bu çocukların suçu yok. suç, fast-food kültüründe. yıllarca katı fast-food ürünlerini tüket, bi' gram sıcak çorba gitmesin mideye, sonra da sucuğu bırak. siz o sucuğu bırakabildiğinize şükredin. o değil de fazla kabızlık çekmeyin. mazallah basur olursunuz. benden demesi.
özellikle de erkekler arasında fazla popüler olan durum. fakat bazen yanlış anlaşılmalara sebep olabiliyor.
örneğin, her arkadaşıma "hacı" diye hitap ettiğimden annemle aramızda şuna yakın diyaloglar geçebiliyor.
-senin bu arkadaşlarının hepsinin adı hacı galiba.
+yok. öyle deil o. adları başka da...
-eee, hep hacı diyon sen.
+yav şimdi... bi nevi lakap gibi.
-lakap koşma kimseye. günahtır.
+yav lakap değil bu... takma ad gibi..
-ad da takma kimseye. ismiyle hitap et arkadaşlarına. terbiyesizliğe lüzum...
+hop hop hop. o kadar uzun boylu değ...
-terliğimi özledin galiba.
+(güdümlü anne terliğinden kaçanzi)
an itibari ile hangi başlığa tıklasam cereyan eden duurm. kuran'ı kerim'in arapçasını okuma bilen birileri yasin'i şerif'e başlasın da tezden can versin. yazıktır. azap çekmesin.
bu ne lan! bu nasıl bir server. aramızda para toplayalım bari. elimizde kalacak cağnım sözlük.
the dice man'in yaratıcısı. çok popüler olacak gelecek yıllarda. gel ki kendisi 70 küsür yaşında ve the dice man'i yıllar önce yazmış ama yine de sonra şöhret olacak.
ikinci bir fight club vakası. luke rhinehart şaheseri. türkçeye zar adam olarak çevrilmiş. şu an okuyorum. son 60 sayfasındayım. bu kitapla ilgili tek bir şey söyleyeceğim;
"7 yıl önce defalarca okuduğum kinyas ve kayra'dan beri ilk defa bir kitabı okurken heyecanlanıyorum."
çekip giden bir sevdiceğe söylense güzel olurdu. ama öyle çekip giden bi' sevgili bile olmadığı için ve böyle bir sarılış yaşanılmadığı için asla ve asla önemi bilinemeyecek o sarılışın yansımasıdır.
-bana hiç kimse sen gibi sarılmadı.
+bana da.
-o zaman neden acılarımızı ve yalnızlıklarımızı birleştirip de özgürlüğümüze kavuşmuyoruz?
+...
-mahkemelerde susmak "evet" demektir. bence bir şey söylemelisin sevdiğim.
+ben konuşursam kalbimi kusarım. ben konuşursam tanrı'yı sağır ederim. ben konuşursam, kendimi kaybederim. isteklerim, aceleceliğime yorumlanır. hissettiğim tüm kutsallıklar yok olup gider. o yüzden susayım ben. varsın, suskunluğum "evet"e yorulsun. ya da yalancılığıma delalet olsun. varsın, yok olsun. susayım ben. sen de benden bir şey bekleme. gözlerimin en dibine baktığında göremiyorsan cevapları. alamıyorsan cümleleri. dilini zihnime atıp da yakalayamıyorsan bir şeyleri, varsın öyle kalsın. varsın, yok olsun.
-susmak benim madalyam olsun sevdiğim. ve bir kereliğine bile sarınılmayışım, sarılamayışım; günahlarıma kefaret olsun. günahlarımın diyeti olsun, ölümüne sevilemeyişim. günahlarımın tutarı olsun, kırık hayallerim. ve ben sevdiğim, yine de derim ki, dilinin ucundaki o cümleyi dillendir. alışmış şu yüreğim. alışmış, yalan da olsa seni seviyorum cümlelerine. bekler böyle. bekler kapında. el-pençe divanında bekler. kovulmaktır emeli. kovulmak. yok olmak. yine de bir cümle. bir kelime. ya da bir harf, sevdiğim. tek tesellim bu inan bana. yalan da olsa bir kereliğine "seni seviyorum" demen.
+o zaman dinle, kelimelerin büyüsüne kapılan koca adam. o zaman dinle hayatı boyunca hep yalancı kelimelerle mutlu olan ruhu yaşlı adam. bir yalan da ben söyleyeyim sana. sonrasında çık git. hiç yaşanmayacak bir aşkın enkazlarına basa basa. kırık hayallerini derinin içine hapsede hapsede. bir kereliğine ardına bakmadan git. söylüyorum şimdi; "seni sevmiyorum."
ben küçükken ninem dua ederdi. hep derdi ki, "allah'ım sen beni ele-avuca düşürmeden bu dünyadan göçtür. kimseye muhtaç olmayayım." sonrasında bir fısıltı gibi dudaklarından şu son cümle çıkardı; "benim canımı uykumda al."
bir sabah uyandık ki ruhunu yaratıcıya teslim etmiş ninem. ben korktum ölüsünden. yalan söylemeyeyim. annemler korkmadı haliyle.
ürktüm ben. ölüm buz gibi geldi bana. o zamanlar yaşım 15'ti. ve hayat bir film gibi önümdeydi. ben ise izliyordum sadece.
sonra büyüdüm galiba. okullara yazıldım. kızlara yazıldım. okullardan tasdikname aldım. kızlardan ise "siktir."
hayata gömüldüm. kitaplar okudum. filmler izledim. şarkılar dinledim. hepsini ciddiye aldım. satırarlarında bi' boşluk aradım her birininin. bulamadım.
yaratılış mecburiyete bağlandığı için intihar edemedim. ama biliyordum, bi' gün kovacaktı hayat bizi. o bizi kovmadan gitmek lazımdı. ben gidemedim. hayat arsızı olarak yaşadım. ve yaşıyorum.
yüzsüzlüğüm bundandır. siktir yediğim her kalbin kapısı önünde kafam aşağıda, el-pençe divan durmamın nedeni budur işte. başka da bir şey değil.
hayat beni kovduğunda gidemememdendir. gitseydim bile defalarca dönüp geri bakardım. belki geri çağırır diye. "gitme, kal" der diye.
edit; bu başlığı açıp, bu entryi yazmama ilham kaynağı olduğu için o büyük müzisyene sonsuz saygı ve sevgiler. ruhun huzurla doluyordur umarım. ve mekanın cennettir güzel insan.
aha valla piç oldu o kadar canım entry. nerden baksan en aşağı 50-60 entry. belki içerisinde müthiş tespitler, diyaloglar, bilgiler olan entryler vardı. n'olcak şimdi?
az önce haftanın istatistiklerine baktım da iyice piç olduğuna ikna oldum. garip geldi bu durum bana. o iki gün boyunca onlarca şukela alan entryler de en azından dünün beğenilen entryleri bölümünde yer alsaydı.
istatitik bölümüne bi' şekilde koyulamadı. eyvallah. fakat en azından dünün beğenilen entryleri başlığına koyulsaydı. biz oradan baksaydık.
söz veriyoruz sizin sürekli istatistik canavarı olan yazarlarınızın entrylerine yine şukela verirdik. yine en birinci yapardık her birini. ama diğer türlü biraz abuk oldu be. en azından bana öyle geliyor.
her sabah, tek keyfi bi' önceki günün beğenilen entrylerini okuyup da sıcak bi' kahve içmek olan insanların bu tek keyfini elinden aldınız.
yakışmadı.
edit, birilerinin zoruna gitti. olm, olayın nedenini de sorduk zat-ı hallerine. bi cevap verme tenezülünde bile bulunulmadı. kraldan çok kralcılar sizi. bi gün yumuşak loblarınıza tekmeyi yediğinizde şu sözlüğün santra noktasında ağlayacaksınız. o zaman götümle gülecem siz yeni yetmelere.
şimdi bazı başlıklara tıklıyorum. örneğin; başlık, koyunları suya götürmek. başlık çok naif. hassas. kendine müslüman. iç güveysinden hallice.
sonra ilk entrye bir bakıyorum. anam. o ne lan? depresif bir gençlik hezeyanı. çocukluğu yaşayamamış olmanın acısı, yalnızlığın ruh parçalayıcı sitemi. hepsi var. yemin ederim format olmasın adam/kadın hepimizin amına-götüne küfredip kaçacak.
adam/kadın öyle bir yazmış ki, "hepinizi sikerim" der gibi.
tamam, hepimizin kendince sorunları var. veya hayalleri (benim yok ama) fakat kendini böyle mi ifade edersin sen? bir bakkala gittiğinde, "amına kodumun faşist bakkalı 2 ekmek ver" mi dersin? ya da manava gittiğinde, "şuradan üç kilo şeftali çek komünist herif" mi dersin?
bak gençsin, aslanım. toysun. sana sırf bu yüzden bir şey demiyorum. yoksa ağzına sıçarım senin. bir daha mülayim başlık açıp da sıçıp sıvarsan kalıbını sikerim. (biri tutsun beni)
bir daha uyarmam seni. iş çıkışı çalıştığın yere pusu kurup, tenhada kıstırdığımda dizimle döverim seni. şimdi siktir git. oh be.
zamanında zekeriya beyaz hocamıza soruldu bu soru. o an elimde kahve fincanı vardı. soran kişi yüzde doksan dokuz afedersiniz taşak geçmek için sordu. ama hocamız cevap vermeye çalıştığı an elimdeki kahveyi püskürttüm ekrana. bi' anda bi' sahne canlandı gözümde. manyağın biri çırılçıplak seccadede. nasıl bir salaklıktır lan bu dedim kendi kendime. o ara kendimle konuşurken hocamızın verdiği cevabı kaçırdım.
bunu kimse demiyor. ben diyorum. hiçbir kutsal kitapta yazmaz bu cümle. ama ben bağırıyorum buradan;
"kadın erkekten cesaretli olmalıdır."
-ki böyle olursa eğer bir ilişki, bir evlilik, bir dostluk daha pürüzsüz ve onurlu başlayıp onurlu devam eder. bitecekse de onurlu biter.
çünkü, kadın milyarlarca yıldır anlatıldığı gibi güçsüz değildir. güçsüz etiketini yiye yiye güçsüz bırakılan, güçsüz olduğu kabul ettirilen bir canlıdır.
toplumun santra noktasında, kendi kişiliği ve benliği ile bir şeyler yapan, isteyen, bağıran, haykıran kadın profili görememizin tek nedeni biz erkeklerizdir. başka da bir şey değil.
yine de eğer bir gün bir kadına tapacak olursam o kadın benden daha cesaretli olmalıdır. biliyorum, bu sanal cennetlerde aranacak bir şey değil bu. yine de belirtmek istedim.
milli kalecimiz volkan demirel'in ne kadar iyi bir kaleci olduğunun yanısıra ne kadar da iyi bir forvet olduğunun kanıtı söz öbeği.
oduncu koller'den forvet yapan allah'ım, yumurtaya can veren rabbim, beni milyarlarca sperm arasında birinci getirip de bu tarafa şutlayan zülcelali vel ikram, şu volkan'a da forvetlik nasip eyle artık.
gel ki kendisi forvet olsa bile gelip bizim kalemize gol atar ama neyse.
kör falan değildir ha. görür valla. ben görürüm mesela. ama işin bok tarafı şu; hep görülmemesi gereken tarafı görürüm. şimdi iki kız var. birisi ile tanışıyorum. canım-cicim ayları çabuk geçiyor. boktan bir dizi yüzünden ayrılıyoruz.
o kişi de zamanında kendi arkadaşları ile tanıştırdığı için en yakın arkadaşı ortak arkadaşımız oluyor. arkadaşından hoşlanmaya başlıyorum. bir de bakıyorum ki gerçekleşen şeyler aynen şuna yakın şeyler;
-aslı iyi bir kızdı, ceren.
+iyiydi de sen de kötü adam değilsin be güney.
-ya öyle de. ne bileyim. özlüyorum gali...
+sen çok iyi bir insansın.
gel zaman git zaman bir şekilde yakınlaşmalar başlıyor. bu kişi ile ciddi bir ilişkiye başlanmak istendiğinde ise, o her zaman ki cümle duyuluyor.
özgürlüğün en evrensel ve en insancıl tanımı. sonunda müthiş bir rahatlama. ve müthiş bir ferahlık. böyle osuruktan-boktan başlıkları sevmem ama birden aklıma geldi.
bir de lise yıllarında çok kullanırdık galiba bu cümleyi. o zamanlar kitap okuma alışkanlığımız porno dergilerle sınırlıydı. bahsettiğim zaman dilimi 90'lar. şimdi 90'lı insanlar tek başına geziyor sokaklarda. tek başına ailelerinden uzak şehirlerde okuyup-yaşıyor.
sibel, kuaför kadının cahit'le yattığını öğrendikten sonra hışımla dışarıya çıkar. kıskanmıştır cahit'i. bu bir yandan da hoşuna gider. zira cahit'i sevdiğini anlar.
çocuklar gibi sevinir, lunaparka gider, eğlenir. tam cahit'in yanına bara girerken manzarayı görür. cahit, sibel' in daha önce yattığı yunan adamın kafasında sibel'e hakaret etmesi sebebiyle kül tablası patlatmış ve onu öldürmüştür. işte bu bölümlerde çalar bu şarkı. o içli ses de bir anda kişinin psikolojisinin amına koyar.
after laughter comes tears
after your laughter there will be tears
when you’re in love, you’re happy
when your in a arm, you gaze
this doesn’t last always
after your laughter there will be tears
my friends all say, don’t try to hold it in
but i can’t let that guy know how i feel
i’ll try to hold back my, my, my tears
but they keep say
after your laughter oh, oh, oh
i’ll try to hide, hide my sorrows
i wonder can i hold them till tomorrow
maybe ill hold them for a year
but they keep say
after your laughter
now you will see those wet little tears
after your laughter
a little biddy tear will look climb into your eye
bomboş bir şekilde beklemek. kendi cüz-i iradeni çöpe atıp da herkesi ve her şeyi bir sınava tabi tutarcasına beklemek. dini inanışlarda bu duruma galiba delirmek deniliyor.
isimler önemli değil. eylemlerin sözlüklerdeki karşılığı önem arzetmiyor. ruhsal ve beyinsel orgazmımım derdindeyim ben. o yüzden de hiçbir şey beklemeden bekliyorum.
biliyorum. insanların bir sürprizi yok. hiçbiriniz peygamber değilsiniz. mucize ise asla olamazsınız. şapkanızdan tavşan çıkaran bir sihirbaz da değilsiniz. bir numaranız yok. ne beni az bir şey gülümsetebileceğiniz ne de bir gün doğumu öncesinde ruhum sancılanırken arayıp da sesinizi duyup mutlu olabileceğim.
yine de bekliyor işte insan. hiçbir şey'e her şey'i yükleyerek bekliyor. beklediklerini kendine ve hiç kimseye itiraf etmeden. söylemeden.
söylediğinde büyüsü bozuluyor. tüm güzellikler bir sihir çünkü. o yüzden de sadece bekliyor. her şey bir düşünceden ibaretmişçesine bekliyor. biliyor çünkü. biliyor ki kusursuz olan düşüncelerdir.
eylemler kusurludur.
yapılan her türlü haksızlığa karşı sonsuz ve kuralsız bir boşvermişlikle, kayıtsızlıkla "eyvallah" deme durumu. yapılır mı? yapılır. yapılıyor da. yapıyorum.
bu eylemim onurlu mu? asil mi? bilmiyorum açıkçası. -ki bir onuru ya da asaleti olsun diye de kasmıyorum. sadece yapıyorum.
onun içindir ki sonsuz bir kayıtsızlık ve boşvermişlikle bekliyorum. hiçbir şey beklemeden bekliyorum. bu duurmu anlayabiliyor musunuz?
dürüst olun bir kereliğine. hiçbir şey beklemeden beklemek duygusunu bilir misiniz? bir kereliğine aynen böyle beklediniz mi? bekleyip de çıldırdınız mı?
her sabah gün doğarken uykuya geçtiniz mi? yapılan tüm ahlaksızlıklar, haksızlıklar canınızı sıktığında itiraz edemeyecek kadar yorgun oldunuz mu hiç?
o büyük hesap günü geldiğinde -ki umarım vardır öyle bir gün- tanrı'nın keseceği her cezaya da "eyvallah" diyeceğim. çünkü itiraz edecek halim yok. yorgunum.
ağlamaların en güzeli ve inandırıcısıdır. küresel ısınma yaşayan dünyamıza da yeni su rezervleri sağlanmış olur. fakat ağlayan kişi o kadar gözyaşını nereden bulacak bilmem.
bildiğin gösteriş budalası. cebindeki son parayı da kontöre yatırıp msn'den konuşacak birini arar. bilmez ki çevrimdışı takılma çıktı, mertlik bozuldu. hiç kimse online değil diye sıkılıp durur.
ha unutmadan, aldığı o telefonun fiyatı da 6 maaşına bedeldir.
modern çağımızın modern vebası bu galiba. ne tedavisi mümkün. ne de teşhisi. şöyle topluma dönüp baktığımızda ne görüyoruz?
her şeyden ümidini kesmiş insan sürüleri. bildiğiniz sürü ama. bindiğiniz otobüsü hayal edin. yüzler asık. herkes kızgın.
yıllarca bir televizyon yıldızı, popstar olma hayaliyle avutulan milyonlarca insan her sabah okula veya sevmediği işlere gittiği için çok kızgın. fakat bu kızgınlığını çıkarabileceği yetkili bir merci yok.
birileri bir yerlerde hayatlara ve hayallere kefen biçerken birileri de hayalleri nadasa bırakmanın derdinde. birileri de hala ve hala içi tamamen boşaltılmış duygu ve kavramları doldurmanın derdinde.
aşk, sevgi, saygı, sadakat... her biri sadece sözlüklerde şık duran birer kelime. herkes kendi kış uykusunda. herkes hamağında.
ama peki çekilen acılar? sabah istemediği işe gidecek olanlar? istemediği okulda okuyanlar?
şu an bir kız çocuğu üvey babası tarafından tecavüze uğruyor. biliyorum. gündüz dilendiği paraları o itin cebine koyduktan sonra onun o pis göbeğinin altında dilini ısırıyor.
canının yanmasını dış dünyaya yansıtmamak için. bağırmamak için. bağırıp da bizleri uyandırmamak için. ama bilmiyor. ben göz kapaklarımı jiletlerle kestim. onun içindir ki baktığım her yüz midemi bulandırıyor.
peygamberim olun istemiyorum sizden. bana bir zamanlar kaybetmemek için çırpındığım inancımı geri verin demiyorum. sadece haberdar etmek istiyorum.
boşaltıldı her şey. tüm kavramlar ve duygular teneke bir kutu artık. ikili ilişkiler rutin bir merasime dönüştü. ailevi ve toplumsal eylemler, güzellikler görüntüden ibaret oldu.
öyle yorgun olmak ki bir ineği bile yorgun olmak diyerek başlamak isterim bu yazıya. gerçekten öyleyim ben de. hatta o yazıyı yazan insana bu durumu özel mesajla söyledim. "seni anlıyorum" dedim. "senin çektiğin iç çekişleri hissedebiliyorum."
belki bana inandı belki inanmadı. çok önemli değil bu. nasılsa ben bile hiçbir şeye inanmazken/inanamazken ne önemi var ki bunların? hep birileri bir şeylere yetişme telaşındayken bizlerin verdiği mücadele ne? bizler neyin kavgasındayız?
oysa dört kız çocuğum olsun isterdim bir zamanlar. isimleri bile hazırdı. ama şimdi unuttum isimlerini. geriye dönüp baktığımda karanlığı görüyorum. anımsadığım zaman ne mutlu olabileceğim bir an var. ne de bir insan. bir insan bu kadar mı hiçbir şeysiz olur demeyin. inanın öyle. ruhani durumum bu.
üryanlığımı sizlerle paylaşmak da istemiyorum açıkçası. ama yapacak bir şey yok. el mahkum. göt gardiyan.
yine de içerliyorum bazen. ne bileyim ana caddede karşıdan karşıya geçerken bir kız çocuğu babasının elinden mi tutmuş, içim cız ediyor. annem geliyor aklıma. beni okumam için bu şehire 10 yıl önce gönderen annem. babam geliyor aklıma. geçen hafta ameliyat olan babam.
işte bu esnada kör bir bıçağa dönüşüyor zihnim. ben neye sürtersem sürteyim, kesmiyor.
bir zamanlar bağırırdım oysa. yakasına yapışırdım hakkımı yiyenlerin. şimdilerde öyle değil. biliyorum ki ne yaparsam yapayım, bazen asla ve asla değiştiremeyeceğim şeyler oluyor. hatta hiçbir şey değiştirilemiyor.
örneğin bir insan hayal edin. sizin onu değiştirme çabanız, ve o insanın değişmemek için elinden geleni ardına koymaması.
ya da kendinizi düşünün bir kereliğine. neredeydiniz geçen yıl bu zaman? şimdi nerdesiniz? geçen yıl bu zaman hissettiklerinizin kaçı oldu? bu yıl neler hissediyorsunuz?
her şey koca bir yalan belki de. ya da rüya. o kadar önemli değil artık. isimlerden vazgeçtim. yüzleri de unuttum. kimse kimsenin umrunda değil açıkçası. her şeyin içi boş. insanlar; lağım fareleri gibi hepsinin içini boşalttı. elinizi atın her hangi bir kavrama. ve bakın. görün. hangi kavram hala ve hala dolu? yoğun? manalı?
benim mi kalbim pis? ben mi ön yargılı ve art niyetliyim? kim bilebilir?
hissettiğim tek bir şey var; inanacağım hiçbir şey yok. yüzlere baktığımda muhteşem bir boşvermişlik içime işleyen. beni ben eden. başka bir şey değil.
bir zamanlar "her şeyi oluruna bırak" demişti yaşlı bir dostum. geç de olsa onun dediğini uyguluyorum. her şeyi oluruna bırakıyorum. ve bir kereliğine olsa bile dönüp geriye bakmıyorum.
yiğit özgür'ün ekürisi olan, fırat ve faik tiplemelerinin yaratıcısı, uğur abimizin karikatürleri. bilerek abi çekiyorum. kızmasın diye. hemen bi' tanesini paylaşıp kaçmak istiyorum.
12.11.2008 sayılı sayısından;
kadın, eşinin kravatını düzeltmektedir;
-nurten, nolur gönderme beni apartman toplantılarına artık. önümüzdeki hafta kitabım on altı dile çevrilecek. yeraltı edebiyatının peygamberi deniyor benim için. merdiven otomatiği, asansör bakımı diye tartışmak istemiyorum ya!
+çatı izolasyonuna karışma hayatım. sonuçta, orada kim oturuyorsa o ödesin parayı.
-heralde yani. akifler girişe beton atılırken para verdiler mi, vermediler. şimdi ne parası bekliyolar allasen.
mesela bu başlıkta virgülü nereye koydum? bilin bakalım. bilene istediği şeyi alacağım. istediği şeyi yapacağım.
harbi harbi bu başlıkta virgül arayan arkadaşım, virgül falan yok. gel şöyle yanıma. sevdim seni. ne içersin?
bak şimdi. bazı cümlelerde hem bağlaç hem de virgül koyuyor bazı türkçe katili yazarlarımız. abilerimiz, ablalarımız. burada uzun uzadıya sana virgülün nereye koyulup nereye koyulmayacağından bahsetmeyeceğim. şuradan bakabilirsin ama;
(bkz: virgül) (çok güzel kız ismi olur lan bu. nurgül, birgül, songül, virgül)
altın kuralı unutma yeter. ne mi o altın kural?
"biten bir cümlenin sonuna virgül değil, nokta koyulur."
gel ki buna da şükür. ben ne adamlar tanıdım. biten cümlesinin sonuha nokta koymaktan aciz. adam sanki şöyle diyor; "cümleme iki dakikalığına bakın, benim acil işim çıktı. birazdan gelirim."
lan dürzü, cami avlusu mu burası? bırakıp bırakıp kaçıyorsun!
düdüt; size mi koyduk lan virgülü? allam töbe yarabbim. dinimiz amin.
ben olsam ne yapardım diye düşündüğümde cevap veremiyorum. kızın babası değil tabii. arayan kişi ben olsaydım. lan bi' sevgilimiz bile yok anuna goyim. arayalım da tel'i babası açsın. sorun değil.
ülke gündemini bile konuşmaya razıyım. romatizmasının azdığından bahsettiğinde kendisine hak vereceğim. tavsiyelerde bulunacağım. hatta sözüm olsun; köşedeki, emeklilerin takıldığı kahvede okey oynayacağım saatlerce. yeter ki bi' sevgilim olsun. ühühühühü..
şöyle mis gibi hoşgörü sahibi olma adına. kimseyi ne etnik kökeninden, ne dilinden, ne de dininden ötürü yargılamadan. mevlana öğretisini kalbe işleyerek.
hem, din hariç diğer şeyler tercih edilemez ki. hiç kimse etnik kökenini seçemez. dilini seçemez.
çok mu zor be? bi' kereliğine denesek ne kaybederiz? hadi gelin biraz idman yapalım. gerçek insan olma adına. biraz hazım idmanı yapalım. inanın bi' şey kaybetmeyeceğiz şimdi ki halimizden. her şeyimiz bizde kalacak.
edit; bu entryde bi' kaç kelimeyi bilerek yanlış yazmıştım. birileri okur mu diye. okuyup da beni uyarsın diye. topsunuz olum. biriniz bile okumadınız bu entryi.
şu günümün şu saate kadar olan zaman diliminin tetkiğini yaptığımda aklıma gelen durum. ağız denen organın illa ki bir çok görevi var.
örneğin, yemek yeme için kullanırız. bi' şeyleri içmek için. ya da öpüşmek için.
fakat en önemlisi; ağzımızı susmak için kullanmamızdır. baksanıza bir kereliğine, ağzımızın somut şekli bile susmaya el verişli. yine de bizler hep konuşarak bi' şeyleri anlatabileceğimize inanırız. konuşarak bi' şeyleri ikna edebileceğimize.
sorarım size; hanginiz bir ayrılık merasiminde konuşarak geri çevirdi giden sevgilisini? hanginiz; konuşarak halledebildi bir şeyleri?
umarım, yazmak da bir çeşit konuşma eylemi değildir. işte o zaman ayvayı yeriz. işte o zaman bizleri dipsiz ve karanlık susma kuyuları bekler.
"Eğer, hayatınızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken... Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün... Herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın."