir gerçektir ki, ömrünü böyle geçirmeye karar vermek, yani kamusal alanda, üniversitede bunun gerektirdiği zorluklara göğüs gerecek olgunluğa erişmek, hangi olaylardan geçilirse geçilsin, belli bir beyin olgunluğu gerektirir.. ve bu da o küçücük ellerle, küçücük sıralarda henüz tüm karnesinin beş olmasından başka bir şey düşünmeyen miniklerden istenemeyecek kadar kritiktir. karar bundan ötürü dosdoğrudur.
aciz sistemin zavallı kölesi olan kızdır. belki buna zorunlu olduğundan belki de geriye kalan hiçbir şeyi düşünmek istemediğinden olmalıdır ki, ailesiyle birkaç kelime konuşmayı, kardeşiyle en güncelinden bir konu açıp tartışmayı veya açık havada kitap okuma seçeneğini bile geri çeviren bir tutum içindedir. buna sebep olan kızları veya erkekleri çalışmaya zorunlu kılmış bu sistem midir? veya pikniğe test kitabının götürülmemesi gerektiğini hatırlatmayan ebeveyn midir? belki de onlar kızın eline zorla tutuşturmuşlardır.. çünkü ertesi gün belkide aile dostlarıyla buluşacaklardır ve kızının onlarınkinden çok daha başarılı olduğunu yüzlerine haykırmak istiyorlardır.. tüm bunlar egoların birleşmesinin sonucu değil midir? nerden bakarsanız bakın, egolar insanı yönettikçe bu örnekler olağanüstü sayılmamaktadır. çünkü dışardan veya içten gelen egosal etkiler isteyerek veya istem dışı insana her şeyi yaptırmaya devam edecektir.
"buna ancak gülünür" lafı sanırım buraya cuk diye oturucaktır. bu durumun sebebi israilin o mükemmel silahları ya da mükemmel stratejileri değil sadece ve sadece insanların bu hiddete ve hatta barbarlığa yeter artık durun diyememesidir. hatta durun dediğinde de aslında susturulmasıdır. bugüne kadar çoktan kökünün kurutulması gereken israil, neden hala silahların en güçlülerini alıp, en fazla insanı katletmesine rağmen madalya alacak duruma geliyor? ya da neden milyonlarca insanlık suçu işlemesine rağmen kafasına bir şaplak atılıp "hadi şimdi git oyunu düzgün oyna" dercesine, adeta bir çocuğu azarlar nitelikte geçiştiriliyor? bütün bunlar aslında bir sorunun arkasında düzgün ve dimdik duramadığımızdan olmuyormu? üç beş gün sözünü edip, sonra yine hiçbirşey olmamış gibi davranılmıyormu? "hep bana hep bana" politikası aslında bütün insanların içine işlemiyormu? israilin aslında tüm yaptığı yüz bulmak değilmi? belki de birgün, insanlar haksızlıkların, kan akıtmaların, saçma sapan ve bencilce hükümlerin önüne geçmeyi ve hatta bir dur demeyi becerebilirse işte o zaman israilin "öl" dediği ülke durduğu yerden şahlanır ve bir çifteyle yerle bir eder.. ama işte diyorum ya "belki"...
elini saçlarına götürüp saçlarını karıştırır gibi yapmak ve bu sırada yüzüne çarpık bir gülümseme oturtup yandan yandan bakarak "nelerden hoşlanırsın" tarzında bir muhabbet açmak.
evet bu günümüz sorunu arasında yer almakta aslında. bu ülke insanlarının,bir zamanlar ordusundan güç alarak, donanımlısı donanımsızı, silahlısı silahsızı herkesin yüreğini ortaya koyduğu zamanları nasıl bir kenara itip, teknolojinin esiri olmuş milli duygudan yoksun o ölümcül silahları nasıl tercih ettiklerini anlamak çok güç. bu çokta gülünç aslında. milli bilinçtir bunun karşılığı. ne dinsel açıdan bir karşılık aranmalıdır ne de dinden koparılmalıdır. sadece dışarıda açık ve seçik duran gerçeklere algılar kapatılmamalıdır hepsi bu.
şimdi aslında inönü' de yaptığı işler açısından takdire şayan olsa da kendi parasını bastırmış ve çeşitli hırsları olan bir adamdı. bu kitabı inönü aşığı bir adam da yazmış olabilir. bir fikri sabitlemek için karşıt fikirleri olan bir yapıt daha okunmalıdır.(tabi bu en az sayıda) nutuk okunduğunda da görüleceği gibi bu kitabın atatürk'ten başka o dönemde kimse tarafından yazılamayacağı görülür. müthiş bir vatan sevgisidir her satırında okunan. müthiş bir aşktır bu. kelimeler o günkü orjinalliğini koruyamamış olabilir ancak bu yazan kişinin de yazılış amacını da değiştirmez. sonuç olarak bu kadar tartışılan bu adam, "vatan" kavramını kazımış beyinlere. tartışılan bu adam "millet" kavramını yerleştirmiş her bir yüreğe. kimsenin ne dinine ne de ırkına laf uzatmış. "ne mutlu türküm diyene" demiş sadece. bunun için yaşamış ve ölmüş. o da insanmış neticede. o kadar düşünüyormuş ki düşüncelerini durdurabilmek için içmiş belki de. ancak tüm bunlar tartışılmamalı elbette. saygı duyulmalı ve yaptıklarını takdir etmeli. işte hepsi bu...
1990'lı yıllarda bir karikatüristin dahiyane esprisidir. nitekim haliç' teki deri fabrikaları ve o civarlardaki yerleri gezerken gelen bir ilhamla yapılmıştır.
bitirsemde iş bulabilicekmiyim sorusunu beyninin bir köşesinde tutup yine de deliler gibi çalışması gereken öğrenci. bunalımda bir öğrenci aslında. şu sıralar psikolojisini benim de yaşadığım bir öğrenci. kendi gönlündekileri gerçekleştirdiğinde aç kalacağını bilen öğrenci. bütün bir yıl yerinde çakılıp kalan, gülerken bile bir anda içine hüzün dolan ve bulunan bütün test kitaplarını yakma dşüncesni milyon kez aklından geçirmiş öğrenci. en sonunda da kendinden geçiyor tabi...
bir iş iyi ve güzelse takdir edilir. orhan pamuk kitap ve yazılarında eğer gerçekten iyi olsaydı ve gerçekten nobellik bir adam olsaydı bu kadar eleştiri yapılmazdı. ülkesine ihanet etmeyip üzerinde yaşadığı topraklara biraz kendini borçlu hissetseydi zaten bu yazıları yazmazdı. adam düpedüz ermeni soykırımının olduğunu söylüyor ve nobeli kapıyor. hani roman? nerde üslup, akıcılık ya da olağanüstü bir konu? bence orhan pamuk'ta kendini kandırmasın. o ödül onun üstün yazarlığına ya da muhteşem düşüncelerine verilmedi.
(bkz: orhan pamuk adam olsun.)
tiyatronun iyisi kötüsü olmaz. insanlar tiyatroya hayatlarından bir parça ya da herhangi bir kesit bulabilmek için giderler. sanat ufuklarını genişletip, olaylara bakış açılarını değiştirirler. bir bakış, bir dokunuş bulabilirlerse kendilerinden işte o zaman tiyatrodur zaten. oyuncunun da yegane amacı seyirciye kendinden bir parça bulmasını sağlamaktır. bu açıdan bakıldığında, ülkenin suç oranlarının azaltılması ya da sinirli, dar görüşlü insanların ufkunun genişleyebilmesi için sanat şarttır ve tiyatro bir sanattır. bir sanat yuvasının yıkılması ne kadar insana ağır geliyorsa, yerine koyulan şey de o kadar can yakmakta... çevresinde, ötesinde veya berisinde oyuncuların oyun hakkında konuştukları, seyircilerin aralarda bir sigara molası verdikleri o mekan artık yok... yerine yenisini yapsanız ne yazar...
olabilitesi yüksek bir durumdur. her iki tarafında suçunun olmadığı gözle görülebilen bir gerçektir. asıl suçlu başından beri beyin yıkayan kendini bilmezlerdedir. evet orada amerika'da olup ülkenin iç işlerine rahatlıkla karışabilen, devletin güvenilir kurumlarından olan polisleri de kendi düşüncesine hapsedenler bu düşüncenin de gerçekleşebilirliğini gözler önüne sermekte. her iki düşünce tarzını da birbirine düşürenler ve kardeşçe yaşamaya hiçbir sebep yokken ortaya bir düşünce atıp herkesi peşinden sürükleyenlerdir bunun sebebi. neden çok tutucu kesim polisler, en uç kesim askerler diye nitelendirilsin? ya da neden bir taraf dinle çok haşır neşir diğer taraf dinle alakası olmayan olarak görülsün? bunu yapanlara izin verilmez ve bir şekilde önüne geçilirse iki tarafında birbirinden öğreneceği çok şeyin olduğu aşikardır... ve evet işte o zaman bu ülkede gerçekten demokrasi varlığına yürekten inanılır.