vurgulu ve etkili anlatış biçimidir.
olmadığın bir insan gibi davranmaktan, istemediğin şekilde algılanmaktansa uygun olmayan ortamlarda dahi küfür etmeyi yeğlemek gerek bana kalırsa.
kimse, canı yandığında hassiktir diye bağırdığı andaki kadar samimi değildir hayatının hiç bir diğer anında.
manitasının, karısının yanında gün batımı izlerken veya çocuğunu uykuya yatırırken konuştuğu cümlelerde bile belki vardır. aklından mutlaka ve mutlaka başka şeyler geçer; konuyla alakalı ya da değil bir sürü şey düşünür o anlığına fakat küfür ederken öyle mi?
tribünde kan ter içinde kalmış şekilde çığlık atarcasına küfür eden taraftarın yaşadığı duygular kesinlikle daha saftır benim nazarımda.
istanbulda hat minibüslerini düşünün ya da, minibüsçünün hayata dair bir sürü isyanı, kızgınlığı, o anlık sevinçleri hedefleri vardır ama onun şeridini ihlal eden en azından öyle düşündüren biri olduğunda içinde sakladığı canavarı ortaya çıkarma imkanı bulur. müşterisi olan onlarca yolcuyu dikkate almaksızın tüm nefretini diğer şoföre kusabilir.
velhasılkelam nefret ve küfür, sevgi ve sükunetten çok daha saf bir duygudur. daha güzeldir demiyorum, daha doğaldır çekinmeyin kullanın.
prömiyeriyle izlemeye başladığım fakat kısa süre sonra soğuduğum dizi.
--spoiler--
çizgi roman uyarlamalarını izlemeyi çok severım, güzel uyarlanmışsa izlemeye doyum olmaz zaten kötüyse de haline gülünür fakat arrow, güzel başladı; heyecanlandırdı, ilgi çekti ilk 5-6 bölümüyle akabinde amına koyduğumun dizisinde kapişonlu okçunun gerçek kimliğini onu kovalayan polis -ki berbat bir karakter hakikaten- hariç herkes öğrendi. sikeyim öyle diziyi arkadaş.
bunun dışında arrow abinin psikolojik buhranları o kadar kötü ve o kadar yapay duruyor ki, azıcık daha karamsar ve karanlık olmalı bence lakin dizide çok ama çok gereksiz bir bling bling havası var, ışıl ışıllık var ve geceleri karanlıklarda şehri suçtan kurtarmaya çalışan okçu kahraman havasına aşırı derecede aykırı bir durum bu. en son izlediğim bölümün sonununda ta anasının amında bir yerde batan geminin enkazını sterling city de buluyorlardı hangarda falan orada bıraktım, arkadaşlarımdan falan dizinin kendini toparladığı güzel final yaptığına dair yorumlar aldım, ilk sıkıldığım vakitte izleyip bu entry den pişman olmayı umuyorum, bakalım.
--spoiler--
kendi adıma konuşayım, yolu bitmiyor da ondan.
istanbuldan erzuruma doğru yola çıktık, erkenden yola koyulduğumuz ve zaman sıkıntımız olmadığı için gerek sigara içmeye, gerek tuvalet ihtiyacı için gerekse yemek vesaire için takribi yol üstündeki tüm benzinlik ve dinlenme tesislerinde de mola verdik.
lakin toplamda yol 22 saat civarı iken yozgat kısmı nereden baksan 6-7 saat sürdü, git git git bitmiyor arkadaş, sağında tepeler, solunda tepeler, yol dümdüz şehir merkezi yok, hiç bir şey yok. mart ayı her yer kar, neresi yol neresi değil o bile belli olmuyor.
bu sırada telefonlar çekmediği için navigasyon da devre dışı kaldığından hangi ilde olduğumuzu sormak zorunda kalıyoruz ve akdağ mağdeni denen yerdeki dayıdan "nasıl bilmezsiniz lan burayı" şeklinde azar işitiyoruz. sokayım yozgata.
muhtemel sonuçlarını ciddi derece merak ettiğim olay.
şu an sürdürülmeye çalışılan barış süreci nasıl etkilenecek?
daha samimi bir şekilde sormak gerekirse silah bırakanlar ne kadar samimi bu konuda
gerilla harekatı, terör kısmı bir yana politik yansıması nasıl olacak bu konunun
hepsinden öte en reel çıkarıma gelirsek, cesedi ne olacak?
türk devletleri ilk zamanlarından itibaren bu tip konularla uğraşmamak için ya da kendine dert olmaması için sürgün yoluna gitmişler hep.
isyancı lider, devrik lider, tarikat lideri vesaire ne var ne yok sınırdışı etmişler.
bunun en basit örneklerinden cumhuriyetin ilk yıllarında padişah ve ailesinin gönderilmesini söyleyebiliriz, görüş şudur ki memlekette kalırlarsa hükümete, devlete veya mevcut demokratik düzene karşı iki başlılık yaratacaklar; bu yüzden gitmeliler.
peki.
bunu başlıktaki muhtemel soruya uyarlarsak nasıl olur?
şu anda öcalanı ülke dışında bir yargı sistemine vesaire "kakalama" şansı yok ülkenin
ölürse ne olacak?
esas soru da bu, mezarı olacak mı, cesedine ne yapılacak?
üniformaları sci-fi filmlerinden esinlenerek yeniden düzenlemek. öğrenciden tut polise, itfaiyeciden çöpçüye. düşünsenize ne kadar güzel olur trooper kostümüyle gezen zabıtalar.
günü uyuyarak geçirip, zihnin en etkin saatlerini bilgisayar başında heba eden kişiler.
açıkçası ben de mümkün olduğunca gündüzün karışıklığı, yoruculuğu veya dertlerindense gecenin dinginliği, yalnızlığı ve en önemlisi zorunlu insan ilişkilerinden uzaklığını seviyorum.
sürekli jordan ve kobe ile kıyaslanmak.
şampiyon olamaz diye dalga geçilmek.
4 mvp ödülüne rağmen saygı duyulmamak.
şampiyon olunca da "6 yüüzk alabilir mi yeaa" denmek.
sözlükte yer alışı belki de "troll"lük girişimi olsa da gerçekten böyle düşünen insanların olması, ve yanılmıyorsam bu insanların sayısının gitgide artması gerçekten çok ilginç ve üzerinde kafa yorulması gereken bir durum.
şimdilerin modası olan "sherlock" dizilerinin bi yenisi, da vinci ile alakası az, fakat plot twistleri için izlenebilecek dizi. lakin ömrünü uzun görmüyorum açıkçası, ikinci sezon yaparlarsa şaşırırım.
başlığa bir diğer yönden bakmak istiyorum;
atatürk size göre iyidir ya da değildir konu bu değil. konu bunun nasıl öğretildiği; kişi kim olursa olsun devlet eğer eğitimde denetleyici ise, atatürkü de, yodayı da, shaq i de öğretirken tarafsız olmalıdır. doğruları ve yanlışlarıyla, dolayısıyla her yönüyle öğretmelidir. bunun sonucunda sevip sevmemeye karar vermek kişinin kararı olmalıdır.
nihayetinde devletin görevi atatürkü sevdirmek değil, tanıtmak olmalı. *
harun kolçak; lakerstr geçen sene playoff zamanında "gir kanıma şampiyonluk yolunda" goygoyu yaptığında buna çok güzel karşılık verip "laylay lebron olamazsın şampiyon" demişti twitterdan.