muystii
367 (megastar)
dokuzuncu nesil silik 4 takipçi 170.94 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    bahçeli den mhplilere gezi parkı yasağı

    1.
  1. adamsın bahçeli! dedirten bir haber olmuştur. bahçeliyi desteklediğim sayılı konulardan birisi olmuştur.

    http://www.sonkale.org/ba...parki-yasagi-h207124.html
    4 ...
  2. gezi parkını başlatan adam

    1.
  3. Eylemin ilk adımını atmış olan kişidir. Kii o da budur. http://inciswf.com/ergenisyan%C4%B1.swf
    7 ...
  4. polisin haklı olduğu gerçeği

    3.
  5. her zaman haklı olan polistir. yeri gelir döver yeri gelir sever. yeri gelir söver. hikmetinden sual olunmaz. tek dileğim eyleme katılanların hepsinin böyle bi iş yaptıklarına pişman edilmesidir.
    0 ...
  6. yazarların iyi sanılarak yaptığı kötülükler

    1.
  7. iyiyi ve güzeli yapmak isterken sıçıp batırmaktır.

    mesela;
    alttan almak. siz alttan aldıkça karşıdakinin ayarı hepten bozulur. vazgeçin.
    4 ...
  8. mahmut tuncer trololo lo

    1.
  9. ilginç bir hayat kesiti

    1.
  10. Öncelikle, entry çok uzun, özeti yok. sıkılmadan okunulacağına inanıyorum.

    hayattaki en sevdiğim insan büyük teyzemin küçük kızıydı. doğduğundan beri onun için yapabileceğim herhangi bir şeye üşenmedim. aramızda aşağı-yukarı 8-9 yaş var. siz adını “yağmur” bilin.

    10 yaşını geçmesiyle birlikte yapabileceklerim de istekleri de merakı da çoğaldı. böylece oyun oynamaktan kıstığı vakitlerde daha çok konuşabiliyor, daha çok şey paylaşabiliyorduk. artık daha hızlı büyüyordu.

    kişiliğinin temelleneceği bu zamanlarda sorularını cevaplarken aklının ermeyeceğini düşünerek, çocuktur diye geçiştirmedim. cevaplarımla merakını gidermeye çalışırken yönlendirmekten kaçındım. elimden geldiğince seçeneklerden, alternatiflerden, ihtimallerden bahsederek, seçmeyi öğrensin istedim. mümkün olduğunca yetişkin, akıllıymış gibi konuştum, böyle iletişim kurdum ama severken de çocukluğunu göz ardı etmedim. bir resmiyet söz konusu değildi yani. oturup ciddi ciddi allah' ın varlığını tartıştığım da aynı çocuktu, 5 dakika sonra parmak atıp bununla eğlenen de. bileğimi ısırıp saat yapan, koltukta oturduğumda üzerine bastığı ayağımı kaldırmamı söyleyip, elimi tutarak dengede durmaya çalışarak oyun oynayan, ablasının boşanmasından, babasının aranmasından, annesinin hastalığından konuşup, saatlerce arkadaşlarını anlatan, gece 2’lere kadar süren konserlerde kenan doğulu’yu, tarkan’ı, şebnem ferah’ı dinleyebilmesi için refakat ettiğim de hep aynı çocuktu.

    iki yıl önce her şey tersine dönmeye başladı. yağmur’un zamanla beliren muystii ile evlenme isteği, ona olan aşkının ileride de devam etmesi; evet, bir çocuğun ağabeyi konumundaki kuzenine aşık olması ve büyüdüğünde “iğrenç, sapkın” bir hal alacak olması ihtimali yüzünden ailesinin onun iyiliği için müdahale etmesiyle her şey bombok bir yere vardı.

    önce çocuk bu konunun ciddiye alınması ve annesi ile ablalarından aldığı uyarı yüzünden aptallaştı. artık muystii’ye karşı herhangi bir yakınlık göstermenin iğrenç olduğunu sanmakla beraber ailesince cezalandırılacağını düşünerek tedirgin olmaya başladı. sarılmaktan, öpmekten, yan yana oturmaktan, yalnız kalmaktan korkar ya da utanır oldu. sonra mümkün olduğunca az konuşmaya başladı. bir ara iş öyle bir yere geldi ki benden kaçar oldu. bir süre sonra neden böyle soğuk davrandığını sorduğumda anlattı, annem kızıyor dedi. önce çok umursamadım. teyzemin eski kafalılığına verdim. diğeri çocuk zaten. kafası karışmıştır, üzerine gitmiş olmayayım diye gerisini üstelemedim.

    birgün teyzemlerin yazlığındayken annesinin bağırdığını duydum. gece neden yanında yatmadığına dair fırça atıyordu. o gece bahçede oturuyordum, yağmur da geldi, her zamanki muhabbetler. sbs sınavı mı ne vardı o zaman, hangi liseyi tercih edeyimden bir girdi, hadi şarkı söyleyelimden çıktı. annesinin karşısındaki odada yatıyordum ben. uykum gelince gittim odaya, o da karşımdaki yatakta yattı. normalde annesiyle yatardı. teyzemin "sen niye yanımda yatmadın?" dediğini duydum, aşağı bir indim, geçmiş çocuğun karşısına, dikmiş gözlerini, bozuk plak gibi tekrar tekrar soruyor: “gece neden benim yanımda yatmadın sen?”. işin rengi orada değişti tabi. artık iş cusa’nın hem “pedofili” hem de “ailenizin ensesti” olabilirliğine gelmişti. insanım ya; ucu bana dokunana kadar yavşakça koruduğum sakinliğimi bozdum en kısa zamanda. ablalarıyla konuştum, böyle böyle dedim. hiç öyle şaşırmış bir halleri olmadığını ve cümlelerine “ama, ama, ama” diye başladıklarını duyunca bende jeton düştü. teyzemle konuştum, önce öyle şey olur mu, sen yanlış anlamışsın dese de zorlayınca döküldü. biz senden korkmuyoruz da çocuk büyüdüğünde de böyle olursa diye çekiniyoruz falan filan. bir sürü kıvırdı durdu. akrabalardan birisi duysa suratlarına tükürürler çünkü, onun farkında. sözü ben aldığımda yağmur’un çocuk olduğunu, bu yaşlarda böyle zannetmenin normal olduğunu, onu üzmeye değmeyeceğini, çok değil bir yıl sonra liseye başlayınca kimin nerede olduğunun farkına varacağını söyledikten sonra yağmur’un üç beş yıl önce de öz ağabeyine aşık olduğunu hatırlatarak bu konuyu kapatmak istedim. o ise bütün bu söylediklerime karşılık, yağmur’un, kendisine göre aşırı(?) davranışlarını dayakla, tokatla, bağırarak bastırmam gerektiğini söyledi.

    böyle böyle zamanla teyzemlerden kopmaya başladım. dolayısıyla yağmur’u da daha az gördüm. az görmek bir yana, bu sefer ben de onun gibi oldum. eve geliyorum, öpeceğim, tedirgin oluyorum. bir şey soracağım, sanki herkes bana bakıyor. kendimi sapık gibi hissettim. bunun geçmesi, bu tedirginliğin getirdiği soğukluk bir yıl kadar sürdü. o bir yılın sonunda benim bildiğim çocuktan eser kalmadı. şimdi 15-16'sında. anlayışlı, sevecen, affedici diye söylemesem de içten içe doktor olmasını dilediğim çocuk 30’lu yaşların ortasında, bir grup insana karşı intikam isteğiyle yanıp tutuşan, kinlenmiş, asabi bir kadın olmuş çıkmış sanki. tıpkı ablası, annesi gibi.

    genel olarak dayattığınız bu toplumsal ahlak(?) kurallarının nereye vardığını görünüz efendim. katkılarınızdan dolayı, bu zihniyeti oluşturduğunuz ve geliştirdiğiniz için siz çağdaş insanlara teşekkürü bir borç bilirim. akraba evliliklerinin zararlarındansa insan kuzeniyle yiyişir mi diyerek işi sikiş-sokuşa getirin ki çocuklar kendilerini orospu sanıp içlerine kapansın, ahlaklı olsun. aferin.

    neyse, bu kadar yazmış, kafa ütülemişken akraba evliliğine, enseste de bir dokunayım bari. dokunayım, dokunayım ya.

    öncelikle; bir insanın herhangi bir konudaki yorumu iğrenç, kötüden ibaret ve sorduğunda bu yargısını dayandırabildiği bir yer yoksa ya da dayanağı mantıksızsa bana ufaktan ufaktan gelmeye başlıyorlar. genel olarak mesnetsiz, içi boş konuşan insana tahammülüm yok.

    madem konu ensest üzerinden yürüyor, biz de buradan girelim o zaman. bir kere mevzunun kuzenle sevişmek ensesttir ve ensest iğrençtir üzerinden yürümesi tam bir dangalaklıktır. sertleşiyorum farkındaysanız. dedim ya, tahammül edemiyorum.

    aklı başında ve özgürlükçü insanlar olarak konuyu iğrençlik değil, zararlarınca ele almalıyız. kime göre, neye göre diye sorarlar yoksa adama. haddimize düşen bu kadarıdır.

    birilerinin sevişmesinin bize girip çıkan bir yanı yok. ne üzerimize bomba atıyorlar, ne bir şeyimizi çalıyorlar, ne bizi buna zorluyorlar, ne canımıza kastediyorlar, ne de kötü bir şey yapıyorlar. aşk ne zamandan beri iğrenç bir hal alır oldu? ne zamandan beridir kötü? kimse kimseye kiminle sevişeceğini, kiminle sevişmeyeceğini söyleme hakkını görmesin kendinde. yok, ben söylerim diyen varsa ben de söylüyorum o zaman: herkes önünden yesin. inanın refah seviyemiz artar, daha sakin insanlar oluruz. bizim bir sorunumuz varsa bu konuda olsa olsa bu birliktelik sonucu doğabilecek çocuğun durumudur. ancak bunu dert edebiliriz. öyleyse meselemiz sağlık.

    bak, gördün mü; işi yarrak kürek “ayyy iğreeeaaannc”ten alıp bilime getirerek nasıl da yükselttik seviyeyi. iğrenççiler nasıl minik görünüyor buradan bakınca, değil mi? evet.

    bu kısmı şöylece atlıyoruz:
    “ akraba evliliği, evlenecek kişiler arasında kan bağı olması durumudur. kişiler arasındaki yakınlık derecesine gore risk artmaktadır. örneğin; 1. derece kuzen evliliği yapmış bir çift (teyze, amca, hala, dayı çocukları gibi), 2. derece kuzen evliliği (kardeş torunları arasındaki evlilikler gibi) yapmış bir çifte göre.daha fazla kalıtsal hastalıklı çocuk sahibi olma riski taşır.
    akraba evliliklerinin çok sık olduğu ülkemizde genetik danışmanlığın önemi tartışılamaz. otozomal resesif kalıtılan birçok hastalıkta eş akrabalığı rol oynamaktadır. bu nedenle aralarında akrabalık bulunan çiftlerin sözkonusu hastalıklar yönünden risklerinin belirlenmesi amacıyla genetik danışma almaları gereklidir. “
    kaynak: http://www.mikrogenlab.net/mikrogen-21-159

    şahsen akraba evliliği olsun-olmasın çocuk yapmaya karar verilmişse genetik danışma alınması gerektiğini düşünüyorum. sonuçta akraba evliliğinden dünyaya gelen çocuğun sakat doğması ihtimali akraba olmayan çiftlerinkinden yüksek olduğu için büyük olarak nitelendiriliyor. şöyle ki:
    “genel toplumda doğan her 100 çocuktan 2’sinde herhangi bir nedene bağlı olarak doğuştan bir anomali saptanırken, akraba evlilikleri yapan çiftlerde bu risk yaklaşık iki kat oranında artmaktadır ki; bu oran genetik hastalıklar için oldukça artmış bir risktir.”
    kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/akraba_evliliği
    gerzek edition: genelde 100 çocuktan 2’si, akraba evliliğinde 100 çocuktan 5’i falan. %95 sağlıklı.

    şimdi size o %5’lik(akraba) olsun, %2’lik(genel) olsun, o küçük ihtimallerin büyük sorunundan bahsedeyim azıcık da. sabret, bitiyor lan.

    amcamın kızı erkek arkadaşıyla ayrıldıktan sonra birçok kadının yaptığı gibi ayrılığın kendisine koymadığını göstermek istedi. var böyle dengesiz bir geçiş dönemi, biliyorsun. biliyorsun, biliyorsun, bırak şimdi göt ayağı yapmayı. işte bu geçiş döneminde yapabileceği en büyük eşekliği yaptı. teyzesinin oğlu ile evlendi. elimin altında kim var diye bakarken gördüğü ilk insanla evlendi.ne dedilerse vazgeçmedi. evlendikten sonra bir yıl geçmedi ki ilk çocuğu dünyaya geldi. zihinsel engelli. bir test varmış o zamanlarda da . yaptırmamışlar. ikinci çocukta risk çok daha yüksekken(%25 yamulmuyorsam) gayet sağlıklı doğdu. evet, ilk çocuğun sakat doğması üzerine ikinci çocuğu da yaptılar…

    anne-baba ayrıldı. küçüğü annesiyle kalıyor. büyüğü ya babaannesinde, ya anneannesinde. küçüğü pek akıllı. büyüğü tuvaletini yapıp, yemeğini yiyemiyor. küçüğü gezmeyi seviyor. büyüğünü her zaman evden dışarı çıkartamıyorlar. genellikle sakin değil. sakin olduğu zamanların da pek iyi olduğu söylenemez. zira ilaç veriyorlar.

    görseniz değil %5, %0.0005 bile olsa bu riski almazsınız, bu yüzden çocuk bile yapmazsınız belki. değil ki akraba evliliği. inanın bana 18’ine gelmiş genç kızınızın büyük-küçük tuvaletini altına yapması, insanların ona tuhaf tuhaf bakması kadar sizi tüketen bir şey olamaz. neredeyse 20 yıl bile geçse bile kendinizi affetmezsiniz,

    diyorum ve maddi imkanlarım el verdiğince çocuk yapacağımı belirtiyorum. demirden korksak, trene binmezdik.
    3 ...
  11. sınavda fazladan bir kağıt daha isteyen öğrenci

    1.
  12. sınav sırasında kişiyi ağır yaralayan insanlardandır. çok net bir şekilde sorular sakin sakin cevaplanırken ;

    - pardon bir kağıt daha alabilir miyim ?
    - tabi.

    işte bundan sonra denge tamamen bozulur. kendinizi bir pislik gibi hissetmeye başlarsınız. sanki ek kağıt istemeyen kişiler bir yana ek kağıt isteyen pırlanta gencimiz bir yana ayrılır. misal ben çok etkilenirdim. sanki ailem beni okusun diye yollamış ama ben itlik, serserilik yapan bir insanmışım. annem, babam gelirdi aklıma. acaba onlar evlatlarının ek kağıt istemeyişini nasıl karşılardı. neden ek kağıt isteyemiyorum diye düşünürdüm hep. acaba kocaman kocaman mı yazsam derdim. başlardım dinozor gibi yazmaya. sonra bakardım ki son soruya gelmişim ve ucu ucuna yetecek kadar bir alanım kalmış kağıtta. sonra için için sövmeye başlardım. '' ulan eşeğin siki kadar büyük yazacağıma normal yazaydım şuan yeterli yerim olurdu '' diye. şimdi işin yoksa kalan çük kadar yere sığdır o soruyu. bazen sığdırırdım ama sığdıramadığım zaman mecbur bir kağıt daha isteyip 4-5 satır diğer kağıda yazardım. bok gibi olurdu. tüm dengemi siktin attın ek kağıt isteyen düzenli, piç öğrenci.
    4 ...
  13. sol frame de kendi nickini görüp sallamayan yazar

    1.
  14. yazar nicklerinden hiç bi sikim yapmamak

    1.
  15. artık olması gerekendir. konu kapanmalıdır.
    8 ...
  16. ölmeden önce tüm mirası yiyen dede

    1.
  17. benim dedem bu tipe bir örnek. annemler 13 kardeş. dedem zamanında varlıklı bir ailenin tek erkek çocuğu olduğu için 250 - 300 dönümlük bir araziyi satıp satıp yemiş.
    70'lerde şahsi arabasıyla türkiye'de gezmedik yer bırakmamış candaşlarıyla. arada fırsat buldukça da çocuk yapmış. belki başka çocukları da vardır bilmiyorum.
    çok da şanslı adammış. babam anlatıyor da, istanbul'un tenha yerinden araziler alıyormuş. 2 3 sene sonra oralara imar izni çıkınca da 10 katına satıyormuş arazileri.
    kuşadası'nda da bir arazisi varmış. borca karşılık almış. onu da yok pahasına sattı diyor dayımlar,sırf uzak diye. eski fotoğraflarında elinde hep bir para çantası görmek de mümkün aynı zamanda.
    ama gel gör ki çocuklarına hiç bir şey yapmamış sağlığında. şimdi hasta. beyin gidip geliyor arada. kızıyor dağıtıyor falan ortalığı. dayımlar bakıyor, ilgileniyorlar allahtan ama arada sitem de ediyorlar gizliden. oğullarıyla arası para konusunda pek iyi değil yani.
    zamanında dibinden ayrılmayan adamların neredeyse hepsinin sağlam parası var. bizimki emekli maaşıyla idare ediyor işte. onu da dayımlar emekli etti sigortasını ödeyip. yani demem o ki bazen hesap hatası yapılabiliyor. dedem kendine biçtiği ömrü aştı sanırım. para bitti ama hayat devam ediyor işte.
    4 ...
  18. doktor olamayanların doktorlardan nefret etmesi

    1.
  19. kürtlere haksızlık yapıldığını sanan insan

    1.
  20. Yalancının önde gidenidir..

    Hemen yaşadığım bir olaydan kesitle özetleyeyim durumu:

    -Öncelikle 6 senedir polis memuruyum, gerek doğu'da gerekse güneydoğu'da çeşitli görevler yaptım. orada da sıcak kanlı insanlar bulunmaktadır. yardımsever ve iyi olanları vardır. bunun tek sebebi ise; dindar olmalarıdır. dinine bağlı kürt milliyetli insanlar gerçekten daha vicdanlı ve yardımsever oluyorlar, hatta polis memurlarını kardeş olarak görmektedirler. bekar evinde üç arkadaşla birlikte kalıyoruz, yemek getiriyorlar, "rahat mısınız oğlum" "keyfinizi bozan bir şey yoktur inşallah" diye yanımıza geliyorlardı vs. asıl konumuza gelelim:

    Kürtlere asla haksızlık yapılmıyor. bu vatan çok farklı görüşlere sahip insanları barındırmaktadır. herkesin düşüncesi kendisine tabi ki de. fakat yaşanılan ortamlar aynı, sonuçta bir yerde "kardeşlik" bağı ortaya çıkması gerekiyor. işte ben buna şahit oldum ve fazla uzatmadan konuyu açıklıyorum..

    sivil olarak görev yapıyorum ve otobüsle şubeye gidiyorum. mesleki açıdan el aleme ifşa olmamak için farklı takılıyorum kulaklık müzik falan. sonra arkamda bir olay olduğunu hissettim ve herkesin oraya baktığını gördüm. dönüp baktığımda simasından anlaşılacak ki bir kürt vatandaş zannediyorum şekeri düştü ve olduğu yere çöktü. tam yere düşmeden koluna giren bir çok vatandaş onu dinç tutmaya çalıştı. o, kendinde değildi. gözleri yarı açık şekildeydi. sonra otobüste bir ses: "şekeri olan var mı? arka taraflardan bir lise öğrencisi bir şeker uzattı ve şekeri düşen vatandaşın koluna giren arkadaşlar şekeri adamın ağzına verdi. adam hareket etmiyordu ve koluna giren adamlar olmasa düşecekti.

    daha sonra aç mısın diye sordular? fakat tam bu esnada babayiğit elli yaşlarında bir adam kalktı ve "otur oğlu geç" dedi. koluna giren vatandaşlar adamı koltuğa oturttu. daha sonra adam "açım" anlamında bir işaret yaptı. ve çantasında hastaneye "zannediyorum açlık tahlilinden sonra" atıştırmalık bir şeyler götüren teyze bu kürt vatandaşa bir elma uzattı. adam bunu yedi. ve inerken "allah hepinizden razı olsun" dedi. bugünü hiç unutmayacağım dedi ve türkler ve kürtler ilelebet kardeştir dedi. türklere bir can borcum var dedi ve indi.

    işte kürtlere azınlık muamelesi yapıldığını zanneden ahmak insan.!

    eğer bu hikayeden azıcık da olsa etkilenmediysen kalbini şişe tak itlere yedir.

    haydi selametle..
    4 ...
  21. abazanoğulları beyliği

    ?.
  22. dış politika stratejileri sıcak denizlere inme üzerine kuruludur. ayrıca çadırlarıyla(!) ünlüdür.
    1 ...
  23. yere düşünce kaybolan alet

    1.
  24. usb kablosu.
    ulan eşşek kadar kablo. yılan gibi mk. ama yere düştü mü kayboluyor arkadaş. sanki şubenin zeminine kara delik döşemişler.
    2 ...
  25. her boku bilen insanlar

    1.
  26. bu insanlar iki türlüdür:

    ilki her bi' boku bilir ve ne zaman bir yanlış duysa düzeltme yapar. "onun aslı şu değil bu" der ve %90 haklıdır. eğer bildiği yanlışsa özür diler, efendi gibi susar. bilmediği konuda da yorum yapmaz ki istatistiği bozulmasın.

    ikincisi de her durumda düzeltme yapmaktan çekinmez. kelimeleri üstüne basa basa söyler. her cümlesinde kararlılık hakimdir. söylediklerinin doğruluk oranı %30'u geçmez ama doğru olduğuna inat etmeye de devam eder. yanlışı gösterilip uyarıldığında bozulur. atar yapıp, ortamı gerer. birinci türle de iyi geçinemez bunlar. ukala olmakla suçlarlar hep.
    5 ...
  27. gelmiş geçmiş en felsefi söz

    1.
  28. "En" lerden felsefi olan sözlerdir.

    tek suçu doğup da yaşamak olan
    bir anlık hevesin kurbanlarıyız.

    (bkz: müslüm gürses)
    28 ...
  29. askerde yapılan ilk banyo

    1.
  30. --spoiler--
    askerde yapılan ilk banyo'dur.

    acemilikte ki ilk banyo bambaşka bir tecrübedir. benim acemiliğim yazın başına denk gelmişti. koşmalar, sürünmeler, mıntıkalar, ot yolmalar vs. vs. kirlenmemenin mümkün olmadığı bir ortam. gerçi bundan şikayetim olmadı hiç bir zaman. tek kirlenen sen değilsin, sen mıntıkada çöp topluyorsan biliyorsun ki aynı anda senle beraber iki bin kişi daha topluyor. yerde sürünüyorsan, sağına soluna bakıyorsun yüzlerce kamuflajlı genç "ne yapıyoz biz la" bakışlarıyla sürünüyor. hani kirlisin diye fırça atacak kimse yok ortalıkta o yüzden rahatız. tek mala bağlamış kişi olmadığının farkında olmak güzel bir şey tabi.

    sanırım askerdeki ilk banyo tecrübemi acemiliğim ikinci haftasında yaşadım (93 gün sürdü benim acemiliğim, öyle kaz kafalıyım yani). banyoya gideceksiniz diye bizim taburdan iki bölüğü sıraya dizdiler (biz gidip gelecez arkamızdan diğer iki bölük gidip gelecek). "hadi bakalım 31'ciler" sesiyle uygun adım yürüyüşe geçip varlığını bile bilmediğimiz bir binanın önünde durduk. binanın yanında da uzuncana sayılcak bir çadır. hepimizi tek sıra soktular çadırın içine. soyunmak için 3 dakikanız var. sonralarında bu 3 dakika çok bile gelmeye başladı bize, soyunduktan sonra sigarayı yarılamış olup 3 dakikanın neden geçmediğini sorgular haldeydik.

    şimdi soyunmaktan kasıt ne onu orada tam çözemediydim. tamamen çırıp çıplak mı kalacaz, don atlet mi kalacaz emin değilim. hani deneme yanılma yöntemi askerde pek sevilen bir yöntem değil ki bunu ilk haftada çözmüştüm ama ayrı başlık konusu o. tabi ki mini çakallığımla etrafıma bakındım, çoğunluk ne yaparsa onu yapacam. baktım herkes donla, aynen eşlik ettim arkadaşlarıma. doğruyu yapmışız. tek sıra, koşar adım binanın kapısından soktular içeri. girdiğimiz yer bildiğin tarihi türk hamamı kıvamında. ben daha kurna seçerken arkadan ses geldi "beş dakikanız kaldı".

    iki haftada biriyle ne kadar samimi olabilirseniz benim de anca o kadar samimi olduğum bir elemanın yanına kıynaştım. beraber dökünüyoruz. ama kurna da tek çeşme var, o da ip gibi akıyor. soğuk akması sorun değil mevsim yaz nası olsa. zaten suyu bulduk sıcağını arıycak halimiz yok. ama bir kurna 2 kişi ve az su, birde kalan dört dakika. oldurulcak gibi değil ama diğer kurnalara bakıyorum elemanlar üçer dörder kişi bir de güle oynaya yıkanıyorlar. herifler yöntemi hemen bulmuş, üç kişi birbirine yapışıyor biri tasa doldurduğu suyu yukardan döküyor tek tasla üç kişi işi görüyor. esasen ben bunu sevgilime teklif edemem (hadi gel birbirimize sarılalım, üstümüze tasla su dökecem, terk edilme sebebi yemin ederim) ama erkek erkeğe yapıyosun bunu arkadaş. biz biraz daha namuslu olduğumuz için göt göte verdik denedik, olmadı beceremedik. iki tas arkadaş dökündü iki tas ben, hepsi hepsi o oldu. kurulanma işi zaten ıslak olmadığın için 30 saniye sürüyo, sürmüyo. hemen tek sıra çadıra döndük, fakat bir kişi hamamda bir şeyini düşürmüş mü kaybetmiş mi hatırlamıyorum ama bir kişi 1-2 dakika geç geldi. o yüzden bölüğe sürünerek dönmüştük, ne oldu, banyo yaptık, hepimize sıhatler olsun.

    sonra usta birliğine geçtim. orda da ilk iki hafta banyo yapma şansım olmadı. ikinci haftayı bitirdim ancak kavuştum banyoya. ama ne banyo. eşyalarını kitli tutabileceğin bir dolap veriliyor. hamam usulü değil, yanyana dizilmiş bir sürü kapalı duşa kabin. hepsinden güzeli 7/24 açık, fırsatını bulursan (biz onu becerenini görmedik) günde 3 kere gir banyoya kimse bir şey demez. yerler fayans, duşa kabinlerin hemen çıkışında geniş giderler var, etraf tertemiz. bizim burdaki lüks kaplıcalarda öyle temiz ortam göremezsin. bir de doğru dürüst çalışan duş bulabilirsen iyi olur tabi.

    hacım giriyorsun bir duşa. duş yerine bir musluk var oda diz hizasında, taharet musluğu gibi bir şey ve onu açıp kapatacak vana yok. başka birine giriyorsun her şey güzel gibi ama su gelmiyor. bir başkası sadece sıcak akıyor(kaynak), bir diğeri sadece soğuk (mevsim kışa geliyor). doğru hatırlıyorsam 50 duş kabini vardı orda. çalışan kabin sayısı 4-5. millet bir duş kabinine üç kişi aynı anda giriyor. içeride duş almaktan başka iş yaptıklarını sanmıyorum ama ben denemedim. yani usta birliğinde ilk banyom banyo yapamamak şeklinde sonuçlandı. aynı gün gece 1 gibi gittim. meğer millet çakal, gece 1 en popüler saatmiş. 3-5 nöbetinden sonrası en rahat zaman. gerçi sonra tüm duşlar tamir edildi de banyo cennet olduydu.

    zaman zaman tatbikata giderdik. üçüncü ilk banyo deneyimimi de tatbikatta yaşadım. tatbikat dediğim öyle yanlış anlaşılmasın. bin kişi kadar bir dağa çıkıp, çadırları kuruyoruz, normalde yaptığımız her şeyi çadır hayatı yaşayarak yapıyoruz. öyle büyük bir olay yok, ha bir de terlikle gezmene ses etmiyorlar orada. tatbikatların süresi de değişken, en kısası iki hafta sürmüştü, en uzunu iki ay. ilk tatbikat deneyimim de en uzunuydu, 2 ay sürdü. ilk bir ay boyunca kimse duş almamıştı, neden sonra üst rütbeliler bizlerin köpek ölüsünden daha kötü koktuğumuzu kavramaya başladı o zaman banyo konusunu akıl ettiler. sağolsun kim getirtti bilmiyorum ama bir itfaiye aracı getirtildi. uzuncana bir boru eklendi araca. borunun altında 3 duş başlığı ve naylondan 3 tane kabin yapıldı. bir de sorumlu tahsis edildi düzenek kuruldu.

    işler şöyle yürüyordu. soyunup donla sıraya giriyorsun, sıra sana gelince kabine giriyorsun. üstüne bir kaç damla su dökülüyor, diğer taraftan çıkıyorsun ve temiz bir asker oluyorsun. en azından burada kabine ikişer üçer kişi giren yoktu. bana sıra geldiğinde su kalmamıştı, kabine girip çıktığımla kalmıştım. iki ay hiç yıkanmayınca dünyaya zaten başka bakmaya başlıyorsun. usta birliğine dönünce, banyo sorumlusunun sandalyeyi alıp duşa girmiştim, yarım saat oturdum duşun altında da üzerimden akan su anca normale dönmüştü. banyo sorumlusu da sandalyeyi çöpe attı diye hatırlıyorum.

    birbirinden farklı altı üstü banyo olan şeyi de üç farklı şekilde deneyimlemek apayrı bir hissiyat tabi.
    --spoiler--
    40 ...
  31. aponun televizyonlara çıkması

    ?.
  32. 21 mart 2013 tarihinde gerçekleşmesi beklenen bir husustur. Hiç bir ülkenin hukuk sistemi bu şekilde işlemiyor. Fakat türkiye de....
    Tabii hemen akıllara" Daha başımıza neler gelecek" sorusunu getiriyor.

    apo'nun ağzından:

    --- alıntı ---

    “hedefimiz tüm türkiye'nin demokratikleşmesidir. çabalarımız da bunun içindir. bu amaca hizmet edecek çerçevede 21 mart nevroz kutlamasında bir çağrı yapmak üzere hazırlıklarımı sürdürüyorum. hazırlayacağım bildiri, tarihi nitelikte bir çağrı olacaktır."

    --- alıntı ---

    http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22842690.asp
    3 ...
  33. 05353535353

    1.
  34. -abi numara kaç?
    -sıfır aldığı kadar 53
    17 ...
  35. sünnet davetiyesi

    1.
  36. bizzat gördüğüm bir örneği;

    "biraz korkum olacak
    biraz rengim solacak
    bu mutlu gün içimizde ebediyen kalacak
    biliyorum en bahtiyar annem ile babam olacak"

    ibretlik intihar mektubu örneği gibi mübarek.
    2 ...
  37. dolmuşçuların insanı geren hareketleri

    ?.
  38. trafik ışığının sarıdan kırmızıya dönmesine rağmen kavşaktan yine de geçmeye çalışması, durmaya yeltenen önündeki araca bunun için selektör yapıp kırmızıya dönen ışıkta geçmesinin istenmesi, öndeki araç sarıdan kırmızıya dönen ışıkta durdu diye ortalığı velveleye vermesi'dir.

    http://deerinadam.blogspot.fr/2012/10/minibus.html
    2 ...
  39. en etkileyici kuran ayetleri

    1.
  40. en vurucu kısmı 273üncü ayet olmakla bir likte 270-274 arası bir bütün olarak değerlendirilmelidir.
    bu kısım; iyi ahlak için güzel bir örnektir.

    bakara süresi

    270. yaptığınız her harcamayı ve adadığınız her adağı muhakkak allah bilir. zalimler için hiç yardımcı yoktur.
    271. eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne âlâ! eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. allah, yapmakta olduklarınızı bilir.
    272. (ya muhammed!) onları doğru yola iletmek sana ait değildir. lâkin allah dilediğini doğru yola iletir. hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. yapacağınız hayırları ancak allah'ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.
    273. (yapacağınız hayırlar,) kendilerini allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. sen onları simalarından tanırsın. çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. yaptığınız her hayrı muhakkak allah bilir.
    274. mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları allah katındadır. onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.
    7 ...
  41. sigarayı bıraktıktan sonra sigarayı kötüleyen tip

    1.
  42. bağımlı olmaktan kurtulan ve sağlığına önem veren bir insanın diğer bağımlıları da bu yoldan döndürmeye çabaladığında hıyara dönüştüğünü düşünen kişiler olduğunu göstermiştir.

    evet hikayedeki o hıyar benim. tam 13 sene içtikten sonra bıçak gibi keserek bir anda bıraktım sigarayı. yaklaşık 8 senedir de içmiyorum. yaşadığım o 13 senelik 'cahiliye dönemi'ne bazen bakıp bakıp, ulan ben ne çocukmuşum, ne cahilmişim, ne safmışım, sigarayı ne matah bir şey sanmışım, sigara denen gerizekalı bir şeye ne kadar da anlam yüklemişim, diye düşünüyorum, dünyanın en gerizekalı icadına...

    nasıl mı bıraktım sigarayı? zorunlu olarak bir onkoloji servisine gittiğim gün bıraktım.

    insanız sonuçta, hatalar yapıyoruz, beşer şaşar. fakat, şaştığında hatasını görüp ders de alır. alabilmeli. çoğu kez hatasının sonucunu bilemiyor, göremiyor çünkü. verdiği zararı hesap edemiyor, görmek istedikleri bambaşka oluyor, ya da kendince 'olacaksa olsun' gibi aşırı gerizekalı bir şekilde değerlendiriyor. ya da kullandığı nesneye anlam yükleme ve bir bok zannetme gibi oldukça gerizekalıca bir hareket yapıyor. yaptım mı, yaptım evet.

    sigara içerek bir bok yaptığımı sandım, neşelendiğimde keyif üzüldüğümde ise hüzün sigarası yaktım..yıllar sürdü, sonra bir baktım ki gün içerisinde içtiğim 10 sigaranın 9u alışkanlık olmuş. yani ihtiyacım olduğundan değil, canım istediğinden değil, durum gereği yapar olmuşum, sigaraya anlam yüklemişim. misal sinema arası mı yak bi sigara, işlerin iyice üst üste mi geldi yak bi sigara, okey mi oynuyorsun yak bi sigara, sigara içen bir arkadaşa mı denk geldin yak bi sigara, uçak/otobüs mü bekliyorsun yak bi sigara, otobüs mola mı verdi yak bi sigara, evde boş otururken canın mı sıkıldı yak bi sigara...yak da yak. neredeyse tamamı alışkanlık ve durumun gereği yakılan sigaralar. neredeyse hiçbirisi ihtiyaçtan değil.

    ama asıl işin vurucu ve bitirici kısmı ise onkoloji servisinde gerçekleşti. orada kanserli hastalar gördüm. solan benizler, solan hayatlar, hayata tutunmaya çalışan gülücükler gördüm, sadece 3 yaşında ağzında emzik ile annesinin kollarında şifa aramaya gelen ama hemşireyi görür görmez korkan o nur bakışlı temiz yüzleri gördüm...göz görmeyince anlamıyormuş insan bazı şeyleri. orda o insanları görünce, neredeyse boğazından başlayıp göbek deliğine kadar inen devasa yara izlerini görünce, sağ memesinden başlayıp ta sağ sırtına kadar ilerleyen devasa ameliyat izlerini görünce kafaya dank diye vuruyor. bir tanesini öksürürken ağzından akciğer parçaları çıkardığını görünce dank ediyor, ulan ben ne yapıyorum diyorsun. küçücük bebeklerin o minicik kollarında hemşirelerin bir yandan bebeğe gülümseyip bir yandan da telaşla doğru damar yolu bulma girişimlerini görüyorsun, o çocuk orada annesinin altına kaçırmasın diye altını bezlediği o sırada hayata tutunmaya çalışırken sen 'ulan ben ne yapıyorum' diye soruyorsun kendine.

    6 ay daha uzun yaşayabilmek adına tüm servetini verebilecek insanları görüyorsun, torununa biraz daha sarılmak isteyen bir yaşlı amcayı görüyorsun... sonra bir de kendini görüyorsun aynada. sağlıklı, eli ayağı tutan. ölüm denen şeyin ne olduğunu bildiğini sanan ama aslında o gün ilk kez orada o soluk yüzünü gören sen. ölüm denen kavramı işte o zaman gerçekten anlıyorsun. kendini, ve senin ölümünde dünyası kararacak olan insanları düşünüyorsun. lanet ediyorsun.

    ben ne yapıyorum diye soruyorsun kendine...bir daha kesinlikle sigara içmiyorsun. canın deli gibi istese, hatta rüyalarında içtiğini görsen bile. içmiyorsun işte. olmuyor artık.

    evet bu hikayedeki o hıyar benim. bir kişiyi bile sigaradan vazgeçirirsem kısa hayatımın en büyük zaferini yaşamış olacağım.

    son söz olarak şunu ekliyeyim:
    'sigarayı bırakmak' diye bir şey yoktur.
    'sigarasız hayat' denen bir şey vardır.
    yani sizin yapacağınız şey sigarasız hayatı seçmektir.
    az içeyim, zararı az olur, diye bir şey olmaz.

    psikolojik olarak beyninize söz geçiremiyorsanız, yukarıda benim yaşadıklarımı bi daha okuyun,
    o bile sizi etkilemiyorsa fiziksel olarak beyninize söz geçirin:
    sigara içmeden, yarım çay kaşığı tarçını ağzınızda iyice çiğneyin ve 1-2 dakika çiğnedikten sonra yutun
    hemen ardından sigarayı yakın, işte o zaman ağzınızdaki o iğrenç tadı hissedince atacaksınız o mereti.
    ya da sigarayı bol demli bir tarçın çayı ile için.
    8 ...
  43. otobüste yan koltukta oturanın yer değiştirmesi

    1.
  44. hadi simdi sorarim size, hanginiz bu hüznü yasamadiniz?

    otobuste bir kac bos yer vardir, yaniniza biri gelip oturmustur. fakat bir sure sonra gozu baska koltuga kayar, kalkar gider oraya oturur. iciniz o anda ciz eder, "neden ama neden?" seklinde bir anlik dusunursunuz. hatta soyle caktirmadan -arkada baska bir seye bakiyormuscasina- bakarsiniz kalkip giden kisiye ve onun gozlerindeki "aslinda sorun sen degilsin bebegim inan, burasi daha rahat, senin yanini daha fazla hakedecek biri de cikacaktir karsina bir gun" diyen ifadeyi gorursunuz, kabullenirsiniz bu klise iliski cumlesini.. ne de olsa hayatinizda daha once de duymussunuzdur bu lafi, tebessum eder donersiniz tekrar. ama icinizi bir huzun kaplar, hele ki bir baska kisi de yaniniza oturmayip pas gecmisse, bazi seyleri kendinizde aramaya baslarsiniz. hayatinizi sorgularsiniz, neden ben iliskilerde yapamiyorum dersiniz. yan tarafta sizle birlikte isiklarda durmus diger otobusteki birbirini tanimayan ama o yolculuk icin bile olsa sinerji yaratmis ciftleri gorursunuz. gozunuzden bir yas suzulur.
    5 ...
  45. fotoğraf çekileceği gün okula gelmeyen öğrenci

    ?.
  46. --spoiler--
    ilk ve orta dereceli okullarda, bilhassa devlet okullarında olur bunlar. okulda bir gün toplanıp not defterlerine vb. yapıştırılmak üzere resim çektirilir. o gün herkesin okula gelmesi istenir ama iki üç sınıftan birinde bir iki kişi gelmeyen çıkar.

    fotoğrafçı, kendisine verilen sınıf listesine göre öğrencileri çağırır ve kapıya ya da tahtaya raptiye ile tutturduğu kırmızı ya da mavi bezin önünde öğrencinin resmini çeker. eğer sıradaki öğrenci gelmemişse, elindeki liste ile resimler kaymasın diye o perdenin resmini önünde kimse yokken çeker. böylece o öğrencinin resmi, boş bir perde olur.

    eğer öğrenci fotoğrafçı okulda iken gelmeyi başarırsa resmi yetişir, fakat sonlara falan girer. yetişmezse not defterinde bir boşluk olarak yer alır.

    fotoğrafçı bu filmleri 5'er ya da 10'ar kişi yanyana koyup, bu 5'li ya da 10'lu satırları da alt alta koyar, resimlerin altına isimlerini dizip montajladıktan sonra banyo eder. böylece her sınıfın resimleri, altlarında isimleriyle 5 - 10 sütunlu tek bir fotoğrafa sığdırılır.

    bu fotoğraflar okulda nöbetçi öğrenciler tarafından vs. bir şekilde satır satır dilimlenip, zaten bir sayfada 5 kişi alan standart not defterlerine yapıştırılır. resim çekilme işine sonradan yetişenlerin son taraflarda olan fotoğrafları yine sonda kalır, çünkü fotoğrafçı 5'lik film parçasının içinden boş resmi kesip yerine son çektiğini koymaya uğraşmaz. matbu halini kesip biçenler de uğraşmazlarsa not defterlerinde de bu garibanlar en sona giderler.

    bu aşamadan sonra eğer okulda resmi çekilmemiş öğrenci fotoğrafçıyı bir daha çağırmaya değecek kadar çoksa bi ihtimal fotoğrafçı tekrar gelir ve bir kaç resim daha çeker. bu öğrencilerin akibetleri de genellikle o gün geç kalanlarınki gibi olur.

    ondan sonra, not defterleri üzerinden yapılan her sözlüde, not defterlerine işlenmiş her not okumada, yazılı notu açıklamada bütün sınıf numara sırası ile giderken bu garipler check dijiti gibi, parity biti gibi sonda dururlar. nüfusları kandıra ilçesi'nin kütüğüne geçer*. isimleri numaraları ile birlikte en sonda okundukça bütün sınıf bunların resim çekildiği gün geç kaldığını ya da gelemeyip resmini sonradan çektirdiğini hatırlar. halbuki hiç resim çektirmemiş olsalardı kendi yerlerindeki boşlukta duracaklar, fakat bu sefer de öğretmenler tarafından zaman zaman "senin resmin niye yok evlâdım ?" sorusuna muhatab tutulacaklardı.
    --spoiler--
    7 ...
  47. az samimi kişiyle karşılaşınca konuşulanlar

    1.
  48. --spoiler--
    işyerinde/okulda/mahallede/dernekte ortak arkadaşlar vesilesiyle biriyle tanışmışsınızdır. samimi olmayacağınız, birlikte bir aktivite yapmayacağınız ama görünce selam verip mecbur kaldıkça iki satır konuşacağınız yüzlerce kişiden biri daha. tamam. ne yapalım sosyal hayatın götürülerinden biri daha, katlanacağız. o adam da aynı şekilde bize katlanacak. katlanacağız da o mecbur kalınan iki satırlık konuşmalardayım ben. tanışılan bu kişiler genellikle hafızalarında sizin için sadece 1 k’lık alan ayırdıklarından sizin hakkınızda tutabilecekleri bilgiler sınırlıdır ve bu bilgiler daima ilk tanışılınca edilen muhabbetten hatırlanır. maalesef 5 ay da geçse, 5 yıl da geçse, 25 yıl da geçse hep o aynı konu konuşulur. hep o aynı konu konuşulur. hep o aynı konu konuşulur...

    örnek de verelim: işyerinden adamın biriyle, bilgisayar oyunları hakkında muhabbet etmişsinizdir. o adamın kafasına şu iki keyword ile kaydolursunuz. “oyun” ve “sıtkı” akabinde konuşulmak zorunda olunan her türlü ortamda bu keywordler çağrılır:

    haziran / asansör :
    -oo naber sıtkı nasıl gidiyor oyun işleri
    -bildiğin gibi be abi. oynuyorum arada işte.
    -araba oyunu var mı sende?
    -var abi, çekeyim istersen…

    temmuz / fotokopi kuyruğu:
    -sıtkı naber ya. oyuna devam mı?
    -devam abi. oyun bitmez hiçbir zaman. ehehe.
    -biz oynayamıyoruz işten güçten.
    -zor tabi abi.

    ağustos / dolmuş:
    -oo. sıtkı yeni oyun var mı?
    -olmaz mı abi. crytek çıkıyor onu bekliyoruz.
    -hee, kıraytek he.
    -heabi.

    eylül / asansör:
    -hocam naber oyuna devam mı? (ismi de unutmuş artık)
    -bıraktım abi. tövbe ettim. tophane’de vurduruyorum artık.
    -hee. güzel güzel…
    -(botmuş lan bu)
    --spoiler--
    2 ...
  49. kürdistana gitmek istemeyen kürtlerin kıvırtması

    ?.
  50. --spoiler--
    tabi kıvırtacaklardır. hatta daha kurulmadan kıvırmaya başladılar bile, olmayan bir yere gitmemek için.
    bu arada türkler anadolu'ya geleli 1000 yıldan fazla oldu. gelme sebepleri de moğollardan falan kaçmaları yani, öyle yüce bir sebep yok. kendilerine yaşayacak yer aramışlar, bulmuşlar. 'ulan burası(orta asya) çok sıktı, gidelim anadolu'yu fethedelim' dememişler. kaçmışlar, gelmişler, güçlenmişler, devlet kurmuşlar. (kürtler de fazla direnememiş, ne yapalım yani. biz de orta asya'ya gidip 'siz bizi burdan kovdunuz, geri istiyoruz topraklarımızı ühüü' mü diyelim?) bazı kürtler de sonradan ne olduysa 'biz de devlet kurcaz' diye tutturdular. sanki kürt halkı ölüp bitiyor güneydoğu'da yaşamaya. diyeceğim o ki kürtlerin %80'i kürdistan kurulsun diyorsa böyle diyenlerin anca %20'si falan gider oralara. %20 yine çok oldu gerçi. dolayısıyla elbette kürtler gitmemek için kıvırtacaklardır. ama merak etmesinler, türk halkı onları sınırdışı falan etmez. türk tarihinde hainlik ancak kişilerin bir özelliği olarak kalmıştır, milletin genel bir özelliği olmamıştır ve olmayacaktır.
    --spoiler--
    1 ...
  51. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük