her şey için teşekkür ederim uludağ sözlük. her umut, her iyi niyet ve kubbemde bıraktığınız her hoş sada için. 30'uncu yaş günümde bütün iyi yanlarımı alarak gitgide uzaklaşıyorum. allahaısmarladık.
45813. sıradayken her nasıl olduysa bu sabah 07:02 am itibarı ile ekşi sözlüğe transferi gerçekleşmiştir. uludağ sözlük maceramda bana eşlik eden herkese teşekkür ediyorum.
ben: dayı ne diyosun sence kız benden hoşlanıyor mu?
ma: valla dayı ne desem boş, seviyorsan git konuş bence..
ben: tamam lan ilk gördüğüm yerde atarım pusuyu. ama sen de orada ol, tesadüf gibi olsun.
ma: kızı gördüm demin bahçede dolaşıyordu. hadi gidelim.
ben: ama ama..
üniversitede kızlar teklif etmiyormuş. tabi bunu öğrenemem uzun zaman almıştı. böyle de bir malım. öğrendikten sonraki tatbiklerimde de küçük çaplı hüsranlar yaşamıştım. yalnız, hande başka bir dava, başka bir kavramdı. ilk o benden hoşlansa da illa gidip salça olmam gerekiyordu. ismen birbirimizi tanısak da herhangi bir diyaloga girmemiştik. bu noktada ma kod adlı şahıs, bütün gazcı arkadaş tekniklerini kullanarak beni hazırlıksız bir biçimde hande ve saz arkadaşının karşısına atıverdi.
+ selam
- selam
/selam
*selam (hande bu)
tabi öğrencinin işi kitapla, defterle, fotokopiyle. ona binaen artık klasikleşmiş soruyu sormak düşüyordu bana.
+ hande direkt konuya giricem, materyal dersini alttan alıyorum ben. bana notları lazım. daha sonra anlatır bizzat teşekkür ederim.
* ee şeyy.. materyal dersinin çok farklı kaynakları var. kitaba göre çalıştım ben kitap işine yarar mı?
+ işe yarar tabi. ama bu akşam lazım, numaram 053xxxxxxx haber ver ama..
ma: kanki bende de var o kitaptan ya. akşam evde veririm.
+ ııı. tamam o zaman evde şey edelim (ağzına sıçayım ibiş)
poh yiyenin uşağı diye bir laf var, benim hanzadelerim için eski bir erzurum bilgesi tarafından kaleme alınmış. daha sonra "hele şu kar kış geçsin de yazarık" diyerekten bekleye bekleye sadece deyime dönüşmüşmüş. ya.
tabi. her çocuk gibi büyüyünce sergen olacaktım. onca saatlik didinmişliğim, adanmışlığım gece kurduğum siyah-beyazlı, 10 numara formalı, 10 numara hayaller hep bunun içindi. onçün idi öğlenin sıcağında derme çatma apartman duvarına çizilmiş 90, 80, 70, 60 diye derecesi bilem verilmiş tebeşirden kalesine kesme vuruşlar yapmam.. bi keresinde annem siyah beyaz formamı ateşe atmıştı "çok top oynuyorsun sen" diye. öyle ağlamıştım ki akşam oldu. 10 numaralı bile değildi hem de. 4 numaraydı formam.
eee. mahallede annemin totaliter rejiminden ötürü artık her maçım deplasmandı. yine bir gün iki mahalle öteye,"karşıyaka"ya maça gittim. bu karşıyaka da her ilde/ilçede bulunan bir yerleşim adı lan. zinhar izmir'le bir alakası yok. şimdi bile karşı koltuğa karşıyaka diyorum evde. madem adettendir, e adet yerini bulsun.
eve dönerken nasıl susamışsam artık bir ara asfaltta seraplar, heyyulalar görüyorum. terden yüzüme yapışan tuzlu tuzlu saçlarım, terin aktığı yerler oluk oluk tuzlu izler, rüzfarla birazdan yalama olacak dudaklarım.. tam köteklik bir veletim annem nazarında. işte su bunun için çok önemli arkadaşlar. annesinden çekinen her çocuk için birazcık temiz su bırakmalıyız geleceğe. neyse, yazısında bile meymenet kalmayıp "tank?r" yazan paslı yüzeyli bir tankerin başında çömeldim bir müddet. musluğunu kıvırdım ama nafile, su yok.
emeyim, vakumlayayım da iki damla su girsin adem elmamız ıslansın demeye kalmadan o korkunç hadise..
bakın, bu benim geldiğim ülkede bir yavrucak insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biridir. atık sudan ağulanan ceylan gibi bacaklarım titredi, düşerken öğürmenin zorluğunu tattım. kusarken fosfor gibi parlayan göz damarlarımı içerden görüyordum. bayılmışım.. ikindi ezanı okunurken uyanıp, hala sendeleyen emanetimi eve atabildim. tifolar, koleralar, difteriler, diazanteriler, sair mikroplar içerde galebe çaladursun, her yerde serbestçe su içilebilen canım ülkemin şanına zul getirecek gaitasıyla her kimdir bilinmez; tankerin içine nasıl sıçabildiğini iyice araştırdıktan sonra bu adamı bir gün cezalandıracağım. ahdım olsun.
***
+ memed kusura bakma ya büyük geçmiş olsun.
- sen mi sıçtın lan arif tankere.
+ he laaa. al şu kofreti de barışalım hadi.
- ben sana lokum vereyim de oraya nasıl sıçtın onu söyle..
muhtemelen o aşka elveda anıdır sevgilinin mükemmel olmadığının anlaşıldığı an.
hepimiz çocukluğumuzdan beri heybemizde biriktirdiğimiz iyi niyetlerle oluşturulmuş şablonların; beğenilmiş bir bedene giydirilen ruh gibi, aslında "seni hiç tanımıyorum hihihi" yalanına rağmen, sırf o hayaller ve o beden orada hazır olduğu için "aşık" olduğumuzu bilmeden yaşar gideriz.
zamanla o giydirilen elbiseyi teker teker çıkarırız. en sonunda geride yalnızca salt kişiliği kalır sevgilinin.
işte o andır mükemmel olmadığının anlaşıldığı an. buna rağmen sevebilmek ise cennetten bir armağan..
yalnız yaşayan kişilerin refleks haline gelen davranışlarından biri de hiç sıkıya gelmeden gazını salmak, kapısı tandır gibi açık tuvalette necasetten taharet etmektir. bu reflekse alışkın sindirim sistemi zaman zaman olmadık yerlerde sazı eline alıp uzun hava tarzı çalışmalar yapabilir. insan içine çıkamaz hale gelmeden dur demeyi bilmek gerekli.
bi keresinde henüz üniversite öğrencisiyken yeni tanıştığım ev arkadaşımla evde yemek masasında karşılıklı oturup kitap okurken etkileyici bir performans göstermiştim. başımı kitaptan kaldırdığımda savaş kod adlı şahsı halen kitabını okurken gördüm. duyup da duymamazlıktan mı geldi, sesten çıkaramadı mı, hakkaten maldı da duymadı mı bilmiyorum ama yüzünde herhangi bir mimik bile yoktu. bir müddet kendi kendime olayın değerlendirmesini yaptıktan sonra işime devam ettim.
ne var ki, akabinde ev içerisinde sesli sıçmalar, tonlamalı osurmalar, yemek esnasında geğirerek konuşmalar baş göstermeye başlayınca anladım ki karşılıklı saygıyı kaybetmişiz. böylelikle insanoğlunun benden geriye kalan kısmının ne kadar iğrenç, soytarı ve hoyrat olabileceğini görmüş oldum.
- bah şindi bah bah.
+ !?!?
- rööööaaağğğrrk (geğirerek özgür iskoçya demeye çalışıyo it)
+ bu ne abi, allahını seversen ne bu şimdi? lan yanında bir kerecik osurduk diye elden ayaktan çıktın sen savaş. hadi geğirdiğini geçtim, abi senin göt de sunay akın'a bağlamış maaşallah, her muhabbete ortasından giriyor. "durun durun ne diycem hihihohoh"..
- ..
+ samimi olmayalım savaş. kalbini kırarım.
- röğark (haklısın)
***
üniversite öğrencisiydim, ödemeli arama yapıyordum, kot pantolonu 1 ay giyiyor ve makarnada master yapıyordum. kızlardan ise halen teklif gelmemişti..
işin işten geçmesiyle bünyeyi saran eylemsizliğin tanım bulmuş halidir.
mesela bi gün avea'dan 3500 (yazıyla üçbinbeşyasdadsdfashgkhj ooha) lira fatura gelir. bu faturayı da karşınıza çıkacak cesaretleri olmadığı için e-mail şeklinde gönderirler. bu aveaların hepsi aynı. odun, hödük, şerefsiz!
nokia'yı bilirsiniz. süphaneke boncuğu gibi peşpeşe çıkardığı modelleriyle bir döneme damgasını vurmuştu. benim için dortmund-juve-real madrid-tansu çiller dörtlüsü neyse nokia-ericsson ikilisi o anlama geliyor. araya "imar bankası, yüksek kazanç" diye sikimsonik bir reklam giriyor burada. amcanın biri mavi zeminde konuşurken arkadan at koşuyor. adeta tjk için hava durumunu anlatıyor, öyle de ciddi. benim bu aşırı ergen dönemimin de sonlarına doğru bi nokia reklamında aplanın biri şehir içi otobüsündeyken telefonunu açıp internete giriyordu. camdan görünen manhattan binaları, ışıl ışıl parıldak sırıtışlı, şehla bakışlı apla.. internette..
bu bir görüntüdür zihnimde. aslında hayatımızda elde ettiğimiz çoğu zafer de temelde böyle görüntülerle başlıyor.
flaşforvırd..
- memet sabah akşam internete giriyon oğlum. başına bi şey gelmesin. ne yazıyo bu meret.
+ yok anne yaa. müzik indirmek bedavaymış. onlara bakıyorum.
(ıı) pause..
allah belamı versin aman aman müzik dinleyen bir tip değilim lan ben. bilen bilir, ender bilinen müzikleri defalarca dinleyebilmek gibi bir psikopatim var. öyle renkli kulaklıklarla yola bele de çıkamam. bi ara müzikle koşayım dedim yolda kayboldum. olaya gel.. cengiz kurtoğlu'suna, kibariye'sine kadar inrdiriyorum. çünkü niye? avea'dan internet paketim var. çünkü niye? okul servisimde msn'de yazabileyim, facebook falan yapayım diye. o servi kavaklar da manhattan binaları sanki amına koyim. çünkü niye? malım..
(>) play..
sonra fatura gelir gerisi malumunuz. faturayı da yine telefonumdan baktığım e-postayla öğrenirim. ironi de yapmışlar, ne hoş. sonra kendimi 3 dakika boyunca boş çay bardağını karıştırmaya çalışırken yakalamaca, şaşkınlıktan telefonu kapamaca falan.. günün sonundaysa işte bu altına sıçmış bir çocuğun rahatlığı var içimde diye diye yatağa girmece. kakalı, kokulu. mis.
***
- müdürüm 050******* numaraya 3500 lira girmiş. nasıl söyleyeceğimi bilemedim size danışayım dedim.
+ ona küçük ironiler yap.
bu duygu, en başta lezzetsiz, tatsız bir damağa pirinç lapası yapıştırmak gibi takip eder insanı bir süre. yemek için yaşamaktan tornistan, yaşamak için yemeye geçersin. zaman, öyle kuvvetlidir ki unutturur tuzu bile. sonra eskisi gibi dinç ve şahbaz olursun. 5'te yarı 10'da biter maçların devre arasında ananın yaptığı çeyrek ekmeğe domatesi tuzsuz yer de, bir an bile düşünmezsin. gürül gürül akan bir nehirdir hayat çünkü, minyatür kale futbol maçıdır 35'te yarı 70'te biten.
***
bir zamanlar hayatımın tadı tuzu olan kadındı uzak bir telefonda, ağlayan, yağmurlu genç kadın. "istanbul'dayım" diyordu 6 yıldan sonra ilk defa konuşurken ne tepki vereceğimi bilmeden "ne zaman?" diyebildim. bir kaç günlüğüne geldiği istanbul'dan bu gece ayrılıyor, ayrılmadan son kontrollerini yapıyor; cüzdan tamam, anahtar tamam, çanta tamam, bilet tamam, bavullar tamam, şemsiye tamam, eski sevgiliyi arayıp hayatı murdar etmek.. işte aşama bu şekilde olmalıydı. hiç iyi anılarımın olmadığı otogarda buluşup bi görüşmek, yolculanmak istiyordu. teklifi duyar duymaz içimde bir kalabalık toplanıp konuyu tartışmaya başladı. bir taraf evetçi, bir taraf hayırcı, kanıtlar, deliller, olay yeri yangınları havada uçuşurken; "carpe diem amına koyim" diyerek hepsini orada bırakıp atladım taksiye.
rüzgarlı gecenin istanbul otogarında birbirimizi bulduğumuzda sanki süregelen bir sohbetin gelişme kısmındaymış gibi rahatça devam ettik. zaten bu kız, daima her şeye ortasından başlamış hissi verirdi bana. bir zamanlar giydiği o çiçekli elbisesi hakim figür idi, duvarlarıma kazıdım "kadın budur" diye, sesini işitmek 1 gramlık antibiyotik gibi mikrobumu çözer, sersemletirdi. yalnız şimdi solgun, yorgun ve harap görünüyordu. evlenmiş, 6 ay sonra boşanmış, mutsuzluk içinde kıvranıyorken ben güçlüyüm hikayeleri anlatıyordu geceleri kendine. ve uykusuzdu, çünkü hikayesi çok uzundu.
onu böyle aç-bilaç bırakmaya gönlüm el vermedi. böylece beraberce bana geldik ki, bir zamanlar "aşkım" dediğim kadınla yalnızlık kaleme girerken aradan geçen 6 yılı düşündüm. şimdi misafirlikte uyuyan küçük kızımızı kucağımda evimize getiriyor olabilirdim. annesinin kendi çocukluğunda kullandığı pembe battaniyesi örtülmüş olabilirdi üstüne. ben, kızım uyanmasın diye yere bile basmadan nefes bile almadan yürüyebilirdim. evet, kapı eşiğinde nihal botlarını çözerken ben ikimizi de düşündüm. ağzıma tuz tadı geldi.
o gece, sabaha kadar hasta hatıralarıma baktım. yüksek ateşine ıslak bez koydum. acide iğne yaptırdım ateşi dinsin, acısı azalsın diye. işte o iki gün kayıp geçmişimle seviştim. ağzım yüzüm tuz içinde..
***
işte eski sevgili tuzun tadını hatırlatan bir densizdir bazen.
Bir erkeğin başka bir erkeği sevgili yapma yolundan döndürebilecek en etkili sözlerden biridir. Ve tarafımdan sözlüğe armağan yeni bir bakınız olması dileğiyle.
virabismillah.
insanın anılarıyla, özellikle kötü anılarıyla dalga geçmeye başladığı yerde doğmuştur mizah. Bu yüzden mizah orospu çocuğudur biraz, gizlenmek istenen kötü yönlerin alenen anlatıldığı, başkalarının başına gelmiş kötü şeylerin abartılıp, süslenip sunulduğu bir medeniyet fahişesidir. eğlendirir, gülerken düşünürsünüz, başınıza geldiğindeki halinizi tasavvur edersiniz ve yüz kaslarınız gerilir. başınıza geleni, kendi mizahınız yaparsanız büyürsünüz.
***
platonik aşk, platon'un idealar dünyasından yansıyan hayalin başka bedene giydirilmesi durumu; sanki platon'un kucağına doğmuşum, orasu benim vatanımmış gibi sürekli platonik aşık olan kırmızı kravatlı, yeni yetme bir oğlan çocuğu, ben. bitmek bilmeyen dallas dizisi gibi her dönemde yeni bir bedende tutku-hırs-hormon-hayal.. aşk işte. bu kez adı tuğba.
eeh işte. güzel ve çirkin arasında kalan insanlar vardır ya hani, tuğba tam orada. bazen güzel bazen değil. bazen nefesi bedenimi yakacakmış gibi, bazen öğle arası kısırın yanında lahana turşusu/sivri biber yiyen bir kız. tam kusacakken ağzınıza kayısı tadı gelmesi gibi bir etkisi, bilinmez bir gizi var. abayı yakmamın tek geçerli sebebi sınıfın en güzeli olması. sınıfın estetik durumunu da siz hayal edin artık.
neyse, bu tuğba'nın mahallesi meskenim, evi mezarım, mavi işlemeli beyaz mendili kefenim, gamzesi mezarımda açan nergisler oladursun; ki kendisinin gamzesi bile yok, eskiden tuğba'yla çıktığını bildiğim hakan adlı çocuk kafamı kurcalayıp duruyor. çocuğu da bilen bilir * alamet-i farika gibi bir piç kurusu. babası huniyle, taşırmadan yapmış. ne eksik ne fazla. yine de ekrem amca'yı * severim. babalarımız ahbaptır. bu vesileyle evlerine kadar gidip bi çaylarını içecek kadar gözüm kara. meselenin özü hakan'la konuşmak. tuğba hikayesini dinlemek.
bahçede hortumla çakılları sularken buldum hakan'ı. mavi eşofmanını bileklerinden kıvırmış, altına da abartısız bok sarısı bir tuvalet terliği giymiş, üzerinde de parliament mavi gömlek üzerine zengin piçi beyaz süveteri sırtına bağlamış. kız olsam orada veririm. bu kadar tezatı bir araya getiren yaratıcı tabi yumurtaya da can verir. hakan'a lafı dolaştırmadan meseleyi açtım, utana sıkıla tuğba'yı sevdiğimi söyledim, geçmişte neler yaptıklarını sordum. bahçe hortumunun boğazını sıkıştırarak fijüüüüüv diye ileri attığı suları bi an bırakıp hortumun ağzından birkaç yudum su içti.
- ben o kızı yedim ehe. pastaneden yedim.
sonrasını duymak bile istemesem de, ister istemez gözümde canlanıyordu. öyle bir anlattı ki şerefsiz, hortumu bırakıp 31 çekmeye gitti. ben de kendimi bir torbaya koyup ayrıldım ordan. öyle yıkılmıştım ki tuğba karım olsa, anam avradım olsun oracıkta boşardım. hem de üç kere değil dokuz kere derdim boş ol diye.
***
hakan'la 2010 yılında sirkeci'de karşılaştık. hasbihal ederken mesele açıldı, daha doğrusu meseleyi o açtı, "cesur adamsın lan, valla bak. ben olsam böyle bir şey yapamazdım." diye gönlümü almayı ihmal etmedi. ve ekledi "ben o dönem her kız için o espriyi yapıyordum lan. kimi sorsalar öyle diyordum.".. çayının son yudumunu alırken seneler evvel hayatımı siktiğinden habersiz neşeyle sırıtıyordu.
Bütün dünya yalandan bile olsa "seviniz, sevişiniz" mesajını veredursun; biz hâlâ karşılık da bulmuş bir sevginin yaş haddinden emekli olmasını tartışıyoruz. Başka kültürlerde bu var mıdır bilmiyorum. iki insan birbirini sevmiş, birinin önce doğmuş olması sorun olmamış, birinin tahminen erken ölecek olması sorun olmamış; kendine güvenmekte hazımsızlık çeken bir grup genç, karakterinin elverişsizliğinden dolayı kendine uygununu bulamasından mıdır nedir, sümme haşa allahsızlıkla itham etmiş, kart horoz demiş falan filan..
Sen kendinden büyük veya küçük birini sevemeyecek bazı kriterlere sahip olabilirsin. Bu son derece sübjektif bakış açısıyla başkalarının ilişkilerini garip de karşılayabilirsin. Ama hiçbir kuvvet, evliliklerinin 32. Yılını deviren ve aralarında 10 yaş bulunan anam ve babamın hiç kavgasız, yalansız, saygı ve sevgiyle yoğrulan kaderlerine laf etme curetine sahip değil!
Şimdi, gelin şu işi bi analiz edelim. öyle haybeye tu-kaka demenin manası yok. herkes her neredeyse elini vicdanına koyup konuşsun. kendisinden 15 yaş büyük hatice (ra) gibi bir kadınla evlenen peygamber (asv) örneği, aynı ömürde ilk eşinin vefatından sonra kendinden 33 yaş küçük, 17 yaşındaki aişe (ra) ile evlenmişti. rivayet edilenler her iki evliliğin de muhabbet ve sevgi ile gerçekleştiğini anlatır. bunlar, görmek isteyen gözler için uç birer örnekti aslında..
lafım dengini bulup da evlenen, evlenme planı yapan, aşkı tamamına erdirmeye niyetlilere olmayacak. çünkü onlar şanslı kimseler olarak yaşayıp giderler. bu lütuf onlara kafidir. daha fazla övgüye ihtiaçları yok.
şimdi,
türkiye şartlarında erkek, eğer üniversite okumuş ve yüksek lisans yapmışsa 26-29 arasında ekonomik özgürlüğünü alıyor. Yani en iyi ihtimalle 26-27 yaşında evliliğe maddi anlamda hazır oluyor. Manevî hazırlık ise kişiye göre. Kimisi 30 da yaşasa bir kadın sorumluluğunu taşıyabilecek ağırlıkta olmuyor. Kimisi, 20 li yaşlarında aile babası, koca, eş.. Yalnız bu adamın bile 35+ yıllarında değişime uğrama, ortayaş sendromuna uğrama riski yüksek..
Bu denklemin kadın tarafı ise tam bir felaket. 18'inden itibaren sürekli bu planlı kadınlaştırma çalışmasına mâruz oluyorlar. Seviyor, olmuyor. Sevgisini yansıtamıyor. Kendisi evlilik için bir erkeğe nazaran daha önce hazır olduğu için çoğu zaman yaşıtları tarafından kandırılıp cinsel hayata başlıyor. Hasbelkader bittiği zaman ise artık duygusal, bedensel ve ruhsal olarak kullanılmış oluyor. Kendisini kullanan erkek yaşıtı 5-6 yıl daha evlenmeme lüksüne sahipken, kızımız 25-26 gibi yalnızlık korkusu duymaya başlıyor. Bu da büyük oranda karakter ve tercihlerini değiştirip kendi olmaktan çıkmasını sağlıyor.
Gelgelelim bazı kızlar artık evlenilecek erkek olarak nitelenen "karakterli, işi, gücü olan, kadına saygılı" özellikleri ile efendi erkek tanımına sıkışan ve henüz aklı başına gelmemiş kızlar tarafından pek de tercih edilmeyen tiplere yöneliyorlar. çünkü insan doğasında gizeme, asiliğe, dengesize karşı bir merak var. aha çarşaf çarşaf yazıp çiziyoruz burada.. etkisi sıfır. halbuki insan her hatayı yapacak kadar uzun yaşamıyor.
yine de kadın için belli yaşın üzerine çıkınca aslında durum anormal olmaktan çıkar. anormalken bile kadına değil erkeğin densizliğine bağlı etkenler sözkonusu. zaten 25 yaşını geçmiş kadın da erkek de olgunluğa ulaşacağı için (istisnalar hariç) yaş, önemsiz bir rakam kümesi olmanın dışında bir işlevi yok.
Akıllı erkek bu dinamiklere hakimdir. bu yüzden kendisini son liman olarak gören kadının başından neler geçtiğini tahmin eder. Zaten kadın birazcık dürüstse olanı biteni anlatacaktır. Son liman olarak görülmek oldukça onur kırıcı bir hadisedir sanırım irdelemeye gerek yok. Eğer arada ciddi bir frekans ve aşk yoksa muhtemelen erkek kabul de etmeyecektir. O da diğer erkek gibi avcı olmak isteyecek, toplayıcı olmayı reddedecektir. o yüzden duygusal açıdan yıpranmamış, karakter açısından da yaşananlara bağlı olarak değişmemiş, e hadi diyelim kandırılarak bekaretini kurdun boğazına ciğer gibi asmamış kızları beğeniyor. eğer kendisi de kandıran erkek sınıfından değilse anasının ak sütü gibi helal olsun..
"emel sayın zamanında harika bir kadındı. hem güzel hem hanımefendi sarışın falan. türkiye'nin starıydı"
babam bunları söylerken kahveyi elimden bırakıp sağ gözümü kapatıp sol gözümle yukarı bakarak bi düşündüm. kendimi emel sayın hanımefendi ile vals ederken ve öpüşürken tasavvur ettim. nırç. en fazla benim ruhum onunkinin önünde diz çöker "rüyalar gerçek olsa"yı söyler. ve yine her yaşın bir güzelliği var madem, gülşen hanım henüz 36'sındayken yani hala yaş skalam(ız)dan çıkmamışken yazayım. toruna torbaya anlatır o da.
**
kendimi bildim bileli ıtır esen adlı yeşilçam oyuncumuzu beğenirim. anneme gösterip anne bana bunun gibi bir kız al demişim küçükken. aradan yıllar geçti, 2010 yılında 1903 radyo'da konuk oldu. o ara Q7 falan gelmiş, ortalık vaveyla. benim ilgim ıtır esen yalnız. orada ulaştım kendisine 25 yılın sonunda. takdirlerimi ilettim, kızı-yeğeni var mı diye sordum soruşturdum. böyle manyak biriyim.
**
bence türk standartları enstütüsü üzerinde bir kadın. sesi, fiziği, özellikle fiziği (dudakları).. sonraa fiziği (beden ölçüsü) ve fiziği. kedi suratı gibi sevimli, oyun hamurundan yapılmış dudaklarıyla favorim. birincisin gülşen. kısa marlboro light gibisin, değişmeyeceksin gönlümdeki top 10'da. be adam şarkısıyla çıktığında mahalleden biri gibi aşık olduk hepimiz sana. sonra bişiy bişiy oldu. gel, geçmişi unutalım.
**
şimdi ben bunları neden yazdım? gördüğüm kadarıyla erkek konusunda pek seçici değil. reha muhtar falan.. e bizim de yaşımız geldi. klasik yaş konulu matematik sorularına inat yaşımız ona yetişti. halbuki o saz mı caz mı'yı söylerken tv başında yanaklarımdan aka aka karpuz yiyodum. bi keresinde karpuzla beraber üzerine konan sineği de yemişim. tv'de gülşen vardı..
ulan anladık kavga ediyosunuz falan tamam. kadıncağız gidip odasında sessiz sedasız takılıyo. sen de erkek ol da çık iki duble iç lan. olmadı al gel beraber içelim. oturma odasında full bas "big in japan" dinleyerek kimi cezalandırıyorsun sen? hem o nasıl şarkı lan?
bence kavga etmeyin, savaşmayın ne olur hep sevişin.. o yüzden gözünün yağını yiyeyim;
ne zaman "sözlükte gızlar teklif ediyomuş" söylentisi yayıldı, tek elle yazılan entry sayısı da çoğaldı. ister androidapp mı ne sikimse onu deyin, ister osbir. yeni nesil yazarlar tek elle yazıyor.
N'oldu lan? Bi futbol muhabbetidir almış yürümüş görüşmeyeli. rakkamsız, terimsiz (fatih terim değil bildiğin terim) başlık açıyoruz ptt 1. ligine yolluyorsunuz oğlum. 30 yaşındayız diye milan'a transfer mi olalım. sansiro'nun kapısına "amın oğlu cesare" mı yazalım illa? korkarım sözlük iyi ergen yapmış pröfesör. tedavisi yalnız kendi içinde. zall köşeyi dönerken arkada bıraktığın sözlüğü unutma!
hşş kime diyom?
***
minyon tipli, şehla bakışlı, kahküllü sevgilinin gözleri açılınca hücum futbolu oynaması; yanına aldığı birtakım (ki bunlar mutlaka iki kişidir) "yarımşardan tam" çirkin kızın tavsiyelerine uyup uyup hayatı osasuna defansına çevirmesidir. bilenler bilir (parantezine kadar kalıptır bu), nopnormal bir adamım. top atsan uyanmam ya da iğne yere düşse uyanırım marjlarının ortasındayım yani. yahut koklasam sarhoş olurum ve bidonla içsem dokanmaz marjları.. bilemedim, şablonu al, düşün biraz. zekalı adamsın. ekstrem bir hayatım yok. ileri amatör fotoğrafçılığım yok, lüsid rüya görmem, okçuluğa ve biniciliğe eğilimim vardı behri zamanında. gelişigüzel bir arkadaşımın "şövalye mi olacan lan yoksa ehuahuahha" başlıklı espriyi iki sosyal ortamımda dillendirmesiyle çıldırıp uluorta elle taciz etmişliğim var kendisini. allahtan erkek idi de geçiştirdik olayı. gel gör ki yeşil pelikan silginin tükenmez kalem yazısını silmesi gibi silmeye çalıştı ömrüm beni. silinmedikçe yontuldu beyaz kağıtlarım, aşındım amına koyim.
normalim, kolay sinirlenmem, kalemle gülümseme çizsen güleryüzlü de sayılırım. hayat kocaman bir gamze bıraktı bende. yüzünün çizgileri gülümsüyor dedi bayanın biri bi gün. sonra numarasını verdi, besmele çekip aradım. estetik cerrahide klinik sekreteriymiş sürtük. ama gideri vardı.
velhasıl çok şeye katlandım; yünlü kazaklarla beyazları yıkayan sevgilim oldu, oruçlu gün cıplah fotoğraf mesajlayan sosyopatlar tanıdım, hoşlandığım kızın bir nebze konuşmaya tenezzülen "sen daha iyilerine layıksın." yalanını uzattıkça uzatışını dinledim yağmurun altında. sabri'siydim bu işin; ne ortalar yaptım zaten yoktular..
işte bu benim en huylandığım şeydir. bak şimdi çık gel, sümüğünü elinde sündür, geğirerek "jamiryo" de; karşında lahana dolması yerim. soğukkanlı ve karizmatik, gözlerine bakarak hem de.. sıçılmış su tankerinden su içmişliğim var boru değil. ama bu, bu başka işte...
kadınların birbirine kadınlık öğretmesinden ölesiye tiksiniyorum. boklu tanker suyundan, sümüğü dolama yapıp kanepeme sürtmenden, yemek masasına kokulu çoraplarınla oturmandan daha çok hem de..
Sevgili kişisi ile uzun soluklu bir ilişki planlanmış, ona küçük sürprizler yapılmıştır. Apansız bir şekilde işyerinin önünden alınıp; dizlerin üzerine örtü serilen garb adetleri ile bezenmiş bir restorana gidilir, akşam yemeğinde de daha önce yenmemiş deniz yaratıkları tadılır, 36 yıllık bir şarap açtırılır. Gecenin ilerleyen saatlerinde bayan kişisi artık gerçeği saklayamaz:
+ mert dur, konuşmalıyız. Sana söylemek istediğim bir şey var.
- "içses: sıçtık, kız bakire." nedir? Bekaretle ilgili mi?
+ aslında bu bir sır.. Bizim küçük sırrımız olsun mu?
ünlü piyemonte düşünürü ariston aqualtis'in bi lafı var, "elime ne sıçtın da yüzüne onu süreyim."
şimdi kendi bahçesinde dal olmayanın biri bahçe bahçe gezip ağaçlık taslıyor mınoyim. diğerleri "benim de yüzüme sıçmaz mı acep" diye çanak tutuyor. lan kalite dediğin nerede var da öğretmende olsun. burası ayrı konu. dur lan çeliştim kendimle. hah, eğitim üçayaklı bir ocakta pişen bi yemektir*. aile, çevre, okul. üçünden biri yamuksa üçün birini alırsın.
90 öncesi doğmuş kişiler öğrenmenin farklı yollarını bilirler. araştırma, okuma, kaynak tarama, deney, gözlem vs.. malesef 90 sonrası nesil hazır bilgiye ve pratik çözümlere alışarak büyüdü. ben mesela, gugıl denen bombastik arama motorunu yeri geldiğinde bilgiye ulaşmanın yedek yolu olarak bilir ve iman ederim. öğrenmek istediğim bilgilerin izini farklı metodlarla sürebilirim. cıplah ellerimnen avlanabilirim, ataş yakarım, aşımı ekmeğimi taştan çıkarır yirim. fakat son nesil internet kaynaklı olmayan bilgilere ulaşma deneyimine sahip değil. "anadolu yöresine has damak tatları" minvalli bir ödev verildiğinde bile cümleyi aynen internette aratmak suretiyle yalan yanlış bilgilere ulaşır. ulaştığı yer de en iyi ihtimal bir dolu zibidinin, trollün itin kopuğun cirit oynadığı sözlükler. ee tarhana çorbası içen fakir insan.. kim yazmış yavrım bunu, hani kaynak? bi bakıyosun ya morganize isler ya da başka bir kadrolu troll. veriyorsun eksiyi yine. bu ufak bi anektod idi, ciddi sanıp mevzu bahs etmeyin.
yani zihninde hiçbir şeyi işlemeden güya araştırmasını tamamlar.
haspam, anan evde tarhana çorbası pişirmiyor mu hiç? maaile bilgisayarın başına geçip zeytinyağlı pilaki, patlıcan oturtma efendime söyleyeyim, kadın budu köfte resimlerine mi bakıyorsunuz? kaynak anneciğin işte.. otur sıfır. buğz ettim sabah sabah..
argadaşlar, gözünün yağını emdiklerim;
eğer öğretmenden kafanızın arkasına yerleştirilmiş soketten bilgi aktarması bekleniyorsa kötü bir haberim var. mavi hapı seçtiniz.
Uzun süredir görüşülemeyen sevgili havalimanında beklenmektedir. Haliyle özlem ve heyecan had safhada. Uçak iner. Sevgilinin kendisi beklenirken mesajı gelir:
- Çok heyecanlıyım panik oldum ya ferahlatıcı bi şey söyle.
+ nane limon.
- Hayvansın
+ o da olur..
"arkasından 10 köpek ürmeyen kurt, kurt değildir."
şu gün oluş halen üçüncü büyük diyerek kendi mefkure dünyalarından saldırmaya çalışan bazı topluluklar var. arkadaşım, kuyuda yaşayanlar kuyunun ağzı kadar gökyüzü görürler. yani haklısın, lets go.
bize göre beşiktaş'ı sevmek için bir sebep yok. evet onsekiz buçuk şampiyonluğu, ondört virgül yetmiş beş türkiye kupası, kıçı kırık avrupa kupası yok. hatta senin deyiminle arada 8-0 falan da yenilir. yok yani. biz kasmıyoruz da sen neden kasıyorsun anlamış değilim. biz beşiktaş'ı neden sevdiğimizi çözmek için yaşıyoruz hayatı. herhangi bir aşkı yaşıyor gibi yaşıyoruz beşiktaş'ı. o yüzden önüne aldığı sıfatlarla ilgilenmiyoruz. geçmişine gözümüz kaysa da arada sırada, bazen aşkımızı yarıştırma ihtiyacı hissetsek de, kıskansak da bazen; kurtuluşu olmayan kara sevda gibi taşıyoruz yüreğimizde.
velev ki beşiktaş bu yıldan başlayarak altı şampiyonluk aldı üst üste. muazzam bir stadyum yaptı, altyapı ortganizasyonunu tamamladı, ahlak timsali karakterler sundu türk insanına, ona buna 6 attı 7 attı, bir de avrupa kupası kazandı.. olmaz da hani oldu diyelim. o zaman senin elinde ne kalacak? başarı? hırs? güç? avrupa kupası?
o yüzden şu an bile bizim elimizde beşiktaş var. beşiktaş'lı olmak bize yeter de artar.
komşumuzun mini mini popolu güzel kızı merve'yi uzun zamandır arzuluyordum. o da bana boş değilmiş demek ki arada sırada ıslak penyesiynen balkona çıkıp atraksiyon yapıyordu. o yaz annemler marmaris'e taile gitmişti. ben gitar kursuna gittiğim için marmaris'e gidememiş, 16 yaşında ilk defa evde yalnız olduğum için heyecanlanıyodum.
sonra ben de elemana dedim ki "ne diyon sen birader?!" vurdum allah vurdum vurdum allah vurdum. derken oradan bir şahin ka gelmiş. kutup ayısına demiş ki "neden boynun eğri senin?" kutup ayısı da ona "deve ilerde abi ben başka iş için çöldeyim" demiş. sonra da hep beraber el ele tutuşup gölgelerin gücü adına demişler.
daha ayın 18'i olmasına rağmen cüzdanıma bakmaya korkuyorum lan. ya hesabı tutturamadık da eksiye düştüysek bunalımını yaşamak istemediğimden gittiği yere kadar gitsin vrdnıskiym.. elleme.
Çanakkale savaşı'nın 15 yaşındaki yiğitlerce, kurtuluş savaşı'nın keza 18-20'lik kahramanlarca kazanıldığından, dünyanın en fazla kuşatılan kentinin 21 yaşındaki bir fatih tarafından fethedildiğinden habersiz kişilerin fikir balgamıdır bu.
Onları öldü mü sanıyorsunuz?
Evet insan bedeni kurşun geçirir, fikirler kurşun geçirmez. Ey ergen sen de elini pipinden çek. Şımarma hemen.