tanım hala şartsa, insanın yaşadığı evren modeli içinde yapay zeka olması durumu. durun, hemen "bu zaten simüle evrenin konusu" demeyin. daha farklı bilim kurgusal noktalara değineceğim.
öncelikle yaşadığımız evrenin simülasyon olduğu ön kabulü insanların yapay zeka olduğu sonucunu her zaman ortaya çıkarmıyor. şöyle örnekler vereyim. aslında bunların hepsi ayrı ayrı tartışılacak konular.
galaktik boyutlarda araştırma amaçlı yaratılan bir simülasyon evrenin, dikkate alınmayan bir yan ürünü olan insan modeli: bu modelin bilinci her ne kadar sanal olacak olsa da, yapay zeka grubuna girmeyecektir. denklem dışıdır, görmezden gelinir, projede bir rolü yoktur.
farklı bir simülasyon modeline daha değinelim. daha bir matrix gibi, rüya gibi. dini öğretilerle kıyısından köşesinden biraz daha örtüşen bir model. gerçek bir evren modelinde yaşadığınızı düşünelim, ya da öyle inandığınızı. son zamanlarda alkol ve uyuşturucu bağımlılığınız artsın, aileniz, arkadaşlarınız durumdan rahatsız olsunlar ve sizi bir terapiye gitmeye ikna etsinler. terapi merkezinde şu soruyu sorsunlar: "ne yazalım abime?" durumunuzu bir güzel anlatın ve bir sonraki seans için randevu alın. ikinci seansta sizi, "hadi matrix diyelim", matrixe bağlasınlar ve gözünüzü doktor ya da ebe hemşire kıçınızı tokatlarken açın. çocukluk falan hızlı geçiyor zaten. ergenlik, iş hayatı derken evlilik, çocuklar, yaşam mücadelesi, vs. sonra nasıl olduysa uyuşturucu, alkol, kumar derken bir bakmışsınız eşiniz çocukları alıp çekip gitmiş. yıkılan ve sefalete sürüklenen bir hayat falan filan. tanrım çilem dolmadı mı isyanları derken nalları dikmişsiniz. sonra gözünüzü tekrar terapi merkezinde açıyorsunuz ve "vaauuuv, çok sertti, bir daha götümle içmeyeceğim" diyorsunuz. bu tarz örnekler çoğaltılabilir. hatta parayı bastıran belki futbol yıldızı, pop yıldızı falan oluyordur. anne karnındaki veya çok küçük yaştaki ölümler, hiç beklenmedik ani ölümler, doğal afetler sonrası toplu ölümler gibi modeli zayıflatıcı noktaları irdelemeyeceğim. amacım bu modeli savunmak değil. bu modeldeki insan tipinin de ne kadar sanal olsa da yapay zeka örneği olmadığını göstermek. şimdi tamamen simüle evren ve tamamen yapay zeka insan modelimize geçelim.
bu model tek tek her insanın bir parçası olduğu yapay zeka havuzudur. öncelikle yapay zekanın yapay zeka olduğu gerçeğini kavrayabilme ihtimalini elinizden geldiği kadar ondan uzak tutmaya çalışacaksınız. projenizde, yapay zekanıza sunduğunuz ortamın gerçekliği kadar, ya da yapay zekanızda yarattığınız gerçeklik duygusu kadar başarılı olursunuz. tabi ki ışık hızı, mutlak sıfır, planck sabiti gibi kozmolojik sabitleriniz olacak. bunlar sistemin altyapısı. iki boyutlu bir modele perspektif katarak bizler nasıl sanal karakterimize üçüncü boyutta hareket etme yanılgısı veriyorsak, bu modelimizde de zaman gibi hilelere başvurabiliriz. şimdi sistemin altyapısına, medeniyetin inşa aşamalarına değinmeyeceğim. yapay zekanın yapay zeka olduğu gerçeğini anlayabilme ihtimalini de başka zamana bırakabiliriz. ben çok farklı bir şeyi tartışmak istiyorum.
bu yapay zeka havuzunun amacı nedir? bu havuz içinde yapay zekaları test amaçlı veya manüpüle amaçlı ajan programlar, kitleleri iyi yönde veya kötü yönde arkasına katan lider modeli programlar var mıdır? bir ajan programın kendi varlığını sorgulayabilme ihtimali varsa eğer, kendisini yapay zeka olarak mı sorgulayacaktır sorusu da başka bir zamanın konusu olsun, çünkü o çok daha derin:) yapay zeka havuzu kendi liderlerini her hangi bir dış etki altında olmadan kendi içinde de çıkartmış olabilir tabi ki. sordukça daha da başka sorular ortaya çıkıyor. amacım soru sormak da değil:) o zaman işin bilim kurgu kısmına gelelim.
senaryo bir mekan bir: gözünüzü tekno-klinikte açıyorsunuz. etrafınızda bir grup insan. aklınıza gelen ilk cümle "nerdeyim ben?" aklınızda deli sorular. "ölmedim mi? cennette miyim?" "öldükten sonra hayat olduğunu biliyordum" düşüncesi ve içinizi kaplayan huzur. sizi güler yüzle izleyenlerden birisi öne atılır ve konuşmaya başlar. "dünyaya hoş geldiniz seçilmiş kişi. öncelikle ne ilksiniz ne de son olacaksınız. asistanlarım gibisiniz." -nasıl asistanlarınız gibiyim? "her şeyi konuşmak için bol bol vaktimiz olacak. çok zor bir hayatınız oldu. çok acı çektiniz. dönem dönem isyan ettiniz, intiharın eşiğinden döndünüz" -siz bunları nerden biliyorsunuz? "heh heh he. anlatıcam. ama hiç bir zaman inancınızı yitirmediniz. hep umudunuzu korudunuz. analizlerimiz doğrultusunda çok uyumlu bir karakter geliştirdiniz, testi geçtiniz. öncelikle siz bir yapay zekasınız. -ne? yapay zeka mı? "evet. yaşadığınız hayat bir sanal gerçeklikti. şuan sahip olduğunuz beden de yüksek teknoloji ürünü, gerçeğine çok yakın, geliştirilmiş bir model. yaşadığımız dünyayla çok uyumlu bir karakter ortaya çıkarttınız. biz de bu karakteri ve bilinci olduğu gibi bu bedene taşıdık. ayna!" -aman tanrım! bu ben değilim! "biraz sakinleşin. eğer isterseniz geçmişe dönük hafızanızı silebiliriz. hafızanızı silmeden sizi uyandırmamızın sebebi öncelikle yaşadığınız geçmişe, bu geçmişi koruma ve gerçekleri bilme hakkınıza olan saygımız. karar vermek için adaptasyon sürecinde çok vaktiniz olacak. eğer yeni bir isim isterseniz bunu kendiniz belirleyebilirsiniz. asistanlarım her konuda size yardımcı olacak. adaptasyon sonrası sizi görev yerinize yönlendireceğiz. sizi orada çok tatlı bir hanımefendi bekliyor olacak. onunla iyi anlaşacağınızı düşünüyoruz. daria hanım ev işlerinde artık yeni bir asistana ihtiyaç duyuyor. bu arada hafızanızı sildirseniz de, daria hanım geçmişinizi biliyor olacak. sizi zaten bu yüzden seçti"
acı olan bu kadar sonsuzluğun içinde zaten ortalama insan ömrünün yarısından fazlasını aşmış olman değil, asıl acı olan paylaştığın fikrin üzerine bir tuğla daha koyacak birisi olmaması, bilinçsizce yalnızlaştırılman. fikirlerle ördüğümüz duvarı yıkmak gerekirse yıkarız da. yoksa sokayım sözlüğüne...
gece gece aklıma esen ihtimal. öncelikle başlık kimsenin inancına herhangi bir saygısızlık amacıyla açılmamıştır. sadece, düşünen herkesin illa ki kafasını meşgul eden "nasıl var olduk?" sorusuna bilim kurgusal bir yaklaşımdır. kurgunun kendi içinde tutarlılık, teorik de olsa ispatlanabilirlik iddiası da yoktur.
her şey "evren neden evrenin varlık amacını sorgulayacak bir bilinç yarattı?" sorusuyla başladı. öncelikle kimisi "yahu yine sonsuz evrenin merkezine insanı koymayın arkadaş" diye sitem edebilir. haklı olabilirler. şuan evreni sorgulayacak bildiğimiz tek bilinç biz olduğumuz için maalesef durum bu. ama zaten ilerleyen satırlarda mevzunun bu olmadığını anlayacaksınız. o zaman bilim kurgu başlasın.
... milyarlarca yıl sonra...
fermi paradoksu aşıldı... medeniyet henüz dünyadaki tüm enerji kaynaklarını tam bir verimlilik içinde kullanabilme kapasitesine ulaşmadan, zaten yaşadığı dünyayı yok edebilecek bilgi ve nükleer teknoloji seviyesini yakalamıştı. merak etmeyin dünyayı yok etmediler. güneş kızıl bir deve dönüşüp de dünyayı yuttuğunda, medeniyet zaten dünyayı milyarlarca yıl önce terk etmişti. artık farklı fiziksel görünüşte ve de ışığın ulaşabileceği her yerdeydiler. anti-aging, bilincin yapay zekaya aktarımı, ışınlanma, uzay-zamanı bükme artık kurgu değil bilimin bir somut parçası olmuştu. belki de tüm bunlar medeniyet dünyayı henüz terk etmeden başka bir yerde çoktan başlamıştı. şuan bu sıçrama noktasının kaynağını hatırlayan birileri yok. kaynağı veya değil, dünya sadece bu akımın bir parçasıydı.
büyük deneye az bir süre kaldı. deneyin detaylarını bilsem, daha doğrusu anlayabilsem inanın size de anlatırdım. ama sanırım keşfettiğimiz en büyük kuasar covid-10062020 üzerinden kontrollü bir şekilde karanlık enerjiden faydalanma amacıyla yapılıyor. bu kadar çok enerjiye ihtiyacımız var mı, hiç sanmıyorum. medeniyetler sınırın ötesine geçmekten hiç bir zaman vazgeçmediler. acaba gerçekten aradığımız cevap sınırın ötesinde mi? kim bilir...
büyük deney günü... bugün büyük gün. çok da umursamıyorum aslında. benim için sadece yeni bir enerji teknolojisine geçiş, yeni bir fabrika açılışı gibi. ama yine de böyle şatafatlı patlamaları seviyorum. götümüze patlamasa bari:) dur şu voyager altın plağı takayım, mozart açayım. voyager altın plak nasıl elime geçti, o başka bir hikaye. bir gün belki anlatırım. ulan kuru fasulye gaz yaptı galiba. deney anı... zaaaaarrrrttttt...
... milyarlarca yıl önce...
kaynağı belirsiz büyük patlama... ilk maddenin oluşumu, yıldızlar ve yakamoz, sürekli genişliyor efendim durduramıyoruz.
... günümüz dünyası...
her şey "evren neden evrenin varlık amacını sorgulayacak bir bilinç yarattı?" sorusuyla başladı. öncelikle kimisi "yahu yine sonsuz evrenin merkezine insanı koymayın arkadaş" diye sitem edebilir. haklı olabilirler. şuan evreni sorgulayacak bildiğimiz tek bilinç biz olduğumuz için maalesef durum bu. ama zaten ilerleyen satırlarda mevzunun bu olmadığını anlayacaksınız. o zaman bilim kurgu başlasın:)
... milyarlarca yıl sonra...
fermi paradoksu aşıldı... medeniyet henüz dünyadaki tüm enerji kaynaklarını tam bir verimlilik içinde kullanabilme kapasitesine ulaşmadan, zaten yaşadığı dünyayı yok edebilecek bilgi ve nükleer teknoloji seviyesini yakalamıştı. merak etmeyin dünyayı yok etmediler. güneş kızıl bir deve dönüşüp de dünyayı yuttuğunda, medeniyet zaten dünyayı milyarlarca yıl önce terk etmişti. artık farklı fiziksel görünüşte ve de ışığın ulaşabileceği her yerdeydiler. anti-aging, bilincin yapay zekaya aktarımı, ışınlanma, uzay-zamanı bükme artık kurgu değil bilimin bir somut parçası olmuştu. belki de tüm bunlar medeniyet dünyayı henüz terk etmeden başka bir yerde çoktan başlamıştı. şuan bu sıçrama noktasının kaynağını hatırlayan birileri yok. kaynağı veya değil, dünya sadece bu akımın bir parçasıydı.
büyük deneye az bir süre kaldı. deneyin detaylarını bilsem, daha doğrusu anlayabilsem inanın size de anlatırdım. ama sanırım keşfettiğimiz en büyük kuasar covid-10062020 üzerinden kontrollü bir şekilde karanlık enerjiden faydalanma amacıyla yapılıyor. bu kadar çok enerjiye ihtiyacımız var mı, hiç sanmıyorum. medeniyetler sınırın ötesine geçmekten hiç bir zaman vazgeçmediler. acaba gerçekten aradığımız cevap sınırın ötesinde mi? kim bilir...
büyük deney günü... bugün büyük gün. çok da umursamıyorum aslında. benim için sadece yeni bir enerji teknolojisine geçiş, yeni bir fabrika açılışı gibi. ama yine de böyle şatafatlı patlamaları seviyorum. götümüze patlamasa bari:) dur şu voyager altın plağı takayım, bi zeki müren açayım. voyager altın plak nasıl elime geçti, o başka bir hikaye. bir gün belki anlatırım. ulan kuru fasulye gaz yaptı galiba. deney anı... zaaaaarrrrttttt...
-fin-
son aslında başlangıç, başlangıç da sondu. çembersel bir döngü. evrenin geçmişi gelecekte yazılmıştı. geçmiş ve gelecek zamansızlık kuyusunda iç içe girmişti. geçmişte gelecek, gelecekte geçmiş yaşanıyordu. ve tanrı; bir tanrıya ihtiyaç duymadan kendisini yaratmıştı. ve tanrı; ezeli ve ebedi...
güzel bir pınar aylin şarkısı. sözleri de şöyledir:)
Bir deli aşka düştüm tam da yazın başında,
Bin defa dolaşıyor sevda damarlarımda,
Yok başka yolu çılgınlıktır bunun sonu
Hep hayali sarmış dört yanda sağı solu
Yengem kayboldu, akşamlar gün oldu,
Gönlüm hoş oldu, bir garip sarhoş oldu
başlık kısıtlamaları olduğu için tam olarak açılamamış başlık. tam hali "çocuk yaşta izlendiği sanılan filmlerin aslında yetişkin bir yaşta izlenmiş olması" olacaktı. kesinlikle şu an ergen olup da, 8-10 sene önce çocukken izlediğiniz filmlerin bıraktığı izlenimle karıştırılmamalıdır. 25-30'lu yaşlarda bir film izliyorsunuz, üzerinden 10 sene geçiyor ve siz o filmi 10-13 yaşlarında izlediğinizi sanıyorsunuz. o 10 sene ya dolu dolu, ya da stresli ve yoğun geçmiştir. ya da o film çocukluk ruhunuza hitap etmiş ve o ruha kazınmıştır. ilgili film için:
sözlükçülerin tecrübelerini paylaşmak amacıyla açılan forum tadında başlıktır. benimkini bilmem ama elbet işe yarar tavsiyeler olacaktır. benim size yakın gelecekte naçizane tavsiyem imkanı olan kırsalda bir yerlerde iklim koşulları da uyumlu olmak kaydı ile tarla alsın veya kiralasın, buğday eksin. buğdayları öğüttürüp un yapsın, çuval çuval stoklasın. ailenizin karnını doyuracak kadar da patates ektiniz mi tamam. bakın bu bir yatırım tavsiyesi değildir. hayatta kalma tavsiyesidir.
ülkenin gidişatına dair yaptığım bir tespittir. türkiye'nin kuzey kore'ye veya iran'a dönüşmesi zaten yeterince irdelenmiş. iran gibi olmayız, çünkü iran'da her şeye tek bir kişi hükmetmez. ticari kaygılardan dolayı kuzey kore gibi de olmayız.
başlığa bakınca ne türkmeni ortalık arap kaynıyor diye heyecan yapmış olabilirsiniz. türkmenistan hakkında fazla bilgi sahibi olmayanlar için biraz bildiklerimi duyduklarımı paylaşayım.
öncelikle türkmenistan türkmenbaşı denen tek bir kişi tarafından alınan kararlarla yönetilir. eğitime, spora, yargıya, ticarete, halkı direkt etkileyebilecek her şeye müdahalede bulunabilir. halk bu şahıstan ölesiye korkar. haklıdırlar da. halkın içine karışan muhbirler türkmenbaşı'nı eleştirenleri ispiyonlar ve muhalif görüşlü kişiler kısa süre sonra ortadan kaybolur. türkmenbaşı'nın ziyaret edeceği bir noktanın belli bir kilometre çapındaki alanda ikamet eden yabancı uyruklular bölgeden uzaklaştırılır. türkmenbaşı gittikten sonra ikamet ettikleri yere geri dönebilirler. polis isterse her gün yabancı uyrukluları ikamet ettiği adrese uğrayarak kontrol edebilirler, çünkü belli bir saatten sonra dışarıda bulunamazlar. 35 yaşından küçük bekar kadınlar yanlarında bir aile büyüğü olmadan yurtdışına çıkamazlar, ehliyet alamazlar. sanırım türkmenbaşı 35'ine kadar evlenmeyen kadınlardan, "bu benim diktama artık kurban doğurmaz" düşüncesiyle ümidi kesip, onlara bir parça özgürlük tanıyor.
finali bir de şahsen başımdan geçen bir olayı anlatarak yapayım. öncelikle türkmenistan'a hiç gitmedim ama çok araştırdım, direkt vatandaşlarından dinledim, öğrendim. türkmenistan vatandaşı talihsiz rus bir sevgilim vardı. türkiye'de çalıştığı süre içinde vize aşımı yapmıştı. zaten bir kaç aylık yurtdışında kalma süresi veriyorlar. evlenmek istedik ama türkiye'de vize aşımı yaptığı için yasalar izin vermedi. bu süre zarfında türkmenistan hükümeti pasaportlarını yenilediği için eski tip pasaportla türkmenistan harici başka bir ülkeye de giriş yapamazdı. yoksa mal mıyım gönderir miyim hiç oraya:( evlenebilmemiz için ülkesine geri dönmek zorunda kaldı. olayın türkiye kanadı 3 ay sonra geri gelebilirsin dedi ama türkmenistan'a giriş yaptığında 5 yıl yurtdışına çıkış yasağı verdiler. durumu türkmenistan'da general pozisyonunda mercilere ilettik, çünkü türk konsolosluğu çok aciz. aldığım cevap bu işi sadece türkmenbaşı'nın çözebileceğiydi. isterse kızı gönderir, istemezse göndermezdi. ben hayatımda hiçbir zaman kendimi o kadar aciz hissetmedim, hiç kimseye o kadar küfür ettiğimi, lanet okuduğumu da hatırlamıyorum. allah mısın ulan mutluluğumu elimden alacak, orrrrrrrrrrrrrrrrr... zorla ülke toprakları içinde tutulmaya çalışılan, özgürlükleri elinden alınmış, sefalet, cehalet ve korku içinde yaşayan, mutsuz, zavallı bir toplum...
niye anlattım bunca şeyi? son zamanlarda toplum olarak kaybettiğimiz bazı hassas değerler çok da etkilemiyor beni açıkçası. ben kaybedeceğimi zaten kaybetmişim, ama yaşadığımız şeyleri iyi görün gençler. büyük resme bakmaktan burnunuzun dibini göremez olmuşsunuz. sonra bir sabah türkmenistan'a uyanırsınız...
akbilde kalan, beşin katı olmayan, 22 kuruş, 47 kuruş, 83 kuruş gibi küsuratlı bakiyedir. herhangi bir toplu taşıma aracı beşin katı küsuratlı bir bakiye bırakacaktır. yukarıdaki gibi küsuratlı bir bakiye kalıyorsa bu işte bir gariplik vardır. insanlar bu akbili boş alıyor ve kuruş küsuratsız bir şekilde doldurtturuyor. peki nasıl oluyor da böyle bir kuruş küsuratı kalıyor? aklıma ilk gelen akbili dolduran kişi 2-3 kuruş bilerek eksik yüklüyor, ki zaten insanlar toplam bakiyelerine odaklandıkları için bunu yakalayamıyorlar. işlek bir metrobüs durağında bunu alışkanlık haline getiren bir akbil yükleyici en kötü ihtimalle sigara içiyorsa aylık sigara parasını bedavaya getirir. ama bu nedir? bu bir orospu çocukluğudur!
hayatımda kaç tane kaplan gördüğümden ve burnumun kaç tane kaplan bokuyla muhatap olduğundan bağımsız olarak genelleme gafleti içinde hür bir şekilde haykırabileceğim, en kötü kokan boktur. on iki - on üç sene önce benden yaşça küçük kuzenime askere gitmeden önce izmir'de abilik edip gezdirmem istenmişti. benden beklenti sanırım tepecik'e götürmemdi ama ben onu izmir hayvanat bahçesine götürdüm. hayvanat bahçesinin her ne kadar maskotu bahadır olsa da, ziyaretçiler tarafından o gün en çok ilgi gören bir kaplandı. parmaklıklarda rahatça yanaşıp kaplanı izleyecek bir boşluk dahi yoktu, ta ki... hayvan fütursuzca sıçana kadar... heyhat! koku molekülleri o kadar hızlı yayılmıştı ki, parmaklıklar etrafında otuz saniye içinde tek bir kişi bile kalmamıştı. hayvana çiğ köfte midir, ne yedirdilerse artık... denizde burna su kaçınca oluşan sızı gibi burun direğimi sızlatmıştı. o koku molekülleri, koku hücrelerinin çekirdeğine kadar sızmış, hücre dnasıyla birleşmiştir artık... :(
edit: sıçanı değil de, kokuya maruz kalanı eksiliyorsunuz ne güzel :) ne kadar da değerliymiş sözlük seviyesi sizin için! bu hassasiyeti uzay-zaman, kuantum, zamanda yolculuk ve entropi vs. gibi konular için de beklerim, sizi gidi hergeleler ;)
avrupa'da gerek iş gerek tatil amaçlı araç kullanacak sözlük yazarları için bilgilendirme amaçlı açılan başlıktır. misal:
estonya yabancı plaka araçların adresine cezayı posta ile 1 hafta içinde göndermektedir. bu ne hız eston kardeşler? prag'a varamadan, ceza varmış adrese.
polonya'da küçük kasaba girişlerinde radarlı ekiplere dikkat! genelde hız limiti 50 km/s dir. 100 km/s in üzerinde yakalanırsanız ehliyetinize 3-6 ay el konulur. "bunu kağıda dökmeden çözelim" şeklinde 40-50 euroya çözmeye çalışın. rüşvetçi ise çözersiniz, zaten her halukarda daha büyük ceza yiyeceksiniz. üzerinizde yeterli zloty yoksa, en yakın benzinliğe götürürler, bir de benzincide düşük pariteden skerler:(
entry sürekli güncellenmeye çalışılacaktır. diğer sözlük yazarlarının da bilgi ve tecrübelerini paylaşmaları daha güzel olacaktır. bir de her ne kadar ceza yeseniz de, "ben yedim, başkası da yesin, skimde olmaz" tavrına bürünmeyelim, karşıdan gelenlere selektör atarak ekip uyarısı yapalım. bu ilerleyen zamanlarda size olumlu yansıyacaktır. 7 sene önce ekip uyarısı için yaptığımız selektörlere anlam veremeyen polaklar, şimdi şakır şakır selektör atmaktadır. her zaman her yerde birlik olalım:)
şu saatten sonra, referanduma hile karışmıştır, o olmuştur, bu olmuştur, gerekli itirazlar yapılacaktırları irdelemektense artık gelecekte yaşanacak öngörüleri konuşmanın zamanıdır.
dünya siyasetinin tek kaybetmeyeni ingiltere'nin yazdığı hiçbir politika, gecikmeli de olsa, bir süreliğine rafa da kalksa aksamamış, hep gerçekleştirilmiştir. malumunuz büyük ortadoğu projesi. bu projenin gerçekleşmesi için en önemli adım bugün atılmıştır.
yeni seçim için 2019'a kadar bekleneceğini sanmıyorum. muhalefet yeni bir lider çıkartamadan, ekonomideki olumsuz gidişat ayyuka çıkmadan erken seçime gidilecektir. erdoğan'ın başkan olarak seçilmesi sonrası ilk iş suriyelilere vatandaşlık verilmesidir ki bu adamlar bir daha kendi topraklarına döndürülemesin. sonraki aşamalar suriye ve ırak'ta kürt hakimiyetindeki bölgelerin merkezi yönetimden koparılmasıdır. doğu anadolu ve güneydoğu anadolu'da kürt vilayeti adı altında bölge şehirleri birleştirilecektir. ilerleyen dönemde bu vilayete suriye ve ırak toprakları da dahil edilecektir. resmi imzaların atıldığı o gün milliyetçisinden ümmetçisine, lazından kürdüne yurdun dört bir yanında coşkuyla kutlanacaktır. ama heyhat tüm dünyada nasyonalizm yükselişte değil mi? dananın kuyruğu ondan sonra kopacaktır. federatif sistemlerin doğal sonu her zaman parçalanmaktır. bugün referandumda oy kullanan kullanmayan her şahıs bu neticeyi tecrübe edecektir. fakat son pişmanlık kime ne çare...
belki çok can yanacak, çok kan akacak kim bilir... belki de herkes için en doğru olanı kendi nasyonal topraklarında yaşamaktır. belki de götümden tespit kasıyorum ve hiçbir bok olmayacak. belki de malum şahıs bunları göremeden hakkın rahmetine kavuşacak. tek bildiğim emperyalist ülkelerin ne kürt halkı sikinde, ne de arap halkı. en çok gözyaşı dökecek halklar yine bunlar.
sonuç olarak gelecek kaygısıyla, demokrasi ve özgür yaşam kaygısıyla hayır oyu kullanmış, bu güzel ülkenin bu güzel tüm vatandaşlarını gözlerinden öperim.
anayasa değişikliğiyle ilgili referandumda kağıt üzerinde açıkça yazılanların aslında teknik olarak kapalı bir biçimde hizmet edeceği amaçtır.
hukukçu, siyasetçi, sosyolog, büyük resmi gören birisi veya komplo teorisyeni falan değilim. sadece içimdeki bir şüpheyi ortaya dökmek isteyen birisiyim. doğruluğunu veya yanlışlığını zaten zaman gösterir.
üçüncü dünya savaşının fiilen başladığını son zamanlarda çok sık duyuyoruz. ama artık küresel güçler ordularını toplayıp sınır işgalleri, cephe savaşları ile mücadele etmiyorlar. mücadele büyük oranda ekonomik baskılar, ambargolar, bazı etnik gruplar veya terör örgütleri üzerinden ayar vermeler, posta koymalar, tacizler şeklinde sürüyor ve bazı küçük ülke topraklarının bataklığa çevrilmesiyle de devam etmektedir. ülkemiz siyasetçileri de maalesef bazı hayaller peşinde koşarak bizi bu bataklığa sokmuştur. "mesele suriye'nin bölünmesi değil, ülkemizin bölünmesidir" şeklinde yapılan açıklamaları çok da samimi bulmamaktayım. suriye'nin şu anki durumu ve güneyimizde bir kürt koridoru kurulmak istenmesi sizi tedirgin ediyorsa, ta en başta komşu ülkenizdeki karışıklıklara bazı grupları destekleyerek bu sürece katkıda bulunmamalıydınız. komşuda çıkan yangın size de sıçrar, bunu görmek bu kadar zor muydu? ülkemizdeki suriyeliler meselesine hiç girmeyeceğim.
neticede anayasada yapılmak istenen değişikliklere şöyle derinden bakınca, ortaya sıkıyönetim ve seferberlik düzeninin çıktığını görmek zor olmayacaktır. aslında temel amaç yargılanmaktan kaçmak, rejimi değiştirmek, laikliği ve kemalizmi yıkmak falan değildir. bunlar ilerleyen dönemde ele geçirilebilecek fırsatlar olabilir. asıl amaç aktif ve topyekün savaşa girecek olan ülkenin tek elden otoriter bir şekilde yönetilebileceği bir düzen ile bu savaşa girilmek istenmesidir. savaşın kimle ve hangi gayeyle başlatılacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. bahçeli-erdoğan yakınlaşmasını bir de bu bağlamda değerlendirmek lazım.
sormak isterim, hangi savaş hangi toplumu güldürmüştür? elbette ki mevzu bağımsızlık olduğunda özgürlük mücadelesi kaçınılmaz olmuştur. fakat savaşların kazananı veya kaybedeni devletlerdir, mutlak kaybedeni ise toplumlardır, halklardır. halklara verdiği tek şey kan ve gözyaşıdır.
sevgili kardeşlerim bu referandumda kullanacağınız oy savaşa evet veya hayır oyudur. fikirlerime katılır veya katılmazsınız, referandumda evet der veya demezsiniz, saygı duyarım. ama oyunuzu kullanırken elinizi vicdanınıza koyarak ve dediklerimi bir kez daha düşünerek oy kullanın, sağlıcakla kalın.
malum olumsuz hava koşulları sebebiyle son üç gündür thy'nin atatürk havalimanı gidiş veya geliş olmak üzere toplamda binin üzerinde seferi iptal olmuştur. bunu anlayışla karşılıyoruz, bu bir rezalet değildir. fakat uçuşu iptal olan yolcuların valizleri teslim edilmemiştir. iki üç gündür valizini geri alamayan binlerce mağdur vardır. sunulan seçenekler şöyledir:
-eğer ilk uygun uçuşla gideceğiniz yere uçacaksanız biz size arkanızdan valizinizi yollayalım. bu şu demek: "hele sizi bi postalayalım da üç vakte kadar arkanızdan valiziniz gelir". yolcu uçacağı yerde ikamet ediyorsa bir derece kabul edilebilir. valizi gelirse gelir, gelmezse bilet tutarının 2.5 katı kadar ücreti tanzim etme hakkı vardır. peki ya uçacağı yerde ikamet etmeyen benim gibi yolcular? uçtuğu yerde de uzun bir süre kalmayıp sürekli hareket halinde olup, ülke ve şehir değiştirecek olan benim gibi yolcular?
-eğer uçuşunuzu uzun bir süre sonraya ertelediyseniz bize adres verin valizinizi adresinize yollayalım. bu şu demek: "hele siz şimdi bi başımızdan çekilin de üç vakte kadar valizinizi bulabilirsek yollarız". peki burada ikamet etmeyip de valizini almadan gitmek istemeyen yolcular? valizini alana kadar otel ve kıyafet masrafını karşılayacak mısınız o adamın? peki yolcu hem burada hem de uçacağı yerde ikamet etmiyorsa? montunu kabanını nasıl olsa gittiğim yerde çantamdan çıkartırım kendime yük etmeyeyim diye valizine koyduysa? gideceği yerde veya burada bu soğukta çıplak mı gezecek? üç gündür valizini alamamış, bu adamın mağduriyetini nasıl gidereceksiniz?
bir de benim gibi arada kararsız kalıp da valizinin teslim edilmesini istediği adresi veremeyenler var. pazartesi günü uçuşum iptal oldu ve pazar gününe erteledim. üç haftalık bir iş gezisi planladım. thy pazar gününe kadar valizimi teslim etmeyi taahhüt edemediği için burada bir teslimat adresi veremiyorum. yurtdışında da sürekli seyahat halinde olacağım için bir adres veremiyorum. peki ben ne yapacağım? üç haftalık kıyafet alışverişine mi çıkayım yarın? alışveriş için açık çek verecek misiniz?
iptal olan her uçuşta yolcuların valizlerinin bir an önce teslim edilmesi bir zaruriyettir. uçuş iptal mi oldu, yolla valizleri herhangi bir bagaj teslim bantına, yolcuları yönlendir, insanlar valizlerini alsın. ki olumsuz hava koşulları yüzünden uçak da inemiyor, bantlar bomboş, karmaşa da yaşanmayacak. hangi akla hizmet iptal olan ne kadar uçuş varsa bagaj vagonlarını karmaşa içinde depoya yığıyorsun? onun yeğeni, bunun dostu diye torpille problem çözme, analitik ve seri düşünmekten yoksun, sike sürülecek beş gram beyni olmayan adamları yönetici diye o mevkiye koyarsan bunlar olur! alt kademende çalışan elemanların "biz de sizin düşündüğünüz gibi yapılmasını teklif ettik ama dikkate alınmadı" da der, "ipin ucunu ta en başta kaçırdık" diye de itirafta bulunurlar. asıl rezalet de budur!!!
millete çile çektirme, zulüm etme lüksüne nasıl sahip olabilirsiniz? üç yüz bine yakın valizleri ambarda tekrar tekrar ayırıp istenen adreslere tek tek teslim edebilmek için kaç tane elemanınız vardır? son valiz de teslim edilene kadar planlanan süre nedir? standart koşullarda bile onlarca valiz kayboluyorken bu kaos ortamında kaç adet valizin kaybolacağı tahmin edilmektedir? valizler teslim edilse bile içinden hiçbir eşyanın kaybolmayacağının garantisi var mıdır, kamera kaydı yapılmakta mıdır?
sınıfta kaldın thy! çuvalladın thy! öyle avrupa'nın en iyi uçuş şirketiyiz diyerek olmuyormuş bu işler! ulan izin verin de ben kendim inip ambara kendim bulayım çantamı!!!
ben aklıma gelebilenleri yazdım ama çok daha farklı, çok daha acı mağduriyet yaşayanlar muhakkak ki var. pek gündemde olmayan, dile getirilmeyen bir rezalet olduğu için, farklı mecralarda da sesime ses verirseniz teşekkürlerimi sunarım.
bir toplumun genel olarak insani değerlerle örtüşmeyen şeyleri yavaş yavaş özümsemesi, hukuk dışı icraatlere kendisini etkilemedikçe kayıtsız kalması, kısaca toplumsal vicdanın körelmesidir.
bunca senedir böyle bir başlığın yeni açılması da ilginçtir. bu başlığı açmamdaki sebep de şudur... bazen online olmadan başlıklara bakarım ve vicdanımı rahatsız eden bir şey gördüğümde dayanamam girer bir şeyler yazarım. zaten sözlüğe kayıt tarihimden ve entry sayımdan belli olur. fakat insan artık o kadar çok yoruluyor ki...
malum bir başlık vardı, felçli kuzenine tecavüzle ilgili açılan... başlık silinse, başlığı açan yazarlıktan atılsa ne farkeder? o orospu çocuğu aciz durumdaki kuzenine tecavüz etmeye devam edecek. bu nasıl hastalıklı bir beyindir ki bir de bunu burada itiraf edebilmiş! sırf dikkat çekmek için kurgu bir ifade olsa bile bu nasıl bir arsızlık, namussuzluktur? bu şahsiyetsiz kişinin anasına bacısına hep bir ağızdan sövüldü (burda da aslında bir ikilem var, anlayan anlamıştır... ama edilen küfürlerin de kasıt ve niyet taşımayacağını düşünüyorum); bir insan kendisine sövüleceğini bile bile neden böyle aşağılık bir eyleme girer ki? hadi kendine saygın yok, ailene de mi yok? bu tip olaylara yozlaşmış toplumlarda daha çok rastlanır. işte tam bu noktada toplumsal yozlaşmayı noktalıyorum.
siyasi ideoloji tartışmaları adı altında kim haklı kim haksız kendimizce taraf belirliyoruz. ülke neden bu hale geldi karşı tarafı suçluyoruz. karşı taraf olarak da arsızca üste çıkmaya çalışıyoruz. bir daha bir araya gelemeyecek şekilde ayrışıyoruz. ama bir noktada yanılıyoruz. ocu bucu diye ayrılmadık arkadaşlar. inanın iyi ve kötü olarak ayrıldık. dürüst ve riyakar olarak ayrıldık. mütevazı ve arsız olarak ayrıldık. son yıllarda bilinçli olarak yaptığınız hatırlayabildiğiniz ne varsa bir düşünün. elinizi vicdanınıza koyun. yaptıklarınızın ne kadarını kendinize yakıştırabiliyorsunuz? tamamen siyasi fikirlerden bağımsız olarak kararınızı verin. iyi tarafta mısınız, kötü tarafta mı? iyi tarafta olduğunuza kanaat getirdiyseniz de bunun hakkını verin!!!
malumunuz prag'a türkiye'den pek çok turist gidiyor ve gideceklere uyarı amaçlı açılmış bir başlıktır. öncelikle çoğu yerde euro ile alışveriş yapabilme imkanınız olsa da en mantıklı olanı döviz bürosunda para bozdurmaktır. çünkü alışveriş yaptığınız yer çok düşük pariteden euronuzu alır ve para üstünü kron olarak verir. ama paranızı döviz bürosunda da bozdururken "0 komisyon" ibaresine kesinlikle aldanmayın. çoğu yer belli bir miktarın altında bozdurulan paraya %5-15 arası komisyon bile uygulayabilir. öncelikle elektronik tabeladan bakarak bozdurmak isteyeceğiniz dövizin karşılığı ne kadar kron yapıyorsa kendiniz hesaplayın. size verilmek istenen miktarı net bir şekilde anlamadan paranızı vermeyin. hele ki size kağıt imzalatıldıktan sonra size verilen parayı saymayın, geçmiş olsun.
birkaç gün önce şahit olduğum olay şöyledir. arkadaşımla para bozdurmak için bir döviz bürosuna girdik. daha içeri girer girmez bir ingiliz çift "we're off, we've screwed" diye bizi karşıladı. ne olduğunu sorduk. 300 pound bozdurmuşlar, parayı saymadan kağıt imzalamışlar. sonra bakmışlar ki sıfır komisyon yazmasına rağmen çok düşük pariteden parayı bozmuşlar. bozdurdukları parayı geri vermek istemişler. fakat ona da komisyon uygulayıp geri 180 pound verebileceklerini bildirmişler. ulan bu olay türkiyede olsa o dövizciyi skerler. kapalı çarşı esnafı bile bu kadar insafsız olmaz herhalde. hede hödö rezaleti diye sayfa sayfa yazı yazılır. bunun adı orospu çocukluğudur. bizim verebileceğimiz tek tavsiye ise polis çağırmaları oldu, sonrasını bilmiyorum. paramızı da istanbul kebap'ın üst tarafındaki arap kadri'de bozdurduk. aklınızda bulunsun yine de...
aslında açılmak istenen başlık geleceğe yolculuğun geçmişe yolculuktan daha olası olması idi, malum uzun geldi. öncelikle ikisinin de mümkün olmadığını düşünsem de, geleceğe yolculuğun olasılığı geçmişe yolculuktan bir adım daha öndedir. hepimizin de bildiği gibi evrende bir denge söz konusu. ne kadar madde, o kadar anti madde. geçmişe yapılan bir yolculukta mevcut evrenin madde miktarını arttırırsınız. * yani mevcut dengeyi bozarsınız. evrenin yok olması da dahil buna nasıl bir tepki verileceğini kestiremeyiz. ama evren mutlaka dengesini koruma tercihini seçecektir. işte bu noktada geleceğe yolculuk daha olası. yolculuğa çıktığınız andan itibaren zamanda bir kırılma yaşanacaktır ama madde - anti madde dengesi korunacaktır. tabi ki anti maddenizi gelecekte geri bulmak üzere, arkada bırakmış olmanız koşulu ile. e ama şimdi zaten geleceğe yolculuğun da ihtimalsizliğini kendi kendimize ortaya koymadık mı? geleceğe gitmek üzere ortadan kaybolduğunuz an yine evrenin dengesini bozmuş oluyorsunuz ve bir yıkıma itiyorsunuz. sanırım her şey anti maddenizi sizinle yolculuğa ikna edebilmekten geçiyor. *
moderasyon tarafından beni zorla takip ettirilen çaylak. yaklaşık altı yıl sözlüğe ara vermiştim, bunu da yeni öğrendim. ama şüphesiz ki beni takip etmesinde ona faide vardır. *
renksel koordinatların düzlemsel grafikle gösterilmesidir. bu üçgenin her bir ucunda sarı, kırmızı ve mavi ana renkler vardır. her bir ana rengin karşısında da tamamlayıcı ara renkler bulunur. resim derslerinden hatırladığınız gibi misal mavi ve sarı rengi karıştırınca yeşil rengi elde edersiniz. yeşil kırmızının tamamlayıcı rengidir. tekstilde boyahanelerde çalışan mühendislerin iyi bilmesi gerekir. aksi halde gereğinden fazla yeşil nüans çıkan kumaşta bu nüansı azaltmak için yeteri miktarda fazladan kırmızı boya verilmesi gerektiğini ustalardan öğrenirsiniz. o usta o fabrikadan gidene kadar da onun gözünde çırağı olarak kalırsınız.
isveçli yazar john ajvide lindqvist'in romanının tomas alfredson tarafından sinemaya uyarlanmış vampir filmi. bazı vampir filmleri sırf kan gövdeyi götürsün diye yapılmaz. farklı detaylar da sunulur. örneğin:
--spoiler-- an interview with a vampire filminde kirsten dunst'ın canlandırdığı küçük vampir kız claudia her gün saçlarını keser ama ertesi gün saçları aynı uzunlukta uyanır. çocuk vampir psikolojisi güzel işlenmiştir.
let the right one in filminde ise çocuk vampir psikolojisini sonuna kadar izleyeceksiniz.
--spoiler--
bohol adası kabile reisi datu sikatuna ile ispanyol fatih miguel lopez de legazpi arasında 16 mart 1965 tarihinde yapılan barış antlaşmasının ve ittifakının her yıl mart ayında kutlandığı festivalin adı.
24 ocak 1972 doğumlu, los angeles çıkışlı blues-rock şarkıcısı. 1990'ların başlarında ed mcmahon's star search yarışmasında bayan vokalde birinci olmuştur. basçı tal herzberg, gitarist jimmy khoury ve davulcu sergio gonzalez ile grubunu kurmuştur ve 1996 yılında ilk albümü immortal'ı çıkarmıştır. daha sonra uyuşturucu ve alkol bağımlılığı ve yaşadığı problemler grubunun dağılmasına ve kariyerini bitirme noktasına getirmiştir. 1999 yılında çıkardığı scream'in for my supper albümü ve 2003 yılında çıkardığı leave the light on albümü beth hart'ın uyuşturucu ve alkole karşı yaptığı mücadelenin izlerini taşır.