etrafındaki her şeye uydurmasyon bir sevgiyle yaklaşıp "ay inşallah canım yaa çok sevinirim yaa" diye söylenerek gezen bokun içinde boy vermişken hala umudun o sikimsonik ışıltısından bahsedebilen, hayatında gerçek bir dert sıkıntı görmemiş tırtoların kafasını ezme isteğidir. ey kör!
kızların "ay erkek dediğinin saçı 3 numara olacak ayol hihoahah" diye veryansın ettiği yavşaklıktır. yeni bir moda, yeni bir idoldür bu keloğlanlık. ortalıkta gabak kafasıyla gezip de şekil yapıyorum diyen insanlar alınmasın lütfen. aksine kabullensin. diğer yandan kızlar "uzun saç kıza özgüdür" mantığında ilerlerken saçını 3'e vurdurarak farklılık yaratmak isteyen çelişik dişi cinsler de mevcuttur.
peki neden yavşaklıktır? bu yeni dünyanın sikindirik modalarına kapılmış insanın aklından şüphe etmemek elde değildir çünkü. kumandalı oyuncak arabadan farkı olmayan bu beğeni düzeyi muamma insanlar otu ve boku bile moda olduğu sürece sevebilir. günün modası, keloğlan ve pipet kız... eski zamanlarda da şişman kadın ve yarma erkekti... şimdi kaslı erkek ve sıfır beden kız. neyse işte izlediğiniz reklamlar filmler birer sunumdur sizlere. sadece koyun gibi seyir haline geçmiş izleyici kitlesine, bir boka yaramayan malak gibi bakan bu tüketici ibnelere kapitalist formların oluşturduğu bu anlayış amaan neyse işte. çok da konuşmaya değecek bir konu değil. sadece hıyarca oluşturulan ve savunulan beğeni anlayışlarına bir tepkidir söylediğim. yalnızca kızlara ithafen değil erkekleri de kapsayarak söylenendir. geneldir. o öyle olacak bu böyle olacak diye bir şey yok. yoksa konu 3 numara değil. sikmişim 3 numarayı da. modanıza şekilci gençliğinize sokayım.
yüreğini açmak demedim, çünkü bahsettiğim açılma pek duygusallıkla ilgili sayılmaz.
bahsettiğim şey; bir insana kendi özünü, yapını, sınırlarını, hassasiyetlerini tüm samimiyetinle tüm benliğini açmaktır.
yani bir diğer deyişle, keriz olduğunu kanıtlamanın bir farklı yoludur. bazı insanlar haddinden fazla meraklı olabiliyor ya da sadece meraklı taklidi yaparak "bir gün lazım olur" kadrosuna bir insan daha katmak isteyebiliyor.
yanınıza gelip de neden sustuğunu, neden bilmem neyden nefret ettiğini, neden öyle bir saçmalığa önem verdiğini falanını ve filanını sorar da sorar... işin kötü yanı bir noktadan sonra senin o aşılmaz, heybetli, gösterişli, şaşalı duvarlarını geçsin diye merdiveni kendin sunarsın onun ellerine.
geçsin ki içimdeki karanlığı görsün biri dersin, bu kadar ilgiliyse kendi duvarının ardında da benimki gibi bir manzara olmalı mutlak dersin. belli olmaz belki bir ışık bulur da kurtulurum diye cılız bir umut ve kendinin de inanmadığı bir teselli eşliğinde.
fakat o meraklı gözler senin o sarsılmaz duvarının arkasında ne gizemler, ne tür renkler, ne cümbüşler var da ben göremiyorum umudunu bir anda kaybeder. bir kez göze sunmuşsundur çünkü duvar ardındaki harabeyi. duvarın tepesinden baktıktan sonra senin en küçük dokunuşta yıkılmaya yüz tutmuş zayıf şehrini görmüştür. artık o gözlerde merak yerine pek de saklamaya gerek görülmeyen inceden bir tiksinti yer etmiştir.
neyse böyle benzetmelere falan da ne alem varsa? kısaca, samimiyet diye abartılıp kutsallaştırılan sik bildiğin dalavereden ibarettir. en küçük bir zaafında, zayıflığında silinir gidersin en yakınım dediğinin bile gözünde, herkesin gözünde...
seni silenler ise her zaman güçlü görünebilmiş aciz köpek sürüsü mensuplarından başkaları değildir. hayat hayat diye abartılan halt sikik bir tiyatro yetisinden ibarettir. ya oyna ya da siktir git. **
söylenen her sözün aynılığından kaynaklanan durumdur.
her birimiz kendimizce bambaşka fikirlerle ve *yepyeni kaliteli sözlerle kendimizi pazarlamaya çalışırken aslında aynı doğruları ve yanlışları tekrar etmekten, aslında herkesin düşünmesine rağmen hala popüler olmamış her şeyi kendini farklı kılan özgün fikirler diye kabul etmekten ileri gidememiş ve gidemeyecek olan bu vaziyeti görüp ebedi sükuna çekilmektir. bu kendi kendine gösterdiğin yapay saygıya siktiri çekmektir.
kendi hayatının kurtuluşunu bir başka insanda görmektir. her çeşit anlamsızlıktan, boşluktan veya sıkıntıdan bir başka insan tarafından kurtulabileceğine inanmaktır. kurtuluşu kendinde görmek kadar budalaca bir fikirdir. tüm gayesi avutulmak, bir çocuk gibi kandırılmak olan insanların tutunduğu daldır. bu insanlar çok yalnızım derken sadece seks hayatından yoksun olmayı kast ederler. mutsuzlukları görmezden gelinmekten ibarettir. kendilerine öyle bir değer biçmişlerdir ki bu değeri anlamayan herkesin cezalanması gerektiğine inanırlar. zaten bu yüzdendir etrafta binlerce insanın herkesi cehennemlik kendisini ise melek görmesi. bu yüce kibir ve budalalık...
kurtuluş diye bir şey yok kardeşim. ey mal, ey saf, ey öküz! ne öyle ne de başka türlü bir kurtuluş efsanesi yok.
sıradanlığı, kendi sıradanlığını kabullenebilme yeti(!)sidir.
bu dünyada seni herkesten farklı kılan bir meziyetin veya üstünlüğünün olmadığını,
gelecekte elbet bir gün hayatının 180 derece değişeceğini,
şimdiye kadar kimseyle anlaşamama sebebinin üstün zekalı değil yalnızca sosyal beceriksiz olmandan kaynaklı olduğunu,
sokaktaki itten veya ağaçtan daha fazla değerin olmadığını,
herkesin gerizekalı olduğuna kanaat getirdiğinde yalnızca savunma mekanizmasını harekete geçirdiğini ve bunun kendi zevzekliğinden ibaret bir şey olduğunu,
şimdiye kadar onca çabaya rağmen elde edemediğin şeylere asla ulaşamayacağını çünkü bünyende yeteri cevheri barındırmadığını,
kendi ömrünün de her gün önünden geçtiğin berberin yaptığı gibi çay-sigara ve boş beleş muhabbet ekseninde geçeceğini,
insanlara karşı yabaniliğinin dehandan değil sadece öküzlüğünden kaynaklı olduğunu,
"sıradışılık" veya "kendini gerçekleştirmek" kavramlarının çok abartıldığını kabullenmektir. ve bu vaziyetin bir pes ediş olup olmadığını sorgulamadan, umursamadan gereksiz beklentileri öldürüp ruhu miskin bir ferahlığa kavuşturmanın bir yoludur. yüce siktir eyleyiş!..
bundan sonra sokağın ortasında "ben malım! eheh" diye bağırabilir veya benzeri tavırlarla terapi uygulayabilirsiniz kendinize. yerin dibine girdikçe ipleri salacak ve "sikerün dünyasını!" kafasında yaşayacaksınız. insanlar sizin için şöyle diyecek: "haa o mu... siksen sesi çıkmaz!.." başınızla hafif bir reverans yapacak ve her şeye eyvallah diyerek adım adım yerin dibine doğru basamakları ineceksiniz. orada ben sizi karşılarım.
benimseyip savunacak kadar hiçbir şeye kendini ait görmeyen ve olan biten her şeyin sonunun bir başka yanlışa, bir başka zevzekliğe çıktığını gören ve kimse tarafından ehemmiyete değer görülmeyecek olan kişidir. öyle bir düzendir ki bu, iki yanlışı da görürken illa ki bir tanesini doğru ilan ettirmek ister. baştan sona yanlışlıklar içinde yaşadığını sindiremeyen yaşam sarhoşu, hırs kurbanı insanların düzenidir bu. her şey amaçtan ve anlamdan yoksun bir boşunalık içindeyken bu amansız koşu için çabalamak...
kişinin, gün boyunca zorunlu diyaloglar dışında tek kelime etmesinin içinden gelmemesi, gelememesi durumudur. bu da yetmiyormuş gibi etrafında duyduğu sohbetlerin de zırva bir kısır döngü olduğundan yakınıp mide bulantıları geçirmesidir. içten içe sıkılmaya devam edip, heykel misali yaşar...
ömrü boyunca sorumluluktan kaçıp kendi ölümünün sorumluluğunu bile üstlenemeyecek olan, kendince geçerli sebeplerden dolayı intihar edememiş olan bezgin mutsuzun yegane dileğidir.
"yüce samimiyetsizlik."
bir yakınını kaybeden kişinin arkadaşlarının yaptığı baş sağlığı dileme durumlarıdır.
az önce yakınını kaybettiğinden mütevellit durum güncellemesi yapan yeni dünya insanı ve "çok üzüldüm başın sağolsun :(((" tarzı gayriciddi yorumlara tanık oldum. facebook denen oluşuma insanların ne denli aptalca kapıldığına zaten her aklı başında insan çoktan kanaat getirmiştir herhalde, tek tek şu saçmalık bu aptallık bu yanlış diye dile getirmenin alemi yok. sadece insanı düşündüren nokta; nasıl bir yalnızlık ve çaresizlik algınız var ki bu denli ucuz çırpınışlarla kurtuluş arıyorsunuz?