erozyonla mücadelede, orman alanlarını tahrip edilmesini önlemek, doğal hayatı korumak için birebir çözüm olan ve herkesin bilinçli bir şekilde desteklemesi, katılması ya da uygulaması gereken bir olaydır. bilinçlenelim; türkiye çöl olmasın! tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana dönmeli yurdumda.
devlete sövmenin cezası türk ceza kanunun 301. maddesinde yer alan devletin egemenlik alametlerine ve organlarının saygınlığına karşı suçlar olarak açıklanmıştır. bu suçu işleyenler hakkında belirli sürelerde hapis cezası verilmektedir. bu alametler cumhurbaşkanı, türk bayrağı, istikal marşı, türklüğü aşağılamak gibi sembol olan alamet göstergelerini kapsamakta ve bu konuda kovuşturma yapılması izni adalet bakanının iznine bağlıdır.
yerin yedi kay dibinde olanlar için şebeke çekmemesine neden olacak durum. "canım tünele giriyorum telefon çekmeyebilir" şeklinde sonlanabilecek haberleşme olurdu.
sevgilisi ile beraberken sırf yaranmak için "aşkıım senin için her şeyi yaparım, ölürüm, kavga ederim, beni bırakırsan canıma kıyarım, annem mi sen mi diye sorma çünkü seni seçerim" düşüncesinde olan kişinin idrak edemeyeceği sevgidir.
hala bu dizinin kaldırılmasına sevinen kişilerin olması üzüntümün daha da çoğalmasına neden oluyor. ya arkadaş işler güçleri izlemiyorsun, behzat ç. yi izlemiyorsun onu izlemiyorsun bunu izlemiyorsun yayından kaldırılıyor. biraz da pis yediliyi izlemeyin, arka sokakları izlemeyin haremi izlemeyin vb. vb. onlar da yayından kaldırılsın. ama yok illa izlersin prim verdirirsin böyle dizilere.
yok arkadaş ne zaman bir dizi tutar tamam lan bu kez olmuş televizyon izlemek için bir neden oldu diye iç geçiriyorsun birkaç bölüm sonra hoop yayın saatini gece yarısına alırlar. kaldırın bütün iyi dizleri kaldırın saçma seviyesi düşük dizi varsa onlar yayında kalsın en azından televizyon izlememeye bahanem olur.
etkisinde kalıp da görmeyi çok istediğin fakat şartlar yüzünden bir daha göremediğin her şeyi ile başka bir kızdır. bir daha görmek istersin ama göremezsin.
mersin'de görmüştüm ve hala görme umudu taşıyorum içimde. o nasıl bir güzellik, o nasıl bir gülümseme, o nasıl bir saçları savurmadır yarabbi...
babaannem mersin'den kalkıp misafirlik için bize geldiğinde*, daha doğrusu gelip geri gitmek bilmediği 3-4 ay biz de kaldığı zaman* onu tekrar mersin'e götürmek için birlikte yola çıkmıştık. neticede yaşlı kadın yolda rahatsız olur ağrısı olur diye babam bu kutsal görevi bana vermişti.
-"oğlum neneni mersin'e sen götüreceksin" işte bu cümle benim için görevin ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu. neyse babaannemi(bundan sonra babaanneme nine diyeceğim kusura bakmayın dostlar) mersin'e götürüp amcamlara teslim ettim gitmişken de bir kaç hafta kaldım. ne olduysa o kaldığım süre içinde oldu zaten. ninem(babaannem ulan yine yazdım ya) hastalandı hastaneye randevu alıp gittik bu hastane koşturma işleri de bana kaldı. sözlükten yazar arkadaşlar bilir hastaneleri hiç sevmem( şaka lan şaka sözlükten kimse bilmiyor)* her neyse ama cidden sevmem hastaneleri... oflaya oflaya gittim ve hayatımda hastaneleri sevmeme sebep olan kişiyi gördüm, onu gördüm...
polikliniğimizi sora sora ararken çalışanlardan biri "işte şu karşıda gördüğünüz sekreter bakıyor" dedi. demez olaydı, keşke başka bir sekreter olsaydı... kafamı çevirdim baktım ve hastaneden işimiz bitene kadar da gözlerimi alamadım. bir gülümsemesi var insanın içini ısıtan tarzda, bir bakışı var içini kıpırdatan tarzda ve bir saçları var böyle tel tel özene bezene ayırmış sanki annesi sanki kızını ilk okula yollamış gibi özenmiş saçlarıyla ve bir yürüyüşü var değme mankenlere taş çıkarır şerefsizim. her defasında kalkıp yürüdüğünde gözden kaybolana kadar gözlerimi alamazdım. sadece ben değil herkes bakıyor kıza kızın bize bakması gerekirken işi gereği biz kızın ağzının içine bakıyoruz.* kayıttır, işlemidir derken sıra bize geldi ve ilk konuşmamızı gerçekleştirdik. ben sıra bize gelmeden nasıl muhabbet kurarım konuşmaya nasıl girerim diye düşünüyordum ve o anda sıra geldi bize.
-iyi günler hanımefendi kolay gelsin.
+teşekkürler. buyrun nasıl yardımcı olabilirim?
-ninemin(babaannem) x polikliniğine randevusu vardı, onun için gelmiştik.
+hastamızn adı soyadı nedir?
-adı: x soyadı: y
+y mi? siz nerde oturuyorsunuz
şaşırdım "ulan acaba akraba mı çıkacağız, yoksa kız da beminle muhabbet etmek için mi bunları soruyor" diye iç geçirirken cevap verdim.
-y mahallesinde oturuyoruz.(burdaki y, soyadımız olan y ile aynı değildir)
+benim tanıdıklarım var orda bu soyadı olanlarla uzaktan akrabalığımız var.
uzaktan uzaktansa iyi o zaman sorun yok. ben artık nasıl dilime vurduysa başladım iltifat etmeye;
-inanmıyorum, olamaz.
+neye inanmıyorsun(sizli bizli konuşmalardan senli benli olduk)
-bu kadar güzel, alımlı, çekici ve hoş bir uzaktan akrabam var ve benim seni tanımam gerekirken yakından akrabalarımı tanıyorum.
+nasıl yani?
-o kadar yakın akrabam var ve içlerinden hiç biri senin gibi güler yüzlü değil.
+teşekkür ederim, iltifat ediyorsun ama onlar...
-yo yo iltifat değil gerçek bunlar
+neyse sizin sıranız geldi şöyle buyrun.
ninem içeri girdi muayenesini oldu çıktı mr ve bi kaç film çektirmemiz için bize tekrardan sıra numarası verdiler. ben dışarda uzaktan akrabamla nasıl muhabbeti ilerletebilirim derken kafamda bir ampul yandı. evet arada oluyor...
-afedersin benim bankaya uğramam lazım ve bizin sıramıza daha var acaba ben gelene kadar babaannemle(ninemle, bu kez böyle yazdım çünkü kibarlık için kızla konuşurken babaannem diyordum) ilgilenir misin?
+tabi ne demek.
-çok teşekkür ederim. bu arada ben yokken belki acil birşey olur diye telefon numaranı alsam ya da sen benimkini alsan birşey olursa ara diye, olur mu?*
+tabi alim numaranı
-05xxxxxxxx (buraya yazardım kızlar numaramı ama erkekler de sapıklık için arar diye yazmıyorum. özelden yazabilirsiniz)
dışarı çıktım karşı kafede oturdum bankaya gitmedim tam iki saat bekledim aramasını tam aramayacak diye düşünürken aradı ve babaannemin işlemlerinin bittiğini söyledi. hemen koştum. yanlarına gittim teşekkür ettim bu iyiliğinin altında kalamayacağımı müsait olduğu bi zamanda kahve içmeye davet ettim teşekkür etti ama müsait olmadığını söyledi, çalışıyordu çünkü.**
ertesi gün ve ondan sonraki günler aklımdan çıkarmadım dayanamadım gittim gitmeden önce de bizimle ilgilendiği için teşekkür içeren bi çiçek yolladım çalıştığı yere. çiçekle beraber ben de aşağıda bekliyordum ve bir not yazmıştım "gülümseme, bir ömür boyu gülümsememe neden olabilir. gülümsemem için ise bir kere camdan aşağı bakman yeterli" yazmıştım saçma ama o an içimden öyle geldi işte lan. ve baktı(bak sana saçma geliyordu ama kız baktı) gördü hakikaten gülümsedi. sonra çekildi bu kadar dedim oğlum morg çalışanı bu da yeter deyip geri döndüm ama dayanamamış inmişti aşağı. oğlum kız hem güzel, hem alımlı, hem çekici hem de düşünceli. on ayrı kızda görebileceğim bütün özellikler sadece bir kızda vardı o da oydu. geldi yanıma teşekkür ettiğini ayak üstü konuştuk birkaç gün sonra mersin'den ayrılacağımı söyledim suratı asıldı.* beni tanıdığına çok memnun olduğunu söyledi ve adımı sordu. olum o kadar konuş et ama kıza adını söylem tam bir öküzlük benimkisi adımı söyledim numaramın ondan onun numarasının ben de olduğunu ve uzakta olduğum için söyledim arayıp konuşabileceğimizi söyledim uzaktan akrabama... yanağımdan öptü hala yatarken parfüm kokusu gelir burnuma sanki yanağımda kalmış gibi. sapık falan değilim olum böyle kızlardan kaç tane kaldı ki. bir daha mersin'e ne zaman giderim bilmiyorum ama gidersem de onu görmeye gitmem, giderim, gitmem, giderim. giderim ama uzaktan bakarım. şimdi sevgilisi vardır boş yere tribe girmeye gerek yok.
ha o kız benle çıkar mıydı belki ama eğer çıksaydı hayatımda çıkabileceğim en güzel kız olacağı kesindi, zirvedeydim mersindeyken döndüm zirveden indim.
çocuğu bir şey yemeye çalışınca "busem yemiyoruz di mi anneciğim?" çocuğu koşarken "busem koşmuyoruz annecim!" diye sürekli bi çoğul konuşma şeklinde takılmaktadır.
tsubasa'nın boşalmasının bir hayli uzun süreceği porno. film seri olarak 1, 2, 3 olarak çıkacakmış. devam filmlerinde de ilk filmde boşalamayan tsubasa'nın boşalmasını konu alacak.
insana kimi zaman fedakarlık yaptırtan, kimi zaman pişmanlık yaşatan lanet bir durumdur. görmek için can atarsın görmeye gidersin "nerden çıktın sen" cümlesini duymana, kavgalı olup gitmezsin "beni sevmiyorsun görmek istemiyorsun" cümlesini duymana neden olur.
sürekli yanımda olmasını istediğim ama mesafeler yüzünden ayda bir kaç defa görüşebildiğim ve daha sık görüşebilmek için elimden gelen her şeyi yaptığım halde bir türlü yaranamadığım bir uzun mesafe ilişkim sonucunda bu ilişki türünün illet bir durum olduğunu anladım.
ilişkinin olmazsa olmazı olan tatlı sert kavgalardan birinin yaşandığı bir gün, çok fena hasta olduğum ateşler içinde olduğum* bir günde can sıkıntısı ve kavga etmenin yarattığı stres yüzünden akşam arkadaşımla buluştum. surat bir karış asık, muhabbete katılımım sıfır olduğu bir buluşmaydı arkadaşımla. tabi suratsızlığım anlaşılmayacak gibi değildi. durumu arkadaşa anlattım "aman koy götüne rahvan gitsin" tepkisiyle karşılaşmak hiç şaşırtmadı beni. en nihayetinde onun sevgilisi yanındaydı onun böyle bir sorunu yoktu. gece gec saate kadar oturup muhabbet etttikten sonra eve gitmek üzere kalktığım anda telefonuma bir mesaj geldi, evet sevgilimden* mesajda şu yazıyordu; "ya sorma ateşim çok fena halsizim midem bulanıyor, halim yok yarın işe gidemiyecem galiba" mesajı okuyup, okuduğumu anlama ve anladığımın kanıma karışıp kalbime etki etmesi 0.1 saniye!
ateşi vardı, halsizdi tek olduğu için yardım edecek kimse yoktu ve ben yanında değildim. o gece lanet ettim aramızda mesafeler olmasına, dua ettim isviçreli bilimadamlarına bilmem kaç açılı diş fırçası yerine zaman makinesini bulsunlar bir an önce diye... bir hışımla aradım telefon açıldı;
-efendim.
+nasıl...
-ne var neden aradın?
dakka bir gol bir... dur bi halini hatırını sorayım önce sonra vurursun be sevgili...
+hastalanmışsın merak ettim. nasılsın?
-kim söyledi sana hasta olduğumu, hasta değilim ben!
+ee mesajın geldi bana şimdi.
-ha o sana değildi ya bi arkadaşa atmıştım onu yanlışlık oldu.
bak bak bak... yanlış mesaj attım numarası yapıyor, ben yer miyim? yemem. (böyle kendi kendine konuşunca tuhaf oluyor lan insan) ama keşke yeseydim de "he o zaman tamam hadi sen devam et arkadaşın belki iyi gelir sana" deseydim ama dedim mi? diyemedim.(bak yine kendi kendime konuştum)
+tamam olsun yanlışlıkla şimdi söyle nasılsın iyi misin durumun nasıl?
-off uzatma yorgunum yatacam ben.
+ya bari nasıl old...
-dıt dıt dıt...
yüzümden düşen bin parça, moral bozuk surat asık halde arkadaşıma anlatıyorum;
-abi hastalanmış ya, tek başına hem de.
+boşver be oğlum koy götüne rahvan gitsin.
-iç ses (hay senin götüne sokayım ibne.)
o gece eve gidip başımı yastığa koydum uyumak için. uyu uyuyabilirsen. bir yandan kendim hastayım bir yandan sevgilim* dayanamadım bana ihtiyacı var diye sabahın 4'üne kadar gözüme uyku girmedi. sabah saat 5'doğru şafakla birlikte evden gizli çıktım, 5:30 arabasıyla istanbul'a gittim. otobüste terliyorum, titriyorum midem bulanıyor... istanbul'a vardım direk evine gittim evdekilerin haberi yok gittiğimden. babam o saatte yatağımda olmadığı görse götümü keser!
kapısının önüne geldim saat 10 civarı çaldım kapıyı kapı açıldı. karşımda duruyordu ama öyle yanmıyor, gayet sağlıklı.
-nerden çıktın sen?
sanki beni beklemiyormuş gibi, şaşırmış numarası yapıyor. içeri giriyorum kahvaltı sofranın hazırlamış televizyon izliyor. kanapeye oturdum titremeye başladım hem sinirden hem hastalığımdan dolayı. ee hani sen yanıyordun, hani ateşler içindeydin, hani miden bulanıyordu. sen acı çekiyosun diye benim gözüme uyku girmedi vicdansız. sonra hanımefendi* anlattı bana. asıl niyeti benim onu ne kadar sevdiğimi, ne kadar değer verdiğimi görmekmiş. al gördüysen eğer sana verdiğim sevgimde, değer de bi taraflarına girsin belki midene iyi gelir.
not: değmeyecek kimse için değil şehirler arası mesafe katetmek, ilçeler arası bile mesafeler katetmeyin. ha değdiğine inanıyorsanız sikerler mesafeyi zaten. ben değdiğine inanıyordum sikilen ben oldum o ayrı mesele tabi...
bazen kişinin unutkanlığından kaynaklanan bir durum olarak ortaya çıkar.
üniversitede okurken tez yazmak için birkaç kitaptan faydalanmak için kütüphaneye uğrayıp tezimle ilgili kitapları kayıt yaptırarak almıştım. alış o alış zaten bir daha kitapları aldığımı unutmuştum. ne gidip süresini uzatmıştım ne de kütüphaneye gitmiştim bir daha**
gel zaman git zaman derken okuldan mezun oldum ve mezuniyet belgesini almak için öğrenci işlerine gittiğimde yaptığım unutkanlığın bana nelere mal olduğunu anladım.
mezuniyet belgesini almam için öğrenci kimliğimi okula bırakmam ve aynı zamanda kütüphaneye uğrayıp kütüphaneden kitap almadığıma dair bir belge almam gerektiğini söylediler. hay hay hemen gidip alıyorum dedim. demez olaydım. kütüphaneye gittim gayet her şey yolundaymış gibi ve birazdan duyduklarım karşısında şoka uğrayacağımdan habersiz bir şekilde gülerek görevliyle konuşmaya başladım.
-iyi günler ben mezun oldum ve mezuniyet belgesini almam için bir belge almam gerekiyormuş.
+evet hemen yardımcı oluyorum. öğrenci kimliğinizi alabilir miyim?
-tabi buyrun. (alış veriş yaparken para uzatıldığında istemsiz olarak ağızdan çıkan bir cümledir "buyrun" ya da "şöyle veriyim" gibi)
+yanlız şuanda adınıza kütüphaneden 3 kitap aldığınız gözüküyor sistemde.
bu cümleyi duymamla birlikte dank etti her şey...resmen ufkum iki katına çıktı.
(bkz: öğrenildiğinde ufku iki katına çıkarmayan şeyler)
(bkz: öğrenildiğinde başından aşağı kaynar su döken bilgiler)
3 kitap bir yerden tanıdık geliyordu.
-evet ben tamamen onları unutmuşum. yarın kitapları getirip belgeyi alırım.
+fakat bu kitapları zamanında geri getirmediğiniz için bir ceza çıkıyor size.
2.(yazıyla ikinci) şok yaşıyorum adeta. her halde çok büyük bir ceza değildir diye düşünerek "tamam öderim" diyorum.
+cezanız 560 tl.
evet abi yazıyla da beş yüz altmış türk lirası...
-ne ne bu kadar çok değil mi?
+baya uzun zaman olmuş ya da bunun karşılığında kitap ödersiniz.
-bu daha mantıklıymış kaç kitap getirmem gerekiyor?
+kitap başı 10 tl olmak üzere 56 kitap!
56 kitap dedi adam şaka gibi resmen ama yüzünde ciddi bir duruş var. ya parayı alacak ya da kitabı. benim zaten üniversitede aldığım ders kitaplarının sayısı ve okumak için aldığım ve henüz okumadığım kitaplarımın sayısı bile o kadar değil. kütüphaneye 56 kitap vererek kütüphane içinde kütüphane kuracak bir ceza almışım*.
yapacak bir şey yok akılsız başın cezasını masum kitaplar verir. sıkıyorsa getirme o cezanın karşılığını, mezun olamazsın. bırak mezun olmayı evdekiler inanmaz bu duruma "sen okulu uzattın yalan söylüyorsun" der. yeni aldığım ve okumak için can attığım kitapları ceza karşılığı olarak verdim o da yetmedi sayıyı tamamlamak için ders kitapları açık öğretim kitapları sağdan soldan bulduklarımı da üstüne koyduktan sonra tamamladım sayıyı ve belgeyi aldım.
yazık oldu kitaplarıma inşallah birileri alıp okur diye hep ümit ediyordum. geçenlerde kütüphaneye gidip kitaplarıma baktım en alt raftaydı roman olanlar. kimse görmez bunları bunları burada deyip alıp üst rafa koydum ama sıralı ve numaralı oldukları için yine alta koymuşlardı. içim acıdı...
bu bana büyük bir ders oldu şimdi birine kitap versem dahi 15-20 gün sonra arayıp istiyorum.
kadın erkek ilişkilerinde sıkça yaşanan sonuna kadar haklı olduğu su götürmez bir gerçek olan bir kişinin (genellikle bu kişi erkek olur) yaptığı ve kendisini haksız duruma düşürdüğü davranıştır.
bu davranışa bazen karşı tarafı kaybetmemek için yapılır bazen de "aman yeter ki sussun da kurtulayım bu durumdan" düşüncesi ile başvurulur. bu davranış aslında bir yerde erdemdir, alçakgönüllülüktür, değer vermektir bir yerde de yenilgiyi kabul etmektir, küçük düşmektir. aslında her iki durumda da düşünülen bir şey vardır; kaybetme korkusu. tartışmanın daha fazla uzun dürüp tarafların birbirlerini kırmaması adına biri tarafından biri tarafından bu fedakarlık yapılır. fakat olayın ileri boyutunda ise özür dilenmediği takdirde ilişkinin sağlıklı yürümeyecek olmasına neden olur.
lokanta, cafe, bar tarzı yerlerde çalan müziğin tuvaletteyken bile duyulması sonucu meydana gelen ve ister istemez kişiyi tuvaletteyken bile etkileyen durumdur.
yersin, içersin ve ister istemez yediklerinden dolayı tuvalete gitme ihtiyacı hissedersin, kalkıp tuvalete gidersin. belki de sıçacaksın... zaten eğer sıçacaksan, tuvallette kulağına gelen müzik sesinden dolayı sıçtığının resmi olacaktır. abi müziğin türüne göre ritim tutulur mu ya? evet tutulur, ben sıçarken ritim tutmadım ama işerken ritim tuttum. hem de pitbull'un rain over me şarkısıyla.
dedim ya insan kendini müziğin ritmine kaptırıyor, öyle bir kaptırmak ki deliğe nişan alayım derken ritim yüzünden duvarlara duvarlara işemenize neden oluyor. tuvalette olmayıp mekanın ortasında olduğun zaman yaptığın ve müziğin akışına göre sergilediğin el hareketlerini penisin elinde sabit tutmaya çalışıyorken yaptığını düşünsene...penis elinde sabit kalmıyor adeta mendile halini alıyor sallanıyor da sallanıyor.* tabi işerken düşündüm "ulan ya şimdi işemiyor olsaydım da sıçıyor olsaydım o zaman götümle nasıl ritim tutacaktım? acaba o zaman nerelere sıçaçacaktım" diye içimden de geçirdim.
kim bilir belki başka bir gün başka bir mekanda bu fantazimi de gerçekleştiririm. öyle bir günün sonucunda tecrübelerimi paylaşırım inşallah.
bugün başıma gelen, aslında geçmiş zamanlarda da başıma gelmiş ve artık sorgulamama neden olmuş olan olaydır.
bu olay ben minibüse minibüs boş iken bindiğim, yer kapmış bir şekilde camdan dışarıyı izlediğim ve akşam yoğunluğundan dolayı her geçen durakta minibüsün gittikçe dolmaya başladığı zamanlarda başıma gelir. ve olayın kahramanı hanım kızımız biner arabaya. ama öyle memnuniyetsiz, öyle canı sıkkın bir vaziyette biner ve oturacak yer olmadığı için ayakta gider.
minibüste yanımdaki yolcu kalktığı zaman bu hanım kızımız hemen rakiplerinin arasından sıyrılarak yanıma oturur ama tabi bu aslında bir oturmak değildir. bu tam olarak bir isyandır! sanki hanım kızımızı otobüse zorla bindirmişler ve zorla yanıma oturtmuşlar gibi... sürekli telefonla oynamalar, kaşlarını çatmalar falan filan... öyle bir bakış var ki sanki hanım kızımızı ceza olsun diye yanıma oturtmuşlar.
görsen dersin ki abi "kesin ferrarisini satan bilge bu bayandır" ve hanım kızımız da adeta ferrariden inmiş havalarında takılır, müzik dinlemeler, iphoneuna dokunup aşağı yukarı götürüp getirmeler...
tabi dolmuş ilerledikçe yolcular duraklarda indikçe araçtaki yolcu sayısı git gide azalmakta ve oturacak koltuk sayısı artmaktadır. bu hanım kızımız boş koltuk bulduğu anda direk oturmak için yanımdan kalkar. başka yere oturduğunda "canım kalkmışa oturulmaz" diyemedim gardaşlar, diyemedim...
yanımdan kalktığı için ister istemez insan bi şüphe ediyor kendinden ve içinden ister istemez düşünüyor;
-ulan ben kötü mü kokuyorum? yok lan daha sabah duş aldım( çaktırmadan kokladım kendimi emin olmak için)
-ters bişey mi yaptım acaba?
sonra anladım ki hanım kızımız koca götünü yaya yaya oturmak için yanımdan kalkmış. öyle bir yayılma değil sanki türk hava yolları business classla uçuyor.
ama otobüs doluyken mecburen gelip tek poponun üzerinde oturuyordun be hanım kız nezaketen iki büklüm oturdum camla bütünleştim karşılığı bu muydu? en azından ineceğim yere kadar yanımda otursaydın. yazık yazık...
aslında her defasında hesabı ödeyen taraf olduğum için(erkek tarafı) zamanla fark ettiğim durum. şöyle ki;
1. gün: kız arkadaşla buluşulur, gezilir oturulur, yemekler yenir, bir şeyler içilir kapanışta cepten, cüzdan da para çıkarma şerefi(!) sana ait olur.
2. gün: kız arkadaşla kararlaştırılan yerde buluşulur yemek yenir, sinemaya gidilir film izlenir( arada belki öpüşmeler olur fragmanlar varken) sonra kapanışta yine para çıkan cep sizin ki olur.
3. gün: kız arkadaşla eğlenceye gidilir mekana giriş yapılır(ücretli), içki içilir kapanışta para çıkan cep yine sizinki olur.
4. 5. 6. ve 7. günlerde de aynı durum söz konusu olduğu için ve açılışı kendi cebinizle yapıp, kapanışı da yine kendi cebinizle yaparsınız. bu durum ilişki süresince, ilişkinin devam ettiği aylar ya da yıl hesabına göre genel olarak böyle devam eder. bu durum meydana gelirken hep aynı konuşma geçer;
-pardon garson bey( ufak bir gülümseme ve el işaretiyle hesap isteme hareketi yapılır) diye seslenilir.
+buyrun efendim.
-hesabı alabilir miyim?
"alabilir miyiz?" demiyorum dikkat ederseniz "alabilir miyim?" diyorum. tabi sahipleniyorum istemsiz bir şekilde çıkıyor bu cümle ağzımdan.
+tabi efendim getiriyorum.
********1 dakika sonra hesap gelir*********
iç ses( 70 lira! ohh iyi yemişiz yarasın. ulan acaba şu kalanları paket yaptırsam mı neyse kıza ayıp olur)
+aşkım bu kez ben ödeyebilir miyim?
-hayır aşkım ben hallediyorum.
+aşkım hep böyle yapıyorsun ama... al bak çıkardım bile ben.
-iç ses(oha lan 200 lira çıkardı, 200 lira varmış hakikaten ve bunun değişik renkte olanlarını da var cüzdan da...)
-aşkım maşallah cüzdanın gök kuşağı gibi.
+anlamadım hayatım.
-cüzdanın diyorum, ya aşkım sen bu kadar parayı nerde buldun? güne mi gidiyorsun? tefeci misin sen? benim cüzdanım da bile bu kadar para yok!
+ya aşkım kaç aydır hesap ödetmiyorsun bana. ben de seninle her dışarı çıktığımızda harcamak için yanıma aldığım paraları biriktirdim.
-biriktirmişsin biriktirmişsin, maşallah bir servet yaratmışsın. bu parayı ekonomiye kazandırsak ülke kalkınır yeminle.
+dalga geçme aşkım ya bundan sonra para almamazlık yapma ortaklaşa ödeyelim alman usulü.
-ben de şimdiye kadar hep almam üsulü ödüyordum boş yere desene aşkım...
nacizane bir tavsiye ortak ödemek istendiği zaman ben ödeyecem diye ortaya atlamayın hemen, birlikte ödeyin. allah korusun siz harcamaya kıyamazsınız ama ayrılınca sizin tasarruflarınız sayesinde biriken ve şişen kız arkadaşınız cüzdanındaki parayı yerler( belki kız arkadaşınızı da yerler).
bunu kahvede anlatırken söylersen "abi geçen gece hatunu bi sikmişim ki sorma, bütün mahalle inledi." olur.
entel ortamda anlatırsan "ah geçen gece o mehtabın altında buluşup seviştiğim kızla yaptığımız faaliyet faslımız o kadar enfesti ki, birbirimizin derinliklerine dokuduk adeta kötülüklerden arındık" olur.
aslında başlık "ziraat atmsinde sıra beklerken eski sevgiliyle karşılaşmak" olacaktı ama karakter sınırından dolayı olmadı ama yine olmuş kadar yazdım.
o yoğun, bunaltıcı, stres dolu sınav dönemini atlatmış huzurlu bir şekilde uyanmışım sınavsız yeni bir güne. tabi sınavlar bittiği için gece geç saatlere kadar ayakta durup, gündüz saat 2 gibi uyanmışım. uyanmışım derken aslında isteyerek değil açlıktan oluşan ve midemdeki çıkan "kalk ulan kalk, yemek ye" isyanlarından dolayı uykumdan uyandım ve dışarıda yemek yemeyi planladım. öğrenci olduğum için üzerimde nakit para olmadığında dolayı çoğu öğrenci gibi bankamatikten gidip para çekmem lazımdı. bu bankamatik çoğu öğrencinin uğrak noktası olan ziraat bankamatiği tabiki de. her ayın 7'sinde yatan bursumu sabırsızlıkla bekliyorum her zamanki gibi. fakat bursun yattığı tarihten bir gün önce sınavların başlaması bu sabırsızlığımı adeta köreltmişti. her sınav çıkışı bankamatiğe uğrayıp üçer, beşer para çekmem sonucunda bu yatan paradan geriye cüzi bir miktar kalmıştı, yaklaşık olarak 15 lira kadar. tamam lan tamam 10 lira işte fakiriz napalım... bu arada burs derken karşılıksız sanılmasın karşılıklı burs alıyordum zengin olduğum için devlet baba geri alacaktı benden o parayı.
kıçıma gri eşofmanımı giyip üzerime kapşonlu kazağımı aldıktan sonra yatağından yeni kalkmış öğrenci izlenimi vererek bankamatiğe doğru gitmek üzere yola koyuldum.
bankamatiğe vardığımda görünen manzara yine her zaman ki gibi aynıydı ama ürkütücüydü; yığınla öğrenci. sanırsın ziraat bedava bankamatik dağıtıyor. zaten ben böyle büyük kitleleri bi emekli maaş kuyruğunda bir de ziraat bankası burs kuyruğunda görme şansına sahip oldum, başka yerde de rastlamadım. mitingler falan az gelir yani.
ağzım kapanmayacak şekilde sürekli esner bir vaziyette sıraya geçtim sıra yavaş ve aheste bir şeklide ilerlemeye devam ediyordu. sıra her bi adım ilerlediğinde ben bi kere daha esniyordum. işte tam bu sırada arkama gelip sıraya giren iki kızdan birisi benim eski sevgilimdi. tabi ben bu kişinin eski sevgilim olduğunu tam para çekeceğim zaman anlıyorum. sıra ilerlerken kuyruk uzamaya devam ediyor ama ben ne arkaya bakıyorum ne de sağa sola bakıyorum adeta avına konsantre olmuş bir aslan gibi bursumdan geri kalan paraya odaklanmış halde bekliyordum. konuşulanları hiç duymuyordum. ve en sonunda o büyük an geldi sıra bana gelmişti. içimde kelebekler uçuşuyordu, yüzümde aptal bir gülümseme vardı sanki 10 lira değilde milli piyangonun büyük ikramiyesi bana çıkmış gibi seviniyordum. kartımı çıkarıp yuvaya yerleştirdim. işte tam o sırada arkamda duran kızların konuşması kulağıma geldi ve merak edip ziraatın metal ve parlak olan kısmından arkamdakinin kim olduğuna bakmaya çalıştım. ordan bakınca sanki çaydanlıkta yüzüne bakan insan suratı gibi böyle tövbe estağfurullah yüzün şekli bir garip olan tuhaf yüz şekilleri görüyordum ama yüzü seçemiyordum fakat tanıdık geldiğine emindim. o olamaz diye düşündüm şifremi girdim o sırada kızların arasında geçen konuşma şuydu;
-evet biliyorum ama o da gitmeyecekmiş ailesini yanına.
+ee sen de mi kalacaksın? saçmalama sınavlar bitti gidelim tatil yapalım, dinlen azıcık.
-ya ama ısrar etti hem ev arkadaşları gidecekmiş o tek olacakmış ve birkaç gün sonra gidecek, birlikte döneceğimizi söyledi.
+valla sen bilirsin esra.
esra... o anda ellerim titremeye başladı! esra evet esra, eski kız arkadaşım ve yeni sevgilisiyle baş başa kalıp eve gitmeme planları yapıyordu, kim bilir evdekilere ne yalan söyleyecekti. çünkü esra okuduğu üniversite ile yaşadığı şehir arasında yakın mesafe olduğu için genelde her haftasonu evine gider, benim bütün ısrarlarıma rağmen kalmazdı yanımda... ben bu konuşmaları duyunca kafamda bin bir türlü tilki dönmeye başladı "şimdi baş başa kalsalar sevişirler, benimle baş başa kalmıyordu kim bilir neler yaparlar. hem baksana çocuğun arkadaşları da gidiyormuş ooooo" diye içten içe düşünüp iç yanıyordum. parayı çekecekken çekilebilecek olan limitin 10(yazıyla da on) olduğunu görünce üzüntüm, acım 10 kat daha arttı. sırf ona inat olsun diye bankamatikte biraz oyalandım ve sonra o düşündüğüm şeyi yaptım...
cebimden telefonu çıkarıp hiç kimseyi aramadığım halde sanki birini arıyormuş gibi yaptım ve eski sevgilim duysun ve beni görsün diye tam kartımı almak üzereyken sanki telefonda sevgilim varmış gibi konuşarak "aşkım o bana gösterdiğin ve üstünde görmek istediğim iç çamaşırını alman için sana 300 lira yolladım. hemen al üstünde görmek istiyorum" dedim, evet dedim. tam 300 lira dedim lan, parasızlıktan çeneme vurdu galiba. 100 değil 200 değil hatta burs miktarım kadar değil tam 300 lira dedi ve o cümleyi kurarken yavaştan arkamı dönüyordum... döndüğümde de eski sevgilimle göz göze geldim ama hiç yokmuş gibi davranıp yürümeye devam ettim.
sonra ne mi oldu? hesapta 10 lira var kıza rezil olmayayım diye çekmedim. gidip bir köşede bekledim beni görmeyecekleri bir yerde. onlar işlerini halledip gittikten sonra tekrar o başı olup sonu olmayan uzun kuyruğa girdim. galiba açlık başıma vurmuştu.
biz de bilirdik gerçek olan sevgiliye iç çamaşırı almasını lakin aç idik yedik burs parasını...
her sene olmazsa olmaz haberlerdendir. bunca senedir hala ders alınmayan ve gerekli önlemlerin alınmadan çalıştırıldığı emekçilerin başına gelen talihsiz olaydır.