kuzenimle 5 yaşlarındayken mahallenin dışındaki geniş alana çıkıp bağıra çağıra şarkı söylerdik insanlar ilgilenir de ünlü oluruz diye.
Aynı kuzenle yüzümüze Vişneleri sürüp gözlerimiz kapalı mahallenin sokaklarında dolaşırdık.
Güzellik bir sanat felsefesi kavramıdır. Felsefe görünüş değil Gerçeklikle ilgilenir, hakikatin bilgisine ulaşmak ister buradan.
Sözün özü doğru olduğunu düşündüğüm tespittir.
Hiç büyümemişim. Hala o beş yaşındaki kız çocuğuyum.
Olan bitenlere anlam verebilmek yetmiyor, nefret ve kin olmadan olmuyor.
Daha geçen gün nefret duygunuzu aldırdınız mı dedi biri.
Sevgiyle işler yürümüyor sanırım.
Sanırım. Evet ben hala dünyaya sahip olduğu küçük şeylerden dolayı minnettar kalan o çocuğum.
Kimseyi adi çıkarlar için kullanmamak sömürmemek, mutlu etmeye çabalamak, olduğu gibi olmak hepsi benim.
Bu dünyanın yalan saydığı ama hala bunlara sahip insanlar olduğundan dönebildiği gerçeğini kimse anlamıyor.
Beni her halimle kabul eden bir yabancı bulabilir miyim.
Sanmıyorum.
Masum bir çocuk gibi olmam akıl yaşımın da 5 yaşında olduğunu düşündürüyor olabilir bazılarına. Tutumlarından bunu anlamak çok kolay.
Yalnız bunlar kendi çelişkileriyle nasıl kıvrandıklarını görmediğimi ilgiye benim değil onların ihtiyacı olduğu için, hayatlarında olduğumu bilmiyorlar bunu düşünürken.
Bugün 4,5 yaşındaki öğrencimle yaşadığım diyalogu hatırlattı bu başlık. Çocuğun yanaklarını sevdim çikolata gibisin yerim seni dedim.
Sen de sütlü şeker gibisin ben de senin yanaklarını yerim dedi bana.
bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. bu nefret falan değil. insanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile. sadece bir yalnızlık ihtiyacı. öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. taşıp dökülecek kadar kendi kendimi doyurduğumu hissediyorum. kafamda hiçbir şeyle değişilmesi mümkün olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen fikirler birbirini kovalıyor
fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birini arıyorum. bütün bu beynimden geçen şeyleri teker teker uzun uzun anlatacak birini. o zaman ne kadar hazin bir hal aldığımı tasavvur edemezsiniz. kış günü sokağa atılmış üç günlük bir kedi yavrusu gibi kendimi zavallı hissediyorum. odamdaki duvarlar birdenbire büyüyüveriyor. pencerelerin dışındaki şehir ve hayat bir anda, insanı içinde boğacak kadar kudretli ve geniş oluyor. zannediyorum ki, tasavvuru bile baş döndüren bir süratle hiç durmadan koşup giden bu hayat ve bir avuç toprağın bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu karmaşık dünya beni bir buğday tanesi, bir karınca gibi ezip geçiverecek. böyle acizken odamda her şey bana küçüklüğümü ve zavallılığımı haykırıyor. sokağa fırlıyorum. bir tek çehre görsem de yanında yürüsem, hiç ses çıkarmadan yürüsem diyorum. halbuki ara sıra karşılaştığım ahbapları görmemezliğe geliyorum. hiçbiri bana bu anda yardıma çağrılacak kadar yakın görünmüyor.
vücuttaki gerginliği atmak için birebir. hele bir de yalnızsanız yönünüze esintiye çevirip güzel bahar sıcaklığını keyfini çıkararak yürümesi gibi yoktur.