ceylanpınar'daki verilen canlardan, yaşanan stresten ve ölüm korkusunda gına gelmiş halkın haklı protestosudur. evet suriye ile türkiye arası dengeler çoktan bozuldu ve herkes çıkarını koruyacak manevralar yapıyor, fakat olan her zamanki gibi arada kalan halka oluyor. devlet, milletini korumakla mükelleftir, eğer koruyamıyorsa orada otoritesi ile ilgili sıkıntılar var demektir. mitinglerden ahkam kesmeye benzemiyor bu iş.
not: bordoklavye diyeceklere peşin not hataydayım amk bizzat olayın içindeyim.
efsane iki oyun olan the elder of scrolls v: skyrim ile god of war'ın karşılaştırılmasıdır. Ana karakterler olarak bakarsak şahsen dragonborn, kratos'u yener. kratos her ne kadar tanrısal güçlere sahip olsa da dragonborn'un kadim güçleri bulunmakta.
iki oyuna atmosferleri açısından bakarsak syrim daha özgür bir ortam sunmakta, o an oradaymışınız hissi uyandırmakta. god of war ise daha çok sinema izliyor havasını vermekte, gözlerimize adeta bir şölen vermekte, sahneleri ile bizi almakta.
müzikleri bakımından ise ikisi de gayet gaza getirivi olmak ile birlikte skyrim'in giriş müziğini tek geçerim.
grafiksel, teknik vs. konuları kalan uuserlara bırakıyorum.
klişe ebeveyn cümlesi. olası herhangi bir başarısızlığınızda direk söylenen söz öbeği. hayır arkadaşım, hepimiz n.ş.a. da mı yaşıyoruz ki bu nasıl bir kıstas cümlesidir. bu cümleyi duyduğum an diyen her kimse ona koşulsuz dalmak istiyorum sayın seyirciler.
sinirlenmiş anne sözü. eskiden çok duyardım hem kendi annemden hem diğer annelerden, şimdi pek duymuyorum çevreden, zamanla değişiyor işte insanoğlu. sözün tam hali: " bir şeyden de eksik kalmayın ha."**
Elmalılı (sadeleştirilmiş):O en güzel yaratanı bırakıp da Ba'le mi yalvarıyorsunuz?
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2):(124-126) Hani o kavmine: «Siz Allah'tan korkmaz mısınız? Yaratanların en güzeli olan, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da «Ba'l'e» (Ba'l ismindeki puta) mi yalvarıyorsunuz?» dedi.
Muhammed Esed:Ba'l'e yalvarıp sanatkarların en güzelini, (Allah'ı) bırakır mısınız,
Suat Yıldırım:(124-126) Hani o halkına şöyle demişti: "Siz hâla şirkten ve günahlardan sakınmayacak mısınız? Sizin de, gelip geçmiş atalarınızın da Rabbi olan Allahı, o Mükemmel Yaradanı bırakıp hâla Bale tapmaya mı devam edeceksiniz?
Hasan Basri Çantay:(125-126) «O en güzel Yaradanı, sizin de, evvelki atalarınızın da Rabbi olan Allâhı bırakıp da «Ba'l» e mi tapıyorsunuz»?
Diyanet işleri (eski):(124-126) Milletine: 'Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Biçim verenlerin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da Baal putuna mı taparsınız?' demişti.
AYETiN ARAPÇA ORJiNALi
" Etedûne balen ve tezerûne ahsenel hâlikîn(hâlikîne). "
En güzel yaratıcıyı bırakıp da Ba'l'e mi tapıyorsunuz.
O en güzel Yaradanı, sanatkarların en güzelini, biçim verenlerin en iyisi olan, O Mükemmel Yaradanı bırakıp hâla Bale tapmaya mı devam edeceksiniz?
Evet Saffat 125. ayetin verdiği anlam budur. Yapılan çeviri veya meallerde kesinlikle bu anlam vardır. Yani yaratıcıların en güzeli, yaratanların en güzeli anlamında değil, "O EN GÜZEL YARATICIYI" bırakıp da Ba'l'e mi tapıyorsunuz ? Şeklinde tercüme edilir.
Ahsenel hâlikîn(hâlikîne)= Yaratıcılar şeklinde , yaratıcılar arasından en güzeli diye de çeviri yapılabilirse de anlamı değişmez.
Neden değişmez ?
Önce bir tespit yapalım. Bu sözü söyleyen kim ? Bu sözü kavmine söyleyen ilyas peygamberdir.
Sâffât Sûresinin 123 . Ayetinde
Şüphesiz ilyas da peygamberlerden idi.
Sâffât Sûresinin 124 . Ayetinde
Hani kavmine şöyle demişti: Allaha karşı gelmekten sakınmaz mısınız?
Sâffât Sûresinin 125,126 . Ayetinde
Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allahı bırakarak Bale mi tapıyorsunuz?
Sâffât Sûresinin 127 . Ayetinde
Onu yalanladılar. Bu sebeple onlar (cehenneme) götürüleceklerdir.
.
Yani "yaratıcılar" ifadesini kullanan hz ilyas peygamberdir.
Bu ifadeye kuran onay veriyor ki, ilyas peygamberin kavmine söylediği bu hitap ifadesi kuranda ayet olarak geçiyor. Ayetlerde çelişki , bir eksiklik veya akla aykırı bir durum olmayacağı aşikardır.
Dolayısıyla ayeti tefsir ettiğimizde
Başka ilahların varlığını düşünmek tabii ki mümkün değildir. O halde, Kur'an'da böyle bir üslubun kullanılması neyi ifade etmektedir?
Kur'ân baştanbaşa tevhidi ispat edip göstermektedir. Bu husus, Kur'ân-ı Hakîmde kullanılan bu gibi tabirlerin asla tevhit inancını zedeleyen bir anlam taşımadığının açık bir göstergesidir. Bilindiği üzere, diğer sıfatlar gibi hâlıkıyetin/yaratıcılığın da çok mertebeleri vardır. Kur'an'da Ahsenü'l-Hâlıkîn tabirinin kullanılması, başka yaratıcıların varlığını değil, Allah'ın yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde varlığı yaratan bir yaratıcı olduğunu vurgulamak içindir.
Yani, Allah, "her şeyi, her şeye lâyık bir tarzda, en güzel bir mertebede halk eder bir Hâlıktır/yaratan bir yaratıcıdır." Nitekim bu mânâ "O herşeyi en güzel şekilde yarattı." (Secde, 32/7) mealindeki ayet ve benzerlerinde ifade edilmektedir.
BiR DiĞER ÖNEMLi HUSUS
"Halk"/yaratma kelimesi Arapçada yoktan var etmek anlamında kullanıldığı gibi, "güzelce ölçüp biçmek, yapmak, inşa etmek" anlamında da kullanılır. ikinci anlamıyla yaratma kelimesi hem Allah hem de insanlar için kullanılabilir.
Mesela; "Hamd olsun Allah'a ki, gökleri ve yeri yarattı"(Enam, 6/1) mealindeki ayette geçen "HLK" fiili, daha önce bir modeli olmaksızın, Allah'ın onları yoktan var ettiği anlamında kullanılmıştır. Bu tür halk/yaratma, Allah'a mahsustur. "Yaratan ile hiç bir şey yaratamayan bir olur mu? Hiç mi düşünmüyorsunuz?" (Nahl, 16/17) mealindeki ayette bu gerçeğe vurgu yapılmıştır.
Bu ifade tarzı insan aklının algılamasına yardım eden bir düzeyi göz önünde bulunduran bir ifade tarzıdır. insanoğlu, bazen bazı sanatları gözünde öyle büyütür ki, onları yapan ustaları takdis edercesine bir paye verir. işte Kur'an, kullandığı bu gibi ifadelerle, o gibi insanlara ders veriyor ve Allah'ın yaratması ile insanların ustalığı arasında yerden göğe kadar fark olduğunu bildiriyor .
Örneğin, Yaratıcıların en güzeli Allah" tabiri, eğer insanların veya cinlerin yaptıkları da bir yaratma kabul edilirse, örneğin buğdaydan un, undan ekmek veya pasta veya kumdan cam , camdan da vazo yapmak gibi, insanlar tarafından yapılmış herhangi iş ve oluşum da Allah'ın yaratmasına benzemektedir. Bir farkla ki, onlar bu yapmayı Allah gibi yoktan var edememişler var olandan, olmayanı yeni icatlar veya yeni yapıtlar meydana getirerek yapmışlardır
Kurandan bir örnek ayet verelim. ( Maide 10 )
Hz. isa ile ilgili olan şu: "Hani bir vakit sen, benim iznimle, çamudan/topraktan kuş şekline benzer bir şey halk ediyordun" mealindeki ayette ise, "HLK" fiili, bir maddeden bir şey yapmak, inşa etmek anlamında, insan için kullanılmıştır.
Yaratma yeteneği olmayan, yaratıcı ilan ettiğinizden haberi bile olmayan sözde tanrılarınızı bırakın ve Gerçek olan var eden, evrenin mutlak sahibine yönelin diyor !
soru : Gusül abdesti alırken biyeriniz kanasa abdes almaya devam etsek gusul abdesti kabul olur mu?
cevap: Değerli kardeşimiz;
Bir adı da boy abdesti olan gusül temizliğiyle bütün ibâdetler yapılır. Zira namaz abdestinde sadece bedenin bilinen âzaları yıkanırken, bunda ise tamamı yıkanmakta, daha fazlasıyla temizlik hâsıl olmaktadır. Abdesti bozucu bir hâl vâki oluncaya kadar, her türlü namaz kılınıp, ibâdet yapılır. Ancak abdesti bozan bir hâl vâki olunca, gusül abdestinin hükmü de bitmiş olduğundan ibâdet için yeniden abdest almak gerekir.
* Gusletmesi gereken bir kimseden yıkanırken idrar, kan, v.s. gibi abdesti bozucu bir akıntı gelse, guslü bozulur mu?
Gusül sırasında gelen akıntı guslü bozmaz, guslün abdest oluşunu bozar. Yani sahih olan ve insanı cünüplükten kurtaran bu gusülle namaz kılınmaz. ibâdet için yeniden abdest almak gerekir. Gusül ise tamamdır. ilmi bir ifade ile, guslü bozan herşey abdesti de bozar. Lâkin abdesti bozan herşey guslü bozmaz. Bu bakımdan, gusül sırasında idrar yollarından gelen bir akıntı, yahut yaradan akan bir mayi, veya diş kanamaları, v.s. gusle mâni olmaz. Bu akıntılarla yapılan gusül sahih, fakat abdest bâtıl olur.
* Guslederken ağzını burnunu yıkamadığını veya bir uzvunu yıkamadan kuru bırakmış olduğunu farkeden bir kimsenin, yeniden gusletmesi gerekir mi?
Gerekmez. Sadece kuru bıraktığı yeri yıkar.
* Bâzı evlerde helâ ile banyo, beraber olmaktadır. Böyle helâlı banyolarda gusletmek caiz midir?
Helâda gusletmek mekrûh ise de, müsait yer yoksa câiz olur.
* Yıkanması gereken cünüp kimse, gusülden evvel birşey yeyip içmek isterse, ne yapar?
Kendisine gusül farz olan kimse, mümkünse yemek içmek işini yıkandıktan sonraya te'hir etmelidir. Buna rağmen yemek yeme ihtiyacı duyuyorsa, ekmek ve yemeğe değecek taraflarını yıkamalıdır. Yani el ve ağzını yıkayıp ondan sonra yemek yemeli, su içmelidir.Buna göre, sahurda yıkanmaya vakit bulamayan kimse, el ve ağzını yıkayıp yemeğini yer. Sonra da guslünü yapabilir. Yıkanmadığı için sahursuz kalmak mecburiyetinde değildir.
* Cünüpken bedendeki tüylerin temizlenmesi yerinde bir hareket midir? Yoksa traş temizliği, cünüp olmadan yahut gusül yaptıktan sonra mı yapılmalıdır?
Bedendeki tüyler vücuttan, temizken ayrılmalı, tertemiz olarak dışarıya atılmalıdır. Efdal olanı budur. Ancak cünüpken böyle bir temizlik yapılsa da sonra gusül edilse, guslün sıhhatine bir zarar gelmez.
vicdan kavramı semavi dinlerde doğduğundan mütevellittir mantıklı olmayan önermedir. bu ateistler bir harika dostum. hem tanrı inançları yok, hem inançların önerdiği ahlaki değerler ile yaşamaya kalkışırlar.
edit: nasıl bir öfke ki eksi yağmuruna tutulmuş. gerçekler acıdır.*
sen bana kalkıp vicdan gibi ilahi bir olayı materyalizm penceresinden savunursan kusura bakma ama kahkahayı basarım sana. çünkü Allah nasıl görülmez algılanmaz akıl ile kavranılabilir ise vicdan da öyledir. sen suyu içeceksin ama menbası yok diyeceksin. gülerler adama.
Deneyler, henüz bir öğrenme süreci yaşamamış bebeklerde bile empatinin ve iyiyi kötüye tercih eden bir sezginin, adalet duygusunun bulunduğunu göstermektedir.
Ahlak diğer birçok din açısından olduğu gibi islam dini açısından da oldukça önemli bir konudur. Felsefe tarihi incelenirse, ahlakın doğuştanlığı iddiasına, temel olarak, üç tür cevabın verildiği görülür: Bunlardan birincisi insanların boş levha (tabula rasa) bir zihinle doğduğu, yani ahlakın doğuştan olmadığı iddiasıdır. ikincisi insanların doğuştan sahip olduğu ahlaki özelliklerin tesadüfi doğal süreçlerle oluştuğu iddiasıdır. Üçüncü ve bu yazıda en iyi açıklama olduğunu savunacağım iddia ise bu özelliklerin, Allah tarafından insanlara yerleştirildiği düşüncesidir.
Doğuştan ahlaki özelliklere sahip miyiz?
Doğuştan ahlaki özelliklerin var olduğunu modern psikoloji ve bilişsel bilimler alanından gelen birçok veri desteklemektedir ki, bu verilerin çoğu yenidir ve önemli bilimsel dergilerde yayımlanmışlardır. Birçok felsefeci empatinin, ahlakın en temel unsurlarından biri olduğunu söylemiştir. Simner ve Dimion gibi psikologlar, yeni doğmuş bebeklerin başka bebeklerin ağlamasına verdikleri reaksiyonları deneysel çalışmalarında gözleyerek, doğuştan empati gibi çok kompleks bir özellikle ilgili unsurlara sahip olduğumuzu gösterdiler. Birçok farklı deneyde, yeni doğan bebeklerin, başka bebeklerin ağlamasını duyunca ağlamaya başladıkları ve stres özellikleri gösterdikleri saptanmıştır. Bu reaksiyonların gerçekten ağlamaya karşı mı, gelen sese karşı mı olduğunun anlaşılması için yeni doğan bebeklere aynı şiddette başka sesler, sentetik ağlama veya kendi ağlamaları dinletilmiş, ancak bebekler bu seslere karşı diğer bebeklerin ağlamasına gösterdikleri reaksiyonu göstermemişlerdir.
Hamlin, Wynn, Bloom ve diğer bazı psikologlar, bir yaşın altındaki bebekler için; içinde yardımcı, engelleyici ve nötr kuklaların olduğu deneyler oluşturdular. Çocuklara kuklalar seyrettirildikten sonra çocuklar, yardımcı ve engelleyici kuklalar arasında tercihte bulunmak için teşvik edildiler ve çocukların belirgin şekilde yardımcıları engelleyicilere tercih ettikleri görüldü. Çocuklar yardımcı ile nötr kuklalar arasında yardımcıyı, engelleyici ile nötr kuklalar arasında ise nötr olanı seçtiler.
Diğer bazı deneylerde, iki yaşın altındaki çocuklara, top oynayan ve bazılarının iyi bazılarının kötü olduğu kuklalar seyrettirildi. Çocukların önüne bu kuklalar getirildiğinde; iyi kuklaları ödüllendirdikleri kötü kuklaları cezalandırdıkları (örneğin kafalarına vurdukları) gözlemlendi. Bebeklerin, bir öğrenme süreci olmaksızın yaptıkları bu tercihler, doğuştan ahlaki özelliklerimiz olduğunun deneysel destekleridir. Empati gibi çok kompleks bir kavramı, iyiyi kötüye tercih eden bir sezgiyi, ödüllendirme ve cezalandırmayı kapsayan bir adalet değerlendirmesini gerektiren bu tip yargıların; bir öğrenme süreci olmadan bu kadar küçük yaşta kullanılması, bunların doğuştan var olduğunun bir göstergesidir. Yakın dönemde -az bir kısmına burada değinilen- birçok bilimsel çalışma, ahlak ve diğer alanlarda boş levha zihin görüşüne tamamen veda edilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.
Tesadüflerin eseri mi, Allahın planı mı?
Doğuştan ahlak ile ilgili özelliklere sahip olduğumuzu kabul eden bazı ateistler, bu özellikleri, kör-tesadüfi süreçlerle, özellikle de doğal seleksiyonla açıklamaya çalıştılar. Burada altı çizilmesi gerekli önemli husus şudur: Tektanrılı dinler açısından önemli olan, bu doğuştan özelliklerin; evrim veya doğal seleksiyonla oluşup oluşmadığı değil, kör-tesadüfi süreçlerle mi yoksa Allahın planıyla mı oluştuğudur. Zira islam gibi tektanrılı dinlerde, Allahın yaratışlarını, en çok aracı-sebepler vasıtasıyla meydana getirdiğine inanılır: Allah, yağmuru yağdırırken bulutları, insanı yaratırken anne ve babasının bir araya gelmesini aracı-sebepler olarak kullanır. O zaman -her ne kadar çok tartışılmış olsa da- Allahın, evrimi ve doğal seleksiyonu aracı-sebepler olarak kullanmış olmasında temel tektanrıcı inançlara aykırı bir yön bulunmadığı kanaatindeyim. Nitekim doğal seleksiyonlu evrim teorisinin babalarından Wallaceın, Neo-Darwinizmin babalarından Dobzhanskynin ve insan genomu projesinin başındaki Collinsin de içinde yer aldığı birçok ünlü biyolog, felsefeci ve ilahiyatçı, tektanrılı dinlerle evrim teorisini çelişkili görmemişlerdir.
Doğuştan ahlaki özelliklerimizin Allahın bir planı ile oluştuğu görüşünün, bunların kör-tesadüfi süreçlerle oluştuğu görüşünden daha iyi bir açıklama olduğunu, iki hususa dikkat çekerek savunacağım: 1.Ahlaki farkındalık; 2. Rasyonel temel
Ahlaki farkındalık
Genel tektanrıcı inanç, insanların hayvan ve bitkilerden farklı bir şekilde ahlaki sorumluluğu olduğu yönündedir. Kendi türünden birine yardım etmek gibi, insan ve bazı diğer canlılarda gözlenen benzer bir fedakar davranışı örnek olarak ele alırsak, bunun ahlaki farkındalık ile yapılıp yapılmamış olması arasında önemli fark vardır. Hayatını feda edecek şekilde fedakar bir davranışı yapan arıların, bu davranışlarını, bilinçli bir şekilde iyi-kötü ve doğru-yanlışın farkında olarak ve ahlaki tercihte bulunarak değil de, genlerinde bulunan kodun farkındalıksız uygulayıcıları olarak gerçekleştirdikleri hususunda böcekbilimcilerin çoğunluğu hemfikirdir. insanların doğuştan ahlaki özellikleri ise, sadece otomat gibi bir hedefe yönelmelerinin ötesinde, diğer canlılardan farklı bir şekilde iyi-kötü, doğru-yanlış, adaletli-adaletsiz gibi temel kavramların farkındalığıyla ahlaki seçim yapacak bir kapasiteyi de kapsamaktadır.
Kör-tesadüfi süreçler sonucunda, ahlaki farkındalık gibi çok kompleks ve insana has bir özelliğin ortaya çıktığı iddiası mantıklı gözükmemektedir. Fakat kör-tesadüfleri dışlayan ve ahlaka, Allahın yaratma planı içerisinde özel anlamlar yükleyen tektanrıcı dinler açısından, diğer canlılardan farklı olarak insana has ve kompleks böylesi bir özelliğin verildiğini düşünmek için -R. Swinburneün de dikkat çektiği gibi- iyi nedenler vardır. Sonuçta insanların, doğuştan sahip olduğu ahlaki farkındalık özelliğinin olması, Allahın insanı yarattığı doğruysa olası bir beklentiyken, ateist yaklaşım doğruysa umulmayacak bir özelliktir. Neden insana has ve kompleks bir özellik olan ahlaki farkındalık oluştu? sorusu, Allahı merkeze alan bir varlık anlayışı (ontoloji) içerisinde ateist anlayıştan daha iyi cevap bulmaktadır.
Ahlakın rasyonel temeli ve Allah
Burada yanlış bir anlama olmaması için şu hususun altını çizmeliyim: Birçok ateist, tektanrılı dinlerin inananlarından elbette çok daha ahlaklı olabilir. Ateist böyle olmakla, başta bahsedilen doğuştan özelliklerle uyumlu davranmaktadır. Fakat burada tartışılan sorun ahlaklı olup olmama değil, bu halin rasyonel temelinin olup olmamasıdır.
Ateistler, söz konusu doğuştan özellikleri kör-tesadüfi süreçlerin neticesi olarak değerlendirdikleri için, ateist biyologlar Ruse ve Wilson gibi, ahlakı bir yanılsama olarak görmek durumundadırlar. (Nietzsche ve Sartre gibi ünlü ateist filozoflar da Allahın yokluğunda ahlaki değerlerin doğruluk değeri kalmayacağına dikkat çekmişlerdir.) Ahlakın en önemli özelliklerinden biri bağlayıcılığıdır. Ancak öldürmeyeceksin veya çalmayacaksın gibi ilkelerin bağlayıcı özelliğine rasyonel temel bulunabilirse, ahlakın rasyonel temeli olduğu söylenebilir. Doğuştan ahlaki özelliklerimiz, ahlaki eylemin gerçekleşmesine bir destek olmasının yanında, kompleks ahlaki kavramları bilmemizi ve ahlaki farkındalığa sahip olmamızı sağlamaktadır; fakat bu özellikler, kör-tesadüfi süreçlerin bir ürünü olarak kabul edilirse, ahlaki emirlerin bağlayıcılığı için rasyonel temel sunamaz. insanların çıkarları, arzuları ve tutkuları -kimi zaman- ahlaki gerekliliği yerine getirmemeye sebep olabilir.
Örneğin yere düşen, içi para dolu bir cüzdanın, hiç kimsenin görmeyeceğinin garanti olduğu ve bu parayla hayatın sonuna kadar rahat yaşanabileceği bir durumda, çalmayacaksın ahlaki ilkesi gereğince alınmaması için, -Allahın varlığı yok kabul edildiğinde- herhangi bir rasyonel temel bulunamaz. Bahsedilen doğuştan özellikler veya çeşitli kültürlerin verdiği eğitimin şekillendirmesi elbette parayı iade etmeyi sağlayabilir ama bunun rasyonel temeli ateist dünya görüşüyle gösterilemez. Zira natüralist-ateist anlayışa göre doğa dışında varlık yoktur; fiziksel olarak doğa ise itme-çekme, dalga-parçacık, madde-enerji gibi unsurlardan oluşmuştur ve doğanın bu özelliklerinin hiçbirisinde, ahlakın zaruri şartı olan bağlayıcılığının temellendirilebileceği bir zemin bulunamaz. Fakat insanın üstünde bir otorite olan Allahın emirleri, her koşulda, ahlakın bağlayıcılığı için gerekli rasyonel temeli sağlamaktadır. insanı kör-tesadüflerin sonucu kabul eden bir anlayış, insanın diğer canlılardan farklı olarak ahlaki özellikleri olması gerektiği görüşüne rasyonel temel bulamaz. Bu anlayışı kabul edenler, ellerini yıkarken bakterileri öldürmeleriyle, suçsuz bir insanı öldürmeleri arasındaki fark gibi, çok temel bir ahlaki görüşü bile temellendiremezler. Her şeyin tesadüflerle birbirinden evrimleştiği bir anlayış açısından, insan hayatını bakterilerden daha anlamlı kılacak rasyonel temel nedir?
Burada ateistlerin cevap vermesi gereken çetin soru şudur: Neden doğa, ancak Allah varsa rasyonel temeli olacak doğuştan ahlaki özellikler oluşturmuştur? Doğal süreçleri Allahın aracı-sebepleri olarak gören tektanrıcı dinler açısından, bu doğal süreçlerin, gözümüzü Allaha çevirtmesi beklenecek bir durumdur. Fakat ateist doğa anlayışı açısından, sadece bu dünyadaki yaşam ve genleri aktarma mücadelesiyle ilgili olarak oluştuğu düşünülen doğuştan ahlaki özelliklerimizin, ahlaklı yaşama ilkesini rasyonel kılacak bir yönü yoktur.
Sonuçta modern bilimin verileri, doğuştan ahlaki özelliklerimizin var olduğunu göstererek boş levhacı yaklaşımları geçersiz kılmıştır. insanların doğuştan sahip oldukları, insan türüne has ve çok kompleks bir özellik olan ahlaki farkındalık ve bu doğuştan özelliklerin ancak Allah varsa rasyonel temel bulacak olması; bahsedilen doğuştan özelliklerin Allah tarafından insanlara yerleştirildiği görüşünün ateist yaklaşımdan daha iyi bir açıklama olduğunu göstermektedir
Irkçılık ile milliyetçilik arasındaki sınır bilen, ağzından köpükler saçarak konuşanlara sakince ve usluca cevap veren, hümanist, barışçıl, aktivist, radikal olmayan, şiddeti savunmayan, fakat "nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir." diyen, duyarlı, saygılı bir hareket.
havanın kararmasına yakın mütevellid okunan akşam ezanıyla simidi, ayranı, keki, poğaçası, şalgamı, meyve suyu, kolası, bisküvisi, krakeri vs. ile orucunu açan efsanevi nesildi. okuldan hemen sonraya denk geldiği dönemlerde koşarak açılırdı da. ilkokulda sabahçı öğlenci dönemi olduğu vakitlerdi. lisede ise hatırlıyorum yine okul zamanına denk gelmişti, hatta oruçlu oruçlu beden dersinde maç yapıp haşatımın çıktığı "suuu.." diye inlediğimi bile biliyorum. şimdi ise tatile denk geldiği için böyle güzel atraksiyonlar maalesef yaşayamıyoruz. gerçi bi kaç yıl sonra yine okul zamanına denk gelecek, fakat sınav, final derken inşallah tutabileceğiz.
"atalarımın yaptıkları büyük işlerle gurur duyuyorum" diyerek cevaplanabilecek ayarımsıdır. bi amerikalı atalarının nesiyle gurur duyar bilemem fakat bir türk atalarının ansiklopedi dolusu başarısı ile gurur duyabilir. *
hepimizin sövdüğü fakat çoğumuzun yaptığı olayı gerçekleştiren kişi. doğrucu olalım, kaçımız galaxy note 2, galaxy s4, iphone 5 istemez ki? evet şartlar ve durumlara göre telefonumuz da abartılı olmamalı, bütçemizi gereksiz zorlamamalıyız. fakat kaçımız gerçekten bunu uygulayabiliyor? bunu yapabilen gerçekten çok insan yok. aksi takdir de herkesin elinde en lüks telefonlar olmazdı. kısacası çoğumuz bu mal kategorisine giriyoruz sinirlen ya da sinirlenme gerçek bu.
Sahurda mideye deli gibi yiyecek stoklayıp sonrasında midede oluşan kütleden dolayı çekilen hazımsızlıktır. Üstüne 2 litre su içilince davula dönen mide ile adeta hacıyatmaza döner insan.