kişinin, genel olarak toplum tarafından iyi-güzel-hoş olarak kabul gören alanlarda, kendisini, kendisine rakip olabilecek kişiler arasında, en azından yarısından daha iyi olarak düşünmesi durumudur. yani kendi derecesi hakkında biraz iyimser davranmasıdır insanın. o.ü.e. gündelik hayatta fena halde yaygındır, özellikle de, bireyciliğin egemen olduğu batı toplumlarında.
çevremizde sürekli gözlemleyebileceğiniz bir örnek istiyorsanız, akşam yemeğinden 1 saat kadar önce mutfağa uğrayıp annenize-eşinize bakmanız sizi yeterince tatmin edecektir. eğer bir anket yapıldığından haberi olmayan, bittabii yemek yapım işiyle uğraşan, herhangi birine yemek yapan kişiler arasındaki yemek yapım kalitesi bakımından yerini soracak olur iseniz, alacağınız cevap normalden daha iyi olduğu yönünde olacaktır. oysa apaçıktır ki, herkes aynı anda normalden daha iyi olamaz. arada normalden daha düşük olduğunu kabul eden doğrucu davut'lar da elbet çıkacaktır, lakin unutulmaması gereken, orantıya vurduğumuzda 'yaklaşık' yarısının ortalamanın üstünde olması gerektiğidir.
o.ü.e.'nin baş düşmanı, objektif karşılaştırmanın yapılabilmesidir desek yalan/yanlış/iftira olmayacaktır. bundan dolayı, yanınızda sürekli bir şerit metre, termometre, barometre, terazi, lastik, jimnastik ve laftan anlamayanlar için çivili sopa bulundurmanız, önemle rica olunur.
edit; imla. sanki okuyan var lan, ne amele adamım...
gece gece kafamı karıştırdı. doğru bir söylem midir, ben neyi arıyorum diye, sarhoş aklımı bayağı bir zorladı. anladm ki, benim bir isteğim var; takdir edilmek. böyleyken durum istedim ki, güzel bir şeyler yazayım da takdir edileyim. yazmaya başlayınca, farkettim ki o yazma isteği, yazmaya başlayana kadarmış. anlamıyorum sait faik nasıl söylemiş ''yazmasaydım çıldıracaktım.'' diye. ben de yazmasaydım çıldıracaktım belki, ama yetti iki satır bana lan. kendi sözcüklerimi seçtim, dikkat ettiyseniz, kelime yerine sözcük kullandım,gidişata kendim karar vermek çok hoşuma gidiyor çünkü. hep okudum ben, hep imrendim yazayım diye, yazdım arada sırada ama hep kendim okudum sonrasında. ne kadar güzel yazdığımı düşündüm, gücüme sevindim, yeteneğime övündüm. şimdi ise karşımda er meydanı diye düşünüyorum, ortalığa salıyorum yavrularımı, bakalım büyüyecekler mi, yoksa şidiye kadar yüzbinlercesinin akıbeti mi gelecek başlarına...
aslında böyle çok karamsar gibi göründüm, halbuki çok mutluyum, kime ne demeyin kırarım kalbinizi, birilerinin umrunda olmak için yazıyorum dedim başta. hem o aynı sait faik değil miydi ''yaza yaza yazar oldum'' diyen. benim de önümde uzun yolum var, yılmadan, yeteneksizliğimden şikayet etmeden yazacağım, hoşa gidene kadar yazacağım, hiç hoşunuza gitmezse de bana, gözleriyle göremeyenlerin kulaklarını patlatmak kalıyor, ya da dünyayı ele geçirme planlarıma devam ederim öyle olursa. ama yazdığım yolun gelecekteki yolum olduğunu görürsem, beni ilk beğenme şerefine nail olan şahsa bir cumhuriyet altını takmazsam adam değilim. hatta aynı kişiye bir de eski model bilgisayar hediye ederim, ekran koruyucu açıp sismograf olarak kullanılabilir, olası bir depremi gözlemlemek ayrı bir sevinç olur adama. evinin yakından yol geçiyorsa olmaz ama, ağır bir araç falan geçer mazallah yanlış bir alarm sonucu mahalleden dayak yemesi işten değil.
normalde sesten hızlı anlamına gelse de, anlam genişlemesine uğrayıp harikulade, muhteşem, olağanüstü manasında kullanılan güzide bir sıfatımız. sıfatımız derken sahiplenme gibi anlaşılmasın, öztürkçe olup olmaması beni ilgilendirmez hoca, ben önce insanlığına bakarım kelimenin.*