Kutlu doğum haftasının yaklaştığı şu günlerde yaratanı da, yaratılanı da, alemlere rahmet olarak gönderileni de memnun edecek sözlerin dile getirilmesidir...
"Allahûmme Ala seyyidina muhammedin ve ala ali seyyidina muhammed"
ebu hureyre ve enes bin malik'in rivayet ettiği iki hadis:
Bir müslüman; "Allahım Muhammed'e ve Muhammed'in ehli beytine, ibrahim'e ve ibrahim'in ehli beytine salat eylediğin gibi salat eyle, muhammed'e ve muhammed'in ehli beytine, ibrahim'e ve ibrahim'in ehli beytine verdiğin gibi bereket ver. muhammed'e ve muhammed'in ehli beytine, ibrahim'e ve ibrahim'in ehli beytine rahmet ettiğin gibi rahmet eyle" derse, kıyamet günü o müslümanın şehadetine şahit olacağım ve ona şefaat edeceğim.
Kim bana bir defa salat getirirse, Allah da buna karşılık o kimseye on rahmet eder ve on günahını affeder.
Günlük hayattaki konuşmalar ve edebiyatta karşılaşılan, sözün açık, anlaşılır ve kulağa hoş gelmesine engel olan kusurlardır.
Örnek vermek gerekirse:
Biri solmuş şükufedir bariz
Ya nedir diğeri verem bir kız (Recaizede Mahmut Ekrem)
Burada ikinci mısranın sonunda ki ''verem bir kız'' bir kusurdur. Çünkü o dönemde böyle bir tabir kullanılmamaktadır. ''veremli'' kelimesi vezne uymadığı için şair ek düşürmüştür. Bundan dolayı kelimede kuralsızlık kusuru vardır.
Hilmi Yavuz'un tasavvufi semboller barındıran bir şiiri.
Sümbül sinan! Seni ağır
Kuyulardan derledim; seni
Aşklara, aşklara yolladım
ve tayy-i zaman
güzleri vardır
işte bir söz ağarır dizelerde
Bu akşamdır ve o'dur
Sende kalan sende kalan...
Sümbül sinan! bir suyu
öper gibi geçtin tenimizden
işte bu, bir kuytuyu
okşamak ve varolmaktır
bir dağ kendi gölgesinde kaybolur
Ve bir su, bu akar su
yeniden akmayı öğrenir
Sende duran, sende duran...
Sümbül sinan! Hüzünler
Durmuyor; herşey gelgit...
Bir yaprak; kendini sürgit
Sana benzetiyor
bu kutu, kalbim ve talan-
la birlikte büyüyen kuyu
Kedi dibindeki çiçekle besleniyor
Sende solan, sende solan...
19. asır rus edebiyatında ağır basan tip olan "gereksiz adam" -bunu puşkin kullanır- tipinin tutumuna verilen isimdir. Gonçarov'un Oblomov'unda aynı adı taşıyan kahraman bu tipin genel tavrını çok iyi yansıttığı için onun adıyla anılmaya sebeb olmuştur. Bu tip şöyledir: Zeki, duyarlı, ama karamsar, bir işe yaramaz, topluma karşı olumsuz adam, bazen iyi niyetli ve ümitli olsa da eyleme geçmeyen, sonunda hep mağlup olan adam...
souad massi'nin bir şarkısı. insanın içinde bazen meltem, bazen de arkası yağmur olan lodoslar estiren bir parçadır.
Nedense anıların ortasına götürür bırakır bu şarkı beni... Dinlerken önce çocukluğumda saklambaç oynarım, saklanırım bulamazlar; saklanırlar bulamam. birden kış gelir köyümüze ve ben evime koşarım. Sobanın yanına geçerim ve ellerimi değdirip çekerim o borulara, borular ellerimi yakar ama uslanmam çünkü çok üşümüş bir haldeyimdir. sonra annem çıkagelir elinde danteli, dilinde duası, başında kar beyazı bir örtüyle... Sonra Gidenler gelir bir bir... gidenler geldikçe görürüm ki çok kişi gitmiştir. Hayret ederim. Ne çok giden, Ne çok gelmeyen ve gelemeyecek olan var...
Danell Jones'in timaş yayınlarından çıkmış kitabıdır.
ingilizce aslından çeviren: ebru A. kesen ve merve ön'dür.
virginia wolf hakkında yaptığı çalışmalarla tanınan ve bu konuda bir çok ödül alan danel jones, bu kitapta kurguladığı bir sınıf ortamında virginia wolf'un ağzından öğrencilere yazarlık dersleri vermektedir. Bazen soru cevap şeklinde diyaloglar olmaktadır. Okuyucunun aklına takılabilecek soruları yazar, öğrencilerin ağzından virginia wolf'a sorup, onun ağzından da cevaplamaktadır. Yazarın virginia wolf'un düşüncelerini ve hayatını tafsilatlı bir şekilde bilmesi kitabın iğreti durmasını engellemektedir. Virginia wolf ağzından kitapta sarfedilen sözlerin bir çoğu zaten kitaplarından ve yazılarından alıntı sözlerdir.
Kitaba gelince, bence yazar olmak isteyipte kafasında soru işaretleri olanlar bir göz gezdirirse hiç bir şey kaybetmeyip tersine kazanır...
not:
bir de bu başlığı açarken ''sözlük içi başlık açmayınız'' diye beni uyaran sözlüğü kınıyorum.
Platon göreceliğe( relativizm) inanan sofistlerin zıddını düşünün bir insandı. O insanların duyular dünyasından bağımsız olarak bulunan, değişmeyen, mükemmel bir gerçekliğin varlığını kanıtlamaya çalıştı. Duyular dünyasında her saniye değişen şeylerin aksine zihin ile kavranabilecek bir idea'lar(formlar) dünyasına inandı. Onun inanışına göre bizim gördüğümüz her şey o formların bir yansımasıydı. Bu yansımalara mimesis ismini vermiştir(Bu mimesis kelimesinin platon çok farklı manalarda kullanmıştır, türkçe'ye kuramcılarda tam olarak çevirememektedir). Bu mimesislerin bir kısmı yaratıcı tarafından yaratılmış bir kısmı da insanların bazı maddeleri değiştirerek oluşturmasıyla meydana gelmiştir( Masa, sandalye, kalem vs.) . Bu düşünce sisteminde platon'un bahsettiği bir kavram da ediola'dır. Ediola, taklidin taklidi manasına gelebilir. Mesela formlar dünyasındaki bir ağacın, duyular dünyasında bulunması ve bu bulunan suya yansıması bir ediola'dır. Yani orada da bir ağaç vardır fakat o taklidin taklididir. Platon tam da sanatçıyı bu ediola kısmını koyar.Taklidin taklidini yapan, insanları gerçeklikten uzaklaştıran bir uğraş olarak görür çoğu zaman sanatı ve sanatçıyı.
Platon'un sanatçıyı insanları gerçekten uzaklaştırıp, hakikatin tersine istikamete insanları sürüklemekle itham eder. Devlet kitabında da bu açıdan zaten sanata karşı çıkar.
Platon'un edebiyata itirazlarına gelecek olursak, bu konuya platon bilgi ve ahlak yönünden ele alır. Bilgi olarak şairlerin ve sanatçıların, çok yetkin olmadıklarını öne sürer. Aslında bu düşüncesinin temelinde eski yunanda edebiyat ile felsefenin rekabet içerisinde olması da belki bir sebeb olarak görülebilir. Platon şairin insanları eğitmekten uzak, kendilerine özgü bir bilgi alanı olmadığını ileri sürerek onların bu konuda eksik olduğunu söyler. Mesela bir çiçeği böceği anlatan şairin bunu sadece gördüğünü fakat hakkında gerçekten bilgi sahibi olmadığını öne sürer. Şair bir çok konuyu eserinde işler fakat işlediği konu hakkında aslında bir şeylere vakıf değildir. Sadece ve sadece görüp duyduğunu aktarır. Zaten şairleri de benzetmeci kişiler olarak görür.
Platon'un edebiyata diğer bir itirazı ise ahlaki yöndendir. Tragedya ve komedyaların insanları(toplumu) ahlaki yönden uçuruma sürüklediğini söyler. tragedya ve komedyaların Çirkin örneklere yer vermesi, ahlaksız ve suç olan sahneleri gösterip onların insanların gözünde bu normalleşmesine sebeb olduğunu düşünür. Ona göre tragedya ve komedyalar sadece örnek alınabilecek 'iyi' örnekleri anlatmalıdır. Platon'un bu konuda ki görüşleri diktatöryal yönetimlerin sanat anlayışıyla benzeşmektedir. Güdümlü bir sanat ister. Platon Edebiyatın insanların coşan duygularını açığa vuracağı bir yer olarak görülmesini de yalnış sayar. Edebiyatı itidal sahiplerinin yapması gerektiğini savunur.
Kendisini sorgulamaya çekmesi gereken tiptir. Biraz önce '' ben filan festekiz bu yeni numaram'' gibi bir mesaj atmıştır. Görende zanneder ki dünya'yı kurtarıyor, gündüzler çuvala mı girdi, gecenin bir yarısı mesajla numara haber vermek nedir?
Hazreti Ebû Hureyre (radiyallahü anh)ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ ve etemmütteslîmât) şöyle buyurur:
Aklın gereği, Allaha imandan sonra, Onun için sevmek, sevilmek ve insanlarla dost geçinmektir.
Hadis-i şerifte aklın zirvesi Allaha iman olarak bildirildikten ve en değerli konuma iman konulduktan sonra bunun ardından insanları sevmek, onlar tarafından sevilmek ve onlarla hoş geçinmek zikredilmiştir.
Allaha gönülden iman eden kimse Allahı daha çok tanımaya çalışır. Onu tanıdıkça daha çok sever ve sevdikçe de Ona daha çok ve daha derin kulluk eder. Böylece hep Allaha daha yakın olmaya çalışır.
Allaha samimiyetle bağlanan böyle akıllı bir kul, ibadetlerle Ona bağlılığını gösterdiği gibi Allahın kulları olan insanları da Allahtan ötürü sever ve Onun rızası için insanlara iyilikte bulunur, onlarla dostça geçinir. Nitekim hadis-i şeriflerde;
insanlara karşı hep güzel ahlakla muamelede bulun! *,
Müslüman, müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez ve ona ihanet edip yardımsız bırakmaz. Her kim, bir mümin kardeşinin ihtiyacını görürse, Allahda onun ihtiyacını görür. * denilmiştir.
Allah için Onun kullarını seven ve davranışlarını Allahın rızasına göre programlamış bu mümin ve akıllı insanlar, Allahın bir mükafatı olarak insanlar tarafından sevilir ve sayılır. Kuran-ı Kerimde bu husus şöyle anlatılmıştır:
Rahman Allah, iman edip salih amel yapanları (hem kendi katında, hem de mahluklar nezdinde) sevimli kılacaktır. *
Kainatın Medar-ı iftiharı Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
Kim Allaha kavuşma arzusu içinde olursa, Allah (azze ve celle) de -izzet, azamet ve kudsiyetine yakışır şekilde- ona kavuşmayı ister;her kim de Allaha vuslat özlemi içinde bulunmazsa Cenab-ı Allah da onunla karşılaşmayı istemez.
Ruhlar aleminden dünyaya, kabirdeki berzah aleminden mahşere, oradan da müminler hakkında -Allahın inayet, lütuf ve keremiyle- ebedi saadete uzanan yolculukta hakiki bir müminin en çok arzuladığı husus, Allah Teâlâya kavuşup Onun rüyet ve rızasıyla şereflenmektir
.Allahın rızası en yüce şeydir. işte en büyük kazanç ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72) ayetinde de bildirildiği üzere ahirette Allaha kavuşup Onun rızasına ermek, müminler için tarifi imkansız bir zevk ve mutluluk olacaktır.
Hakiki insan-ı kamil, huluk-u ilâhî ve Kuran ahlakı ile mütehallik Allah Rasülü (aleyhissalatü vesselam) yüce ahlakı ile daima Cenab-ı Hakkı hatırlatmış ve müminlerin Ona olan arzu ve iştiyakını artırmıştır. Hatta Allah Rasulünün yeşil ravzası dahi uzaktan görüldüğünde Allaha ve ahirete vuslatı hatırlatmaktadır.
Allaha kavuşma arzusu, Allahı sevme ve Allah tarafından sevilme iştiyakıyla da irtibatlıdır. Allah tarafından sevilmeyi arzulayan ve ahirette Ona ulaşacaklarını uman müminler benliklerine takılmamış, dünyanın geçici lezzet ve menfaatlerine gönüllerinde yer vermemiş ve böylece cihan onların önünde dize gelmiştir.
Artık kim Rabbine kavuşacağını umuyorsa, makbul ve güzel işler işlesin ve sakın Rabbine ibadetinde hiç bir şeyi Ona ortak koşmasın. (Kehf Suresi, 110) ayetinde anlatıldığı gibi onlar amellerini yalnız Allah için yapmış ve Ona vasıl olacakları günü hasretle beklemişlerdir.
Allah dostu insan-ı kamiller hep Cenab-ı Hakka kavuşma (likâ) arzusuyla yanıp tutuşmuş fakat Allah (celle celâluhû) emanetini alıncaya kadar vuslat arzusuna ve dünya sıkıntılarına sabretmişlerdir. Onlar böyle davranmayı, Allaha saygının bir gereği olarak görmüşlerdir.
Şazeliyye tarikatının on iki şubesinden biri. Kurucusu berberi kabilelerinden sus-ı aksa'da oturan cüzule kabilesi halkından şeyh ebu abdullah mehmet bin süleyman-ül cüzuli'dir.
17. yüzyıl ortalarında kurulan celvetiyye tarikatı şubelerinden birisi. Kurucusu selami ali efendidir. Kendisi 1691 senesinde dar-ı bekaya intikal etmiştir.
Yıllar önce okuduğum Kerbalı olayını anlatan aşkın şehidi* romanınının beni etkileyen ilk cümlesi. Tamamı şöyledir: ''Nefis ister, vicdan aklar, akıl gerekçeler bulur. Oysa sen kendini kandırsan bile unutma ki; Allah hesap sorar''
Dört şey elden gittikten sonra geri gelmez: Ansızın ağızdan çıkan bir söz yahut yaydan fırlayan bir ok. Söylenmiş bir sözü kişi nasıl geri getirebilir? Kimse olmuş kaza ve ilahi hükmü geri çeviremez. Attığın ok nasıl ki yaydan çıkınca geri dönmez, işte ziyan ettiğin ömründe böyledir. Düşünmeden konuşan kişi, sonunda çok pişmanlık çeker. Söylemek istemediğin şeyi söyleyebilirsin, fakat söylediğin sözü nasıl geri gizlersin? Ömrünün her anını ganimet ve lutuf bil; çünkü geçen zaman geri gelmez, kaza ve kaderi kimse geri çeviremez. Selamet üzere olmayı isteyen ağzına mühür vurmalıdır. Ömrünün kıymetini bil, zira elden gittikten sonra bir daha bulamazsın. **
Peygamber efendimiz şöyle buyurur:
''Dünya'da garip gibi yaşa veya bir yolcu gibi ol. Kendini(ölmeden evvel) kabir ehlinden say'' *
insan her yönüyle bir yolcuya benzer. Onu yaratılışı ve hayatı bir yoldaki yolcudan başka nedir ki?
insanın bu serüveni ruhunun yaratılışı ile başlar. Ruh yaratıldıktan sonra yolculuğa çıkmıştır. O önce anne karnına(dünyaya) gelir. Daha sonra çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık ile yolun dünya'da olan kısmını tamamlar. Daha sonra o yolculuk ya cehennem ya da cennete kadar sürer. insan bir yolculukta olduğunu farkederse büyük bir kazanç sağlar. Bu dünya'nın gelip geçici olduğunu, yolun ayağın altından akıp gittiğini farkederse yol daha kolaylaşır. Yolun sonunu düşünüp ona göre hareket etmek insana yolun sonunda mükafat kazandırır. Yine efendimizin bu konuyla alakalı ''ölmeden önce ölünüz'' hadisi insanın yapması gerekeni insana gösterir.
insan bu dünya'da gariptir(gurbettedir). Mevlana'nın 'kamıştan koparılmış ney'i de insanı anlatmaktadır. Gerçek sahibinden uzak düşmüş insan, ondan uzak düştüğü için hep inlemektedir ve bütün bir hayat boyu da bu inleyiş devam edecektir...