tam adı "yazınsal yaşamlar: ünlü yazarların gizli yaşamları", orijinal adı ise; "vidas escritas" olan javier marias kitabı.
"ispanyol romancı ve deneme yazarı Javier Marias, birçok ülkede büyük ilgi gören Yazınsal Yaşamlar'da, ünlü yazarların kısa yaşam öykülerini sevecen ve saygılı, ama bir hayli de alaycı bir yaklaşımla sunuyor okurlarına. Faulkner ve Conrad'dan James Joyse ve Henry James'e, Arthur Conan Doyle ve Robert Louis Stevenson'dan Turgenyev ve Thomas Mann'a, Rainer Maria Rilke ve Malcolm Lowry'den Rimbaud ve Oscar Wilde'a, Mişima'dan Laurence Sterne'e, pek çok yazarı, gerçeklerden sapmadan neredeyse birer roman kişisine dönüştürüyor, onların gizli dileğinin bu olduğu inancıyla.
"Gelip Geçen Kadınlar" bölümünde, sıradışı yaşamlarıyla ilgi odağı olmuş ya da büyük yazarlara esin vermiş kadınlar anlatılıyor. Kitabın sonunda ise, Marias, kendi kartpostal koleksiyonundan seçtikleri eşliğinde, en sevdiği yazarların pozlarını, havalarını, yüz ifadelerini eğlenceli bir bakışla yorumluyor. Yazınsal Yaşamlar, gerçek bir edebiyat şenliği."
coca cola'nın yeni * reklamındaki sloganı. slogana takılma, görüntüyü yakala!
bu kadar güzel reklam filmlerini görünce insanın aklına gelen şey her zaman markanın ününden, görüntüsünden falan filan farklı oluyor. yaratıcılıkla birleşmiş görsellik size çok farklı şeyler düşündürebiliyor. mesela bir banka reklamı vardı yakın zamanda ki ilgili başlık şudur;
belki de şimdiye kadar çekilmiş en iyi reklam filmiydi. herkesi şöyle bir duvara çarptırma yetisine sahip başka bir reklam filmi hatırlamıyorum.
--zihnini farklı reklam filmi bulmakla meşgul etme, yazıyı oku. mutlaka vardır, ama dedim ya ben hatırlamıyorum.--
aslında sanat bu işte. size bunu hissettirebiliyorsa, farklı düşünmenizi sağlıyorsa amacına ulaşmış demek de aynı zamanda. coca cola reklamına gelirsek, yine enfes düşünülmüş. coca cola'nın hitap ettiği genel kesimin genç kuşak olduğunu düşünürsek ondan tabii ki maximiles ağırlığında bir şey beklemek saçmalık olur. hem verdiği mesaj, hem görsellik çok iyi oysa. eğlence yeni neslin en gözde ulaşma çabası. güzel yakalamış bunu reklam. ama yine de;
başıma bir iş gelmeyecekse coca cola'yı sevmiyorum.
Yazdıklarımın otokontrolü beynimdeki baskıyı biraz daha artırıyor da ondan ağrıyor başım. Düşüncelerim oluşurken epey sancı yapıyor da. Tam kapasite çalışmıyor bir türlü lanet olası. Hani gazı bitmeye yaklaşmış da sönük sönük yanan, üstüne bir de berbat kokan katalitik sobası gibiyim. Ne kendimi, ne başkasını ısıtabiliyorum. Gereksiz. Fişi çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz. Ütü mesela. Kızdırmadan, kalmayacak izi.
Kalmıyor izi.
-Zamanla geçer.
Zamanla olan tek şey; kendini kandırmak, o kadar. Hiçbir şeyin geçtiği yok. Unutmak... Belki de insanoğluna verilmiş en büyük hediye, bir sihirli değnek. Hafıza denen loşluğun göz, kulak ve dil eşliğinde koca bir labirente dönüşmesi. Hudutlarının genişlemesi. içine aldığı her belgeyi öğütüp, yok etmesi. Ve yine diyorsun ki;
Kalmıyor izi.
Seni bir gün özlediğimde mesela, olmaz ya hani! Nereden gelecek bu kalbimin unutulmuş mazisi. Hangi belgeyle düşecek önüme imzalayayım diye? Yani diyorum ki;
Ah be canım!
Olmaz olmaz ama
Sen yine de özledim sayma
Sen yine de unuttum bil
Sen yine de okuma beni.
Kendi halinde cisimden uzak bir harfler bütünü olarak gördüğün değersiz namım zamanla kendini imha etmeyi de bilir elbet. Fazla zamanını almayacağım. Karanlık sokak, varoş evler... Ve açılıyor daha büyük dehlizler. Burası bir mahalle ise eğer. En düşmüşlerin yolu hep birbirinden geçer.
Cepte sustalı, kelebek. iz bırakmak için hep bekleyecek.
sözlük formatına aykırı herhangi bir başlığın uçurulma anına kadar geçen sürenin genel ortalamasıdır. bazen 1 dakika olur, bazen 20 dakika olur, bazen 3 saat olur.
allah ne verdiyse.
duygusal tanım; yazılacak hiçbir şey kalmama durumu.
sıradan ve sırasız şekillerde yaşayan mikroorganizmaların, hani düşmüşsünüz de dizinizde asfaltın açtığı o sürtük yaradan içeri girerek, kemirmeye başlamasının bir olması gibi oluyor hayat bazen. vahşi ve eğlenceli. oldukça hararetli. iltihaplı ve ağrı verici.
yaranın ya havayla temasının kesilmesi ya da merheminin ivedilikle elde edilmesi gerekiyor tıp dilinde. oysa, el çek tabip yaram üstünden, sen benim yaremi sarabilmezsin demiş bir kere can. artık gelse neye yarar canan?
bu sefer öncelikle tanım:
kendini insan sıfatından çıkarmış, insanlıkla uzaktan yakından alakası olmayan, alien tarzı bir canlının haliyle duyduğu düşmanlığın ve beslediği kinin kafesten uçmuş hali.
uçur kardeşim, uçur.
uçurtmaları da vuruyorlar bu memlekette dikkat et ama.
şimdi ufak bir matematik dersi yapacağız sizinle;
a, b ve c birer küme olsun. b ve c de birbirinin aynı elemanlardan oluşan bir eşit küme olsun. yani aynı zamanda bunlar birbirine denktir de. hatırlayınız. ben gelip desem ki size;
geleneksel nick altı savaşlarını yazıp, yavşamalarını yazmazsak olmaz.
savaş ve barış bir gülün dikenleri ve çiçekleri gibi değil mi? ya yaa...
zibilyon kere söylenmiştir ya, zibilyonbirinci kere de benimki olsun ne çıkar. hor görme garibi, kim bilir ne derdi vardır? he mi!
sevmiyorum lan. hiçbirinizi sevmiyorum anasını satayım. sevmeye değer olduğunuzu ne çabuk anlıyor bu über zekalı insanlar ona da hayret ediyorum.
aklıma bir sözlük başlığı geldi şimdi renk olarak pek açıyor bizimkisini. bu senenin moda rengi mormuş. kızlar... kimse aman ben bilmem, duymadım, görmedim demesin. başlık mı ne? yüzünü bile görmediğin insanla samimi olmak. yaptım be, sıfatıma tüküreyim ki ben de yaptım. ama hiçbir zaman bu kadar yavşamadım arkadaş. yavşaklığın da bir sınırı, hududu var be! bir tek aşka hudut çizilmiyor mihriban.
ah mihriban ah, bi anlatsam sana dertlerimi, burdan sizin köye yol olur yeminle.
bir de; böyle seveceksen, sevme beni mihriban.
eee... ne oldu sonra?
olmuyor arkadaşım, olmuyor güzel abicim. yapmayın. siz zannediyorsunuz ki klavye arkasında olduğunuz için saklanabiliyorsunuz. böyle almancılar gibi devrik devrik konuşuyorum ya, bi gidiyor hoşuma sorma. * ama sahici değil her şeyin rengi. yüzüne baktığınız, ama arkasını döndüğü anda milyon şey konuştuğunuz insanlara gülerken ne kadar yapmacıksanız burada yazarken de en az o kadar yapmacıksınız.
lan internet olm burası. biri gelir a acayibim der. * biri gider karşı cinse methiyeler düzer.
düzerler, düzersiniz, düzer.
biri de gelir dozer misali ezer geçer.
tamam sanalız, manalız dedik de, eşek sağır oldu kulağına su kaça kaça. ki bu oturaklı tarafı. bir de kaydıraklı tarafı var, ne sen soooor, ne ben söyleyeyim.
de yine unuttuk tanımı neyim.
tanımsal öge: herhangi bir günün, herhangi bir saati olabilme potansiyeli ile nasıl geleneksel olduğu bilinmeyen, ama aynı zamanda belki de bu bilinmezlik sayesinde geleneksel olmayı başarmış eğlence şeysidir. **
senin için çok şey söyledileeeeer,
ondan sana yaaar olmaaaaz dedileeeer.
derler, derler.
en sevdiği iştir bizim insanımızın; burada bir paragraf açacağım, açıyorum, açtım: (bizim derken; hani türk, kürt, laz, çerkez... demek istiyorum yani.) karalamak, onun gibi olmayanı yok saymak. ve yazıktır ki bu her ortamda böyledir. bir türlü birbirimizi yemeden afedersin, duramayız.
şu sözlüklerde yazan inasanlar ne kadar sanalsa yazılanlar o kadar gerçeklik taşıyor görüyorum ki. şimdi sen sanalın da sanalı, trollden trojenliğe geçmiş bir adamın yazdıklarını bayıla bayıla okuyorsun da asabiliyorsun kulağına küpe niyetine. ya da ne bileyim özü sözü yerinde adamın yazdıkları da sıfır kalıyor solda. bunun gibi bir şey işte işin içine girersen. zaten klavye ve monitör arkasına geçen adem evladı her an, "bir pundunu bulsam da birine saldırsam" diye hali hazırda bekler iken, bir de bu trollcanlar vs adamlar ** durumu ortaya çıkıyor. ardından tepkime hızla diğer adımları da geçip zincirleme şekilde ulaşıyor nihayete. nedir bu nihayet; tabii ki gruplaşma. mini mini çetelerimiz oluyor sonra. bunların lider belledikleri kişiler ağa pozisyonunda tabii, diğerkiler de işte yamak hesabı, herhangi bir durumda bölgeye tampon hizmeti.
herhangi durum kısmını açalım biraz da; "çıkışta bekle lan geliyorum" durumlarının çok çok gerilerde kaldığını düşünürsek, sevgili yazarların elinde bir tek şey kalıyor her zamanki gibi. nedir o; klavye. ve fitil biri tarafından ateşleniyor. biri nick altı yazdı mı tamam, seyreyleyin cümbüşü. iki çiğdem çitletip, eğlenceye doyun a dostlar.
olsa da yesek be.
çiğdem yani.
çekirdek yani.
yoksa çiğdem'i tanımam etmem. zaten tanısam da kesin sevmem. neyse.
başlık açtık madem tanım da yapalım; herhangi bir günün, herhangi bir saati olabilme potansiyeli ile nasıl geleneksel olduğu bilinmeyen, ama aynı zamanda belki de bu bilinmezlik sayesinde geleneksel olmayı başarmış eğlence şeysidir.
savaş la işte. zorlamayın adamı.
yeni sokak modasıymış, yeni zelanda'danmış.
uçuk örnekleri var. ben mesela hırka giymiş bir ağaç, tuluma geçirilmiş bir otobüs görsem dumur olurdum, olmadım mı? yine oldum.
ilerleyen satırlarda ayrıntısının bolca bulunduğu ve insanı psikolojik olarak çöküşe uğratan intihardır.
Mişima'nın yapıtlarındaki incelik ile canına kıyışındaki yabanıllık arasındaki "çelişki"yi, güneşin battığı yerden güneşin doğduğu yere bakarak kavramak zordur. Belki de ortada bir çelişki yoktur. Dilerseniz önce, 1965-1970 arasında kaleme aldığı Bereket Denizi adlı dörtlemesinin ilk kitabı Bahar Karları'nda, genç soylu Kiyoaki'nin ölüm tasarımını okuyalım:
"Genç ölmeyi ve mümkünse en küçük bir acı duymadan ölmeyi becerebilecek miydi? Zarif bir ölüm; tıpkı cilalı bir masaya rastgele fırlatılmış süslü bir kimononun, masanın üstünden yerin karanlığına kendiliğinden kayışı gibi. Zarafet yüklü bir ölüm."
Şimdi de, Mişima'nın, bu dörtlemeyi tamamladığı yıl kalkıştığı eylemi ve canına kıyışını anımsayalım:
Mişima, karate ve kılıç oyunlarında ustalaşarak, savaşçı Japon ruhunu korumak amacıyla Kalkan Derneği adlı yarı-askerî bir örgüt kurmuştur. 1970 yılının Kasım ayında, bu örgütün dört üyesiyle birlikte Tokyo yakınlarındaki bir askerî karargâhı ele geçirir. Çevrede toplananlara kısa bir konuşma yapar ve Japonya'nın silâhlanmasını yasaklayan savaş sonrası anayasayı suçladıktan sonra hara-kiri uygular. Ardından, geleneğe uygun olarak yandaşlarından biri tarafından başı kesilir.
Christopher Ross'un Mişima'nın Kılıcı adlı kitabında bu törensel intihar ayrıntılarıyla anlatılıyor:
"Karnına giren kalın kılıcı soldan sağa ağır ağır döndürmeye başladı. Yere oluk oluk kan akıyordu. Karnındaki yaradan pembemsi bir bağırsak fırladı. Odayı pis bir koku kapladı. Kafasını kesmesi gereken harp okulu öğrencisi tam üç kez başarısızlığa uğradı. ilkinde, Mişima'nın sırtını yardı; ikincide, yerdeki halıyı. Üçüncüde, Mişima'nın çene kemiğine indirdi kılıcı. Sonunda, bir başka harp okulu öğrencisi kılıcı kaptığı gibi başını gövdesinden ayırdı..."
Bahar Karları'nda genç soylu Kiyoaki'nin tasarladığı zarif ölüm ile Mişima'nın intiharının yabanıllığı arasında gerçekten de korkunç bir çelişki mi vardır, yoksa dışarıdan bakıldığında anlaşılmayan benzersiz bir uyum mu? Çünkü, kendi deyişiyle, "güzelliğin kamikazesi"dir Mişima.
nurettin rençber şarkısı. *
yaz yağmuru kadar kısa bir zamanda
pervasız bir aşkla sevdik birbirimizi
ıssız sokaklarda yorgun caddelerde
hep gizledik ışıldayan yüzlerimizi
yolumuz ayrılsa bile
izimiz kaybolsa bile
can bedenden çıksa bile
artık seni unutamam.
tenim akıbette bir gün düşer toprağa
bu aşk emanettir gülüm bilesin sana
doldur da içeyim zehri ben kana kana
yaralarım şifa bulsun senin elinden
yolumuz ayrılsa bile
izimiz kaybolsa bile
can bedenden çıksa bile
artık seni unutamam.
yolumuz ayrılsa bile
yaz yağmuru dinse bile
can bedenden çıksa bile
artık seni unutamam.
Çiy doladım kasnağına gecenin. Işıksızlığın hep
yoksul yalnızlıklara çıkması doğurur o rüzgârı.
Giz dizilmiş çardaklar incir kokulu, çiçek hattı
gözlerine doğru. Kokunda korku. Kafka; mürekkebini
içtiğim mevsimsiz aşk. Ölümün önünde yayılan;
çıbanı yüzümün. Devrik yürek savunması ömrüm.
Yaşlı bir adam vurgun yemiş. Kuşlar. Düşler.
Kapılma saatleri, basamaklarında ateş yatan zaman
merdiveninin dik soluğuna. Ve çekip giden bir ben,
aynı denize, irkilen iskeleden.
Gecenin deniz kanatlarında, bir kuşun sesine dalmış
düş topluyorum, gözlerime öpücük. Kendine açan bir ışığı
emiyor kalbim. Kara tren, sisler durağında akıntısı
kavuşmanın. Ten, sahili gurbetin. Dalga dalga köpürüyorum
aşka. Buyruk: Tez boynu vurula!
Haritası parçalandı ellerimde gecenin, bir yitiriş değil
bu, sınırları tutamadım yerinde, gözlerime doldu sular,
şimdi zaman oynak bir gölge. Nasıl başlasak geri dönmemek
için? Hüzünkıran ardında saklanan kalbimle, artık, okyanuslara
açılmak geçmeli içimden. Biliyorum. Ama kavuşmalar ayrılıktır
bazen.
gece seslerinden biridir belli ki.
hissedilmeden yaşanmıyor ya, yaşayan da her zaman hissetmiyor ki. birileri unutmuş insanlığı, birilerinin derdi hep aynı. yıkılmış bir kent, tahtını terketmiş bir kral; yine bir kent, yine bir kral.
tarihin paslı çivileri ile kazınmışsa gökyüzüne anılar, her gün doğumuna ve batımına boyanmış kanların tadı hep var.
çevrimiçi ve ücretsiz olarak okunabilen bir sanat dergisi.
merkezi istanbul'da bulunmakla birlikte, türkiye'nin her noktasından yazarlar ve tasarımcılar ile çalışır. 2007 yılından beri çalışmalarını sürdüren underground istanbul, müzik ve sanat tutkunlarına, türk underground sanatçıları ve organizasyonları hakkında birinci ağızdan bilgiler sağlar.
her ne kadar son sayısı şubat olarak gözükse de, devamını beklediğimiz sanal dergi.
gerçekten keyifli ve bilgilendirici bir iş.
bunlar sayfalarca yazar, öyle çok yazar ki yazarım havasına kendini alır kaf dağının tepesine koyar. kafkef iyidir deriz tamam da; sadece kaf kısmı yok bu işin bir de kefeni var değil mi ya?
akıllıdır vesselam, ne zaman nereden vuracağını iyi bilir topa. sağdan aşırttı gördünüz mü? yoksa ben miyim tek farkeden allah aşkına?
ironi yapar "ironiman" oldum sayar. [literatüre de katkımız dokunsun biraz; kullanımı cazidir buyrun!] susar bazen hissetmezsiniz, ne su akar ne sabun kokar. arada sırada ellerini çamurla yıkar.
sonra atar tutar insan olmak üzerine -olaya geniş bak, açı dar-, görsen ondan ala hak savunucusu, yılmaz nefer, iyilik timsali, alçakgönüllü yoktur. icraata gelince anlarız ki bu da diğerleri gibi koftur.
anladınız değil mi kimlerden bahsettiğimi?
aynalar her zaman yalan söylemez ne de olsa.