hep aynı entry'lerin lacivertlerini giren, hayal gücü namına bir şey barındırmayan, okudukça "bir bitmediniz amk" dedirtecek insancıkların dahil olduğu gereksizlik.
abi-kardeş mi olmak zorunda bilemedim ama abla-kardeş olarak da çok fazla eşek şakasına maruz kalınan durum.
kavanozdaki tüm kremi mayonez şişesine, şişedeki tüm mayonezi de krem kavanozuna boşaltmış hayvan herif. sonra ailenin tek mayonez yiyen üyesi olarak gelsin kremli patates kızartmaları, gitsin yumurta kokan eller..
adam sırf eşek şakası yapmak için playstation'ı yok etti lan var mı böyle psikopatlık? konsolu elime alıp böyle çatır çatır çarpıldığımı bilirim.
tabi psikopatça birbirimizi seviyor muyuz, evet orası ayrı. bende psikopatça korkutmakla yetiniyorum onu, ne yapalım kardeş işte. büyüdük artık olmuyor öyle şeyler.
son 4 gündür karşı karşıya olduğumuz durum. bide instagram, whatsapp, twitter filan indirmiş tam bi internet fenomeni oldu. kaçış yok yani her yerden takip ediyor.
uyuşturucu değil uyarıcı olduğu bilimsel olarak kanıtlandığı halde hala topluma "uyuşturucuların anasıdır" diye dayatıldığına göre bir süre daha hayal olarak kalacak önerme.
sigaradan daha zararlı değildir, içemeyen kekini filan yer. olabilir yani böyle şeyler.
dünyanın en gerizekalıca eylemidir.
günde 80 kişinin oturduğu klozete oturacaksın sanki.
milletin işemek için klozetin tepesine tırmanacağını bilmiyorsun sanki.
kızlar ayakta işemeyi nişan almayı filan öğrendi bu sistem yüzünden artık.
gazi üniversitesi güzel sanatlar fakültesinde yardımcı doçent doktor. açık ara en sevdiğim hocadır kendisi, sık sık da 'gerçek bir eğitmen' olarak adlandırırız kendisini.
bohem bir insandır, kendine sazlar bağlamalar yapar,erkan oğur'u pek sever bazılarını ona hediye eder, kendi mobilyasını kendi yapabilecek düzeydedir hatta. okulda canınız sıkılınca gidersiniz odasına, size çay-kahve yapar, bağlama çalar, sohbet eder. elinden çıkan her şey güzeldir adamın. saatlerce dinleyebilirsiniz onu.
bunu söyleyen adamı allah bir çarpar, kendisi midye olur 30 kişi saldırırız sonra.
tanım: midesi olan ve ağzının tadını bilen insanlardır. hakkında iddiaya tutuşup "3 basamağa çıkma, istediğin kadar tüketirim" diyip 99 tane midye yemişliğim var. sonrasında deli gibi kustum mu, evet. ama ertesi gün biranın yanında yedim gene 15 tane. çünkü çok süper. he ya çok süper.
ruben gibi bir solisti olan grup. grubu pek dinlemiyorum ama o adam o grubun yüzü olduğu sürece getirisi götürüsünden bol olur. sırf adamı görmek için konserine gittim izledim uzaktan. izledim yani sadece. bilmiyorum bir garip.
bir insan bu kadar tanrısal boyutta karizmatik olur.
o kadar karizmatik bir grup ki, bu yönden triggerfinger'a çok benzetiyorum kendilerini.
vokalin sesi boğuk, gitar ritimleri derin - tam da norveç topraklarına yakışır şekilde. ancak ironik bir biçimde grup norveçte pek bilinmiyormuş, türkiye'de dinleyeni çok ama paylaşanı yok. insanın arkadaşlarıyla paylaşası gelmiyor bu şarkıları, herkes de kendine saklıyormuş çok garip bir koordinasyon bu.
en güzel parçaları şu şekildedir:
edit: entry girdikten sonra ekşi'deki entryleri okudum. arkadaş bir ben değil resmen herkesmiş "bu şarkılar yol şarkıları" diyen. grup herkeste nasıl aynı etkiyi bırakabiliyor anlamış değilim. vocal'i son ses açıp gta4'de saatlerce mal mal çalıntı arabalarla gezindiğimi bilirim.
ilk kez 2011 senesinde haberlerde duyduğum zaman kelimenin tek anlamıyla kahrolmuştum, özellikle de 17 aylık bebeğin defalarca tecavüze uğradığı için şu an yürüyemediğini, vücudunun her yerinin çürüklerle kaplı olduğunu ve tek gözünün mor olduğunu öğrendiğimde hıçkıra hıçkıra ağlamıştım.
daha sütten bile kesilmeyecek yaşta bir bebeğin beslenmemesi yüzünden kanında ciddi demir eksikliği olması da cabası. şu ana dek bir sürü extreme olay duydum hepsine alışabildim ama hangi hastalıklı beyin yeni doğmuş bebeğe yan gözle bakmaya cüret edip defalarca tecavüz edecek cesarete sahip olabilir bir buna asla alışamadım işte. alışılacak gibi de değil zaten. söyleyecek söz, edecek hakaret bile bulamıyorsun, kitlenip kalıyorsun ancak. allahından bulsun da diyemiyorsun, allah'tan bulacak olması bile yetmiyor.
sonra adam hücrede kalmaktan sıkıldığı için koğuşa çıkmak istediğini anlatan bir dilekçe veriyor, evet sanki onlarca yüzlerce namus cinayetinden içerde yatan mahkum yokmuş gibi. adamın suçunu biliyorlar, tek gözünü çay kaşığının sapıyla oyuyorlar. tam öbürünü oyacakken gardiyanlar elinden zor kurtarıyor, onlarında allah belasını versin zaten. 3 kere ameliyat etmişler adamın gözünü. insanın içine dokunuyor, o adam sadece işkenceye layık diye düşünüyorsun, şansının yaver gidip ikinci gözü kurtarmasına katlanamıyorsun. gebermesin, yüzlerce yıl yaşasın da hep acı çeksin istiyorsun. böyle hiç bitmeyecek bir tiksinti ve nefret işte bu da, çünkü elden gelen başka bir şey yok. ama keşke elimden gelse, şu olaya içi parçalanan binlerce insanın elinden bir gelse...
4x19'da herb'ün kız kardeşi olarak diziye giren myra adındaki hatun, yeni bölümlerde walden'ın eski karısı brigdet olmuştur. hayır bir de aynı dizi yani, aynı diziye 2 kez farklı kimlikte giriyosun. başka oyuncu mu kalmadı anlamadım ki.
en onemli sart saglikli olmak oldugundan dolayi adriana'nin victoria's secret mankeni olarak kabul edilmek icin 2000 yilinda sigarayi biraktigi biliniyor efendim.
bir victoria's secret mankeni olarak manken gibi hareket etmeyen manken. cara delevingne, manken olan..
kız podyumdan inip spor giysilerini çekip sokaklarda makyajsız takılıyor vs, rihanna'nın kankası olmuş aynı zamanda da. parkta otururken alnına güvercin sıçıyor videoya çekip nete atıyor filan, instagram'da takip ediyoruz severek.
oyunda incecik upuzun bir koridorda koşuyorum sözlük. o loş koridorun ucunda bir ışık var, sağlı sollu pencere dolu. dakikalardır koşup hala ulaşamayınca sıkılmaya başlıyorsun tamam mı, parmağın klavyede böyle sağa sola bakınmaya başlıyorsun. bir anda pencereler bir patlıyor, bir de mal gibi ses sisteminin sesini sonuna kadar açmışım. ofis sandalyesinin tepesinden geriye yuvarlanıyorum, korkudan ödüm bokuma karışıyor, rengim sapsarı olduğu gibi kafayı da yarıyorum. yemin ederim kalbimin 2 salise durduğunu hissettim. bu oyun beni öldürmeden ben onu öldüreyim diye sildim gitti. böyle bi oyun işte. utanarak söylemeliyim en korkunç olmayan yeri de buraydı üstelik.
fall out benzeri bir oyundur, daha iyisi ama daha zor olanıdır. senaryosu güzeldir, gerçekle örtüşür. çünkü moskova metroları eskiden savaş durumunda sivillerin sığınacağı barınaklar olarak inşa edilmiş, sonradan metroya çevirilmiştir. ama yinede hala olası bir savaş, terörist saldırısı, havadan yayılan ölümcül virüslerin ortaya çıkması halinde sağlıklı insanların sığınabilmesi için sığınak işlevini de yitirmemiştir.
oyunda 2033 yılında dünyayı mahvedecek bir nükleer patlama olur. insanlık ölür, hayatta kalanlar küçük gruplar halinde metrolara sığınır, hayat orada devam eder. dışarı çıkmak olanaksızdır çünkü havadaki radyasyon yüzünden dışarıda kalan hayvanlar ve insanlar mutasyon geçirmiştir. para geçerliliğini yitirmiş, en değerli şey kurşundur ve her şey kurşunla takas edilir.
oyuna başladığınız anda diğer insanlara oranla radyasyona karşı bağışıklığınız olduğunu keşfedersiniz. ancak dışarıda geçirebileceğiniz yalnızca 1 dakikanız vardır. zaman kavramı işin içine girince bende panik atak başlıyor, elim ayağıma dolaşıyor. yani bu oyunu pek oynayamadım.
ancak gerilim/korku temalı oyunları sevenler şuna baksınlar:
(bkz: silent hill)
zordur, ama güzeldir, zamanla yarışmaktır.
her banyonun 4 saat sürmesi demektir.
yüzüne maske yap, banyoya gir, duş al, her yerin için kullanacağın farklı duş jellerin olsun, saçlarına maske yap, banyodan çık saçını kurut fön çek, vücudunu losyonla, ellerine bakım yap, ayaklarına bakım yap, ellerine ayaklarına yeni oje sür, kaşlarını al, cildine bakım yap. üstelik bu sadece 2 günde bir tekrar eden banyo faslıdır.
daha ayda 1 kuaförde harcadığın zaman ve para, epilasyon gibi şeyleri saymıyorum bile. hamileliğe ise hiç gelmiyorum.
oldu ki hamile kaldın çocuk doğurdun, eski formuna dönmek için spor yap, terlediğin için duş al sonra tekrar yukarıdaki döngüye gir, bir yandan çolukla çocukla uğraş, bir yandan evinle uğraş, bir yandan işinle uğraş.
bilmem anlatabiliyor muyum ancak bir kadın zaten kendisi için bu kadar bakımlı oluyorken, "evlendiğin kadın kendini salmayacak, sürekli bakımlı olcak" diyen erkeğe kadınların zerre kadar ihtiyacı yok. biri bana böyle söylese sırf gıcıklığına bakımlı olmayı bırakırım. hayır yani kendi için yaptığı tek şey sabah kalktığında yüzünü yıkamak, duş alıp 5 dakikada dışarı çıkmak, gece sadece dişlerini fırçalamak olan erkekler kadınların üzerine gelirken çok dikkatli olsun, tek tavsiyem de bu.
bir gün 24 saat değil de 40 saat olsaydı istediğiniz kadar konuşmakta özgürdünüz, böyle bir dünyada konuşamazsınız.