yaklaşık 7 aydır alkol almıyorum. antidepresanların vücuduma verdiği uyuşukluğu saymazsak uzunca süredir kendimdeyim. 29 günden sonra ilk defa geçen cumartesi akşamı bir aile dostu ziyareti sebebiyle zorunlu olarak evden dışarı çıktım. her şey bıraktığım gibiydi. apartman girişindeki kırtasiye. karşıdaki okul. sokağın sağ köşesindeki ankesörlü telefon kulübesi.. arabaya bindikten sonraki 15 dakika müthiş gergindi. gideceğimiz yere vardık ve içeriye girdik. kucağıma aldığım, cennetin silüeti ile hayata döndüm. henüz otuz iki gündür hayatta olan, nereye
geldiğinden bihaber, gözlerimin içine baktığında dünyanın durduğunu düşündüren, anlık ta olsa insan olduğumu unutturan, sadece annesinin memesine hasret küçük bir adam.. bilse ki dünya ironik bir cehennem gelmek ister miydi dersiniz? belki de..
sabahın 5'ini, 2 paket sigara, dünya kadar ağzına sıçılmış hayalle, kafeinin dibine vura vura,kulağında bir kulaklık ile aynı parçaları yüzlerce kere üst üste dinleyerek, her defasında hüzünlenip, o çok bildiği yarasını kanata kanata hatırlamaması gereken anları, bazen ağlayarak, canının sıkkınlığına sıkılarak çoğu zaman, dudağındaki kuruluğa
değdirerek dilini, öylesine güzel dağılır ki; hiçbir gündüz toparlayamaz geriye kalanları.
bugün de sabahı ettik ulan gideyim de yatağımın buz tutan ayaklarını ısıtayım der ve ölüme uyur yalnız insan. uyandığında sevgilisinin, karısının, sevdiğinin, metresinin, annesinin, babasının, kardeşinin kahvaltısını hazırlamayıp çayı demlemeyeceğini bilir. yalnızdır lan işte, günaydın öpücüğü almayacağından çıkamaz yatağından. zor gelir, yorganı kaldırsa, yastıktan alıkoyamaz başını. gün ışığı sanki açığa çıkartır eksik kalmışlığını.
çok yemez, çok içer, sigara içer, gün olur cigara içer, iki kadeh bir şeyler içer, içini çeke çeke geçmişteki güzel
günlerden sızan anıları içer, geceyi eder. koyulaşır renkler, beyaz, kırmızı, siyah, mor öylesine karanlık bir hal alır ki, içinden çıkmaya kalksa önünü göremez. vazgeçer. gidemez. yığılır kalır avuçlarının arasında kafası. çöker. bir sigara
daha yakar. bazen bir filim içine girer, derken film olur, dağılır, yalnızlığını hatırlar eti acır. sahi sizin hiç giden günleri düşünüp göğüs kafesinize çöktüğünde dünya acımış mıydı etiniz? benim bir kere acımıştı, o gün bugündür sızlıyor sol
yanım.
boğazındaki her düğüm ile çözülürken saçları, içindeki iklimlerde sonbahar yaprakları düşer ve o çok bildiği dokuz sekizlik sancısı samani bir renge boyar duvarlarını. sonra hatırlar bir an, irkilir, korkar, durdurmaya çalışır zihnini,
kaçamaz, sıkışır ve itiraf eder:
" rotasını kaybetmiş iki başlı karanfil, sahadaki toz bulutuyla sevişmenin hiçbir anlamı yok."
son zamanlarda epey kilo almış olan arkadaşımın, bu takıntılı halini kendime keyf alacağım bir an olarak çevirip, üç gece üst üste, canım istemediği halde, kalkıp çeşitli yemekler yapıp, yemeklerin fotoğraflarını arkadaşıma gönderdiğimde epey eğlendim.
elindeki arabanın anahtarını gözümüzün içine sokmaya çalışan, gevrek gülüşlü kunduralıgiller.
gittiği mekanda bir başka hatuna bakmak için boynu şekilden şekile giren gergedan kılıklıgiller.
cüzdanını her seferinde evde ya da arabada unutan kaypakcıgiller.
sokakta karıya kıza yazılacağım diye popülerliğini en az üç sene önce yitirmiş şarkı ile beynimizi düdükleyen kırocangiller.
müslümanım diye geçinip, eşine, kızına her türlü yasağı getirip herhangi bir kadına bakmaktan çekinmeyen dindargiller.
soylarınız tükense de rahata kavuşsak diye beklemedeyiz.
türbanı takıp, altıma daracık pantolonomu geçirip, suratıma bir ton makyaj yapıp, türban takan her türk kızı olmadığım için müslüman olarak değerlendirilmeyecek miyim? modern bir toplumun hala bu gibi başlıklara rivayet eden zihniyetlerinin olması ne acı.
aradan yıllar geçmesine rağmen değişmeyen gidişattır. faşist sistemin değiştirilmediği sürece, ötekeleştirilen öğrenciler ile faşit beyinler arasında uzun süre daha devam edeceğini düşündüğüm haldir