saatlerce yürümek zorunda kaldığım bir günün ardından elim kolum dolu otobüste ön kapıya yakın boş bir yer bulup oturmuştum yaşca bana yakın ablanın biri gelip kalksana dedi aynen bu sekilde "kalksana" ne ayaksın bakışımdan sonra hamileyim dedi, ultrasonografik gözlerin anlayabileceği boyutta bir hamilelikti, ee arkada boş yer var dedim, yürüyemem oraya şimdi dedi, ablacım gezmeye gittiğin her halinden belli bana mi güvendin de yaptın bu çocuğu diyemeden içimden söylenip kalkmıştım.
Bazen aklımdan geçse de toplumsal kodlardan dolayı yapamadığımdır.
Çok yüksekten boşluğa atlamak gibi bir şey. Bu boşluk karanlık ve dipsiz yere çakılmayi bekliyorsunuz ama uzun süre düşmeye devam ediyorsunu. geçti, çıktım oradan derken mesela gülüşleriniz aklınıza o gelip kesiliyor düşmeye devam ettiğinizi anlıyorsunuz. Neyse ki hiç yere çarpmıyorsunuz ya düşmeye alışıyorsunuz ya da bir el uzanıyor tutunuyorsunuz. Alışılıyor, azalıyor, şanslı olanlar için o hisler bitiyor...
- ergenlik dönemlerinde bukowski triplerine girmeleri. *
- yapılmış saç. *
- mahalle karısı kıvamında ağız dalaşı yapmaları.
- sevgili değil, sahip tavırları takınmaları.
- okumamaları.
- ağlamaları. hadi ilk kez olduğunda tamam da, birkaç kez tekrarlanınca (bkz: run forrest run).
- iddaa bağımlısı olmaları.
- boktan yere boktan boktan yalan söylemeleri *
- arkadaşlarının dedikodularını yapmaları.
minimum zamanda maksimum işi hedefleyen işçiyi işçi olmaktan çıkarıp adeta bir makine gibi gören sistemdir.
fabrikalardaki yürüyen bant sistemi bu şeytanın sağ koludur.
1870-1933 yılları arasında yaşamış avusturyalı mimar. kullanışlı olan güzeldir düşüncesini yaymaya çalışmıştır. düşünceleriyle olduğu kadar, yapılarıyla da hem yeni sanata, hem de seçmeci tutuma karşı çıkmıştır.
süsleme suçtur diyerek yapının simgesel değerini reddetmiştir ve yapıyı minimum maliyetle, ekonomik olarak yapmak gerektiğini, ekonomik yapının da aynı zamanda topluma hitap ettiğini belirtmiştir.
ornament und verbrechen (yapıda süsleme cinayettir) adlı konferansı tepkilere yol açmış, bazı kurumlar öğrencilerine loosun derslerine katılmayı yasaklamış, birçok yerleşme tasarımı resmi makamlarca geri çevrilmiştir. loos bütün bu baskılara karşın, düşüncelerinden ödün vermeden çalışmalarını sürdürmüş, çağdaş mimarlığın kurucularından biri olmuştur.
bazen bünyemde barındırmış olduğum sorumsuzlukla neredeyse hayatta kalabilmeme bile şaşıracağım. sorumsuzluk ya da mallık artık bilemedim orasını tam.
- mesela karşıdan karşıya geçerken yola bakmak aklıma gelmediği için dün iki kere ezilme tehlikesi geçirdim.
- bugün çok nadide! bir hocamızın dersinin vizesi vardı. neremden uydurduysam sınavın 1 de olduğuna karar vermişim, az önce telefon çaldı arkadaş panik halinde neredesin diye soruyordu, ben de gevrek gevrek "evdeyim yeaa" dedim. arkadaş "neee!" dedi. bir an duraksadı "hoca geldi kağıtları dağıtıyor" dedi, bir miktar haşırtı huşurtunun ardından ses kesildi.
eşek kadar da sınav tablosu var, bakar dimi insan.
evet rapor falan dinlemez bu hoca, çalışmıştım da emek emek be sözlük. *
(bkz: ağlamıyorum gözüme bok kaçtı)
proje 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 dir.
edit 1: her dönem haftada iki gün var, kurtuluş yok, insanlıktan çıkarır. kaldın mı kafadan bir dönem uzamış olur okul, çoğu okulda bütü de yoktur ayrıca.
edit 2: rapidom gözüne girsin canısı.
çevremde çok fazla kız olması ve benim onların gereksiz takıntılarından, aptal mıymıntılıklarından nefret etmem.
göbekleri birlikte kesilmiş sanki sürtüklerin.
buradan * gitmek istiyorum, çok sıkılıyorum. hiçbir şey beni mutlu etmiyor. eve gitmek istemiyorum, dışarıda durmak, gezmek falan da istemiyorum çünkü kimse yok aklıma, içime yandaş. hiç kimseyle mutlu değilim patlayacağım artık burada. boş boş geçiyor günlerim bir mana yok...saçma sapan zaman harcıyorum.
bu okuldan da nefret ediyorum her gün daha da artıyor nefretim. ben neden böyleyim neden hiç mutlu değilim? ama salak salak gülüyorum sürekli, maske mi bu bilmiyorum ama yoruldum artık, eriyor akıyor maskeyse bu, tutmuyor artık. hayatımın bir amacı yok, hiçbir beklentim yok bu hayattan iki gün sonrasını bile düşünmüyorum planlamıyorum, zaten neden düşüneyim ki her günüm birbirinin aynı bomboş. tutunduğum tek bir şey bile yok, ne bir kişi ne bir eşya ne de bir hayal... içim boşaltılmış gibi. birileri sürekli bir şeyleri dayatıyor ben duruyorum, sonra yıkılıp sürükleniyorum. patlamak üzereyim bu boktan düzenden savrulup çıkmak istiyorum. hesapta en güzel yaşlarım bunlar ama ben bin yıldır yorgunum sanki.
herkes aynı fabrikanın seri üretimi gibi, herkes hesap kitap, yoruldum insanlardan da. genel olarak aynıyız tek fark bazı spesifik çakallıklar o kadar.
hiç bilmediğim bir yere gidip sadece kendimle bir hayat kurmak istiyorum hiçbir şeyin baskısı olmadan...
haa getirin getirin imza da atalım, imza kağıdı falan ne boş, manasız kaygı... hapis beyinleriz hepimiz.
fuck the system!
şu dakika babamla karşılıklı oturmuş kız isteme provası yapıyoruz sözlük. *
erkek kardeşimiz yok, kuzenime kız isteyecek yarın akşam *.
aha şimdi de google a "kız isteme yöntemleri yazdı" okuyor. * yarın gelin ve damat adayı kadar heyecanlı olacak tek kişi sanırım babam uyku tutmadı adamı.
başta kızılan, durup sakin kafayla düşününce hak verilen sevgilidir çoğu zaman.
ya da götün tekidir. tutup da gelecek olsun diye uğraşacağına, emek vereceğine götün götün kaçmıştır.
\"ölümün olduğu bu dünyada hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.\"
bugün bir kez daha anladım bunu, ne saçma şeylere üzüldüğümüzü, ne çabuk büyüyüp içimizi kirlettiğimizi, çocukluğumuzu çarçur ettiğimizi, hep çocuk kalacak kardeşim; belki de en güzelini sen yaptın bu berbat ülkeden, boktan dünyadan kurtulmakla...