çocukluğumun içinde bir sürü ağaç olan bahçeli evleri. genelde küçük, odalar nerde başlar nerde biter belli değil, odanın bittiği yerden mutfak başlar, onun bittiği yerden banyo. bir çoğunda oturdum çocukken bunların, küçüğü, büyüğü, güzeli, kötüsü. bazılarını çok sevdim bazılarını hiç. bir tanesi iki kapılıydı mesela, saklambaç oynarken avantaj, biri sizi ararken siz diğer kapıdan dışarı kaçabilirsiniz. ya da dayaktan kaçarken..bu evin tuvaletini dışarı koymuşlardı mesela, gece uyanıp tuvalete gitmek istersem ablama yalvarmak zorundaydım benimle gelsin diye, korkudan. iyi günündeyse gelir yoksa sabaha kadar kıvrandırırdı. ama ağaçları o evde tanıdım ben, erik ağacı, dut ağacı, üstünden defalarca düştüğüm incir ağacı. erik ağacına tırmanarak evin çatısına çıkılırdı, kirazdan da kömürlüğün çatısına. mutsuzsam ki genelde öyleydim sanırım, ya da babamdan kaçmışsam, ağlıyorsam ilk kaçtığım yer incir ağacının tepesi...seneler sonra durumlar değişipte ilk apartman dairesinde oturmaya başladığımızda ilk başlarda sevinmiştim galiba, daha büyük, daha rahat, daha güzel ama o iki kapılı evde geceleri tuvalete gitmek için zıpladığım saatleri hatırladığımda gülümsüyorum daha çok nedense.
doğrudur. ama müslümanlar ateistlerin ağzına sıçsın diye de kurtarılmadı. ya da hıristiyanlar musevilerin, museviler lazların, lazlar kürtlerin kafasını kırsın diye de kurtarılmadı. sağcılar solcuların, solcular kararsızların ümüğünü sıksın diye de değil. ya da sünni aleviye hırlasın, alevi caferiyi aşağılsın diyede değil. sadece bir vatanımız olsun, bize ait bir toprak. kimsenin karşısında eğilmeden, ezilmeden insanca yaşayabileceğimiz bir evimiz olsun diye. ne oldu bak şimdi..
açlığın durumuna göre değişir kimin kazanacağı. normal bir açlık sınırında anne menemeni her daim öndedir. ama öğrencilerin çokça karşılaştığı, açlıktan geberiyoruz ayarında bir açlıkta, öğrenci menemeni dünyanın en lezzetli yemeğidir.
bunlar hep allahın işi, inanmayan keferelerin ibret alması için. önce yam yam, sonra naptın gari, ve hala inanmazsanız, aha da size hilal cebeci. ne sanmıştınız ya.
inşaatların akustiğinden mi, yoksa her inşaat işçisini işe alırken bir türkü söyletip öyle mi alıyorlar diye düşünmeme neden olan inat bu. karşımda ki inşaatta var bunlardan. onlar da durumun farkında olmalı ki, azimle gece gündüz söylüyorlar, genelde de kürtçe. bunlara mı yakışıyor kürtçe söylemek, yoksa türkülere mi o konuda da bir kararsızım zaten.
makyaj malzemesi olarak toprak, saç boyası olarak güneş kullanırlar. manikür pedikür yok, dağ bayır gezerken kırılır tırnaklar zaten. kaş, bıyık için kuaföre falan gitmezler, kimseye kafalarını kaldırıp bakamadıkları için zaten sorun olmaz. kıyafet seçimleri en ünlü modacılardan değil, ne bulurlarsa onu giyerler, maksat çalışırken rahat etsinler. bir düşündüm de cidden çirkinmiş bunlarda ama.
ahlak olmadan din olduğuna göre, ki %99'u müslüman olan ülkede tecavüz edilmeyen canlı cansız varlık kalmadı neredeyse, din olmadan ahlaklı olmakta pek ala mümkün.
kimse kimseyi sevmek zorunda olmadığından doğal olabilecek durum. zaten senin gibilerin sevgisi kirletebilir temiz olanı da, bu yüzden senin kaybın, onun değil.
tartışamamak değil, tartışmamak olmalı bu cümle. çünkü artık onu tartışmanın bir anlamı yok fazla, arkasından atıp tutmanın gereği yok, yapabileceği her şeyi yapıp görevini tamamlamış bir adama ancak saygı duyulur. onu değil, fikirlerini tartış, varsa itirazın onu söyle, ya da götün yiyiyorsa şimdikiler hakkında fikir beyan et, biz de adam görelim dimi.