vahdettin değil abdulhamid-i sani için yazılan şiirdir. zamanında büyük doğularda yayımlanması adli kovuşturmaya tabi tutulmuştur. (yanılmıyorsam mahkumiyetle sonuçlandı)
hüseyin üzmez olayında ısrarla durun hele bir bekleyin dememden ötürü aynı hassasiyeti şimdi de gösterme mecburiyetinde olduğum vaka.
durun hele bir yahu... durun hele bi...
görüntülere bakmadım, bakmayacağım da ama görüntülerin gerçek olup olmadığını henüz kesin bir bilgiyle bilmiyoruz.
dahası da var; islam hukukunda perde arkasındaki günah şahısla Allah arasındadır, aşikaren gerçekleşmiyorsa kimse tecessüste bulunup meseleyi öğrenip de tellal gezdirerek ilan edemez. Eğer eş aldatma vakası ise onun şikayetçi olması ve kanıt sunması gerekir. Aksi halde insanlardan gizli ayıplara hiçbirimizin müdahale hakkı yoktur !
arkadaş bu sefer 4 milyon, 3.5 milyon kişi izlemesinde biz şöyle filmden anlayan 1.5-2 milyon civarında kişi ağız tadıyla bi' türkiyenin en iyi komedyenini izleyelim dediğimiz filmdir.
cem yılmazın filmlerine, goraya skeç filmi eleştirisi haricinde ağır bir eleştiri gelmez arkadaş; hele güldürmüyor hiç gelmez. amerikanın sakarlık, beceriksizlik, cinsellik üzerine kurulu saçma sapan komedilerinin, son dönem türkiyede o çizgiye özenen berbat yapımların yanında filmden anlayan biri böyle bir şey söylemez.
nerde o 'her şey çok güzel olacak' zamanları diyenlere o filmi yaptığım zaman kimse böyle söylemiyordu ama demiş cem yılmaz. durum tam olarak budur, başarıya karşı bir memnuniyetsizlik, beğenmiyorum burun kıvırıyorum böylece kendimi ululuyorum tavrı...
gelmeyin oğlum filme, gözlem ustasından yine şahane tespitlerle süslü bir parodi izleyeceğiz keyifle; canımızı sıkmayın...
1940'lı yıllarda Kudüs'ün Ayn Karim köyünde doğan bir kızın gerçek hayatından uyarlanan çizgi sinema. 4 Eylülde gösterime giriyor...
Bizim zamanımızda Hay vardı, Emre vardı (gerçi daha sonra Osmancık diye seslendirildiğine şahit oldum ama) ne de güzeldi. O iki çizgi film apayrıydı. Hay şu an bile bilgisayarımda kayıtlıdır, sıkıldıkça açar izlerim. Görelim bakalım bu da onların tadını verecek mi.
Şahsi kanaatime göre islamla alakası olmayan bir kavram...
islam'da dindar olmak yoktur, takvalı olmak vardır. Kimin takvalı olduğunu ise ancak Allah bilir. ibadetlerin şeklen tamam olması her zaman takvayı beraberinde getirmez, güzel ahlak ve acz duygusu ibadeti tamamlamalıdır.
ben takvalıyım diyenin de ayağı zaten kaymıştır...
ıstırap ve dert sahibi, inandığı davası uğrunda bir ömür tükentmiş bir insan olması. fakat bunun yanında muvazaacı ve sürekli alttan alıcı kişiliği, terbiye gösterisinde aşırıya kaçması bu sevgiyi kısmen perdelemektedir.
Sultan ikinci Abdülhamid Han zamanında, istanbul Boğazı'nın, Sarayburnu-Üsküdar ve Rumeli Hisarı-Kandilli arasında olmak üzere iki köprü ile bağlanması projesi yapılmıştı. Fransız inşaat mühendisi F. Arnodin'e 1900 yılında çizdirilen projede köprülerin, Eyfel Kulesi'nin yapıldığı çelik teknolojisiyle yapılması hedefleniyordu.
Sarayburnu-Üsküdar arasındaki aktarma köprünün iki kara tarafından ayakları arasındaki mesâfe 1700 metre idi. Projede beş ayak üzerine kurulması planlanan köprünün orta ayağının 32 metre derinlikteki deniz tabanına oturtulması planlanmıştı. Denizden yüksekliği 50 metre olan köprünün altından asılacak teleferiklerle vagonların taşınması hedefleniyordu. Rumeli Hisarı-Kandilli arasında yapılması planlanan köprü ise ilgili vesîkasında "Cisr-i Hamîdî" (Hamîdiye Köprüsü) olarak isimlendirilmiş sâbit bir köprüydü. Projede istasyonların Bakırköy ve Bostancı'ya kurulması, böylece demiryolunun şehrin dışından geçmesi planlanıyordu.
Boğaziçi'nde yapılacak olan bu köprü aynı zamanda Bağdad demiryolu hattına da bağlanacaktı. Cisr-i Hamîdi projesi büyük bir bina üzerine, minarelerle ve Kuzey Afrika mimârî tarzında kubbelerle süslü, som kârgîr destekler arasına kurulu, çelik halatlarla havada asılı demirden bir bina manzarasında idi. Bu kubbelerden her biri granitten yapılmış bir sütun üzerinde olup bunların üzerine toplar kurulmuş idi. Döner kulelerle askerî savunmaya da faydalı olacak olan köprü, aynı zamanda boğaz geçişini de kontrol altında tutacaktı. Köprünün geceleri çok güzel bir şekilde ışıklandırılması da, projenin mühim bir tarafını oluşturuyordu.
Bu köprüde yani Cisr-i Hamîdî'de tren, araba ve yayaların geçmesine mahsûs yollar ve basamaklar bulunmaktaydı. Köprü bu şekilde Anadolu ve Rumeli yakalarını birbirine bağlıyordu.
Minareleri ve kuleleri "Halîfe-i Müslimîn olan pâdişâh-ı âlî-câhın bütün kudret-i dîniye ve siyâsiyesini pîş-i enzârda tecellî etdirerek Osmanlıların şân ve azametini irâe" ediyordu.
Bu köprü ile de îcâbında Medîne'den trene binildiğinde Viyana'da trenden inmek mümkün olacaktı.
Boğaza yapılacak bir köprüyü ilk kez planlayan olması ve zamanında giriştiği kalkınma hamleleri münasebetiyle yeni köprüye ikinci abdulhamid köprüsü adının verilmesi.
ideolojik olarak yaklaşılarak hataya düşülmüş bir tespit.
Dil yalnızca kavmi olandan beslenmez, aynı zamanda ait olunan medeniyetin malıdır. Millet olmak aynı duygu, düşünce, hissiyat, ülkü etrafında birleşmekse bu olgunun en önemli yapı taşları kültür, tarih ve dindir.
Kültürümüzde selamun aleyküm yabancı değildir.
Tarihimizde selamun aleyküm yabancı değildir.
Dinimizde selamun aleyküm yabancı değildir.
Nasıl ki Avrupa medeniyetinin bütün dilleri arasında muazzam benzerlikler varsa, Türk-islam medeniyetinin dili olan Türkçede de asli yapısını kaybetmeyecek şekilde olmak kaydıyla arapça-farsça etkisi olması doğaldır.
''Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerde olan (kötü duygulara, batıl inançlara, dert ve sıkıntı)lara bir şifa, inananlara bir yol gösterici ve bir rahmet (olan Kur'an) gelmiştir.''
(Yunus Suresi/57. Ayet)
Üzerinde iyiden iyiye düşünmek, okumak, anlamaya çalışmak ve anladıklarımızla, öğrendiklerimizle amel etmek üzere indirilmiş olan Kur'an-ı Kerim'i acaba ne kadar okuyoruz? Okuduklarımızı ne kadar anlamaya çalışıyoruz? Ve okuyup, anladıklarımızı ne kadar hayatımızda tatbik edebiliyoruz?
Acaba Kur'an-ı Kerim'i okumak demek, sadece Arapça mübarek kelimelerini tekrar etmek mi demektir? Rabbimiz'in iKRA emrinden kasdettiği murad bu mudur?
Acaba Allah Teala Hazretleri Kur'an-ı Kerim'i bize hatimler indirelim, sevap kazanalım diye mi indirmiştir?
Acaba Kur'an-ı Kerim, sadece mübarek gecelerde Cuma gecesinde, Berat kandilinde, Ramazan ayında okuyalım diye mi indirilmiştir?
Acaba Kur'an-ı Kerim'e saygı göstermek demek, onu belimizden yukarıda tutmak, onu duvarda işlemeli örtüler içinde muhafaza etmekle mi hasıl olur?
Yoksa Rabbimiz bu kitabı ölülerimizin ardından okuyalım diye mi indirmiştir?
Yoksa Kur'an'a dokunursak çarpılır mıyız?
Kur'an-ı Kerim'e abdestsiz dokunabilir miyiz?
Acaba Kur'an-ı Kerim bizim kutsal kitabımız olmasının öncesinde kılavuz kitabımız değil mi?
Kur'an-ı Kerim sadece hocalar mı anlayabilir? Biz anlayamaz mıyız? O zaman neden,
''Andolsun ki, biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu?)'' (Kamer Suresi/17.Ayet) buyuruluyor?
Türk halkının % 94'ünün evinde Kur'an-ı Kerim varken, % 78'inin evinde meal ya da tefsir varken, 1/3'ü Arapça orijinalinden okuyabiliyorken, acaba neden sadece ve sadece % 5'i Kur'an'ı anlamanın gayreti içerisinde kaynaklara başvuruyor? Oku emriyle başlayan kitap acaba neden okunmuyor?
Bu tabloda görünen hal-i pür melalimize çözüm bulmak gayesiyle 2007 yılının Haziran ayında Zinde Sosyal Gelişim Derneği öncülüğünde Kur'an'ın Anlamıyla Buluşmak Platformu teşekkül etti.
Hayat kılavuzumuz kitabımızı gereği gibi okumanın, okuduklarımızı anlamanın, anladıklarımızı ihlasla uygulamanın, uyguladığımız güzellikleri de tüm insanlara ulaştırmanın idealiyle yola çıkan platformumuz bütün bunları yaparken olmazsa olmaz şartın bu dinin önderi Hz. Muhammed Mustafa'ya (sav) tabi olmaktan geçtiği bilinciyle hareket etmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'i en iyi anlayan O'dur. Çünkü Kur'an-ı Kerim O'na indirilmiştir. Çünkü O'nun ahlakı Kur'an'dı.
''(Kur'an) mübarek bir kitaptır ki, onu sana ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve aklı olanlar öğüt (ve ibret) alsınlar diye indirdik. ''( Sad Suresi/29. Ayet)
O gün yaşadıkları ve nasıl kurtulduklarıyla ilgili daha önce çok defa açıklama yaptığını anlatan Arif Sağ, şunları söyledi: "Otel yanmaya başladığı zaman arkadaki camı kırdılar, biz de camdan bir boşluğa atladık. O boşluğun ne olduğunu da bilmiyorduk. Atladığımız yerdeki tenekeler yıkıldı, biz balkona düştük. Balkon da Büyük Birlik Partisi'nin binasının balkonuymuş. Otel ile bina arasında bir balkon. Sonra orada patırtılar kütürtüler duyuldu. Karşı koydular önce oradaki insanlar. 'Biz sizi çağırmadık' gibi şeyler söylediler. Sonra BBP'nin il başkanı ya da başkan yardımcısıydı kim olduğunu bilmiyorum. Bir arkadaş beni görünce itiraz edenleri durdurdu bizi içeri aldılar. 41-42 kişiydik. içeri girdik oturduk. Sonra bizi içeri aldırtan arkadaş, 'Arif abi, Allah'ın hikmetine bak. Yıllar önce Kızıdağ'da bir kış günü arabam bozulmuştu. Sen durdun beni arabana aldın. Sivas'a getirdin beni ölümden kurtardın. Bugün de Allah kısmet etti ben sizi ölümden kurtardım' şeklinde konuştu. Orada bir saat kaldık, bizi emniyet müdürlüğüne götürdüler. Orada yaşadığımız budur. Biz hiç bir zaman 'BBP'liler geldiler bizi yaktılar' gibi bir laf etmedik. Öyle bir şey yok."
Müthiş belgesellere imza atmış, insanlığa ciddi hizmetleri dokunan bir kanaldır.
Bununla birlikte islamiyetle ilgili tavrının en ucuz tarafından müsteşrik edalarını aşamamakta olduğunu hatırda tutmakta fayda var.
alenen davul çalıp tellal gezdirerek ilan edilmemesi gereken bir durum. kimse kimsenin hayatına müdahele edemez ama meydan yerinde de hata afişe edilemez, güya samimiyet dürüstlük adına göze sokulamaz...
sonra bursanın erkeklerine laf gelir tabi hacım, benden bu kadar yani...