kendisi bana bir adet mecelle hedaye etmişliği vardır. sert bir adam gibi görünse de aslında kibar ve sigarasına düşkündür. mütevazı da biri aynı zamanda. merak edenler üsküdar'daki sebil yayınevini ziyaret edebilir. lafını esirgemeyen hukukçudur da aynı zamanda.
keşke ismi kadar karizmatik olsaydın be broko.. nedense zayıf ve güzel mümessil hanım kızlarımızda bağımlılık oluşturan bu bitkiyle aramız hiç iyi değil. çek bi' sandalye dertleşelim şehzade.. efendim bu sebzemiz şekil itibarıyla karnabahar'ın amcasının oğluna benziyor olması hasebiyle son zamanlarımın korkulu rüyası. evet dostlar, annenin yenmemesine rağmen ısrarla pişirdiği brokoli zulmünden muzdaribim.
ben tabiat itibariyle timsahgillerden geliyorum. cüsse itibarıyla hastanede karıştırılma ihtimalim de yok, kasımda kim doğar ki lan zaten.. muhtemelen afrikada bir nehirden çalınıp bu güzel insanlara kakalandım, zaman içinde de insana benzedim. bakma öyle, mümkün bunlar. sonuç olarak et benim ana besin kaynağım. yok hakkaten öyle, domates bile yiyemeyen biriyim ben. gel gör ki kantarda 3 hanelere yaklaştığı boyutlara ulaşıncai annem korkuyla bu brokoliyi önüme koydu. aslında acayip etkili bir yöntem. benim gibi etçilleri yemeden içmeden soğutabilir. gerçi sonra damağımda bıraktığı tadı yok edebilmek için daha çok kendimi yemeğe verdim ama olsun; bana yan etki yaptı, başkasında tutabilir, orasını ben bilmem, eşi... öhöhöh sululuğa gerek yok..
işin aslı, brokoli öyle makyajsız da gelmedi önüme. çeşitli fabrikasyondan geçirilmiş, gelinlik giymiş genç bir kız gibi süslendirilmiş, saçları zeytinyağlanmış, vazgeçemediğim limon koluna girmiş, bilumum et yemeklerinin yandaşı olan maydanoz ve daha bir kaç çeşit tanıdık simayla harmanlanarak daha bir arkadaş canlısı, daha bir tanıdık hava verilmiş brokoliye.. ilk bakışta her şey çok güzel; ancak makyaj lan işte bunlar.. sabah olup da makyajı aktığında görmezden gelemiyorsun. acı gerçekle başbaşa kalıyorsun. çektik, biliyoz olum.. kendisinin o sıradışı tadı ve kokusu bütün yanındaki sunni güzelliklere baskın çıkıyor. dedim madem götü göbeği saldık anacım uğraşmış gelinlik kız edasıyla özenle süslemiş yemeği bi' deneyelim dedim; demez olaydım. nolurdu ''canım istemiyo, karnım tok'' diyip bakkal ramazan'la geyiğe diye çıkıp pideciye uğrasaydım. neyse, sadede geliyorum; çiğnemeye başlıyorum ancak bir türlü kursağımdan aşağı indiremiyorum meredi.. kursağım bana karşı geliyor, isyan ediyor, söz geçiremiyorum mirim vücuduma. ikna çabalarım da kifayetsiz kalıyor. bu sefer savaş planımı değiştiriyorum, çiğnemeden yutmaya kalkıyorum; ama brokoli dediğin ağaç gibi lan işte. biraz evvel kendisini almayan kursağa saplanıp kalıyor ve intikamını emsali mohaç meydan muharebesinde bile görülmemiş bir tarzda alıyor. öksürte öksürte anamı ağlatıyor.. böylesine de gururlu, istenmediği yere postasını koyuyor. olan yine benim diyete oluyor. başlamak üzere olduğum; ama bir türlü başlayamadığım diyetlerin arasına bir yenisi daha ekleniyor.
sonuç: yemişim diyetini. bir yemediğim o kalmıştı.
artık mutabık olduğumuz bir konu var ki; aile babası olmanın en önemli niteliklerinden biri de şerbet gibi karpuzu seçebilmektir. bir babanın sağda solda anlatılan anlarından birisidir seçtiği karpuzun kıpkırmızı, kurabiye gibi çıkması. o sıra o babanın gözlerinin nasıl parladığını, nasıl bir sevince boğulduğunu anlayacaksınız. dünyalar onundur artık. para, pul, kariyer.. koy götüne.. adam karpuz seçmiş, var mı ötesi..
ben de şu yaşımda bunu anladım ki; evlenebilmek için en önemli şartlardan biri buymuş dostlar.. iyi karpuzu seçebilmek. karpuz seçemeyen bir erkekten iyi bir koca, ideal bir baba olmaz, olamaz. çatırdar o ailenin temeli, yürümez. ciddiyim. var böyle aile babaları, karpuzu seçemiyorlar, acı ama gerçek. üzülerek söylüyorum, yarayan kanamızdır bu adamlar. akşamları duble rakıları götürmelerinin sebebi başka bir şey değil. çocuklarına kral bir karpuz yedirememenin verdiği hüzünden ötürü adam kendini içkiye veriyor. seni anlıyorum aile babası bey.. böyle babalar için kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri, belediyeler ve diğer vakıf, dernek ve tüzel kişiler tarafından derhal kurslar açmalı ve ''iyi karpuz nasıl seçilir?'' konulu seminerler verip eğitmeli bu insanlar. ailelerin huzurunu ve mutluluğunu sağlamak bir devletin en önemli görevlerinden biridir dostlar. zira aile huzurluysa, devlet de huzurludur.
bugün girdiğim yds'den sonra çok net söyleyebilirim ki, ben ingilizce bilmiyomuşum. neyse ki bi' iddiam yoktu, seviyemi göreyim diye girdim, anladım ki seviyem bile yokmuş. istatisklere güvenip bilmediğim tüm soruları c şıkkı yaptım, yani yarısı. gülme amk. bazı sorularda doğru şıkkı unutmuşlar mı lan acaba diye içimden geçirmedim değil. hepsini eliyorum, veya hiçbirini eliyemiyorum. öyle ambale bi durumda kaldım işte dostlar. hele o çiftçilerin antibiyotikle olan deneyini pek anlamadım ama ziraat mühendisi diye bi' şey var amk, uğraşmayın telef ediceksiniz bitkileri de hayvanları da diye iç geçirmedim değil.. allah herkese fatih terim özgüveni versin, saymtayms..
işin kötü yanı, babama kötü geçti diyince, ''ulan anadolu lisesine gittin, senelerce kursa gittin, boşa mıydı yani?'' demesi çok koydu a dostlar. 40 bari alaydım iyiydi.
ayrıca şunu da belirtmek isterim ki, ösym adeta bir esnaf gibi kalemlerin üzerine ''emeğiniz, emanetimizdir'' yazmış ama aile salonu ve klima yoktu. açıkçası ben hizmetten memnun kalmadım.
aynı gün içinde ferdi tayfur'u da, chick corea'yı da, charlie parker'ı da, Nils Petter Molvaer'i de dinleyebiliyorum. böyle bir ruhum halim var. ama ferdi baba başka be koçero.
bahar şenliklerinde her türlü pkk gösterilerine ses çıkarmayan bu ''öğrencilerin'', galeyana gelip ülkeyi ayaklandırmak, sözüm ona devrim yapmak peşinde koşanların gerçek yüzüdür.
ulusalcılara bu fotoğrafı gösterince, ''olur mu abi öyle şey, yanlışlıkla olmuştur.'', ''2-3 kişinin yaptığı bi' şeydir o'', ''onlar her yerde var yeaa''.. gibi boş sözleri işitebilirsiniz.
ben takımın oyunundan zevk aldım. uğur boral'a serbest vuruş kullandırmak saçmalığın daniskası, ama yeteneksizler topluluğunda uğur boral'a iş düşüyo demek ki. en son holosko kullandı korneri. acil çözüm bulunması lazım, devre arasında hakkaten takviye lazım. sol kanat, stoper ve forvet takviyesi olmadan ilk 5'te bitirmemiz zor.
bu kadroyla yürekten oynayan takımı ve ekibi kutluyorum yine de. bu yeter la bize.
hisseden var mı bilmiyorum ama bu sahnenin bir kokusu var ve unutulmayan, ciğerlere sinen cinsten. anne kokusu gibi, sevgili kokusu gibi. öyle tiyatroya giden bi' insan değildim, hatta ilkokuldan sonra gitmedim, ev arkadaşımın tavsiyesi üzerine 'işşizler cennete gider' e gittik, beklediğimden az insan olmasına rağmen, oyunların hepsi istekli ve profesyoneldi.
sahne bittikten sonra ferhan bey'le tanışıp, imza almak için kitap da satın alabilirsiniz. ancak kendisiyle fotoğraf çektirmek için heveslenmeyin, anca imza alırken çektirebilirsiniz, sonradan çektirmek isteyenlere izin vermiyomuş kendisi.
ha bi' de, biletleri ucuz yerden alın, zaten 50 kişi olduğu için sizi ön sıralara alıyolar.
dilencilik yapar gibi önyargılara maruz kalan insan. kimin başına ne geleceği belli olmayacağından, yarın sokaklara düşüp düşmeyeceği belli olmadığından, dilencileri hor görmemek gerek. keza onlara gurursuz demek de inciticidir.
başlık sığmadığı için anlatım bozukluğu oldu ama başlık tam olarak; ''yeni aldığın ütü masasını koltuk almış eve giderken hoşlanılan kızla karşılaşmak.''
son bir ayda beni en çok yaralayan olay bu oldu. günlerdir kirayı denkleştireyim alıcam diye hayallerini kurduğum, uğruna ütüsüz gömlek dağları biriktirdiğim ütü masasını Çapa'da ki bir spotçudan almanın heyecanıyla mevlanakapı mahallesine doğru sallanıyordum. sallanmak da ne kelime, sanki sırtına 250 kiloluk top almış seyyid onbaşı edasıyla yolun ortasından yaldır yaldır yürürken, duygu da bana doğru geliyordu. o an ensemden çatala doğru soğuk terler inmeye başladı. koltuğumun altında daha jelatini bile açılmamış 1.5 metrelik ütü masası, diğer kolumda akşam pazarına 1.25'e aldığım mandalin torbası, yolun ortasında kaldım, karşımda da gündüzümü yeterince meşgul etmekle kalmayıp, geceleri bile uykuma gelen duygu. önüme bakıp tanımasam mı acaba diye düşünürken, babamın ''olduğun gibi görün, ya da sen görünmesen de olur'' dediği aklıma geldi, hala düşünür dururum altında yatan ince mesajı ama babadır kötü şey söylemez diyip, başımı yukarı kaldırdım ve duygunun gözlerine bakarak selamımı verdim. her zamanki gibi duygu selamımı almadı ve somurtarak yoluna devam etti. niyetimin ciddi olduğunu henüz farkemedi sanırım. neyse, o da anlar bi' gün, onu ne kadar sevdiğimi.