franco moretti'nin, agora'dan nurçin ileri ve mehmet murat şahin çevirisiyle çıkmış kitabıdır. "goethe'den garcia marquez'e dünya sistemi" alt başlığını taşır. "giriş"teki moretti cümleleri bu çalışmanın tarihselliğini göstermek bağlamında ilginç olduğu kadar, yazarın içtenlikle ve dürüstlükle özeleştiri yapmasına da olanak sağlamış görünüyor. bu içtenlik ve dürüstlük hem akademik mesafenin korunduğundan söz ediyor, hem de metinlerle kurulan (ve okuyucunun kurması muhtemel) bağın ne denli güçlü ve içkin olduğunu gösteriyor. mesela şu cümleler, "benim projem ilk başta -dürüst olmak gerekirse- tamamen farklıydı. önceleri, üzerine pek çok yazı kaleme aldığım ve yıllarca çalıştığım bir alan olan modernizmi ele almayı düşünüyordum." hemen ardından mayakovski, kafka, proust, tzara isimlerini anıyor moretti ve çalışmasının geçirdiği evrelerden söz ediyor. ve sayfaları sırayla okumamızı öneriyor, biz de onun sesine kulak verip öyle yapıyoruz, ne gelir elden başka?
walter j. ong'un metis'ten, sema p. banon çevirisiyle çıkmış kitabının adıdır. kitabın alt başlığı da "sözün teknolojileşmesi" şeklindedir. ong'un literatüre yaptığı birçok katkıya, bir de bu kitap rahatlıkla eklenebilir. kitabın bazı bölümlerine, ong'un da sık kullandığı üzere, "sakınımlı" yaklaşmak mümkün lakin ong'un hem halkbilimine, hem göstergebilime yaptığı lezzetli çıkmaları görmezden gelmek de mümkün değil. çevirmenin de hakkını yine aynı sakınımla teslim etmek lazım; kitabın hemen girişindeki "deconstruction" kavramına önerilen (redaktörün notu olarak gözüküyor bu, redaktör de saliha paker) "kurgusöküm"ün altını pek dolduramamışlar kısacık not ile. yapı yerine önerilen kurgu kelimesinin karşıladıkları temelde ayrışmıyor, bu yeni sözcük de ancak yabancılaşmaya sebep oluyor diye düşünüyorum. ama, çeviri de bence başarılı bir çeviri, ki alıntıların bu denli çok olduğu bir kitabı aynı ahenkle sürdürmek oldukça zor bir iş, bu bilimsel çevirilerin başına sıkça gelen bir durum malumumuz (burada, "geleneksel"den çıkan "halkbiliminde kuramlar ve yaklaşımlar i-ii" isimli kitapları hatırlarsak, bu çeviriyi öpüp başımıza koymamız lazım gelir). kitabın başka bir şahaneliği de, "kaynakça"sının oldukça geniş ve güzel yönlendirmelerle dolu olması. kaynakça, sözlü ve yazılı kültürle ilgili bütün alanlardaki literatürün tamamını kapsamayı hedeflemiyor denmiş ong tarafından ama, "temel kaynaklar"dan fazlasını veriyor denebilir rahatlıkla. örnek bir davranış daha sergiliyor ong, yığılmayı engellemek için ansiklopediler gibi sıradan referans kaynaklarını bu kaynakçada göstermedim, diyor bize de ellerinden hürmetle öpmek kalıyor.
uzun sözün kısasıdır kim, bu kitap "başarılı". şen olasın ong amca.
tom robbins, "dur bir mola ver"e [ayrıntı yayınları, 1997] "yuhanna'ya göre incil"den bir parça epigre eder; "isa'nın yaptığı başka çok şeyler daha vardır; eğer birer birer yazılmış olsalar, yazılan kitaplar dünyaya bile sığmazdı." (bap 21: 25) ___"telaşlanma," dedi purcell. "yaranı sararız. torpido gözünde temiz beyaz çorabım var.___)44( ___"ilerleyişimiz devam etmekte. dertlerimiz ve ihtişamımız da öyle.___)35(
akademide neredeyse ilk olarak mehmet kaplan'ın adını koymadan yaptığı eleştiri tarzıdır. kaplan'ın tevfik fikret üzerine olan "tevfik fikret - devir, şahsiyet, eser" isimli kitabın "sesler" kısmı bu tarz eleştirinin başarılı örneklerinden biri olarak sayılabilir. fikret verlaine alıntısıyla başladığı bu kısımda, sessiz ve sesli harflerin kullanım sıklığı, şekli ve sahası üzerine ilginç çözümlemeler yapmıştır. bu ses hadisesiyle ilgili hasan çebi'nin necip fazıl üzerine yazdıkları, doğan haksan'ın ve nüket güz'ün bazı çalışmaları da örnek olarak gösterilebilir. ama sanırım en başarılısı kaplan'ınkidir bu saydıklarımdan. dilbilimsel eleştiri meselesine dönersek, bu konudaki erken ve oldukça başarılı metinlerden biri olarak süheylâ bayrav'ın "dilbilimsel edebiyat eleştirisi" isimli makalesinden söz etmek mümkündür. yanılmıyorsam türk dili dergisinde yayımlanan bu makalede bayrav, bu hadiseyle ilgili kim ne yazmışsa bir şekilde değinmiştir neredeyse. henüz kristeva'nın adının anılmadığı zamanlarda kristeva'dan, butor'dan, barthes'tan söz etmiş olması ayrıca büyük bir güzellik olarak literatüre geçmiştir. yine bayrav'ın dilbilimsel bağlamda çözümlediği "bursa'da zaman" (a. h. tanpınar) şiiri bu konuyla ilgili çözümlemelere örneklik teşkil edecek gayet temiz bir çözümlemedir. sema ve samih rifat ikilisinin yaptığı katkılar da elbette anılmalıdır bu konuda.
cemal süreya tarafından "mülkiyeli şairler" ismiyle hazırlanmış ve 1966'da ekin yayınları tarafından basılmış antolojidir. künyesinde "isteme adresi" olarak, "cemal s. seber, p.k. 627, karaköy/istanbul" gösterilmiştir; ki bilinir ki bu "cemal s. seber" cemal süreya'nın ta kendisidir. cemal süreya'nın asıl adı "cemalettin seber"dir ve resmi işlemlerin hepsinde "seber" soyadını kullanmıştır. belleğim beni yanıltmıyorsa, ölümünün ardından gazeteye ilan verilecekse, bu soyisimle ilan verilmesini istemiştir birsen sağnak'tan. bu antoloji de, günlük'ünde, mektuplarında şakayla karışık, cemal süreya'ya ait olan bir istihzayla söz etmiştir ve giriş yazısından da az biraz eğlendiği hissedilmektedir. kendisi de bir mülkiyeli (asıl adı "mekteb-i mülkiye-i şahane", şimdiki adı "sbf" olan okul) olan cemal süreya, mülkiye'de okumuş şairleri mezuniyet yıllarıyla birlikte antolojiye almış ve onlardan bazı şiirlerini seçmiştir. kitap 1888 mezunu ahmet reşit bey'le açılıp, o sıra henüz mülkiye'de öğrenci olan ismet özel'le kapanmaktadır. kitaba şiirleri alınmış şairlerin küçük bir biyografileri ve şiirleri hakkında başkalarınca söylenmiş küçük alıntılar da vardır. cemal süreya, kendi şiirinden "san" ve "ülke"yi seçmiştir, ki bunun da üzerine düşünmeye değer bir şey olduğu kanaatindeyim. ondan hemen sonra da "sezo" dediği ve sıra arkadaşı olan sezai karakoç'tan üç şiir vardır. bunların ilki "sürprizsiz" olarak, "balkon"dur. karakoç'un iki arkasından da bir diğer "parasız yatılı" ece ayhan gelir. onun da "bakışsız bir kedi kara"sı sürpriz değildir. yeni baskısı hiç yapılmayan bir cemal süreya antolojisidir bu kitap. baskısı yapılmayan bir başka cemal süreya kitabı için bakınız: "yürek ki paramparça" (c. süreya'nın çevirdiği şiirler, yky)
roland barthes'ı konumlandırmaya, anlamaya, okumaya çalışan bir kitap bu, sel'den çıktı -dumanı üstünde-, mehmet rifat hazırladı. içinde dokuz yazarın barthes üzerine yazdığı metinler yer alıyor. bunların içinde oğuz demiralp de var, umberto eco da. son zamanlarda metis'ten çıkan "ışık" sözcükleri"yle beraber (o da benjamin okumasıydı) yakın tarihe etki etmiş düşünürleri konumlandırmaya çalışan kitapların yayımlanması sevindiri oluyor. "yazma arzusu"nda da barthes'ın yaşam öyküsünden fotoğraflarına, metinlerinden örneklerden onun üzerine yazılmış kapsamlı yazılara uzanan güzel ve geniş bir skala var. üstelik çok "göz korkutucu" bir sayfa sayısına da sahip değil, 129 sayfa bu kitap. beni birkaç teknik detay rahatsız etti açıkçası, o da kitabın yayıncısı sel'den kaynaklanan detaylar. ilki, kitabın boyutu. normal kitap boyutundan büyük ve diğer yayınevlerinin bastığı kitaplardan daha değişik boyutta kitap yayımlamanın matah bir şey olduğunu düşünüyorlar sanırım ama bu kitabı ve okuyucusunu fiziki olarak zorluyor. şöyle ki, bir kere kitaplıklara doğru dürüst sığmıyor, dikine bırakıldığında diğer kitaplardan daha uzun duruyor ve o kısmın üzerini kullanma imkânını sıfırlıyor. ikincisi, kitabı okurken de çok problem yaratıyor; çünkü hep aynı boyutta kitaplar okumaya alışmış okuyucunun eli bu kitabı kavramakta zorlanıyor, zaten güçsüz olan kapak iyice kıvrılıp başkalaşıyor. ve kitabın boyutunu büyük tutup yazı karakterlerinin boyutunu büyük tutmak, iki kere rahatsız edici oluyor. aslında yayıncıların çok iyi bildiği üzere serifli harfler okuyucunun gözlerini en az yoran harflerdir. bu kitapta serifi daha küçük olan bir font ve gereksiz büyüklükte bir boyut kullanılmış. kapağındaki tırnak işaretinin de serifsiz (dahası "wordpad") tırnağı olması şahsım adına itici bir detay. ama bu teknik detayları (kimilerince "aşırı" gelmiştir belki) bir kenara bırakırsak, kitaplığın düzenini bozmak pahasına alınması, okunması gereken bir mehmet rifat güzelliği olarak eylül 2008'in içinde çıkmıştır diyorum.
eduardo cadava'nın türkçedeki ilk kitabıdır (ki, kendisinin de ikinci kitabıdır bu kitap). metis'ten güzel bir çeviri ve temiz bir baskıyla çıkmıştır. frankfurt okulu'nun şimdilerde üzerine belki de en çok düşünülen ismi walter benjamin'in (ki kendisinin bizzat tertip ettiği bir kitabı yoktur benjamin'in) denemelerini ve "tarih" kavramına bakışını "ışık" sözcüğü-metaforu üzerinden sorunsallaştırmış cadava kitapta. dipnotlar verimli, kaynakça etraflı. daha ne olsun?
rainer maria rilke'nin franz xaver kappus'a 1903-1908 yılları arasında yazdığı on mektuptan mürekkep bir kitaptır. bendeki baskısı aralık yayınları, nisan 1998 şeklinde. türkçesi de kâmuran şipal'den üstelik. hatılradığım kadarıyla şipal'den önce de çevirenler olmuş bu kitabı ama asıl başvurulan baskı şipal'in çevirdiği baskı. kappus, okulunun bahçesinde rilke'yi okuyorken, yanına gelen bir hocası rilke'nin eski öğrencisi olduğunu söyler ve şair hakkında hatırladıklarını anlatır şair adayı kappus'a. o anın ardından şiir denemelerini rilke'ye göndermeye karar verir kappus. kitabın girişinde "bir büyük, bir eşsiz konuşurken küçüklere susmak düşer." der. sahiden de şiire bir şekilde bulaşmışların okuması gereken kaynaklardan biri gibi durmaktadır "genç bir şaire mektuplar". rilke'nin ağır ağır ilerleyen incelikli üslubu, öğüt vermekten imtina eden sadece deneyimlerini/düşüncelerini paylaşan tavrı, bir şiiri kurarken neler yapılmaması gerektiği ve daha birçok önemli ayrıntı. ismet özel'le ataol behramoğlu'nun oğlak'tan çıkan "genç bir şairden genç bir şaire mektuplar" kitabının adı bu kitaptan mülhemdir aynı zamanda. çevrildiği bütün dillerde hatrı sayılır bir etki yapmış bir kitaptır rilke'nin mektupları. henüz ilk mektupta rilke "mademki bir öğüt için başvurdunuz bana, size bu tür girişimlerden tümüyle el çekmenizi salık vereceğim. kimse akıl veremez, yardım elini uzayamaz size, hiç kimse. tek çıkar yol, gözlerinizi kendi içinize çevirmenizdir." der. çok sık alıntılanan, birçok mecliste bahsi edilen "meşhur" cümleler de tam olarak şudur:
"yazmanız diyelim ki yasaklandı, ölür müydünüz o zaman ya da yaşar mıydınız eskisi gibi, bunu açıklayın kendinize. özellikle şunu yapın: gecelerinizin en sessiz saatinde kendinize şu soruyu yöneltin: ille de yazmam gerekiyor mu? deşin içinizi, en diplere inin, derinlerden bir yanıt ele geçirmeye çalışın. ve bu yanıt onaylayıcı nitelik taşıyorsa, sorduğunuz sorunun karşısına "evet, yazmam gerekiyor" gibi güçlü ve yalın bir yanıtla çıkabiliyorsanız, o zaman bu zorunluğa göre kurun yaşamınızı; en sudan, en değersiz saatine varıncaya dek yaşamınızı bu içsel dürtünün simgesi ve kanıtı yapın."