her şeyden önce, eğer içinizde bireysel emeklilik yaptırmak isteyen varsa yap-ma-sın. (hele ki bunu ayakkabıkutusunuenenenenensevenkamubankası'ndan yapacak olan, asla)
maaşımı halk Bankası'ndan almaktayım. bu bireysel emeklilik denen şeyi asla düşünmezken, kişisel bir hatır için sisteme kaydımı yaptırdım. nedeni, en ufak bir birikim bile yapamamam, sistemden çıkmak istediğim an, yatırdığım ana paranın tarafıma iade edileceği garantisi ve yukarıda dediğim gibi kişisel hatırdı. sözleşmeyi okumadım. okuma gereği duymadım çünkü sözleşmeyi imzalamamı isteyen halk bankası çalışanının bana yalan söyleyeceğini tahmin etmezdim.
10 ay boyunca 923 TL birikmiş. sistemden çıkmak istediğimi söylediğimde (bugün), 733 TL kesinti yapılacağı söylendi. düşünün; ana paradan 733 TL kesinti. telefonun ucundaki kadının şaka yapma olasılığına karşı, kesintiyi başka bir telefondan teyit ettirdim. yanlış değildi, 733 TL kesinti yapılacaktı.
bana yalan söylendiğini, sözleşmeyi okumadığımı söylediğimde, haklı olduğumu, bana eksik bilgi verilmiş olabileceğini vs. gevelediler. (çok sinirlenip sayıp döktüklerimi, inanılmaz bir soylulukla dinleyerek yaptılar bunu hem de.) sanırım benzer durumları çok yaşıyorlar.
demem o ki, bireysel emekliliğe girmeyin. zaten bu sistemde bir girme fiili olacaksa eğer, bunu yapacak taraf bireysel emeklilik olacaktır, siz değil.
her gün sıkılmadan yılmaz özdil yazılarını kopyalayıp yapıştıran, böylelikle yüce duygularını(!) cilalayıp, burjuva vicdanlarını rahatlatan; yaşadıkları toprakların gerçek acılarına onlarca yıldır yabancı concongiller belki lütfedip bu yazıyı okurlar da, bir köşe yazısı nasıl olur, anlarlar.
hatta belki sanal hafızaları hatırlar da iki damla yaş döktükleri, çoşkuyla manşetlere taşıdıkları, hazır olda gördükleri o çingene çocuğununu; kim bilir, belki utanırlar biraz.
umursanmadan, görmezlikten gelinerek yaşayan aykut ve onun gibi niceleri ancak böyle sevilir bu topraklarda, ancak böyle umursanır. yazık.
19 eylül 2012 manu galatasaray maçında, gönüllerimizi kazanan micheal carrick'in 20 kasım 2012 galatasaray manu maçında, galatasaray taraftarınca alkışlanması olasılığı, bu olasılığın güzelliği ve bu olasılığı istemek.
istese maçın henüz başında galatasaray'ı 10 kişi bırakıp, takımına penaltı kazandırabilecekken, düşmesine rağmen golünü atan micheal carrick, her geçen gün değerlerini hızla eskiten bizlere, bir şeyi belki anımsatabilir;
bu oyunun aslında ne kadar güzel olduğunu.
iyi bir galatasaray taraftarı olarak, 20 kasımda bu maçı statta izleyebilecek insanlar benim gözümde kıskanılacak kadar şanslı. umarım güzel insan carrick alkışlanır ve bu şanslı insanlar sadece şanslı değil, en az alkışladıkları rakip oyuncu kadar güzel olurlar.
eğer ki playoff gibi saçmasapan bir kararı, yayıncı kuruluşun düzenlediği iftar yemeğinde alıyorlarsa, ( bu ne yaman yüzsüzlüktür ) yani türk futbolunu yayıncı kuruluş yönetiyorsa, yani yayıncı kuruluş zarar etmesin, yeni anlaşma da yapmayalım ki, kulüplerin yayın gelirleri azalmasın, biz razıyız, paramız azalmasın varsın her şey kirli olsun diyorlarsa, yani ciğeri beş para etmeyen insanlar, bu güzel oyunu parayla ölçüyorlarsa;
modern(!) insanların burjuva vicdanlarını sms atarak tatmin etmeleri için düzenlenen kampanyalar, ne kadar dipte olduğumuzun kanıtıdır. zaten bu zalim sistem, bu tür ilüzyonlarla varlığını devam ettirebiliyor;
birşey yaptığını sanma ilüzyonu.
bir aç insana bile yardım edebilmek elbette önemlidir, bunu yadsımıyorum. sadece, yanlış olan birşey var.
son günlerde türk futbolunda yaşanan şike operasyonları sonucu, ortalama her 6.04 dakikada bir televizyonda duyabileceğiniz hukuk ilkesi.
operasyon sonucu tutuklananları savunmak için, ilgili taraftarların bu ilkeye sarılmasını, bir noktaya kadar anlayabilirim. ancak özerk bir kurum olan ve tarafsız olması gereken futbol federasyonunun, büyük tuvalet yapılırken kullanılan, boşaltım sisteminin son organı yemediği için, hareketsiz kalacağını açıklaması ve bunu masumiyet karinesine bağlaması 3. dünya ülkelerinde bile zor görülebilecek bir komedidir ey sevgili sözlük!
bu arada hukuğun başka temel ilkeleri de vardır. sadece denize düşmeden anımsanması gereken.
yaşanan şike olayları fenerli dostlarımızı hayli şaşırtmış olmalı. nitekim düne kadar 'cumhuriyet' olan fener, şimdi türkiye'nin en büyük sivil toplum örgütü oldu. belediye, belde, muhtarlık.. gider bu daha.
sakal denen şey bir hayli uzamıştır ve berberin yolu tutulmuştur. koltuğa oturulur ama hissedilir ki yolunda gitmeyen bir şey vardır. her zaman geveze olan berber amca (ki en geçerli meslek genellemesi budur zannımca) inanılmaz ama sessizdir. hatta amcamızın yüzünde öyle bi ifade vardır ki yutkunursun. ustura gırtlak bölgende gezinirken bir an baska türlü ihtimalleri düşünürsün:
-ulan kavanoz dipli dünya, güldürmedin bir gün beni.
-ahhhhhhhhh.......
soğuk terler boşalır ensenden. 7 buçuk dakika sürecek tıras 23561467666 dakika gibi gelir ve okkalı bir küfür savurursun izafiyet teorisine. çok şükür berber amcamız makul bir ademoğludur ve ömrünün en uzun tıraş macerası bir felaketle sonuçlanmadan biter.
-eline saglık usta.
kendine daha çok güvensen evine bir ustura alırsın ama bu başka mesele.
bir arnavut'u öldürüp, ciğerini rakı sofralarına meze yapma ihtimalini bünyelerinde barındırırlar. hayatları boyunca düşünmeye pek ihtiyaç duymazlar. onlarca basmakalıp fikirleri vardır. kendileri gibi düşünmeyenleri, büyük bir ustalıkla etiketleme yetileri hayranlık uyandırıcıdır. çoğunlukla ölene kadar aynı partiye oy verirler, sözlükte eksilerler vs.
arsenal, zannımca dünyanın en iyi futbol oynayan takımı (evet, barça dahil) ve o kadar güzel oynuyorlar ki, şampiyon olamayacaklarını anlıyor insan garip bir içgüdüyle.
iyi oynamak isteyen takımların (ya da hayat oyununu iyi oynamak isteyen insanların) çok büyük bir handikapları vardır; ayakta kalabilmek için, kendileri ile çelişmek zorunda oldukları anlar. niccolo machiavelli amca buyurmuş çünkü:
yanlış anlaşılmasın. arsenal de endüstriyel futbolun kazananlarından biri. burada arsenal ölçüsü, iyi oyun. rakipleri ile oynadığı maçlarda, sonuç olarak hezimet yaşadılar, ancak yine de sahanın iyisi onlardı benim nazarımda. iyi oynayıp, kaybettiler.
son beylik cümle. murathan mungan;
kazanmak isteyen kazanır, kaybetmek istemeyen kaybeder.
tekel işçileri eyleminde, her mikrofon gören işçinin sarfettiği söz.
meali: yılan var, bana da dokundu. keşke dokunmasaydı da bin yaşasaydı. ki bizler dini bütün, vatanını, milletini seven insanlarız. bak bu başörtüm, bak ben akp'ye oy verdim vs.
tesev'in 2007 yılında yargıç ve savcılarla yüzyüze yaptığı 'yargıda algı ve zihniyet kalıpları' araştırmasında, bir yargıcımızın sarfettiği söz.
hukukun, bir hukuk adamı tarafından böylesine ayaklar altına alınması,çok yazıktır.
hrant dink davasında yaşananlar bir kez daha gösteriyor ki, bu zihniyet dimdik ayakta. bir katili meşru görmek, delilleri karartmak, hukuki süreci baltalamak, duruşmasında 'ünlü oluyorum lan!' diyen katili bayraklaştırmak.
hayata iyinin ve kötünün ötesinden bakabilmek meselesini bir yana bırakırsak, cevap vermesi zor olgu.
iyinin ve kötünün ötesinden bakabilmek, bu kavramların çoğu zaman toplumun yüklediği anlamlarla algılandığı için, önemlidir. örneğin, hayatı boyunca hırsızlık yapmak zorunda kalmayan bir kişinin, hırsızlık yapmıyor oluşu, toplum tarafından 'iyi' olarak kabul edilir. bu kişinin hayatın getirdiği şartlar sonucu hırsızlık yapıp yapmayacağı sorusu, toplumu ilgilendirmez; ancak bu soru temelde can alıcı bir sorudur.
yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz bütün sorunların ana temelinin, 'iyi' ve 'kötü' kavramlarının algılanış biçimi olduğunu kabul edersek, (ki bunu, mevzilendikleri konum ve ideolojileri gereği kabul etmeyecekler olacaktır) bu kavramların gerçekte ne olduğu sorusu hayati öneme sahiptir.
ne dünya ne de kendileri tarafından sorgulanmamış, ama topluma göre 'meşru' olan insanların ya da toplulukların, 'öteki'leri yargılaması ve elde ettikleri yargıyı, davranışlarının gerekçesi olarak öne sürmesi, aşılmaz duvarlar örmesi?
pişmanlıktan çok daha fazla şeyi işaret ettiğini düşündüğüm cümlelerdir.
çoğu kimse, hiçbir zaman keşke dememeyi kendilerine düstur bellerler. keşke demek, bir zayıflık belirtisidir onların nazarında. geçmiş, değiştirilmesinin imkansız olduğu birşey olduğuna göre, keşke demek yanlıştır. böyle pragmatik düşünen insanlara hayranlığımı saklı tutmak kaydıyla, onları anlayabilmeyi bir türlü başaramamaşımdır.
geçmiş değiştirilemez belki ama, kendi geçmişine yabancı kalmayan, sahip çıkan ve iç yolculuğuna çikan insan değişir.
ve sen değişirsen, dünya değişir.
pişmanlıktan daha çok, hüzündür keşke. hüzün ki, ateştir. sen'den, yeni bir sen çikması için yanmak lazımdır dost.
ateşine yabancı kalırsan, nasıl yanabilirsin ki?