Çarpık dişleri yüzüne ayrı bir sevimlilik katmaktadır. Doğallığın güzel olduğunun kanıtıdır kendisi. Sevimli ve çok masum bir yüzü vardır.
Ayrıca kişinin dişlerinde çok büyük bir yapısal bozukluk olmadıktan sonra dişlerini yaptırmasına gerek yok bence. Ne var ki kapitalist sistem bize kusursuzluğu, mükemmelliği önermektedir, insanüstülüğü önermektedir. insanlar da bu sistemin dayatmasına aldanmakta, en ufak kusurlarını kafaya takmakta, bu sömürü sistemine alet olmaktadırlar.
Halbuki hafif kusurlar insana sevimli bir hava katmaktadır. Diğer taraftan olağanüstü parlayan dişler veya dümdüz aynı hizada duran dişler aslında yüzde nasıl da sırıtmaktadır... Ne kadar yapay durmaktadır. Sadece dikkat çekmektedir. Ne var ki bu, güzel gösterildiği için bu sahte güzelliğe aldanmaktayız.
insanı güzelleştiren kusurlardır. Bu kusurlar çok büyük olmadıktan sonra kusur olmaktan çıkar. Yoon Eun Hye bunun en güzel örneğidir.
Maddi durumu iyi olmayanlar için, çalışanlar ve özellikle işte yükselmek isteyenler için iyi bir seçenektir. Bunun yanı sıra örgün öğrenimde okuyanlar için de çift dal yapabilecekleri bir yerdir. Bitirmek kolay değildir. Kendi kendinize öğrenirsiniz. Bilgisayar ve internet sayesinde (eskiye oranla artık daha çok kimsenin teknolojiye sahip olabilmesi de önemli) şimdi açıköğretimde okumak eskiye göre daha kolaydır. Şimdi nispeten daha kolay olsa da örgün öğrenimdeki gibi öğrenmeniz yine kolay değildir. Öğrenmek için örgün öğrenime göre daha çok çaba harcamanız gerekir. Özellikle matematik ve iktisat problemlerini kendi kendinize çözmeniz pek kolay değildir. Hele hele maddi durumunuz iyi değilse kurslarına da gidemezsiniz. Bunun yanı sıra bir puanla dersten kalabilirsiniz. Sınav notunuza bir puan ekleyip sizi geçirecek hocanız yoktur. Sınavda ne tür soruların çıkabileceğini, hangi konuların önemli olduğunu söyleyecek hocanız da yoktur. Dört yıllıkları tam olarak örgün öğrenimdeki dört yıllıklara eşittir. Diplomada açıköğretim diye yazmaz. iki yıllıklarda ise açıköğretim fakültesi diye yazar. Açıköğretimin dört yıllık iyi bir bölümünü iyi dereceyle bitirseniz de insanlar size önyargıyla yaklaşacaklardır. Toplumumuzda genel olarak açıköğretime yönelik bir önyargı mevcuttur.
D. Beybin Kejanlıoğlu'nun Türkiye'de televizyona ve Ali Kırca'nın "Siyaset Meydanı" programına yönelik yorumlarını betimlemek üzere başvurduğu bir sözcük oyunu. Bu noktada Beybin Kejanlıoğlu, "medyan" sözcüğüyle çeşitli kamuların, kenarda köşede kalmışların, tabi grupların örgütlenerek veyahut tek tek kendilerini ifade etme ve seslerini duyurma araçlarını kullanmadıkları bir ortamda, ancak kendini temsil eden birkaç kişinin, bazı temsilcilerin ve sözcülerin bir araya gelebildikleri orta yeri ifade etmek istemiştir.
Sosyoloji'nin Avrupa üniversitelerinde yer alması ancak 1950'lerde gerçekleşebilmiştir. 1960'larda tanınmış bir Oxford ekonomisti olan Ballogh, sosyoloji dalı için yarı şaka, yarı ciddi böyle bir ifade kullanmıştır. Ona göre sosyoloji, "müstehcen" bilgidir.
Sıradan yurttaşlar vuku bulan siyasal olayların gerçek mahiyetine ilişkin bilgileri edinemezler. Çevreden aldıkları bilgileri belirli bir eğitim süzgecinden veya eleştirel bir analizden geçirmeden doğrudan alırlar. Bu noktada yurttaşlar düşünce ve kanılarını eksik bir değerlendirme sonucu oluşturmuş olurlar. Bunun sonucu olarak da oluşan kamuoyu "gerçek, hakiki" değildir. Sığ olarak ifade edilebilecek, "basmakalıp" imgelerle oluşan, dolayısıyla "görümsü kamuoyu"dur. Daha net bir ifadeyle oluşan kamuyonun gerçekliği yoktur, oluşan kamuoyu "hayalet kamuoyu", hatta "sahte kamuoyu"dur.
19. yy.'ın ikinci yarısında mikropların hastalık nedenleri olduğu keşfedilebilmiştir. Ama ne var ki o dönemde genel fikir tek bir mikrobun tek bir hastalığa yol açtığı şeklindeydi. Daha sonraki araştırmalar tek nedenli açıklamalardan çok nedenli açıklamalara kaymıştır. Buna en güzel örnek "bulaşıcı hastalıklar üçgeni"dir. Bu yaklaşıma göre hastalıklar bir mikrop, bir taşıyıcı yani host ve çevre bağlamında ele alınmıştır.
Ama ne var ki bu "üçgen açıklama" da etkisini yitirmiştir. Çünkü artritis gibi daha kronik hastalıklar noktasında açıklama yetersiz kalmıştır. bu nedenledir ki "nedenler ağı" denilen yeni bir yaklaşım ortaya çıkmıştır. Buna göre hastalığa etki eden faktörler biyolojik olduğu kadar toplumsal ve psikolojik de olabilmektedir.
Diğer taraftan "nedenler ağı" yaklaşımı, neden bazı toplumsal grupların diğerlerine göre, hastalıklara ve ölüme daha duyarlı olduklarını açıklamada yetersiz kalmıştır. işte o zaman da devreye "genel hassasiyet kuramları" girmiştir. Buna göre örneğin kişinin içerisinde bulunduğu sınıfsal koşullar da hastalığın oluşmasında etkilidir.
Bu noktada "hastalık"ın kavranmasına yönelik kuramların tarihsel sırası şöyledir:
1. Mikrop teorisi (Germ theory)
2. Üçgen açıklama
3. Çok nedenlilik
4. Genel Hassasiyet kuramları (General susceptibility)
Oferta, sözleşme yapmak niyetinde olan şahıs tarafından bir veya birden fazla kişiye yöneltilen, sözleşmenin temel şartlarının gösterildiği ve bu şahsın icabını kabul eden her bir şahısla sözleşme yapacağını vadeden tekliftir.
Azerbaycan'da 3 Ekim 1997 tarihinde "Reklam Hakkında" Azerbaycan Cumhuriyeti Kanunu Milli Meclis tarafından çıkarılan kanunda yer alan tanımlardandır.
Ben... Puanım Türkiyemin pek çok üniversitesinde dört yıllık eşit ağırlık ve sözel alanlarda pek çok bölüme tuttuğu gibi (salt sözel alanda boğaziçi hariç hepsine tutuyordu, yani tüm üniversitelerin sözel bölümlerine tutuyordu, boğaziçi için birazcık daha puan gerekliydi, belki yazsam kazanırdım da, yine de o hariç puanım hepsine tutuyordu) Odtü'nün de dört yıllık sözel bölümlerine (eşit ağırlık ile sözelin ortak alanlarından da bölümlerin bazıları buna dahil) puanım fazlasıyla tutmaktaydı. Ama yazamadım. Hayat şartları...Ailemin yanında olmak durumundaydım. Halbuki çoğu özel üniversitenin burslu bölümlerine de puanım tutuyordu. Ama özel üniversitelere sıcak bakmıyordum ve güvenmiyordum. Hem aile yanında olmanın avantajlı olduğunu da düşünüyordum.
Üstelik bulunduğum yerin tek bir bölümünü tercih ettim. Zaten puanım çok yüksek olduğu için okumak istediğim yeri yazmalıydım.
Yani tercihim tek bir üniversiteden yana oldu. Üstelik yazdığım fakültenin tek bir bölümü vardı. Tekler*
Tek tercih buna denir işte...Seçtiğim bölüm oldukça popüler bir bölümdür. Bu tercihi yapma konusunda çevremden de oldukça etkilenmiştim, ama bölüm bende de merak uyandırmıştı, yeni bir alandı, daha doğrusu ülkemizde akademik olarak gelişmekte olan bir alandı da...Her şeyden önce seçtiğim fakülte tercih ettiğim üniversitenin yeni kurulmuş bir fakültesiydi. Dört sene evvel kurulmuştu, oldukça yeniydi. Pek çok şey daha tam olarak yerine oturmamıştı.
Madem Boğaziçi'ni ve Odtü'yü yazmayacaktım, bulunduğum üniversitenin çevrede popüler görülen, geleceği parlak ve ilgimi de çeken fakülte ve bölümünü yazmalıydım. Ayrıca bilmenizi isterim ki o fakülte Odtü ve Boğaziçi'nde yoktu. Ben de tercihimi bu şekilde yapmıştım. Bu arada ikinci üniversiteyi okumuş olacaktım. Maddi durumun kötü olması nedeniyle açıktan dört yıllık bir bölüm okumuştum. O zaman da puanım fena değildi, ikincideki gibi süper olmasa da... Ama açıktan okumuştum. Biraz ferahlayınca ve çevrede örgün öğrenimde okumanın önemini gördükçe (halbuki bitirdiğim yer iyi bir fakülteydi, dört yıllık olduğu için de diplomada açık öğretim diye yazmıyordu ki zaten dört yıllık olduğu için örgün öğrenimle eş değerdi, üstelik iyi dereceyle bitirmiştim, öyle olduğu halde insanlar önyargılıydı) tekrar okuma isteği uyanmıştı, hem elimde de fırsat vardı. Kendi bulunduğum yerde okuyabilirdim en azından. Yine de kararsızdım yeni baştan başlamaya. Diğer taraftan herhangi bir uzman beni yönlendirmemişti. Çünkü dershaneye gidememiştim.
O sene sınava girmek konusunda kararsızlık içindeydim. Nihayetinde kararımı verip kendi çabalarımla çalışarak sınava hazırlanmıştım. Aynı ilk girdiğim sınav gibi yine ikinci seferde de kendim çalışıp hazırlandım.
Sonuç olarak tek tercih yaptım ve master için de aynı yeri seçtim. Yani üstüne master yapıyorum.
Yeniden başlamaktır. Geleceğe uzanmaktır birlikte. Şu zorlu hayatta bırakmamaktır birbirini. Ne olursa olsun sevmektir insanı. Bu tüm insan ilişkilerinde böyledir.
Yeniden başlamaktan hiçbir zarar gelmez.
Bitişi veya sonu biz çizeriz. Olumlu şeyleri de olumsuz şeyleri de biz kendimize çekeriz. Herşey bizim elimizdedir. Neticede hepimiz insanız, hatalar yapabiliriz. Önemli olan bu hataları görmek ve telafi etmektir, onlardan ders çıkarmaktır. Bu noktada artık bambaşka ve güzel bir ilişkiyle yola devam etmektir...
Yok aslında sen normalsindir de...Seni kimsenin anlamamasından dolayı içine düştüğün durumdur. Kişinin düşünmemesi, sorgulamaması, anı yaşaması olması gerekendir. Eğlenmene bak, hayatın tadını çıkar denir. Sen olayların ve kişilerin iç yüzünü adeta mercekle görürken, her şeyi sorgularken ve neyin nasıl olması veya olmaması gerektiğini düşünürken, içinde yaşadığın dünyanın "gerçekliğini" sorgularken sen çoktan ötekileştirilmişsindir. Sen artık "gerçek" dünyamızda yaşamayan bir "deli"sindir ya da "ölüsü"ndür *
Günümüzde ingilizce'de resmen kullanılan bir sözcüktür. Oxford ingilizce Sözlüğü'nde yer almaktadır:"Lateral Thinking".
Edward De Bono'ya göre yanlamasına düşünme, kavramların, algıların, diğer bir deyişle zaman içinde belirlenmiş deneyim kalıplarının değiştirilmesi gibi çok belirgin bir konuya işaret eder. Yanlamasına düşünme, asimetrik bir kalıp oluşturma sisteminde bir kalıptan diğerine atlama demektir.
Düşünür yeni bir kalıba kestirmeden geçer ve eğer bu kalıp düşünürü bir sonuca ulaştırıyorsa "Evreka" etkisi çıkar.
Yanlamasına düşünme yerleşmiş kalıpları değiştirmeye uğraşır.
Düşünme, okuma, yazma işini bağımsız bir biçimde gerçekleştiren bir grup.
Ahmet Çiğdem'e göre Osmanlı döneminde matbaa ve gazetenin (tabiatıyla dönemin şartlarına uygun olarak) yaygın kullanımı bile, islamcı literatinin entelijansiyaya dönüşmesini sağlayamamıştır.
Baltimore'da 20 Mayıs 1947'de doğmuştur. Amerikan eleştirel teorisyeni ve feminist bir düşünürdür. Habermas'ın farklılıkların dışlandığı kamusal alan kavrayışının aksine farklılıkların sergilendiği bir kamusal alanlar kavramına işaret eder.
Yasin Aktay şu şekilde ifade etmektedir: ilk islamcı hareketin körükörüne taklide karşı akla, islam'ın bütün boyutlarıyla hayata geçirilmesine, Müslümanların bir lidere(imama) sahip olmalarının inançlarının ayrılmaz bir parçası olduğuna ve mevcut yöneticilerin islam'a uygun hareket etmeleri gerektiğine, Müslümanca bir eylemin inancın ayrılmaz bir parçası olduğuna (amel-iman/eylem-düşünce bütünlüğüne) ve insan iradesine vurgu yapan Mutezile tarafından sistematize edilmiştir.
Yasin Aktay mutezilenin iradeye yaptığı vurgunun ilk islamcı söylemin ana temalarından olmasının şaşırtıcı olmadığını da vurgulamıştır.
Paul Feyerabend, bilim insanının bu ilkeyi benimsemesi gerektiğini söyler. Buna göre tek bir teoriye saplanıp kalınmamalıdır. Bir teorinin karşısındaki karşıt teoriler de geliştirilmelidir. Böylece bir teorinin ne kadar güçlü olduğu da görülmüş olacaktır. Çünkü karşıt teoriler ne kadar güçlenirse güçlensin bir teori yıkılmıyorsa bu, onun gücünün göstergesidir. Ama teori gittikçe zayıflıyor ve çöpe gidiyorsa, bu noktada bir sorun vardır. Yani teoriyi kendi içinde sınamak, yanlışlamak veya doğrulamak değil, bir teori havuzu içerisinde diğer teorilerle etkileşimli olarak sınamak gerçeği gösterecektir. Bu, tezlerin antitezlerle çürütülmeye çalışılması gibidir. Teziniz çürümüyorsa güçlüdür.
Mantıksal pozitivistler acilen yapılması gereken ilk şeyin anlamlı olanla anlamlı olmayanın ayrımının yapılması olduğunu belirtmişler ve bilim ile felsefenin konumlarının yeniden tanımlanması gerektiğini söylemişlerdir. Ama felsefenin görevinin dünyayı betimlemek olmadığını, bunu zaten bilimlerin yaptığını belirtmişlerdir. Bu noktada felsefe, bilimlerin kullandıkları kavram ve ispatlama yönetemlerini neden kullandıklarını ortaya koymalıdır. Kısaca felsefenin yapması gereken şey, "söz etmekten söz etmek"tir. Peter Winch bunu "temizlikçi felsefe anlayışı" olarak adlandırmaktadır. Bu noktada daha net bir ifadeyle felsefenin yapması gereken şey, anlam karışıklıklarına bir son vermek ve nelerin nasıl ifade edileceğini veya edilemeyeceğini ortaya koymaktır.
Endüstri psikoloğu Dr. David Merrill, Jung'unki gibi insanların iç hallerindeki farklılıklardan ziyade-Jung, Merill'den yaklaşık kırk yıl evvel "Psikolojik Tipler" adlı kitabını yayımlamıştı ve kitabında "Düşünenler, hissedenler, yaratıcılar ve yapanlar" olmak üzere dört tip tanımlamıştı-insanların dış davranışları arasındaki farklılıklar üzerinde yoğunlaşan bir yaklaşım getirmiştir.
Bu "soyal üslup yaklaşımı"na göre dört tip üslup vardır: Analizciler, yönlendiriciler, cana yakınlar ve dışavurumcular
Analizci: Daha az girişken ve daha az tepkiseldir
Yönlendirici: Daha fazla girişken, daha az tepkiseldir
Cana yakın: Daha az girişken ve daha fazla tepkiseldir
Dışavurumcu: Daha fazla girişken ve daha fazla tepkiseldir
Biraz tüy olsun artık. insan o insan. Zaten kol tüylerini yolmak zararlıymış. Deri deforme oluyormuş. Pek çok tanıdığım var böyle olan, lazerlerle kendilerini yakanlar, ağdayla tahriş edenler, sivilce dolanlar... Dışarı çıkmak bile istemiyorlar. Öyle iğrenç bir görüntü oluşacağına hafif tüy olsun ki onlar kıl değil aslında gerçekten tüy, daha iyidir. Aşırı olmadıktan sonra, hirsutizm hastası olmadıktan sonra ne gerek var. Kapitalist sistemin tuzaklarından biri işte bu. Kadınlar yolunmuş tavuğa döndü iyicene. Doğallığı öldürdüler. Yazık. Anormal olmadığı sürece doğal haliyle kalması insanın çok daha iyidir.