Bu hapishanenin yakılıp yıkıldığı gün Fransa için bayramdır.
iŞiD adı verilen kanlı terör örgütü tarafından, 2016 yılı 15 Temmuz günü, bayram, katliama dönüştürülmüştür.
Korkarım iŞiD sayesinde Trump Amerika'ya "başkan" olacak... Vah gezegenim vah! http://www.dailymail.co.u...-Bastille-Day-attack.html
Profesör...
Kalp uzmanı.
ByPass ameliyatı yapmak yerine ayak damarlarına masaj yapan bir pantolon giydirerek sizi iyileştirdiğini savunuyor.
Yaptığı işe de EECP (Ritmik Masaj) deniyor.
Türkiye'de pek bilinmeyen bu işi anlatmak için şimdi de kırmızı pantolon kampanyası başlatmışlar.
Spor yapana;
selülit sorunu olana;
kalbi sorun çıkartana;
merdiven çıkamayana;
derin uyku uyuyamayana
KIRMIZI PANTOLON
öneriyorlar. https://www.facebook.com/...izipantolonlular/?fref=ts
MUKTEDiR KÖTÜLÜKLERi...
Aydın Doğan...
Medya patronları içinde, "kötünün iyisi"...
Onca "eziyete" rağmen, bazıları gibi tam bir "teslimiyet" göstermedi...
Teslim olmamasının tam nedenini bilemiyoruz.
Ama teslim olmuyor; direnmeye devam ediyor.
Adama yapılmadık "iktidar kötülüğü" bırakmadılar.
Son olarak dün, MAHKEMEYE çıkardılar.
Aydın Doğan'ın Mesut Yılmaz ile yakınlığı zaten herkesin malumu.
Bu yakınlıktan ÇIKAR elde etmiş de olabilir; mahkeme kararı olmasa bile çıkar elde ettiğine "kanaat" getirebilirim.
Ama bu iktidar da tıpkı öncekiler gibi, çıkar karşılığı onca yandaş yaratmışken,
adamı böyle diz çöktürmeye çalışmaları midemi bulandırıyor. http://galeri.uludagsozlu...nmaktan-korkunca-1116433/
Bu tip angutluklar sadece biz Türklere özgü karakteristik bir davranışmış gibi takdim edilir.
200 yıldır hayranız ya Batı'ya...
Onlar ne yaparsa mükemmel.
Biz, üçüncü sınıf...
Hiç de öyle değil...
Batı'da da bizim dungullara benzeyen tarihe saygısız çok insan vardır.
Mümkünse bir gün bu işin Batılı örneklerini toplayıp kitap yapmak istiyorum. (Ha, ha, ha...)
En yakın misal: http://www.dailymail.co.u...tain-try-escape-heat.html
BAHÇELERiNDE MAYMUN BESLENEN MAHALLE...
Annesi 1940'larda bu mahallede doğan; halen bu mahallede ikamet eden 1962 doğumlu bir arkadaşım anlattı:
Kuğu pastanesinin karşısındaki sokaktan (Galipbey'in devamı) sahile doğru devam ettiğinizde; yolun solunda bloklar var.
işte o blokların olduğu yerde, 5 yıl öncesine kadar, az katlı çoook geniş bahçeli bir beton köşk vardı.
Arkadaşım 1978'de, o evin bahçesindeki METAL BiR KÜRE içinde, ev sahibinin MAYMUNLAR BESLEDiĞiNi; hatta o bahçede tavuskuşu bile gördüğünü hatırlıyor.
** Evin sahibi hayvanlara meraklı, kendi evinin bahçesinde hayvanat bahçesi oluşturmaya meraklı biriymiş. **
Hatta arkadaşım annesiyle konuşmuş bu hatırayı; annesi demiş ki:
- 1950'lerde, ben çocukken, o maymunlar bahçeden kaçıp bizim evlerimize gelirler, pencereden bizi izler ya da sofradan yiyecek kaçırırlardı.
Birilerinin "niyetini" tahmin ederek gezegenimizdeki her tür "insani vakayı" üst akıla bağlayanlara çok gülmeye devam ediyorum...
Mesela gezegenin en kabadayı devleti ne niyetlerle yola çıktı; ne "sonuçlarla" kıç üstü oturdu! insan manipula edilebir bir mahlukat değil.
Birilerinin niyetiyle insan evlatlarının kukla gibi oynatılabildiğine "inanç", eşrefi mahlukata (ki sizin jargonunuz) hakarettir.
Üst akıla inanmak bilim değil "batıldır". Her şeyi üst akıla bağlamak, aklın çocukluk hastalığıdır.
Bir olayı analiz ederken, olayın aktörlerinin niyetine bakılır; bu bilimdir. Ama en güçlü en iktidarlı niyet sahibi, haşa Allah gibi tanımlanmaz. Bu bilim de olmaz din de olmaz; batıl olur; salaklık olur.
Darı ile Mısır'ı eş anlamlı zanneden çok büyük bir nüfus vardır.
Türkiye'nin 18 yaş üstü 55 milyonluk nüfusunun kabaca 30 milyonu, darıyı mısır zannetmeye devam etmektedir.
(Temmuz 2016 itibariyle)
Buna rağmen,
iki farklı ürünü karıştıran kişilere mal diyen ve bu entriyi yazan arkadaşlar,
tarlada ekilmiş hallerini gördüklerinde,
buğday'ı yulaf'tan, yulafı çavdardan, çavdar'ı arpa'dan ayırt edebiliyorlar mı, ben de bunu çok merak ediyorum.
(Hayır ben ayırt edemiyorum; çünkü birbirine benzeyen bu ürünleri çiftçi kadar yakından tanımıyorum.)
Amerika'da liste başı olmayı başaran tek Japonca şarkıymış.
Hikayesini Ertuğrul Özkök yazmış.
Sukiyaki (Ue o Muite Arukou)
Şarkıyı yazan, ülkesindeki Amerikan askeri varlığına meğer çok dertleniyormuş.
Bir gün protesto mitingine gitmiş.
Dönerken, protesto edenlerin bu kadar az oluşuna dertlenmiş.
Bu derdini ve kendisiyle duyduğu gururu şiire dökmüş; sonra şarkı olmuş.
Amerikalılar da kendilerinden pek hazetmeyen ama kendilerininkine benzeyen bir tür müzik yapan bu adamı baştacı etmişler.
Yıl 1950'ler...
Şarkı bu: https://www.youtube.com/watch?v=C35DrtPlUbc
Özkök'ün şarkıyı anlatan yazısı da şu: http://sosyal.hurriyet.co...abayi-suremez-mi_40142604
Bizim çocukken briket diye bildiğimiz malzemenin daha moderni...
Hafif yapı malzemesi. Arkas 'çılar tarafından Türkiye'ye getirildi. http://www.poncebloc.com.tr/
BiLiM!
Arkadaşlar isteer inanın ister inanmayın...
Avrupalılar bizim alaturka helalardaki kakalama şeklimizin daha sağlıklı olduğuna artık yüzde yüz inanıyorlar.
Çünkü Batı bilimine göre, insan evladı aynen bizim alaturka helada oturduğumuz gibi oturup kakalamak üzere planlanmış (Yaratılmış.) http://galeri.uludagsozlu...nılmaz-rahatlığı-1114539/
Fıtrat!
Aha bu da ingiliz Daily Mail gazetesindeki haber: http://www.dailymail.co.u...ovements-easier-pass.html
Bizde hepsinin ortak adı GÜZiN ABLA...
ingilizler AGONY AUNT diyorlar; teselli teyze.
Hemen her gazetenin, tv'nin AGONY AUNT YA DA AGONY UNCLE'ı var.
Bizde GÜZiN ABLA'ya ne kadar saçma salak sorular geldiğinin hepimiz farkındayız...
Peki Batı'lı benzerlerine nasıl sorular geliyor?
(Not düşelim: Bizim Güzin ablalar, Batılı agony aunt'ların taklididir. Yani biz icat etmedik bu ablalığı; Batılılar icat etmişti, biz de taklit ettik. Neyse...)
Türkçeleştirmiyorum...
Ama ingilizcelerini anlamak zor değil zaten.
Mesela birisi sormuş:
"Çıplak poker oynuyorduk; karımın vaginasına poker fişi girdi.
Hamile kalır mı?"
Bizde ne kadar çüş varsa; onlarda da o kadar çüşlük var.
insan evlatlarının kumaşı aynı kumaş; milliyet ve ırk fark etmiyor... http://galeri.uludagsozluk.com/r/agony-aunt-1114531/
Adı nüfus kağıdına Muzaffer "yazılan" anamın hikayesidir.
1945'in 30 Ağustos günü doğmuştur.
-- Hikayem GERÇEK bir "Cumhuriyet hikayesidir" "abiler":
----------------
Dedem, çok huysuz bir "Demokrat Partili"ymiş.
Nüfus memuru ise, koyu CHP'li.
Dedemle pek iyi "anlaşamazlarmış."
1945'te bugün doğan anamın adı HABiBE olduğu halde, nüfus müdürü dedeme inat MUZAFFER yazmış.
ilkokula başlayıp da anamın adı sorulana kadar, durumu bilmiyordum.
Öğretmenim annemin adını sordu; HABiBE dedim.
HAYIR dedi; "annenin adını bilmiyor musun?"...
Allah Alllaaah!
- "Annemin adı HABiBE öğretmenim!"
Değilmiş, Muzaffer(miş)!!
Mekanı cennet olsun...
-----------------------------------
Şimdi diyeceksiniz ki,
"Ulan 1945'te doğmuş anan. 1945'te Demokrat Parti mi vardı."??!!
Yoktu...
1940'larda doğmuş olup da nüfus kağıdı doğduğu yıl alınmış olan kaç kişi vardır?
Dedem, anamın nüfus kağıdını 1946'da almış.
Bu bir "siyasi eleştiri" değil.
Hiç öyle bir niyetim yok...
Dedemin durduğu yerde hiç durmadım.
Ama dedemin "öfkesi", genetik; bende de var:
Kim bana "dayatırsa", dayatanın "düşmanı" olurum.
Allah hepimizi "dayatan politikacılardan" korusun.
--------------------------------
Nüfus kağıdına tekrar bakınca hatırladım...
Aynı "inatçı" nüfus müdürü, anamı hem bir YAŞ BÜYÜK hem de ERKEK yazmış.
(Eskiden yaşını küçük yazarlarmış ki, askere GEÇ gitsin.
Bizim "dedeme gıcık" nüfus memuru, hem erkek, hem BÜYÜK yazarak, annemi ASKERE DE GÖNDERMEYE niyetlenmiş...)
Ertuğrul Özkök'ün Yedi Büyük Günah kitabına yani yırtık don projesine küçük ortak olmuş kişi.
Neden Özkök'e "yandaş" olmuş; bir öyküsünü bulamadım...
Çok mu sever ve takdir edermiş kendisini?
Al-Ba'ath
Suriye Baas partisinin yani bizzat devleti yöneten partinin yayın organı: http://albaath.news.sy/
(2011'de Suriye'de günlerce dolaşmış; sokaklarda gazete bayisi görememiştim. Hayatımda hiç gazete bayisi görmediğim tek ülke, Suriye olmuştu.)
Suriye'de yayınlanan gazete, dergiler ve tv kanalları...
Çoğu devletin, yani Esad'ın...
Mesela şu, Esad'ın devletinin çıkarttığı ingilizce gazetenin web sitesi: http://syriatimes.sy/
Şile'de, Ağlayankaya Uzunkum'da bir otel...
Böyle bir otelin varlığını, o sahildeki halk plajında denize girerken farkettim.
Tüm Şile'nin en güzel denizi, burada diyebilirim.
Bizim girdiğimiz gün, dalga yoktu.
Deniz suyu acayip ısınmış, Antalya gibi olmuştu.
Kumu çok güzel.
Fakat halk plajından denize girmekle bu otelin önünden denize girmek arasında bir fark yok.
Hani bu otelde duş varsa, ondan yararlanayım dedim; ama maalesef onu da bulamadım.
Sahili güzel, ama duşu yok.
Ağustos 2015'te oda fiyatı kişi başı yarım pansiyon 150 liradan başlıyormuş. http://www.sileresorthotel.com/
Herkesin varlığından haberdar olduğu, bir ünü bulunan mezarlıklar...
Mesela Paris'teki Pere Lachaise.
Mesela Yekaterinburg'daki şirokoreçenkkoyu.
Mesela Moskova'daki novodeviçiy.
Caddeniz daha yeni asfaltlandı...
O da ne!
Dün bir, bugün iki, BiRiSi ASFALTI KAZIYOR.
Peki bu adamlara bu tranşeleri açma iznini KiM izin veriyor?
işte yanıtı: http://galeri.uludagsozluk.com/r/tranşe-818878/
New York Modern Sanat Düşüncesini Nasıl Çaldı (Soyut Dışavurumculuk, Özgürlük ve Soğuk Savaş) adlı kitap ile daha yakından tanıma fırsatı bulduğum, bana hiç bir şey demeyen resim ekolü.
Kimselerin iplemediği, Avrupalıların küçümsediği Amerikan sanat ortamı, bu akım ile, dünya sanat piyasasının merkezi haline gelmiştir. http://www.idefix.com/kit...?sid=DZT3ZH2NWY8MSID4HHN2
Kitap şu sorulara yanıt arıyor:
Dünya sanatının merkezi Paris’ten New York’a nasıl taşındı?
Amerikan Soyut Dışavurumculuğu’nun, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra kazandığı büyük başarının ardında yalnızca sanatsal nedenler mi vardı?
‘Özgürlükler ülkesi’ liberal Amerika, soyut sanatı bilinçli olarak mı destekledi?
Hükümetinin Soğuk Savaş döneminde izlediği tutum, bilinçli bir sanat politikası mıydı?
Yakın dönemin sanat tarihine tutulan bir ayna, sıra dışı bir sanat tarihi okuması.
Şam'ın en ünlü lokantasıydı.
2011 yılı Nisan ayında, daha çatışmaların başında, Suriye'ye gitmiştik.
Hakan ile, Şam kapalıçarşısı içindeki EL HAVAiLi lokantasında yedik akşam yemeğimizi.
Akşam 20.00 gibi içeriye girdiğimizde kimsecikler yoktu.
Meğer Şam'da akşam yemekleri 21.00 - 22.00 gibi başlarmış.
O lokantada daha önce Esad ile RTE birlikte yemek yemişlerdi.
Bizim niyetimiz de aynı lokantada beslenmekti...
Kuş sütü eksik yemeğe, iki kişi, 30 dolar verdik!
Hürriyet gazetesinde Fehim Taştekin, bugün, işte o lokanta hakkında yazmış.
Maalesef o şahane lokanta KAPANMIŞ! http://galeri.uludagsozluk.com/r/khavali-807632/
VAH BiZE...
Çocukları Eskişehir'de "köy hayatını" tanımaları için bir arkadaşımın köyüne götürdüm.
Bu köy (Okçu köyü), Kaymaz'a bağlı; FASULYE yetiştiriyorlar.
Anlattıkları bir olay "dehşete" kapılmama neden oldu.
Olay şu:
Fasulye ekildikten sonra, dibinden yabanıl otlar çıkıyor.
Zaman zaman çapa yaparak bu yabanıl otları temizlemek gerek.
Çapa yapan işçinin günlüğü 50 lira.
Çok! (Öyle diyorlar.)
Galonu 10 liradan ot öldüren ilaç alıp, fasulye daha yavruyken, otları ilaca boğuyorlarmış.
ilaç ucuz, çapacı işçi pahalı...
Habire ilaç basıp, fasulye fidanı dibindeki otları öldürüyorlarmış.
O ilaç, fasulyeye de sıvanıyor.
O kimyasalın gereğinden 10 kat fazla sıkıldığı o fasulyeleri, bir de meşhur fasulye diye afiyetle yiyoruz arkadaşlar!
Kişi başı tüketilen ilaç sayısı ya da ilacın parasal karşılığı...
Ne biliyoruz kendimiz için:
"Dünyanın en çok hap yutan halkı olduğumuzu."
- Gerçekten öyle miyiz peki?
işte size, bazı ülkelerin kişi başı ilaç tüketim rakamları... (Dolar cinsinden.) http://galeri.uludagsozlu...aşı-ilaç-tüketimi-805364/
Bakalım gerçekten dünyanın en çok ilaç tüketen halklarından biri miymişiz?