insanları aptal yerine koyan programdır. tanımı böyle yapınca türk televizyonlarında yapılmış hemen bütün programlar bu kategoriye kolaylıkla dahil edilebilir. bilhassa sabah programlarında "eşiyle ayrıldı, kızı onu hasta yatağında bırakıp kocaya kaçtı, oğlunu evlatlık verdi." şeklinde insan hikayeleri anlattıktan sonra "hayddiin halayaaaa vurrr davulcuuu, ooohhhhhhh" diye çığırıp birden boyut değiştirmek tam da kalıba uygun gelir..
bana hiçte anormal bir davranış gibi gelmedi. aksine totaliter bir bakış açısı var gibi hissettim. zira ben kimseye saygı duymak zorunda değilim. insanlar da bana saygı duymak zorunda değil. saygı duymadan da, kimsenin inancına/inancsızlığına hakaret etmeden de her ikisini bittabi eleştirebilirim. bu sebepten bana saygı duymamı salık veren ve zoraki saygıyla beslenen ateizmde olsa katı inanç sistemlerinden herhangi biri de olsa umursamam. bu umursamazlık beni ibadet eden birine gidip tekme atmaya veyahut ibadet etmeyen birinin ağzına inançla ilgili yazılar sokmaya itmiyor. rahatım yani. sizde rahat olun..
müşteri oyalamakta üzerine olmayan internet alışveriş sitesi. 1 haftadır ürün kargoda. rivayete göre ürün kargoya verilmiş ama yurtiçi kargo sistemini güncellemiyormuş. tabi adamlar direniyor senin kargolarını sisteme girmek için. bütün bir dünya el ele vermiş senin bana kargoyu göndermeni engelliyor.
yok arkadaş. bizim millete hakikaten böyle aktiviteler bir kaç boy büyük geliyor. ne yapacağını şaşırıyor. köprüde halay çekmesini, dikkat çekmek için 3-5 veletin yola oturup kağıt oynamasını falan geçtim de bir kaç hıyaroğluhıyar yolun kenarındaki bariyerlere çıkıp köprünün ayağına koca koca kargo paketlerinin üzerine yazılırken kullanılan kalemlerle yazı yazıyorlardı. eh be gerzek kardeşim. ne oldu oraya "nuran" yazdın, ne oldu oraya "torlak" yazdın. ne oldu? neye yaradı oraya "tatar" yazman fosforlu kaleminle. nedir yani. onu yazdıktan sonraki stratejin nedir? biri gelip tutup kolundan götürse seni alacağın pozisyon ne olacak? planın nedir? amacın nedir benim kafasız erkeğim/kadınım. sen orada onu yazarken bir kaç kişide 3-4 metre ilerisinde "köprüler yayalara ve bisikletlilere açılsın" diye bağırıyordu. ne mi olacaktı yayalara açılırsa. sen oraya en büyük beşiktaş'ta yazarsın, ananızın amını sikiyim de yazarsın. maraton falan gibi aktiviteleri özgürlüğün baş dönmesi olarak görüyoruz ya biz. çoşkuyla yaşamasak, içimizdeki pisliği ortalığa bırakıp duvarlara sürmesek yapamayız..
helaya girerken sol ayakla, cikarken sag ayakla baslamalidir. uzerine allahu teala'nin ismi yazili hicbir seyi acikta birakmamalidir. basi acik helaya girmemelidir. helaya girerken su duayi okumalidir 'maddi ve manevi pisliklerden ve seytandan allah'a siginirim'. cikarken de 'yarayisli maddeleri alikoyup yaramayanlari benden uzaklastirmak lutfunu bahseden allah'a hamd ederim'.
temizlenme isine gelince, uc kerpic parcasini yahut duzeltilmis uc tasi buyuk abdestten once alir. kaza-yi hacet bitince sol eliyle alir ve necaset olmayan yerden baslayip necaset olan yere surer ve orada dondurur ve necaseti bulastirmadan kaldirir. boylece uc tasi kullanir. eger temizlenmezse iki tas daha kullanir. boylece kullanilan tas sayisinin tek olmasina dikkat eder. sonra duz bir tasi sag eline alir, zekerini sol eliyle tutar, o tas uzerine uc defa surer, yahut duvara uc ayri yere surer. sol eli hareket eder sag eli degil. fakat en iyisi tastan sonra su ile de yikanmaktir. suyu kullanmak istedigi zaman sag eliyle su doker sol eliyle temizlenir. hic necaset kalmadigini anlayincaya kadar devam eder. bunun gibi kucuk abdestten sonra temizlenirken, elini uc defa zekerin altina koyup sallar ve uc adim yurur, uc defa oksurur. bundan daha fazla kendine eziyet vermemelidir. yoksa supheye vesveseye duser. bunlari yapar ve bundan sonra her zaman istincayi muteakip uzerinde bir yaslik oldugunu zannederse, donuna su serpsin ve yaslik bu sudandir desin. peygamber efendimiz (s.a.v.) vesvese edenler icin boyle buyurmustur. istincayi bitirince elini duvara, yahut topraga surer, sonra yikar. boylece hic koku kalmaz. kucuk abdest esnasinda 'allah'im kalbimi nifaktan temizle, fercimi fuhustan koru' demelidir.
3 kasım 2009 tarihli "idrak yolları enfeksiyonu" başlığı taşıyan yazısında uzun süredir kanayan bir yara olan sağlık sektörü ve hastanelerin genel durumuna ironik olarak yaklaşmıştır. istanbul'un mezbahaya dönen sağlık kuruluşlarında böyle bir yazıya muhalefet edecek, istanbul'da yaşayan bir vatandaşın hangi hastanelerde tedavi olup da memnun kaldığını bizzat öğrenmek isterim..
konu hakkında şimdiye kadar gerçeği yansıtan (en azından yönetmeliği okuduğu anlaşılan) yazıyı sayın güngor uras hoca yazmıştır. hocanın yazısının linkini verelim önce ; http://www.milliyet.com.t...ID=54&Date=03.11.2009
kamu yararı ve baskı unsurları burada aktif rol oynuyorlar. mesleki ilgi alanıma girmediği için bu husustaki bilgim üstün körü bir kaç okumadan ibaret. o yüzden detaylı bilgiyi konuyla daha yakinen ilgilenenlerden bekliyorum. fakat kabaca değinirsek hocanında belirttiği gibi "yönetmelik halk sağlığını korumayı değil, yabancı GDO" ;lu ürün satıcılarını desteklemeyi hedef alıyor. Bu olağandır." evet olağandır. çünkü hükümetler bunu her zaman yaparlar. kamu ve sosyal yaşamın göreceği zararı minimalize etmek adına gdo'lu ürün üreticilerine ağır vergiler, subvansiyonlar veya çeşitli yıldırma politikaları uygulayabilirler. fakat karşı tarafta bu yıldırma politikasına karşı baskı oluşturarak ve lobi çalışmaları yaparak savunmasını alır. hele ki bu karşı taraf dediğimiz küresel ölçekte bir sermaye ise. şirket ülkenin ithalata izin vermemesi durumunda lobi çalışamları yapabilir. zira bu lobi çalışmalarının maliyeti ile o ülkeye ithalat izninin verilmemesi arasındaki maliyet bedeli arasında fark var ise. dolayısıyla burada sorun devletin kamu yararını gözetip etmeyeceğidir. hal böyleyken ve yönetmelik ortadayken pek de halka sahip çıktığı söylenemez..
mevzuyla ilgili tarım ve köy işleri bakanlığının 26 ekim 2009 tarihli yönetmeliği resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. lakin ya ben okuduğumu tam anlamakta güçlük çekiyorum ya da yılmaz özdil, necati doğru, emre kongar gibi çok değerli yazarlar/hocalar tecrübelerinin de verdiği birikim ve bilgi gücüyle yaşanacak olayları daha erken tahlil edebiliyorlar.
sayın özdil "bebek mamasında var!" demiş gdo'la ilgili olarak. fakat ilgili yönetmeliğin madde 5/3 diyor ki; " GDO lu ürünlerin, bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır."
sayın özdil, sayın doğru diyorki;"bir satıcı sattığı ürünün üzerine gdo'lu değildir yazmayacak." ama yönetmelik (madde 5/8 diyor ki; "GDO suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO suz olduğuna dair ifadeler bulunamaz."
peki ya gdo'lu ürünler için ne diyor yönetmelik. eğer ki bir üründe %0.9 un üzerinde gdo içermesi halinde madde 14/1-a,b sırasıyla " GDO lu gıdanın tek bileşenden oluşması durumunda " ;genetik olarak değiştirilmiştir" ; veya ürün ismi ya da hammaddenin ismi " ;genetik olarak değiştirilmiş ..........." ;den üretilmiştir" ; ifadesi ile birlikte etiket üzerinde yer almak zorundadır."
"GDO lu gıdanın birden fazla bileşen ihtiva etmesi durumunda, ürün ismi ya da bileşen ismi, " ;genetik olarak değiştirilmiş .........." ; veya " ;genetik olarak değiştirilmiş " ;......." ;den üretilmiştir" ; ifadeleri ile birlikte bileşen listesinde söz konusu bileşenden hemen sonra gelecek şekilde parantez içerisinde yer almak zorunda olup, parantez içindeki ifade diğer bileşenlerle aynı karakter büyüklüğünde olmalıdır."
sayın kongar diyorki;"Bu GDO" ;lu yemlerle beslenen hayvanların ürünlerini kullananlarda da alerjik reaksiyonlardan, antibiyotik dirençlerine, böcek ilacı zehirlenmelerine kadar pek çok riskin bulunduğu bilim insanları tarafından ifade ediliyor. "
yönetmelik diyor ki;(madde 5/4)"insan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO ve ürünlerinin ithalatı ve piyasaya sunulması yasaktır."
emre kongar, necati doğru, yılmaz özdil. her gün okuduğum. yazıları bana en doyurucu gelen yazarlar. fakat yazdıkları ve yönetmeliğin durumu budur. şüphesiz vardır bir bildikleri.. yönetmelikte yazılı olan şeylerin teoride kalıp, pratiğe asla geçemeyeceklerini düşündüklerinden olabilir feryatları. ki son derece normaldir..
genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili yazdığı 1 kasım 2009 tarihli yazısını neden bilmiyorum ama sanki 26 ekim 2009 tarihli resmi gazetede tarım ve köy işleri bakanlığı tarafından çıkarılan ilgili yönetmeliği iyi okumadan yazmış gibi. çünkü yılmaz özdil, 1 kasım tarihli yazısında gdo'ların bebek mamasında olduğunu yazıyor. fakat ilgili yönetmelik diyor ki;
" (3) GDO lu ürünlerin, bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır."
yönetmelik bu kadar açık ve net iken neden sayın özdil bunu bir galeyana getirme malzemesi olarak kullanıyor ki. genetiği değiştirilmiş organizmaları kimse istemez. ben de istemem. domates gibi domates, biber gibi biber yiyim isterim. ama aynı zamanda gazeteyi açtığım zaman doğru ve çarpıtılmamış bilgi de okumak isterim. en azından güvendiğim yazarlardan..
büyük şehirlere nazaran daha az nüfusa hitap eden şehirlerdir. bu şehirlerin en sevdiğim yanlarından biri telefonların ilk üç hanesi kullanılmaması. atıyorum telefonunuz 518 29 10 gibi bir şeyse direk 29 10 dersiniz. güzeldir.
video candan erçetin'in beyoğlu'nda güya özel koruma olmadan istiklal caddesi boyunca elinde çantayla yürürken "aşk hata değil" isimli şarkısına çektiği klip. klip görüntülerinde özetle önde candan erçetin, arkada da bir ton ipsiz sapsız tip cadde boyunca yürümekteler.
yorumlardan ikisi;
Goeki60 (3 weeks ago) Show Hide
cok ilginc bir klip. Kirolar acaba neyi tartisiyorlar?
realist şarkıcı. kendisi acıyla yoğrulduğu için klip görüntüleri de genellikle acıklı içeriğe sahip. bir klipte ırak, bir klipte filistin ve gazze derken sago'yu düşündüm de, adamın işi de zor. her katliama bir ağıt mahiyetinde şarkı yapamazsın. zulum durmuyor ki. hangisine yetişesin.
bireysel beceriksizlikle açıklanabilecek bir durumdur. kişisel kapasitesizliğe anlamlar yüklemeye hacet yoktur. yapamıyorsan bırak arkadaşım. git at antrenörü ol.
oğuz atay'ın yazmış olduğu tutunamayanlar isimli tuğla kitabı bitiremeyip, kitabın son sayfasına giden yolda tükenmiş, bitmiş insanlardır. inat edip son sayfaya kadar okurlar. bir tılsım ararcasına ama nafiledir.
savunmasızlık. hah. ürkeklik.
hayatta hiç bir zaman otuzbir çektiğim kadar savunmasız ve genç bir kızın beraketini elinden aldıgım zamanki kadar ürkek olmadım.
bir bakıma kendisinden once yazanları davar sürüsü olarak nitelendiren yazar da olabilir bu. fikirlerini kayda deger bulmuyor olabilir. hep aynı zırvalar da diyebilir. ulan yeni ne urettiniz de fikir ureteceksiniz diye de bakabilir olaya. bir tuhaf insandır ennihayetinde.
babanın kumaş tecrübesinden faydalanmak istiyor da olabilir bu kişiler. tabi eğer sike sürülecek akılları varsa. de ki yok. o zaman gidip verirler bir tişörte 90 lira.
baba üretimin hangi safhalardan geçtiğini ve kumaşın ederini iyi ölçer. fiyatı ona göre kendi kafasında belirler. ederini hesaplar. neticede yaşanmışlığı vardır babanın.