* gerekli malzemenin çoğu elimizde olsa da en önemli malzemeyi yani ukteyi temin etmek için üst kısımdaki ukte butonuna gidilir.
* aldığımız uktenin üzerinde pişirim tavsiyesi niyetine 'ukte notu' varsa o gözden geçirilir.
* özenle doldurulur ukte; malzemeler ne kadar iyi seçilirse o kadar güzel olur sonuç, tabi bir de ne eksik ne fazla olmalı malzemesi, muntazam bir dolma için.
* sonra gizli bkz, yıldızlı bkz vs. (üzerini kapatan domates misali) son rütuşları yapılır.
* ve dolmamız hazır.
* ekle butonuyla servis edilir.
* tadından yenmez.
* boş bir bkz alınır
* içi hazırlanır, elde olmayan malzemeler uygun yerlerden temin edilir,
* özenle doldurulur bkz'a uygun bir şekilde. sadece malzemenin güzel olması değil onun güzel bir şekilde işlenmesi de gereklidir güzel olması için; ayrıca taşırmak, eksik koymak vs. görüntüyü bozar, çirkin olur dolma.
* sonra gizli bkz, yıldızlı vs. (üzerini kapatan domates misali) son rütuşları yapılır.
* ve dolmamız hazır.
* ekle butonuyla servis edilir.
* tadından yenmez.
çocukluk, daha doğrusu ergenlik dönemi oyunlarından. şöyledir efenim:
bir ebe vardır, bir de onun bulunduğu küçük yuvarlak bir alan. (tebeşirle çizilir genelde)(bu tebeşirleri de tahtadan çok yerlerde kullandık sanırım, tamam dağıtmıyorum daha fazla)
ebe yuvasına dinlenmek ya da kaçmak için gider. zira yuvasının dışına çıkınca iki ayak üzerinde duramaz. tek ayak üzerinde tekme atabildiği kadar oyuncuya tekme atmaktır amacı; 2. ayağı yere değdiği anda kimseye vuramaz, aksine diğer oyuncular buna vurma hakkı kazanırlar yuvasına gidene kadar.
genelde erkekle oynarlar, arada kızlar da oynamak gibi bir akıllılık yapsalar da. yapmasınlar etmesinler; ben oynadım, arkadaşım bi' vurdu yere düştüm, sonra bir hafta küstüm vala.
derttir, büyük dert. genelde en sarhoş olmak istediğinizde başınızda biter, anınızı çekilir olmaktan iyice uzaklara sürükler.
sarhoş olup içinde biriktirdiklerini kusmak varken kabul etmez bedenin, ancak içtiklerini kusabilirsin.
içip içip uyumak, bir süreliğine de olsa unutmakken tek istediğin ancak uyarıcı etkisinde takılırsın içkinin, gözünün acılara daha da açık, dumanla daha da acıtıcı baktığı bir gecedir bekleyenin.
bulanmışken hayatın bulanıklaşsın istersin algın, bulanıklaşsın ki etrafına alışasın, resimdeki siyahları hemen seçen o gözlerden kurtulasın; hafif bulanıklıkta görüntünün daha da siyah olduğuyla kalırsın.
bir masal, devleriyle cadılarıyla perileriyle
devin ayağı altında ezilmekten
cadının planlarına yetişmekten
perinin karşısındaki sermestlikten
asla çıkış kapısını bulamaz masala-misafir.
bir hikaye, yarım bırakılmış yazarınca,
herkes yazsın diye kendi kısmını anlarıyla
çok kelime eklenmiş yıllarca,
çok hayatlar başlamış bitmiş sayfalarında
çok yazar bitmiş de hikaye bitmemiş
her gelenle apayrı bir (b)oyuta taşınmış, eşsizleşmiş.
bir roman, yeni bir şey değil konusu, her zamanki mevzular
fakat bir günü bin sayfaya dolu dolu yazabilen bir dili var
bir (b)ölümden diğerine atlarsın, onları unutmam sanırsın
ama ardında onca (b)ölüm bıraksan da hep yolun başındasın,
ardındakiler kolay silinir, her şeyi ilerinin umuduyla (y)aşarsın.
yarım bırakılmış bir şiir
herkes bir yerlerinde kendinden geçer,
devamını getirme hevesini yitirir.
serkan altuniğne'nin penguen'de çizdiği köşelerden biri; bir akıl verenle onun söylediklerini uygulayanı çizer her hafta. komedi dükkanı'nın karikatür hali gibi sanki.
memo tembel çizer'in her hafta enfes tespitler ve çizimlerdeki enfes mimiklerle yardığı bölüm. bu haftadan:
- biliyorsunuz ki sevgili okurlar, "davulun sesi uzaktan hoş gelir"
- peki yakından?...
biraz korkunç, deyil mi?...
hele bi de bu bateriyse, yanında da distorşın gitar, elektronik aksam, dicey filan varsa...
neden?! niçün yüksek sesli müzik? niye!
- çünküüüü...
iddia ediyorum kiii...
iddi...
ney?! duyamıyor musunuz?
yaklaştırın kulağınızı!...
- iddia ediyorum kii
yükses seli müziğin amacıı...
kulağı dudağa deydirmektir!..
- efenim, buyurunuz sosyal bir ortamda, muhabbet eden kalabalık gibi bir arkadaş gurubu içerisinde kur yapmanın zorluklarını beraber izleyelim:
(masadakiler: sap kanka, kur yapmak isteyen erkek, o erkeğin kur yapmak istediği dişi, baskın muhabbetçi, kur yapmak istenilmeyen ama kesik atan kız)
- şimdik soruyorum size, bu karmaşık ortamda, sap kankanın kınayıcılığına aldırmayıp, baskın muhabbetçiyi bastırıp, diğer kızı kırmadan ve muhabbet mevzuuna aykırı düşmeden hedef kızla aradaki mesafeyi aşmak mümkün mü?!. değil!..
- şimdil aynı ortama basalım yüksek sesli müziği...
ortak muhabbet bitti kimse kimseyi duymuyor.
sap kanka kınayamıyor çünkü duyamıyor...
baskın muhabbetçi araya giremiyor...
diğer kız yok
kıza kur yapmak isteyen erkek, konuşmak için kızın kulağına bağırmak zorunda...
mesafe otomatik kapanıyor.
ve dudak kulağa deyiyor!
- iddia ediyorum! yüksek seli müzik, ikili ilişkilerde çiftlerin topluma karşı sorumluluklarını kaldırmak, sosyal aşamaları atlayıp kuru direk temasla başlatmak için vardır!..
boğulur can pınarı, can damarı kuruyan
neyi götürüyor mendil; nedir kalan
neyi anımsatır mendil; ayrılıksa beyazsa
neyi anımsatır mendil; ayrılıksa beyazsa
öpülmeden kızaran yüzün bir avuç hüzün
neyi anımsatır mendil; ayrılıksa beyazsa...
dipnot: bir şarkının sözleri hiçbir yerde mi bulunmaz yahu, ne yazık ki el emeği göz nuru. kimin söylediğini bilen bir adım beri gelmesin de bir iki satır aşağı (sola) insin, bir mesaj atıversin lütfen.
yelkovanla akrep arası bir yaşam
birileri hep bir yerlere koşan,
birileri durağanlığında büyük devinimler taşıyan,
yelkovanla akrep arası bir (zam)an
içine nice ölü ağıdını sığdıran,
yelkovan korkar da akrep omuzlanır her birini
ondan ağıtlarda zaman dururmuş gibi.
dudağımdan damlıyor kimi
kelimeler kan(at)ıyor dilim(i),
çok düşünmüşümdür, bundan mıdır dudakların rengi
en kanayası yer midir dudak bedendeki.
alışmamış damak kolay kanar denir hani,
fırçalanmalı sürekli,
halbuki kelimelere alışamıyor dudaklar
onlardan arınmak kanatıyor sürekli be(de)nimin içini.
gözlerimden damlıyor kimi
en çok da unutmaya içtiğim (s)anma geceleri
hani kanlanır ya gözler
işte o kanlar tek kalınca güçlenir, bedenleşir, sesleşirler,
mendilimde kan sesleri
pıt...pıt...pıt...
ne kadar uğraşsam da içime çığlıklıklarımdan daha çabuk erişirler.
gözümde kanlar
hani yeşiline karasına dokunamazlar da bir tek beyazını kaplarlar
kanlar zaten hep en temizleri boyarlar.
gözümde kanlar,
şarabımdan değil benden-senden damlalar
şarap anca seni getirir de ben kanayacağını anlar.
(yan)aklarımdan damlıyor kimi
hani jilet kesiği gibi
önce hissetmiyorum
sonra tatlı bir yanma
ardından uzun, derin bir acı,
anlayacağın onlar keskin öpüşlerin kanları.
mendilimde kan sesleri
pıt...pıt...pıt...
tam sıkıştırılamamış bir musluk gibi,
aman ha denemeyin sıkmayı
bir anda fışkırıp kan yapabilir temiz elbiselerinizi.
sevgisi hiç de bol olan biri değildi
ondandır kendisine kolay kolay yakıştıramazdı sevgililiği.
sevgili...
hep büyütmüştü aklında da kalbinde de dilinde de bu kelimeyi
aklındaki ağırdı, düşünmeye başladığında diğer bütün düşünceleri bastırırdı,
kalbindeki deliydi,
öyle bir çarptırırdı ki kalbini, tek gerçek odur zannettirirdi yaşamdaki,
dilindeki baskındı,
çünkü bir bakıma kalbindekiyle zihnindekinin ortaklığıydı,
birleşip asıl sahibine doğru çıkışlarıydı.
birine sevgilim dedi aklıyla ama hissedemedi kalbinde
bu nedenle de hiç söyleyemedi diliyle
birine kalbiyle dedi zannetti ama nedense hiç kelimeye dökemedi
daha sonra farketti kalbinin kolayca kanabildiğini ama dilinin emin olmayı beklediğini,
birine sevgilim dedi sonunda
sevgilim
sevgisi olanım
sevgimi içine alanım
sevgisini içime sunanım
sevgilim
zihnime kalbime dilime sevdirebildiğim.
(delinin bir şehri vardı;
şehir ölüydü, yaşamıyordu sakinleri yaşamlarını ama deli buna hiç aldırmadı
zira ölüm delilikti, deli buna alışıktı
şehrin bir delisi vardı;
deli öldü şehir günlerce ağladı.)
ölüm delidir
uzaktan etkilemez de pek
insan yakına gidince irkilir.
deli uzaktan şirindir
ama insan yakınında hep diken üzerindedir, tetiktedir.
deliler sevilir sevilmesine de
bir çok insan için akıl hastanesinin kapısı kilitlidir
zira bünye birden fazla deliye aynı anda dayanabilcek güçte değildir.
delinin ölümü iki delinin birlikteliğidir,
kalbi delirtir, delice kederlendirir. **
üç adet yalnızlığım var
biri yazlık, ince
çok samimi, çok sıcak anlarda fazlalığını hissediyorum sadece,
normalde iyidir, bana bırakır beni sessizce;
biri baharlık,
üşütür soğukta, kolay kolay kurumaz tirtir titretir ıslanınca
dikkatli olmaya, yağmuruma yakalanmamaya çalışıyorum onlayken
ama güven olmuyor ki bu deli havalara
bir şey olmaz bundan dediğim küçücük bir keder bulutu bile yağmura dönüyor bir anda;
son yalnızlığım kışlık
en sert havalarda sıcak tutsun diye aldık,
ama bir şeyi farkettim ki giydikçe
çok fena boğuyor bu kışlık yalnızlık
kolumu oynatmak istemiyorum ağırlığından,
nefesim tıkanıyor boğazlığından,
dışarıyla bağımı kopardığımı hissediyorum kalınlığından,
sanki hissetmiyor tenim, nemlenmiyor gözeneklerim, tıkanıyorlar,
sonra soyununca çatlıyorlar, kanıyorlar, çok acıtıyorlar.
bütün yalnızlıklarımdan soyunmak mı,
mümkün değil bu dakikadan sonra,
alıştım hepsine, anlaştım teker teker her biriyle,
doğru zamanda giydiğim sürece iyi geliyorlar bedenime, zihnime, beynime.
(aklım binbir yerde gezinmekte,
bedenim otobüste,
baharlık yalnızlığım üzerimde.)
hakkında neler yazılmadı, neler anlatılmadı
nasıl bir şeysin ki yazan kalemler bir saniye bile durmadı,
anlatan ağızlar bir an bile susmadı,
yolların kimlerin ayağına takılıp düşürdü, kimleri hayata döndürdü,
kimleri aşık ettin kendine, kimlerin aşkına aşk kattın güzelliklerinle hatta ve hatta çirkinliklerinle,
o çirkinliklerinde bile hissettirdiğin tekliğinle, eşsizliğinle,
bir yağmurunla kattın önüne kaç kişinin dertlerini de götürdün sahiplerinin temiz bedenlerinden boğazının en derinlerine,
bir silkelenişinle o diplerindeki acıları nasıl da dağıttın yüreklere yeri gelince,
öğrettin sevenlerine;
acı vermiyorsa bir şey
aşık da edemez kendine,
bakın dedin en büyük acılar da bende istediğiniz bütün en'ler de...
yıllardır dinlerim, yıllardır bayılırım ve işin komik yanı sözlerini de çok severim. tabi ki komikliği sözlerinin sevilesi olmamasından değil -zira bir barış manço şarkısının sözlerini eleştirmek de haddim değil-, komik kısmı onca senedir dinlediğim sözlerin dün ilk defa ayrı bir görüntüyle gözümde canlanması. şöyle ki:
bayan vokalin isteğini dile getirişiyle başlar parça:
'gözüm senden başkasını görmez oldu yar
gönlüm senden bir şey ister nasıl desem yar(utana sıkıla söylenmiş belli, nasıl desemler falan)
alla beni pulla beni al koynuna yar(hatun niyeti bozmuş).'
barış manço cevabı her kıtada benzer: senin için dağları deleyim, yıldızları kurutayım, saçlarına yıldızlardan taç yapayım vs. asıl isteğe bir cevap vermez ve kızımız tekrar eder isteğini!
cevap yaklaşık şöyle bir şeydir her seferinde: dağlar taşlar senin olsun, denizler yerinde dursun, yıldızları yerinde güzel...gönlüm senden bir şey ister nasıl desem yar, alla beni pulla beni al koynuna yar!(ısrarlı)
Ablamı aldattım sonra; bağlanmam derken dilim her gün daha çok bağlanan kalbimle, bir yandan farkındayken bir yandan bunun ürkekliğiyle gözünü kapatmaya çalışan zihnimle;
Sonra seni aldattım bir gün; bu ürkek zihnin bağlanmamalıyım serzenişleri eşliğinde, kendimden geçmişçesine yaptığımın çirkinliği ve o anki deli aklımca gerekliliğiyle;
Sonra ayrıldık; aldatmaca bitti sandım, kendimi aldattım bu noktada; aşk biter mi öyle ufak bir elvedayla, aldattığını hissetmez mi insan ayrıldıktan sonra da?
Sonra yine seni aldattım ve yine beni; seni aldattım başka gözlerde başka sözlerde, kendimi aldattım her gözde her sözde seni bulmaya çalıştığımı kendimden gizleyişlerimde...
ödündür tabi*! karşınızdaki mühendis eğer ki başarılı ve zeki bir mühendisse sizin için bir çok şeyden ödün vermekle eşdeğer olabilir adı, zekası ve sizin üzerinizde bıraktığı etki sonucu. **
eğreti durdu kostüm üzerinde kızın
beli boldu, hissettirmiyordu sarılmanın sıcaklığını,
eteği uzundu, ayağına dolanıyordu her adımında
omzu genişti, kız o kadar büyümemişti ki daha.
eğreti durdu kostüm üzerinde erkeğin
kolu kısaydı, alamıyordu kızın üşüyen ellerini içine,
yakası dardı, bunalttı erkeği her hareketinde,
cepleri fazlaydı, var mıydı ki erkeğin o kadar 'benim' dediği!
eğreti durdu kız erkeğin erkek kızın yanında
eğreti durdular bu aşk sahnesinde, hayat oyununda.
Siyah yazıyorum, ve eğik; bahsedeceklerimin koyuluğundan siyahı ve acısından eğikliği...
Akşam yazıyorum; ne gece, ne gündüz, ki bilirsin sevmem akşamları, en anlamsız zamanlarıdır günün. Ama anlatırken ne tahammülüm var günün neşesine ne de gecenin sessizliğine, hüznüne...
Yatağımda yazıyorum; ne balkonumda, ne masamda. Ne masanın ciddiyeti var yazımda, ne balkonun özgürlüğü, keyfiyeti...
Yüzüm donuk; ne gülüşün izi var dudaklarımda ne de gözyaşı yanaklarımda. Vücudum bütün duygularını yazının devamı için saklamakta...
Kulağımda bir müzik; ne slow ne hareketli, ne sevinçli ne kederli; sözlerindeki kederle melodisindeki sevinç sinir bozucu derecede dengelemekte birbirini, ve bu denge bozmakta dengemi...
Gece iner şehre;
Hüzün biner yüreklere
Ağırdır hüzün, taşıyamaz öyle her bünye,
Taşıyabilene mükemmeldir;
Yorar önce ama imkan verir hafifliğin anlamını öğrenebilmesi için kişiye,
Malum bilinmez elde olan elden bir kez düşmedikçe.
Gece iner şehre;
Özgürlük sızar şehrin sessizliğine
Sokakların her metrekaresine,
Denizin her köpürüşüne,
Evinde oturan bir genç kızın zihnine,
Sonrasında da mükemmel bir yayılma hızıyla bütün benliğine.
Gece iner şehre;
Bir aşık yolcudur o saatlerde
Sevdiğinin yanından çok uzak iklimlere,
Yaşlar yeminli dökülmemeye ama
işlemiyor bu yemin içerilerde,
Akamaz belki dışarı ama
En coşkulu haliyle akar da içerde, yıkar bütün bilinenleri,
Önünde bırakmaz hiçbir şeyi, hiç kimseyi
Sade ve sade sevgiliyi, yari, kalbin eşini, oluşumunun tek nedenini.
Gece iner şehre;
Bir anne yolcular yavrusunu rüya aleminin en derinliklerine
Devlerin canavarların içine.
Ama kocaman bir zırhı vardır küçüğün;
Yüzüne yatmadan önce yerleştirilmiş sıcacık bir buse.
Gece iner şehre;
Birileri sarılır kaleme,
'işte bu sefer anlatabileceğim seni' diye
'işte bu sefer dökebileceğim hislerimi deftere'.
Gece güler haline,
Sever böylelerini, samimidir bütün istekleri,
Sever de ondan izin vermez yapabilmesine
Her yeni gün yeni bir yanını gösterir de hissettirir eksikliğini şaire
Şair tekrar sarılır kaleme
Yeni bir aşkla yeni bir şevkle;
Onlar da öyle iki sevgilidir işte
Mutludurlar birbirleriyle delice
Bütün gün birbirlerini beklerler her saniye artan eşsiz bir hevesle.
bir diyar varmış herkesin içinde
geç farkettim varlığını da büyüklüğünü de
ben uğraşırken dışımdakiyle
sarsıyormuşum içimdekini şiddetle.
hani her şeyin küçüğü şirindir, güzeldir ya
içimdeki de bir bakıma minyatürü dışımdakinin
ben anlayamazken dışımdakileri, çözemezken meseleleri
ararken kaçacak yerler, sığınacak kalpler
gözüme ilişti, keşfettim içimdeki ülkeyi
ya da o sundu kendini ,bana da iyi geldi 'ben buldum' demek
keşf-i alem ettim demek.
bu diyarda gezinir tek tek incelerken her detayını
görüyorum ki ben onu yeni keşfetsem de
içindeki bütün figürlerin, karakterlerin özü benim.
hepsi benden oluşuyor.
biriyle tanıştım mesela;
küçükmüş ben burayı keşfetmeden önce
ve büyüme dönemi benim arayış dönemime denk gelmiş
bulduğumdaysa tamamlamış büyümesini
ağlamıyormuş artık eskisi kadar
ama sanki gülmüyomuş da eski şiddetiyle
öyle dediler diğerleri
diğerleri mi?
tabi bahsetmeli onlardan da
ama başroldekinin ilk tanıştığım-eskinin çocuğu şimdinin büyüğü- olduğu asla göz ardı edilmemeli.
adı mı?
önemli mi ki,
siz verin ona istediğiniz ismi
yerleştirin kalıbına istediğiniz cismi
o geçmiş bunlardan artık
anlamış bunların gereksizliğini.
diğerleri;
birinci kişi; bu diyarın yöneticisi olma yarışındaki iki rakipten biri
eskiden çok güçlüymüş
ezermiş rakibini
ama işte onun da yaşam çizgisindeki en şiddetli eğim
benim arayış zamanıma denk gelmiş.
güçten düşmüş önce
geçicidir demiş, mevsimdendir demiş
gün geçtikçe farketmiş ki
ciddi yaralar oluşmakta bünyesinde
önce saklamış bunları gözlerden ırak yerlerde, siyah siyah örtülerle
sonra farketmiş ki örtmek iyice zarar veriyor berelerine
görün işte demiş; yoruldum, yaşlandım demiş
be hey ezeli rakibim
kürsü sana kaldı demiş
ben tanıdığınız, güvendiğiniz mantık
bu yarışta düştüm demiş.
burda devreye ikinci kişi girmiş
ezeli rakip,
eskinin güçsüzü, yeninin güçlenmekte olanı
bildiğiniz, tanıdığınız kalp
devralmış bütün yetkileri
mantığa da yardım ederek, onu güçlendirerek, kendine getirerek
yaraları iyileştikçe kalbin, dikleşmiş oturuşu
yeni evindeki pencereden gün geçtikçe daha fazla şey görebilmeyi başarmış
ki sevmiş de gördüklerini,
takdir etmiş kalbi.
kalp de unutmamış onun meziyetlerini ve kimi alanlardaki sınırsız yetkisini kaldırmamış.
ikisinin de her daim olmuş yandaşları, destekçileri
gerek güçsüz zamanlarında gerekse en güçlü;
onların da hayatlarında arayışım dönüm noktası olmuş
eskiden birbirini gördüğünde başını çeviren aşkla sorgu mesela
artık birbirleri olmadan eksik olduklarını anlamışlar.
ben onlarla tanıştığımda yanyanaydılar ve birbirlerine hayranlıkla bakıyorlardı;
ben de onlara.
sevdim ben bu ülkeyi, benimsedim içindekileri sahiplendim hepsini;
ve her zaman ziyaret etmeye söz verdim onları,
her gece, belki her saat belki de her dakika
bir ziyaret
'bir ülkeden bir iç ülkeye'.
Küçük bir kız, neşeli, şen, mutlu, keyifli; öyle ki neşesini ifade etmek için aynı anlamda bir çok kelimeyi yinelemem gerekti. Küçük bir kız, ilerde hayatın kapısından girecekti, ama öncesinde avluda bir süre oyalanmayı seçti.
***
Küçük kız, hayata giriş vakti geldi, gel bak oyuncaklar var burada, sevimli arkadaşlar var.
Bak bu sevda; nasıl da güzel değil mi, gel yakından bak korkma, senin için hazırladı sen gelmeden bütün masallarını, sunumunu bu kapıdan girenlere defalarca yaptı ama senin için olanı gerçekten çok farklı (en azından senin algın seni buna inandırmaya ayarlı). inan bana, seveceksin anlatacaklarını, özel olduğunu hissedeceksin onun kucağında, üşürsen ısıtır seni serinlemek istersen serinletir bedenini. Gel canım benim, gel güzelim, gel miniğim, gözleri gülenim; gel sevda tanıtsın kendini sana.
Bu dostluk; tanıdık geliyor değil mi, benzetiyorsun birilerine ama çıkaramıyorsun o ufacık zihninde. Küçük kardeşini avluya yollamıştı karşılasın seni diye, yalnız kalma orada korkma karanlıktan diye. 'Arkadaş' kardeşinin adı, hı hı tam da şu an bu ismin sana hatırlattığı onun sana anlatacaklarının başlangıç noktası. O da bir zamanlar 'arkadaş' gibiydi, sonra büyüdü serpildi iyice güzelleşti. O eski şirinliğini güzellikle değişti, bonkör davrandı hayat şirinliğinin bir kısmını da ona yeniden bahşetti. Biliyor musun seni beklerken o içlerinde en heveslisiydi, en sevinçlisi. Kimseyle paylaşamazmış seni, bu cümleyi hiç dilinden düşürmedi. Önceleri bencil bir istek sandık, çattık ona; ama anladık ki farklıymış kastettiği. Bu dostluk zaten kelimelerine hep anladığımızdan çok daha fazla anlam yükledi. Paylaşamaması sana kıyamamasındanmış, dayanamaması acımana; tabi biliyor kanayacağını, biliyor yanacağını, kavrulacağını; biliyor bunları yaşamanı engellemek için hiçbir şey yapamayacağını, tek avuntusu bu sırada yanında olmak ve sarmakmış yaralarını.
Bunlar da hayatın diğer gerçekleri işte iyisiyle kötüsüyle; tanıtmayacağım onları şimdilik sana, biliyorum ki hayatın bütün yüzünü bir anda görmek şok etkisi yaratır senin gibi narin bünyelerde. Yavaş yavaş tanıyacaksın hepsini, sırası geldikçe göreceksin her birinin yüzlerini.
bir de karşılıksız aşk fakat karşılıklı sevgi şekli vardır ki fikrimce en zorlarındandır yaşanabileceklerin.
Seni seven ama seni sevmediğin; hayır hayır olmadı: seni seven ama senin onu onun seni sevdiği gibi sevmediğin&; fark etmemiştim tarifinin bu denli zor olduğunu daha önce, deniyorum son kez dilimin ucuna gelen kelimelerle; o seni başka bakışlardan bile kıskanırken senin onu bu kıskançlığı bile fark edemeyecek kadar uzaktan ama en önemsizlerinden en önemlilerine her şeyini paylaşacağın kadar yakından sevdiğin. Büyük ihtimalle eski dostun ve şimdilerde elin telefona gittikçe kendini engellediğin, hayatının en önemli parçalarından biri olduğu için vazgeçemediğin ama yine hayatının bir o kadar önemli bir parçasına zarar verdiği için vazgeçmenin gereğini hem en mantıklı hem en duygusal yanlarınla hissettiğin. Dolduramadıktan sonra onun tarifini doğru kelimelerle, anlatamadıkça onu içinizden geldiği şekliyle, başaramayınca bunu sınırlı kelime haznenizle, ilk tarifin kolaylığı cezbediyor insanı ve işin zor kısmını anlayana bırakmak; seni seven ama senin sevmediğin işte, en kaba ama en kişisel doldurmalara müsait şekliyle.
Kimsin sen, kim olarak tanıttın bana kendini; hangi yanlarınla geldin hayatıma da neleri bıraktın ardında; diyor ki sezen; seyirlik değil ömürlük olsun, dilerim bu defa bu son olsun; biz başaramadık; sen ömürlük gelmemiştin ki, getirmemiştin yanında her şeyini, yetmezdi getirdiklerin yanımda yaşatmaya seni. Alabilirdik yenilerini, kurabilirdik sana yeni bir kimliği; ama bu ne senin istediğindi ne kalbimin beklediği.
Akşam gözlü esmer diyor sezen; peki ama senin gözlerin neden aydınlık o kadar, bana bütün çıplaklığımı, bütün yaralarımı, bütün sakladığımı hemen gösterdiler! Neden baktın gözlerime öyle! benimkiler seninkilere vuruldular, karşısında eridiler, amansız bir sevdaya düştüler, şimdi her daim intihar girişimindeler; boğmaya çalışıyorlar kendilerini sularda, her geç kalışım bir parçalarını götürüyor fırtınalarda; eksiliyorlar, köreliyor körleşiyorlar;
Gitme diyor ahu sağlam, uyuyamam geceleri; gecelerim senindi tam da yazında dediğin gibi, bir kez senliliği hissettikten sonra sensizliğe alışamayacakları hem senin hem benim bildiğimdi, onları bu deneyişe sokmak benim düşüncesizliğim, böyle insafsız bir başlangıç senin düşüncesizliğindi..
Hadi deneyelim bir kez daha
Ben puntomu incelterek başladım işe
Eksilterek rengimi bir nebze
Hadi kısalt sen de kelimelerini
Yarım bırak cümlelerini
Gözyaşlarımdan devam ediyorum ben vermeye
Onlarsız giriyorum bu sessizliğe
Hadi bırak sen de düşüncelerini, bırak dertlerini
Bacaklarımı da kilitledim, koşmuyorum artık söz
Hadi sen de bırak ve gitmeyelim buradan hiçbir yere,
Kollarımı kilitledim göğsüne,
Kilitleme sırası sende belimde,
Sıra geldi tam anlamıyla sessizliğe
Başarabiliriz artık bunu ikimiz de.
Bedenimden vazgeçiyorum
Senden de böyle bir vazgeçiş bekliyorum,
Gördüğüm anda bu vazgeçişi, bu bekleyen zihni de bir köşeye bırakıyor ve bir tek gözlerimle kalıyorum
Sen de bırakma onları, ne seninkileri ne benimkileri
Onlar öylece kalsınlar, tatsınlar birbirlerini
Yaşasınlar bizim yaşayamadığımız birlikteliği
Hissetsinler hissedemediğimiz kadar içlerindekileri
Hapsetsinler içlerinde birbirlerini.
Kabul edilemeyecek bir dikkatsizliktir, kocaman bir sevgisizliktir, ilişki için ve kişiler için büyük bir kandırmacadır, hiledir, yalandır, dolandır.
Gözler ki tek başlarına bile kişiyi anlamak, sevmek, hatta ve hatta ondan nefret etmek için yeterlidirler. Anlatırlar kişinin içinde akıp da dışına dökülmeyenleri; görürsün o iki pencereden en yalın haliyle karşındakini. işte tam da bunun için gözlerin en çok aradığıdır sevgili ve en çok buluşmak istediğidir sevgilinin gözleri; sevgiliyi doya doya yaşamak ister aşık, doya doya hissetmek ister her şeyini.
Bir insan yoğunluğuna bakmadıysa karşıdakinin gözlerine hiç, yoğunluğuna hiçbir şey yaşanmamıştır aralarında, yaşanamaz. Sevgilinin gözleri ki en güzel aynalardır şu dünyada, o aynaya bakma ihtiyacı hissetmeyen kişi o ilişkide sevginin anlamını idrak etmiş olamaz.