harakiri toplum baskısı sonucunda gerçekleşmişse elbette karşı durmak şarttır ancak tamamen kişinin kendi iradesi sonucunda oluşmuş ise bir nevi intihardır ve karışmak diğer insanlara düşmez.
başta üstadlardan anthony quinn ve spencer tracy gelebilir. pek bilinmeyen jack nance de iyidir baya. hala yaşayanlardansa hopkins ve pacino baya iyiler. bruno ganzı da unutmamak gerek tabi.
insanlar önce para için çok çalışırlar ve sağlıklarından olurlar, sonraysa sağlıklarını geri kazanabilmek için biriktirdikleri paradan olurlar. bunun sonucunda ellerinde ne düzgün bir sağlık ne de para kalır ve bunca sene fazla çalışmalarının karşılığını bol miktarda zaman kaybederek alırlar.
victoria dönemi ingiliz edebiyatının en önemli romancısı charles dickensın, özellikle sanayi devrimi sonrasında oluşan toplumu ve insan biçimini en sert ve doğrudan eleştirdiği, diğer romanlarına oranla kısa sayılabilecek romanı. çoğu eleştirmene göre bir edebiyat eserinden çok bir politik eleştiridir. zira dickensın bu romanında hiçbir gizem yoktur, her şey doğrudan ve açık bir şekilde hatta biraz da abartıyla eleştirilmiştir. yazardan alışık olduğumuz sanat ve estetik bu romanda kendini sadeliğe bırakmıştır. ayrıca dickens bu romanında en büyük korkularından olan insanın ruhsuzlaşması ve insani duygularının yok olması gibi durumları sakin ve biraz da kafkavari bir gerçekçilikle ele almıştır.
romanlardaki zeki gösterilmek istenen karakterler, genelde zeki olduklarına inandırmak için uğraşırlar, ancak lord henryinin uğraşmasına gerek kalmamış, zira ağzını açınca bir dahinin konuştuğunu anlayabiliyorsunuz. tabi bu oscar wilde'ında ne kadar zeki olduğunu gösteriyor kanımca.
en son geçen yıl bir konferansına katıldığım ve sorularımı rahatlıkla sorabildiğim efsane anayasa hukukçusu. bu ülkede kendisine hukukçu diyen herkesin mutlaka tanıdığını ve en azından bir makalesini okumuş olduğunu düşünüyorum.
bilgisayarımda 400den biraz fazla sayıda film var ve bunlar yalnızca son 2 senede izlediğim filmlerin 8/10 u falan. yani sadece son 2 senede 500 film izlemişimdir. yani bence 724 film hiçte fazla sayılmaz, hatta 20li yaşlarındaki biri için bile az sayılır.
eğer karar veremiyorsanız, anayasa değişikliğinin neleri getirdiğini ve bunun sonuçlarında nelerin olabileceğini bilmemenizden kaynaklanıyordur. tavsiyem uzman anayasa hukukçularının (bkz: ibrahim kaboğlu) konu hakkındaki makalelerini okumanız ve konferanslarına katılmanız ve değişikliği kavrayarak kişisel kararınızı vermenizdir. kişisel görüşüm ise erkler ayrılığını ortadan kaldıran ve tek adama bu kadar yetki veren ancak bununla bağlantılı olarak yüklenmesi gereken sorumlulukların yüklenmediği bir sistem hukuk devleti ilkesine aykırıdır ve kabul edilemez. kanımca osmanlının son dönemlerindeki meclis+padişah sistemi bu sistemden daha kabul edilebilirdir, zira padişahın partisi yoktur, yani bence getirilmek istenen sistem padişahlıktan çok daha ötedir.
tanıdığım en kibar ve zarif adam olan sevgili hocam ibrahim kaboğlunun bir terör örgütü ile ilişkisi olduğunun iddia edilmesi pekte iyi bir şaka değildi. zira kendisi hümanizm ve hukuki düşünmeyi bana öğreten adamdır ve bu şaka pekte inandırıcı değildir.
daha önce muhtarlık seçimleri dahil hiçbir seçimde oy kullanmadım. zira gerek yoktu, muhtarın kim olduğu ya da kimin milletvekili olduğu pekte umrumda değildi. ancak getirilmek istenen anayasaya hayır oyu vermezsem bir daha kendime hukukçu diyemem. olay parti ya da şahıs meselesi değil, hükümet sistemi meselesi bile değil hatta, zira başkanlık sistemine karşı değilim. getirilmek istenen sistemin neden ''kabul edilemez'' olduğunu uzun uzun anlatmayacağım, isteyen olursa yazar özelden boş bir zamanımda basit basit anlatırım.
henüz akşam üstü ceza sınavından çıktım ve sınavda da buna benzer bir soru vardı. her neyse şöyle cevap vereyim haksız fiile (buradaki haksız fiil cinsel taciz) tepki olarak hakaret suçunun işlenmesi durumunda ceza üçte bir oranında indirilebileceği gibi takdir edilirse ceza verilmeyedebilir. Kanaatimce kardeşinin küfrü problem olmaz, git aç davayı.
ilk olarak papillon filminde gördüğüm, the magnificent seven ve the great escape gibi filmlerde de oynamış, chuck norrisin oyunculuğa başlamasını sağlamış, sigara tiryakisi oyuncu.
alkolle eşdeğer gördüğüm, insanların zihinlerindeki saflığı örten, hatta ileri derece de maruz kalındığında insanın ayırt edicilik özelliğini kaybetmesine neden olan mitler.
''insanların kendi kendilerine yarattıkları ihtiyaçların her biri, kendi boyunlarına bağladıkları birer zincirdir'' der üstad. günümüzde gereksiz yere o kadar çok şey alıyor ki insanlar şaşmamak elde değil. henüz iki saat önce arkadaşımın neden macbooka bu kadar ihtiyacı olduğunu, iphone 7 aldığını ve bunun çok işine yarayacağını uzun uzadıya anlatmasıyla aklıma geldi bu sözü. yüzümde ufak bir tebessümle sohbetin bitmesini diliyordum. işin ilginç yanı bu ülkede hala antonio ricci gibi karakterler de var.
öyleyse baudelaire'den gelsin bu gecenin şiiri, adı da aşıkların ölümü olsun.
yatağımız olacak hafif kokuyla dolan,
divanımız olacak bir mezar kadar derin,
ve acayip çiçekler, üstünde etajerin,
güzel gökler altında bizim için açılan.
gönlünce harcayarak son sıcaklıklarını,
iki kalp iki güçlü meşaleye dönecek,
ve yansıtarak bize çifte ışıklarını
bu ikiz aynalarda ruhumuza sinecek.
gizemli mavi, pembe bir akşam saatinde,
ayrılık dolu, uzun bir hıçkırık halinde,
alacak vereceğiz o biricik şimşeği;
kapıları açarak çok geçmeden bir melek,
kararmış aynaları ve ölgün alevleri,
yürekten bağlı ve şen, diriltmeye gelecek.
yanılmayı öldürecekler, en büyük özgürlüğü isteyen herkes, kendi kendini öldürmek cesaretini göstermek zorundadır.
kendisini öldürebilen kişi, yanılsamanın sırrına ermiş kişidir.
bundan öte özgürlük yoktur.
her şey burada biter.
kendisini öldürebilen kişi Tanrı'dır.
tek intihar sebebi umudun bitmesi ya da hayatın kötü gitmesi midir?
insan sırf yaşamayı tercih etmediği için intihar edemez mi?
birinin intihar etmesi için psikolojik travmalar geçirmiş olması şart mı?
sağlıklı ve mutlu bir insanın intihar etmesi mümkün değil mi?
yoksa intihar bir hak mı olmalı?